30 Mart 2025 Pazar

İstenmeyen Misafir

Arifeden bir gün önceki ramazanın son cuma akşamı iftar öncesi kapı zilimiz çaldı.

Bu saatte kim olabilirdi? Komşuları sanmam. Davulcu olabilir miydi? Davulcu olsa davulcunun sesi gelirdi. Üstelik geçen ramazanlarda haftada bir, para toplayan davulcu bu ramazan hiç görünmedi.

Derken o saatlerde hiç uyanık olmayan bizim oğlan kapıyı açtı. Birileriyle bir şeyler konuştu. Sonra kapattı.

Kimdi babam o zile basan dedim. Davulcular, baba dedi. Para verdin mi dedim. Verdim dedi. Kaç verdin dedim. 50 lira dedi. Be babam, fazla vermişsin dedim. Bozuk yoktu dedi. Benden isteseydin dedim. Sustu.

Bu arada benim oğlan benden cömert. Artık kime çektiyse. Harçlık verdiklerine de değse bari.

Sanki ardından bir başka şeyler istediler dedim. “Bayram geldi. Şeker almışsınızdır. Bir de şekerinize bakalım” dediler. Mutfağa geçip şekerden verdim.

Bir taraftan da gülüyor. Niye gülüyorsun dedim. Adamlar hem oruç tutalım diye bizi sahura kaldırıyorlar. Ama kendileri oruç tutmuyorlar dedi.

Nereden gördün oruç tutmadıklarını dedim. Verdiğim şekeri daha ayrılmadan gözümün önünde yemeye başladılar dedi.

Oruç tutalım diye bizi sahura kaldıran bu tiplerin durumu, bir zamanlar kendileri oruç tutmadıkları halde oruç tutanları döven gençlere benziyor.

Ardından iftara kadar vakti değerlendireyim diye bir iki kalem eşya için markete gitmek üzere evden çıktım. Bizim davulcuların yedikleri şekerin ambalajını merdiven basamaklarına attıklarını gördüm. Apartman da az önce yıkanmıştı. Elimle toplayıp çöpe attım.

Ben gördüm de bize gelen bu davulcular gibi görgüsüzünü görmedim. Hoş, bizi kaldıran davulcular olduklarını da sanmıyorum. Babam, nasıllardı dediğimde tipsiz iki kişi idi dedi.

Önceki senelerde de benzerini görmüştük. Davul parası istemeye gelenleri yönetici uyarmıştı. Siz bizim buranın davulcusu değilsiniz diye.

Giden paradan ziyade hiç haz almadığım davulcuya verilen paraya üzüldüm. Çünkü bu çağda hala bu geleneğin devam etmesi bana manidar geliyor. Gürültü yığınından başka bir şey değil.

Bir diğer husus, madem ki bu davul geleneği gece gece her ramazan bizim kafamızı ağrıtmaya devam edecek. Bari tutulan davulcular sanatının erbabı olsa. Aynı zamanda oruç tutan ya da oruç tutar görünen birileri olsa.

Biraz utanmaları olsa istedikleri şekeri apartmandan çıkınca yerler. Yediler diyelim, en azından şekerin ambalajını rastgele atmazlar. İnan, bunların görgüsüzlüğünü bugüne kadar şivlilik için gelen o kadar küçük çocuğa hediyelerini verdim. Bugüne kadar hemen yiyip apartmana çöpünü attıklarını görmedim. Artık bu davulcular nerede yetişiyorsa artık.

Bu arada davulcular akıllı. Eskiden davul sesiyle gelirlerdi. Kapıyı açan açar, açmayan açmazdı. Demek ki davul sesini duyan çoğu sakin kapıyı açmıyor ki sessiz sedasız gelmişler bu sefer.

Boş İnsanların Dünyası

Kadın olsun, erkek olsun, yaşlı ve genç olsun, hasta veya sağlam olsun, her kim olursa olsun, bir insanın vücudunu yoracağı, zaman ayıracağı, kendini vereceği bir işi ve meşgalesi olmalı.

Bir insanın bir meşgalesi yoksa, eşine ve dostuna ayıracağı, onlarla oturup kalkacağı, ortam ve gündeme dair konuşacağı bir şeyleri olmalı.

Eşine dostuna iki bardak çay ikram edebilmeli, toplum içine karışmalı.

Böyle bir meşgalesi yoksa toplum içine çıkıp onlarla hemhal de olamıyorsa, oturduğu yerde ülke ve dünya gündemine ait söyleyecek bir sözü ve çapı yoksa, böylesi insan;

Gereksiz insandır. Çünkü bir Allah'ın kuluna zerre faydası olmaz.

Kimseye verebileceği, kimseden de alacağı bir şey yoktur.

Böylesi işsiz ve avare tipler köşesine çekilir. Hastalık hastası olur. Kendini dinler durur. Sadece çeneye verir, boş teneke gibi konuşur durur.

Durmadan başkasını çekiştirir.

Başkasını çekiştirirken kendine hiç toz kondurmaz.

Şu şöyle, bu böyle, şu şunu yaptı, bu bunu yaptı, yapıyor der durur.

Kendi değersizliğini gizleyerek başkasının değerini düşürmede bulur mutluluğu.

Miskin miskin oturduğu için vücut da yorulmayınca günde üç öğün yemek yese de ne yediğinden zevk alır ne de içtiğinden.

Yaptığı o kadar dedikodu ve herkese verdiği ayarın ardından namazını kıldı mı, orucunu da tuttu mu bundan iyisi olmaz. Eğer buna yaşama denirse.

Genç yaşta eve kendini hapseden bu tipler toplumla barışık olmadığı gibi kendisiyle de barışık olamaz. Gerçi kendiyle barışık olmayan zaten başkasıyla barışık olamaz.

Ne boş ne gereksiz insan bunlar.

Gerçi ben bunları boş ve gereksiz diyorum da çok da boş insan değil bunlar. Kendilerine bir meşgale buluyorlar.

Ya hanımıyla kavga edecek ya komşuyu çekiştirecek ya akrabasının arkasından konuşacak ya oğluyla uğraşacak ya kızıyla ya da hanımın ailesiyle. 

Merak ediyorum, bu tip gereksiz kişiler için eşinin ailesi de olmasa kim hakkında konuşacaklardı? 

Gördüğünüz gibi boş değil. Sabahtan akşama yediği üç öğün yemeğin ardından durmadan ölmüş kardeşinin etini yemekle meşgul.

Bu gereksiz insanların bir başka yönü daha var. İyilik meleği görünümündeler. Seni görünce seninle, senden ayrılınca arkandan konuşan iki yüzlü tiptir bunlar.

Dünyadaki varlıkları kalabalık etmekten öte bir anlamı yok. Huzur bozmada üstlerine yoktur. Bulamadıkları huzuru huzur bozmada bulurlar.

Dünyaya ve çevresine verebilecekleri bir şeyleri yoktur. Yarasa gibi toplumun içinde toplumdan uzak ve kopuk yaşarlar.

Bu aylak, boşboğaz ve gereksiz tipler kıldıkları yarım yamalak namazla ve köşesinde yatarak oruç tutarken kurtuluşa ereceklerini ümit ediyorlarsa çok beklerler. Namaz ve oruçtan önce yaptıkları kul hakkının bedelini ödemek zorundalar.

Hoş kime söylüyorum. Huylu huyundan vazgeçer mi? Dedikoducu gelmiş, dedikoducu gidecek bunlar.

Aman neyse ne? Ne halleri varsa görsünler. Bende uzak olsunlar yeter. En azından midemi bulandırmazlar.

Not: Bu yazıyı ve bundan önceki "Biri Yazılarımdan Rahatsızmış, Çok da Tın",  "İstenmeyen Misafir", "Bu da Evlat İşte!", "Ekonomik Buhranın Müsebbipleri" ve "Teamülleri Olan Bir Ülkeden Neyimiz Eksik" başlıklı bu altı yazımı arife günü gecesi hastane köşesinde refaatçi iken hastam uyurken gece gece yazdım. Hem hastama baktım hem de yazımı yazdım. Meraklısına duyurulur. Hani şu, yazı yazacağına şunu yapsın, buna baksın diyen. 

Biri Yazılarımdan Rahatsızmış, Çok da Tın!

Çok fazla maharetim yok. Planlı bir hayatım da yok. Başladığım işin çoğu zaman sonunu getirmeme gibi bir plansızlığım var. Kısaca derme çatma bir dünyam var.

Ne kadar plansız olsam da iki şeyde istikrar abidesi olduğumu söyleyebilirim. Bunlardan ilki, yürümektir. Pandemide maske öyle değil, böyle takılır diye maskeli bir fotoğrafımı çekip sosyal medyada paylaşmıştım. Paylaşımımın altına yorum yazıldığında, onlara cevap yazarken paylaştığım maskeden ziyade göbeğim dikkatimi çekti. Birine göbeğim de çok kötü görünüyor yazdım. O da evet, kötü görünüyor deyince ertesi günü yürümeye başladım. O zamandan bu zamana her gün yağmur, yağış, kar, fırtına demeden yürürüm. Hem öyle böyle değil, baya yürüyorum. Yürümeme engel yağmurlu havadır. Bunun için de ya kapalı bir yer bulurum ya da yağmurun yetişmediği bir yer. Bazı günler şuraya yürüyeceğim demişimdir, kimsenin gözünün kesmediği mesafeleri yürümüşlüğüm var. Yürümek için de ayrı zaman ayırmışlığım yok. Yürümek için de işimi, aşımı, eşimi, dostumu ihmal etmedim. İstirahat ve uykumdan ödün vererek yürüdüm. Herhalde Türkiye'de benim kadar yürüyen yoktur.

Günlük yürümeden dolayı eski göbekten eser yok. Hiç olmadığı kadar sağlıklıyım. Eskiye oranla yürüyüş mesafemi ve tempomu düşürsem de biraz kilo alsam da yine yürümeye devam ediyorum.

Bir diğer ikinci yaptığım da yazı yazmak. 2015 yılından beri yazı yazmaya devam ediyorum.

Yazı yazmak için de ayrı bir zaman ayırmıyorum. Bilgisayarın başına oturmuyorum. Elime kağıt kalem almıyorum. İşi gücü bırakıp kendimi yazıya vermiyorum. Kah bir çay ocağında kah evimde kah boş ders saatinde kah öğle arasında çayımı yudumlarken kah uzun otururken kah yatmadan önce gördüklerimi, gözlemlerimi ve düşündüklerimi çalakalem yazıyorum.

Kısaca bugüne kadar yürüyüş ve yazı istikrarım var.

Bu iki eylemi de yaparken hiçbir işimi aksatmadım. Arta kalan zamanlarımda yürüdüm ve yazdım. Çünkü önceliğim işim, aşım, ailem. İşim varken yok olmaz ben yürüyüş yapacağım, yazı yazacağım demedim. Çünkü hepsinin yeri ayrı.

Yazıya başladım mı yazarken işim çıkarsa yazım yarım kalır, sonra tamamlarım. Yazdığım yazı bir yere kaybolmaz. Bloğum otomatik kaydeder.
Daha önce özellikle yazdığım yazılar üzerine birkaç defa yazı yazdım. Konu sıkıntısı çektiğimden mi yeniden bu konuya eğildim. Hayır, konu sıkıntım falan yok. Niyetim kendimden bahsetmek değil. Sadece bazı aklı evvellere cevap olsun diye yeniden yazmak zorunda kaldım. Çünkü bazılarının gıyabımda söyledikleri mide bulandıran türden.

Vay efendim, yazı yazacağına şunu yapsın, vay efendim, bunu yapsın. Şuna baksın, buna baksın diyormuş beyzadem.

İşin garibi gıyabımda konuşan bu kişi beni görünce de sanırsın ki bir evliya kesiliyor. Ağzını bıçak açmıyor, derviş hırkası giymiş bir derviş görünümü veriyor. Ağa diyor da başka bir şey demiyor. Bu dediklerini yüzüme söylese, cevabını versem de helal olsun derim. Ama yüzüme karşı bir şey söylemeyip arkadan bol bol böyle gıybet yapmak ancak eli boş, hayatı boyunca bir cacık olamamış, iki ayağı üzerine duramamış, ömrünü köşede oturarak geçirmiş, durmadan başkasına ayar vermeye çalışan kişilere ait kötü bir haslet olsa gerek.

Var gör ilkokulu da zor bitirmiştir. Eline kağıt kalem alıp bir dilekçe dahi yazmamıştır. Bir gazete alıp iki satırlık bir yazı dahi okumamıştır. Yapacak işi olmayınca da şu şöyle, bu böyle, şu şöyle yaptı, bu böyle yaptı deyip duruyor. Olmayan aklıyla millete akıl veriyor. Allah kimseyi boş, avare ve işsiz bırakmasın.

Ben cahil gördüm de böylesini görmedim. Çünkü nice cahiller bilirim, cahil olduğunu bilir. Bu şekil kendini bilenlere hiç sözüm olmaz. Hatta saygı duyarım. Zaten bu ülke ne çekerse yarım aklıyla cahil olduğunu bilmeden konuşan bu tiplerden çekiyor.

Benim en azından sağlığa faydalı bir yürüyüşüm var. Bir şeyleri dert edinip yazıp çizme gibi bir meşgalem var. Üstelik bu ikisini de hobi olarak yapıyorum.

Bu kişi karnımı doyurmuyor. Bugüne kadar hiç muhtaçlığım olmadı. Arkamı toplamıyor, eksik aksağımı gidermiyor. Anam değil, babam değil. Vazifesi mi anlamadım gitti. Yazdığım yazıların tasası ona mı düştü bilmiyorum. Bugüne kadar bir Yazımı da okuduğunu sanmıyorum. Çünkü okuyacak çapı, okuduğunu anlayacak kapasite lazım. Sonra başkasını çekiştirme varken gözlerini niye yorsun değil mi?

Ama iyi oldu. En azından bir halt olmadığını, masum görüntüsünün arkasında kötü bir kalbe sahip olduğunu bu vesileyle öğrenmiş oldum.

Bana laf söyleyecek, ardımdan konuşacak en son kişi bile değil. Bana laf eden, ilk önce kendi üzerine düşeni yapmış mı, ona baksın. Herkes kendi işini yapsın. Ben de kendi işimi yapıyorum. 

Böyle cahil cühela midemi bulandırsa da çok da tın. Boş teneke konuşsun dursun. Yalnız efendiliğimi bozmasın. Haddini, yerini bilsin. Yarın karşılaştığım zaman da hiçbir şey yokmuş gibi mürailik yapmasın. Çünkü notunu verdim. Muhatabım değildir. Yanıma yaklaşmasın. İşim olmaz iki yüzlü tiplerle. Kendisine saygı duyuyorsan, bugüne kadar ağzımı bozmamışsam, bir halt olduğundan değil. Halini ve yerini bilsin böyleleri. 

28 Mart 2025 Cuma

Vatandaşın Gerçek Gündemi

"Meseleleri mesele edinmezseniz ortada mesele kalmaz" sözü eski bir siyasiye atfedilen bir söz.

Bu söz bir yere kadar doğru kabul edilebilir. Bir meseleyi görmezsen, görmezden gelirsen, yok kabul edersen, o mesele kimsenin canını sıkmaz.
Yalnız meseleleri mesele edinmemek sorunu çözmüyor.

Mesela bu ülkenin en önemli sorunu ekonomidir. Kaç senedir bu ülke yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı sarmalı içinde. Bu hayat pahalılığı vatandaşın özellikle sabit gelirli insanın belini büküyor.

Ve bugün hayat pahalılığı bu ülkenin birincil ve öncelikli meselesi iken iktidarından muhalefetine, hayat pahalılığını gündemine almıyor, üzerine gitmiyor, bu meseleyi nasıl çözeriz demiyor.

Meselenin üzerine eğinilmediği gibi sürekli gündem değiştirerek ekonomi unutturulmaya çalışılıyor. Sanki ülkenin böyle bir meselesi yok demeye getiriliyor.

Yani kimse sadede gelmiyor. Cambaza bak demek suretiyle suni gündemle ekonomi gündemden düşürülüyor.

Halbuki vatandaşın belini büken ekonomi bugün milli bir meseledir. İktidarıyla muhalefetiyle bir araya gelmek suretiyle enflasyonu yenmek ve hayat pahalılığını yok etmek için seferberlik ilan etme gibi bir sorumluluğumuz var.

Bu ülkenin tüm bileşenleri bir araya gelerek hiç ama, fakat, lakin demeden önce bir durum tespiti yapmalı. Ardından bu meseleden nasıl kurtulabiliriz sorusuna cevap aramalıdır.

Kırılgan ekonomiyi rayına koymadan başka meseleyi gündemlerine almamaları gerekir.

Herkes sorumluluğunun farkında olmalı. Piyasayı olumsuz etkileyecek söz ve eylemlerden kaçınmalıdır.

Bu ülkenin böyle bir sorunu varken sorun çözme diyebileceğimiz siyasetin başka bir gündemle uğraşması abesle iştigaldir.

İnanın, dünyada faiz oranı, enflasyonu ve hayat pahalılığı yüksek bir ülke görüntüsü vermek bu ülkenin ayıbıdır. Bu ayıptan kurtulmak siyasetin görevidir.

Ülkesini seven, ülkesine hizmeti temel felsefe edinen siyasilerin ekonomi dışında bir başka görevi olamaz. Bu görev varken suni gündemlerle kamuoyunu meşgul etmek ülke sevgisiyle bağdaşmaz.

Lütfen sadede gelin. Değilse gölge etmeyin. Çünkü vatandaşın bu aşamadan sonra kayıkçı kavgasına karnı toktur.

Adalet Her Zaman Herkese Lazım

Bir ülkenin;

Eksik çok şeyi olabilir.

Çözüm bekleyen sorunları olabilir.

İnsanları arasında anlaşmazlık çıkabilir.

Suçlar işlenebilir.

İnsanları mağdur olabilir.

Her türlü anlaşmazlıkların çözümünde başvuracağımız son merci adalettir.

Adalet varsa kimse başka yollara tevessül etmez.
Gel arkadaş, aramızdaki anlaşmazlığı ve sorunu adalet çözsün. Zira adaletin kestiği parmak acımaz. Adalete boynumuz kıldan ince demelidir.

Çünkü ince çizgi olan adalet bunun için vardır.

Adalet son kararını verdiği zaman herkes adaletin verdiği karara saygı duymalıdır.

Bunun olması için o ülkenin adaleti tam olmalıdır. Çünkü adalet varsa orada huzur ve güven vardır.

Yalnız köprüden son çıkış olan adalet, topluma, insanına güven vermelidir. Adalet mekanizması tüm bileşenleriyle adalet dağıtmayı temel felsefe kabul etmelidir.

Adalet kimsenin tapulu malı olmamalıdır.

Birilerinin aparatı ve süfli emellerine alet olmamalıdır.

Yansız ve tarafsız olmalıdır. Kimsenin adamı olmamalıdır.

Millet adına karar vermelidir.

Doğru ve yansız karar vermesi için halim ve savcılara açık çek verilmelidir.

Adaleti verdiği karar mahşerin vicdanda makes bulmalıdır.

Herkes hak ettiği cezayı aldı. Mağdurun hakkı verildi denmelidir.

Şayet böyle olmaz da kutuplaşmadan yargı da nasibini alırsa, senin yargın, benim yargım olursa, o adalet mekanizması doğru karar verse bile o adalet mekanizmasının verdiği karar tartışılmaya ve eleştirilmeye devam eder. Böylesi adalet de adalet dağıtmış olmaz. Ancak mağdur üretir.

O yüzden yargıyı rahat bırakmak lazım. İhsası reyden kaçınmak lazım. Baskıdan uzak durmak lazım. Olur olmaz her şeyde yargıya gitmek suretiyle yargıyı ayağa düşürmemek lazım.

Başka gidecek merci olmadığına göre hepimiz yargıyı gözümüz gibi korumalıyız ve el üstünde tutmalıyız.

Böyle bir yargı ancak itibar kazanır. Kendi itibarını kendi elde eden bir mekanizmanın itibarını da kimse düşüremez.

27 Mart 2025 Perşembe

Kişilik ve Kimliğini Başkasında Bulanlar

Kendinden bir cacık olmayacağını iyi bilen insanoğlu kendini değersiz hisseder.

Hayatta en kötü şey insanın kendisini önemsiz ve değersiz hissetmesidir.

İnsanoğlu bu psikoloji içinde iken imdadına kendisini değersiz gösterenleri değerli gören birileri peyda olur.

İnsanlara umut olan bu tipleri bu değersiz tipler sahiplenir. Niye sahiplenmesin ki? Kişinin kendisinde göremediği değeri birileri tespit etmişti.

Değerliyim ve önemliyim demeye başlar. Bir başına bulamadığı kişilik ve kimliğini bu tür kişilerin peşine takılmak suretiyle kişilik ve kimlik edinmeye çalışır.

İsimsiz birine isim vermek gibi bir şey bu.

Peşini bırakmamalıydı bu yerden bitmelerin. Çünkü kurtarıcıydı onlar. Hazır kendisine moral de gelmişti.

Bu durumda bu kişileri kim tutar? Bir bakmışsın kurtarıcılarının ensesinde saf tutuvermişler.

Çok bir şey yapmasına gerek yok. Tek yapacağı kurtarıcısına sıkı sıkıya bağlı olmak, her halükarda onun peşinden gitmek, ona ölümüne destek vermek, onun cambaza bak sözüne kulak vermek.

Kurtarıcının vaatleri de fena değildi. Dürüstlük vadediyor, huzur ve mutluluk dağıtıyor, refah ve rahatlık dağıtıyor.

Dürüstlük sahte olsa da vaat edilen huzur, mutluluk ve refah geçici bahar olsa da son kertede iş fakirliğe dayansa da değerdi buna.

Bu uykudan ve hayal aleminden uyanmamak gerekiyordu. Acaba şüphesi olmamalıydı. Çünkü böyle düşünmek kendini inkar ve verilen nimetlere nankörlük demekti.

Yapılması gereken her şartta destek olmaktır. Ötesinden sorumlu değildi. Onun hedef gösterdiği düşmanı düşman bellemek çok önemliydi.

Milyonlarca sessiz yığınının haletiruhiyesi böyle olsa gerek. Bu yüzden takılırlar birilerinin peşine. Bizi bir gün kurtaracak umuduyla yaşarlar.

Sonu hep hayal kırıklığı olsa da elden bir şey gelmezdi. Çünkü daha iyisi yoktu. Kazara diğerleri gelirse hayat felaket demekti. Korkularla yüzleşmektense korkulara teslim olmada selamet vardı.

Halbuki esas önemli olanın kurtarıcılardan kurtulmak olduğunu bilmek, başkasından bir şey beklememek, ayağını yere sağlam basmak, tırnağı varsa başını kaşımak belki de hayatın en güzel tarafı. Çünkü kurtuluşun reçetesidir budur. Hatayla yüzleşmektir bunun adı. 

Attığımız Taş Ürküttüğümüz Kurbağaya Değmeli

Mahfi Eğilmez’in dört günün ekonomiye maliyeti ile ilgili çıkardığı fatura:

Borsadaki şirketlerin piyasa değeri kabaca 2 trilyon lira düştü.

Piyasadan yabancı çıkışları oldu.

Yerli yatırımcılardan dövize geçişler hızlandı.

Gösterge faizinin oranı yüzde 37,09’dan yüzde 44,60’a yükseldi, dolayısıyla Hazine’nin borçlanma maliyeti 7,51 puan arttı.

Türkiye’nin risk primi (CDS primi) 250 baz puandan 328 baz puana yükseldi. Bu artış, dış borçlanma maliyetimizi ciddi şekilde artırmış oldu.

TCMB, bu türbülansta kurun fırlayıp gitmesini önlemek için piyasaya sürekli döviz satışı yaptı ve bu nedenle rezervlerinde 25 milyar dolara yakın azalma oldu”. (Fehmi Koru, Karar gazetesi)

Yapılan operasyon ya da yolsuzluk ve terör yargılamasının neresindesiniz bilmiyorum. İster içinde ister dışında ister tarafı ister karşısında olun. Sonuç bu ekonomik tabloyu hep birlikte biz çekeceğiz.

Ekonomiye maliyeti oluyor diye yolsuzluğun üzerine gidilmesin mi?

Elbette gidilsin hem de ucu kime değerse değsin, yolsuzluğun üzerine gidilmeli. Buna kimsenin diyeceği yoktur. Çünkü yolsuzluğun savunulacak bir tarafı olamaz.

Yalnız belli zamanlarda belli kişilere değil, zihniyeti ne olursa olsun, her türlü yolsuzluğun üzerine gidilmeli. Bunun hesabı amme adına sorulmalı.

Yolsuzluğun üzerine gidilirken de bu ülkede olup biten her şeyin sonucu göz önüne alınmalı.

Yumuşak karnımız ekonominin kırılganlığı dikkate alınmalı.

Attığımız taş ürküttüğümüz kurbağaya değmeli.
Pirince giderken evdeki bulgurdan olmamalı.

Ekonomiyi derinleştirecek onulmaz yaralara imkan verilmemeli.

Alınması gereken tedbirler zamanında jet hızıyla alınmalı.

Yapılacak yolsuzluk operasyonu adliye koridorlarında yürütülmeli.

Piyasayı ürkütecek söz ve eylemlerden kaçınılmalı.

Etkili ve yetkili kişiler mahkemeyi etkileyecek beyanlardan uzak durmalı. İşi bağımsız yargıya bırakmalı.

Daha yargılama başlamadan, iddianame hazırlanmadan önce bu konuda basının kalem oynatmasına izin verilmemeli. Basın aracılığıyla yargılama yapılmamalı.

Süreç şeffaf yürütülmeli.

Çamur at, izi kalsın felsefesi kamuoyunda oluşmamalı.

Rakibi alt etme, had bildirme imajı verilmemeli.
Hakim ve savcıların görevlerini rahat yapabilmesi için yetkili makamlar rahatlatıcı destek açıklaması yapmalı.

Yüksek şüphe olsa bile kimse yargı son kararını vermeden suçlu ilan edilmemeli. Beraatı zimmet asıl olmalı.

Suçun bireyselliği esas olmalı. Tüm bir kesimi lekeleyecek ve töhmet altında bırakacak toptancı yaklaşımlardan uzak durmalı.

Yargılamayı bahane ederek meydanları yakıp yıkmamalı. Demokratik hak kullanılırken tarafların ailelerine her türlü hakaret yapılmamalı. Aileler aziz bilinmeli. 

Burada zaten süreç böyle yürüyor diyenimiz çıkabilir. Kimseyi töhmet altında bırakmak istemem. Yalnız süreç normal bir yargılama şeklinde işlemiş olsa yani herkes yargıya tam güvenmiş olsa piyasa bu şekil olumsuz tepki vermez. Çünkü yargının kararı aleyhimize bile olsa şeriatın kestiği parmak acımaz misali, yargılamanın yansız ve tarafsız olduğuna kamuoyu kani olmalı. Görünen o ki kamuoyunun hepsi yargılama konusunda hemfikir değil.