30 Mart 2025 Pazar

Biri Yazılarımdan Rahatsızmış, Çok da Tın!

Çok fazla maharetim yok. Planlı bir hayatım da yok. Başladığım işin çoğu zaman sonunu getirmeme gibi bir plansızlığım var. Kısaca derme çatma bir dünyam var.

Ne kadar plansız olsam da iki şeyde istikrar abidesi olduğumu söyleyebilirim. Bunlardan ilki, yürümektir. Pandemide maske öyle değil, böyle takılır diye maskeli bir fotoğrafımı çekip sosyal medyada paylaşmıştım. Paylaşımımın altına yorum yazıldığında, onlara cevap yazarken paylaştığım maskeden ziyade göbeğim dikkatimi çekti. Birine göbeğim de çok kötü görünüyor yazdım. O da evet, kötü görünüyor deyince ertesi günü yürümeye başladım. O zamandan bu zamana her gün yağmur, yağış, kar, fırtına demeden yürürüm. Hem öyle böyle değil, baya yürüyorum. Yürümeme engel yağmurlu havadır. Bunun için de ya kapalı bir yer bulurum ya da yağmurun yetişmediği bir yer. Bazı günler şuraya yürüyeceğim demişimdir, kimsenin gözünün kesmediği mesafeleri yürümüşlüğüm var. Yürümek için de ayrı zaman ayırmışlığım yok. Yürümek için de işimi, aşımı, eşimi, dostumu ihmal etmedim. İstirahat ve uykumdan ödün vererek yürüdüm. Herhalde Türkiye'de benim kadar yürüyen yoktur.

Günlük yürümeden dolayı eski göbekten eser yok. Hiç olmadığı kadar sağlıklıyım. Eskiye oranla yürüyüş mesafemi ve tempomu düşürsem de biraz kilo alsam da yine yürümeye devam ediyorum.

Bir diğer ikinci yaptığım da yazı yazmak. 2015 yılından beri yazı yazmaya devam ediyorum.

Yazı yazmak için de ayrı bir zaman ayırmıyorum. Bilgisayarın başına oturmuyorum. Elime kağıt kalem almıyorum. İşi gücü bırakıp kendimi yazıya vermiyorum. Kah bir çay ocağında kah evimde kah boş ders saatinde kah öğle arasında çayımı yudumlarken kah uzun otururken kah yatmadan önce gördüklerimi, gözlemlerimi ve düşündüklerimi çalakalem yazıyorum.

Kısaca bugüne kadar yürüyüş ve yazı istikrarım var.

Bu iki eylemi de yaparken hiçbir işimi aksatmadım. Arta kalan zamanlarımda yürüdüm ve yazdım. Çünkü önceliğim işim, aşım, ailem. İşim varken yok olmaz ben yürüyüş yapacağım, yazı yazacağım demedim. Çünkü hepsinin yeri ayrı.

Yazıya başladım mı yazarken işim çıkarsa yazım yarım kalır, sonra tamamlarım. Yazdığım yazı bir yere kaybolmaz. Bloğum otomatik kaydeder.
Daha önce özellikle yazdığım yazılar üzerine birkaç defa yazı yazdım. Konu sıkıntısı çektiğimden mi yeniden bu konuya eğildim. Hayır, konu sıkıntım falan yok. Niyetim kendimden bahsetmek değil. Sadece bazı aklı evvellere cevap olsun diye yeniden yazmak zorunda kaldım. Çünkü bazılarının gıyabımda söyledikleri mide bulandıran türden.

Vay efendim, yazı yazacağına şunu yapsın, vay efendim, bunu yapsın. Şuna baksın, buna baksın diyormuş beyzadem.

İşin garibi gıyabımda konuşan bu kişi beni görünce de sanırsın ki bir evliya kesiliyor. Ağzını bıçak açmıyor, derviş hırkası giymiş bir derviş görünümü veriyor. Ağa diyor da başka bir şey demiyor. Bu dediklerini yüzüme söylese, cevabını versem de helal olsun derim. Ama yüzüme karşı bir şey söylemeyip arkadan bol bol böyle gıybet yapmak ancak eli boş, hayatı boyunca bir cacık olamamış, iki ayağı üzerine duramamış, ömrünü köşede oturarak geçirmiş, durmadan başkasına ayar vermeye çalışan kişilere ait kötü bir haslet olsa gerek.

Var gör ilkokulu da zor bitirmiştir. Eline kağıt kalem alıp bir dilekçe dahi yazmamıştır. Bir gazete alıp iki satırlık bir yazı dahi okumamıştır. Yapacak işi olmayınca da şu şöyle, bu böyle, şu şöyle yaptı, bu böyle yaptı deyip duruyor. Olmayan aklıyla millete akıl veriyor. Allah kimseyi boş, avare ve işsiz bırakmasın.

Ben cahil gördüm de böylesini görmedim. Çünkü nice cahiller bilirim, cahil olduğunu bilir. Bu şekil kendini bilenlere hiç sözüm olmaz. Hatta saygı duyarım. Zaten bu ülke ne çekerse yarım aklıyla cahil olduğunu bilmeden konuşan bu tiplerden çekiyor.

Benim en azından sağlığa faydalı bir yürüyüşüm var. Bir şeyleri dert edinip yazıp çizme gibi bir meşgalem var. Üstelik bu ikisini de hobi olarak yapıyorum.

Bu kişi karnımı doyurmuyor. Bugüne kadar hiç muhtaçlığım olmadı. Arkamı toplamıyor, eksik aksağımı gidermiyor. Anam değil, babam değil. Vazifesi mi anlamadım gitti. Yazdığım yazıların tasası ona mı düştü bilmiyorum. Bugüne kadar bir Yazımı da okuduğunu sanmıyorum. Çünkü okuyacak çapı, okuduğunu anlayacak kapasite lazım. Sonra başkasını çekiştirme varken gözlerini niye yorsun değil mi?

Ama iyi oldu. En azından bir halt olmadığını, masum görüntüsünün arkasında kötü bir kalbe sahip olduğunu bu vesileyle öğrenmiş oldum.

Bana laf söyleyecek, ardımdan konuşacak en son kişi bile değil. Bana laf eden, ilk önce kendi üzerine düşeni yapmış mı, ona baksın. Herkes kendi işini yapsın. Ben de kendi işimi yapıyorum. 

Böyle cahil cühela midemi bulandırsa da çok da tın. Boş teneke konuşsun dursun. Yalnız efendiliğimi bozmasın. Haddini, yerini bilsin. Yarın karşılaştığım zaman da hiçbir şey yokmuş gibi mürailik yapmasın. Çünkü notunu verdim. Muhatabım değildir. Yanıma yaklaşmasın. İşim olmaz iki yüzlü tiplerle. Kendisine saygı duyuyorsan, bugüne kadar ağzımı bozmamışsam, bir halt olduğundan değil. Halini ve yerini bilsin böyleleri. 

28 Mart 2025 Cuma

Vatandaşın Gerçek Gündemi

"Meseleleri mesele edinmezseniz ortada mesele kalmaz" sözü eski bir siyasiye atfedilen bir söz.

Bu söz bir yere kadar doğru kabul edilebilir. Bir meseleyi görmezsen, görmezden gelirsen, yok kabul edersen, o mesele kimsenin canını sıkmaz.
Yalnız meseleleri mesele edinmemek sorunu çözmüyor.

Mesela bu ülkenin en önemli sorunu ekonomidir. Kaç senedir bu ülke yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı sarmalı içinde. Bu hayat pahalılığı vatandaşın özellikle sabit gelirli insanın belini büküyor.

Ve bugün hayat pahalılığı bu ülkenin birincil ve öncelikli meselesi iken iktidarından muhalefetine, hayat pahalılığını gündemine almıyor, üzerine gitmiyor, bu meseleyi nasıl çözeriz demiyor.

Meselenin üzerine eğinilmediği gibi sürekli gündem değiştirerek ekonomi unutturulmaya çalışılıyor. Sanki ülkenin böyle bir meselesi yok demeye getiriliyor.

Yani kimse sadede gelmiyor. Cambaza bak demek suretiyle suni gündemle ekonomi gündemden düşürülüyor.

Halbuki vatandaşın belini büken ekonomi bugün milli bir meseledir. İktidarıyla muhalefetiyle bir araya gelmek suretiyle enflasyonu yenmek ve hayat pahalılığını yok etmek için seferberlik ilan etme gibi bir sorumluluğumuz var.

Bu ülkenin tüm bileşenleri bir araya gelerek hiç ama, fakat, lakin demeden önce bir durum tespiti yapmalı. Ardından bu meseleden nasıl kurtulabiliriz sorusuna cevap aramalıdır.

Kırılgan ekonomiyi rayına koymadan başka meseleyi gündemlerine almamaları gerekir.

Herkes sorumluluğunun farkında olmalı. Piyasayı olumsuz etkileyecek söz ve eylemlerden kaçınmalıdır.

Bu ülkenin böyle bir sorunu varken sorun çözme diyebileceğimiz siyasetin başka bir gündemle uğraşması abesle iştigaldir.

İnanın, dünyada faiz oranı, enflasyonu ve hayat pahalılığı yüksek bir ülke görüntüsü vermek bu ülkenin ayıbıdır. Bu ayıptan kurtulmak siyasetin görevidir.

Ülkesini seven, ülkesine hizmeti temel felsefe edinen siyasilerin ekonomi dışında bir başka görevi olamaz. Bu görev varken suni gündemlerle kamuoyunu meşgul etmek ülke sevgisiyle bağdaşmaz.

Lütfen sadede gelin. Değilse gölge etmeyin. Çünkü vatandaşın bu aşamadan sonra kayıkçı kavgasına karnı toktur.

Adalet Her Zaman Herkese Lazım

Bir ülkenin;

Eksik çok şeyi olabilir.

Çözüm bekleyen sorunları olabilir.

İnsanları arasında anlaşmazlık çıkabilir.

Suçlar işlenebilir.

İnsanları mağdur olabilir.

Her türlü anlaşmazlıkların çözümünde başvuracağımız son merci adalettir.

Adalet varsa kimse başka yollara tevessül etmez.
Gel arkadaş, aramızdaki anlaşmazlığı ve sorunu adalet çözsün. Zira adaletin kestiği parmak acımaz. Adalete boynumuz kıldan ince demelidir.

Çünkü ince çizgi olan adalet bunun için vardır.

Adalet son kararını verdiği zaman herkes adaletin verdiği karara saygı duymalıdır.

Bunun olması için o ülkenin adaleti tam olmalıdır. Çünkü adalet varsa orada huzur ve güven vardır.

Yalnız köprüden son çıkış olan adalet, topluma, insanına güven vermelidir. Adalet mekanizması tüm bileşenleriyle adalet dağıtmayı temel felsefe kabul etmelidir.

Adalet kimsenin tapulu malı olmamalıdır.

Birilerinin aparatı ve süfli emellerine alet olmamalıdır.

Yansız ve tarafsız olmalıdır. Kimsenin adamı olmamalıdır.

Millet adına karar vermelidir.

Doğru ve yansız karar vermesi için halim ve savcılara açık çek verilmelidir.

Adaleti verdiği karar mahşerin vicdanda makes bulmalıdır.

Herkes hak ettiği cezayı aldı. Mağdurun hakkı verildi denmelidir.

Şayet böyle olmaz da kutuplaşmadan yargı da nasibini alırsa, senin yargın, benim yargım olursa, o adalet mekanizması doğru karar verse bile o adalet mekanizmasının verdiği karar tartışılmaya ve eleştirilmeye devam eder. Böylesi adalet de adalet dağıtmış olmaz. Ancak mağdur üretir.

O yüzden yargıyı rahat bırakmak lazım. İhsası reyden kaçınmak lazım. Baskıdan uzak durmak lazım. Olur olmaz her şeyde yargıya gitmek suretiyle yargıyı ayağa düşürmemek lazım.

Başka gidecek merci olmadığına göre hepimiz yargıyı gözümüz gibi korumalıyız ve el üstünde tutmalıyız.

Böyle bir yargı ancak itibar kazanır. Kendi itibarını kendi elde eden bir mekanizmanın itibarını da kimse düşüremez.

27 Mart 2025 Perşembe

Kişilik ve Kimliğini Başkasında Bulanlar

Kendinden bir cacık olmayacağını iyi bilen insanoğlu kendini değersiz hisseder.

Hayatta en kötü şey insanın kendisini önemsiz ve değersiz hissetmesidir.

İnsanoğlu bu psikoloji içinde iken imdadına kendisini değersiz gösterenleri değerli gören birileri peyda olur.

İnsanlara umut olan bu tipleri bu değersiz tipler sahiplenir. Niye sahiplenmesin ki? Kişinin kendisinde göremediği değeri birileri tespit etmişti.

Değerliyim ve önemliyim demeye başlar. Bir başına bulamadığı kişilik ve kimliğini bu tür kişilerin peşine takılmak suretiyle kişilik ve kimlik edinmeye çalışır.

İsimsiz birine isim vermek gibi bir şey bu.

Peşini bırakmamalıydı bu yerden bitmelerin. Çünkü kurtarıcıydı onlar. Hazır kendisine moral de gelmişti.

Bu durumda bu kişileri kim tutar? Bir bakmışsın kurtarıcılarının ensesinde saf tutuvermişler.

Çok bir şey yapmasına gerek yok. Tek yapacağı kurtarıcısına sıkı sıkıya bağlı olmak, her halükarda onun peşinden gitmek, ona ölümüne destek vermek, onun cambaza bak sözüne kulak vermek.

Kurtarıcının vaatleri de fena değildi. Dürüstlük vadediyor, huzur ve mutluluk dağıtıyor, refah ve rahatlık dağıtıyor.

Dürüstlük sahte olsa da vaat edilen huzur, mutluluk ve refah geçici bahar olsa da son kertede iş fakirliğe dayansa da değerdi buna.

Bu uykudan ve hayal aleminden uyanmamak gerekiyordu. Acaba şüphesi olmamalıydı. Çünkü böyle düşünmek kendini inkar ve verilen nimetlere nankörlük demekti.

Yapılması gereken her şartta destek olmaktır. Ötesinden sorumlu değildi. Onun hedef gösterdiği düşmanı düşman bellemek çok önemliydi.

Milyonlarca sessiz yığınının haletiruhiyesi böyle olsa gerek. Bu yüzden takılırlar birilerinin peşine. Bizi bir gün kurtaracak umuduyla yaşarlar.

Sonu hep hayal kırıklığı olsa da elden bir şey gelmezdi. Çünkü daha iyisi yoktu. Kazara diğerleri gelirse hayat felaket demekti. Korkularla yüzleşmektense korkulara teslim olmada selamet vardı.

Halbuki esas önemli olanın kurtarıcılardan kurtulmak olduğunu bilmek, başkasından bir şey beklememek, ayağını yere sağlam basmak, tırnağı varsa başını kaşımak belki de hayatın en güzel tarafı. Çünkü kurtuluşun reçetesidir budur. Hatayla yüzleşmektir bunun adı. 

Attığımız Taş Ürküttüğümüz Kurbağaya Değmeli

Mahfi Eğilmez’in dört günün ekonomiye maliyeti ile ilgili çıkardığı fatura:

Borsadaki şirketlerin piyasa değeri kabaca 2 trilyon lira düştü.

Piyasadan yabancı çıkışları oldu.

Yerli yatırımcılardan dövize geçişler hızlandı.

Gösterge faizinin oranı yüzde 37,09’dan yüzde 44,60’a yükseldi, dolayısıyla Hazine’nin borçlanma maliyeti 7,51 puan arttı.

Türkiye’nin risk primi (CDS primi) 250 baz puandan 328 baz puana yükseldi. Bu artış, dış borçlanma maliyetimizi ciddi şekilde artırmış oldu.

TCMB, bu türbülansta kurun fırlayıp gitmesini önlemek için piyasaya sürekli döviz satışı yaptı ve bu nedenle rezervlerinde 25 milyar dolara yakın azalma oldu”. (Fehmi Koru, Karar gazetesi)

Yapılan operasyon ya da yolsuzluk ve terör yargılamasının neresindesiniz bilmiyorum. İster içinde ister dışında ister tarafı ister karşısında olun. Sonuç bu ekonomik tabloyu hep birlikte biz çekeceğiz.

Ekonomiye maliyeti oluyor diye yolsuzluğun üzerine gidilmesin mi?

Elbette gidilsin hem de ucu kime değerse değsin, yolsuzluğun üzerine gidilmeli. Buna kimsenin diyeceği yoktur. Çünkü yolsuzluğun savunulacak bir tarafı olamaz.

Yalnız belli zamanlarda belli kişilere değil, zihniyeti ne olursa olsun, her türlü yolsuzluğun üzerine gidilmeli. Bunun hesabı amme adına sorulmalı.

Yolsuzluğun üzerine gidilirken de bu ülkede olup biten her şeyin sonucu göz önüne alınmalı.

Yumuşak karnımız ekonominin kırılganlığı dikkate alınmalı.

Attığımız taş ürküttüğümüz kurbağaya değmeli.
Pirince giderken evdeki bulgurdan olmamalı.

Ekonomiyi derinleştirecek onulmaz yaralara imkan verilmemeli.

Alınması gereken tedbirler zamanında jet hızıyla alınmalı.

Yapılacak yolsuzluk operasyonu adliye koridorlarında yürütülmeli.

Piyasayı ürkütecek söz ve eylemlerden kaçınılmalı.

Etkili ve yetkili kişiler mahkemeyi etkileyecek beyanlardan uzak durmalı. İşi bağımsız yargıya bırakmalı.

Daha yargılama başlamadan, iddianame hazırlanmadan önce bu konuda basının kalem oynatmasına izin verilmemeli. Basın aracılığıyla yargılama yapılmamalı.

Süreç şeffaf yürütülmeli.

Çamur at, izi kalsın felsefesi kamuoyunda oluşmamalı.

Rakibi alt etme, had bildirme imajı verilmemeli.
Hakim ve savcıların görevlerini rahat yapabilmesi için yetkili makamlar rahatlatıcı destek açıklaması yapmalı.

Yüksek şüphe olsa bile kimse yargı son kararını vermeden suçlu ilan edilmemeli. Beraatı zimmet asıl olmalı.

Suçun bireyselliği esas olmalı. Tüm bir kesimi lekeleyecek ve töhmet altında bırakacak toptancı yaklaşımlardan uzak durmalı.

Yargılamayı bahane ederek meydanları yakıp yıkmamalı. Demokratik hak kullanılırken tarafların ailelerine her türlü hakaret yapılmamalı. Aileler aziz bilinmeli. 

Burada zaten süreç böyle yürüyor diyenimiz çıkabilir. Kimseyi töhmet altında bırakmak istemem. Yalnız süreç normal bir yargılama şeklinde işlemiş olsa yani herkes yargıya tam güvenmiş olsa piyasa bu şekil olumsuz tepki vermez. Çünkü yargının kararı aleyhimize bile olsa şeriatın kestiği parmak acımaz misali, yargılamanın yansız ve tarafsız olduğuna kamuoyu kani olmalı. Görünen o ki kamuoyunun hepsi yargılama konusunda hemfikir değil.

26 Mart 2025 Çarşamba

Süfli Emellerden Ulvi Emellere

"Herkesin kerameti kendinden menkul doğruları var artık ve yazık ki çoğu zaman ahlaki olmak gibi bir mecburiyeti yok bütün bu doğruların.

Ancak kendilerini kandırabilenler başkalarını da kandırmayı başarabilir".

Bu alıntı, Yenişafak yazarı Gökhan Özcan'a ait. 26.03.2015 tarihli yazısından not alıp sosyal medyada paylaşmışım. Seneyi devriyesi gelince bu alıntı tekrar önüme düştü.

Aradan on yıl geçse de Sayın yazarın bu tespiti hala geçerliliğini koruduğu için yazı konusu edinmek istedim.

Evet, kutuplaşan ve alabildiğine tarafgirliğin arttığı günümüzde her kesimin kendinden menkul doğruları var. Önceliğimiz ahlak olsa da bu doğruların maalesef ahlaki olma gibi bir görüntüsü bile yok.

Çünkü ortalık toz duman. Rakip ya da rakiplere nasıl belden aşağı vurup komaya yatırabiliriz mücadelesi veriliyor.

Ben haklıyım, ben doğru yoldayım mücadelesinde ne etik var ne de ahlak.

Empatiyi zaten ara ki bulasın.

İnsanların ve kesimlerin itibarını koruma gibi bir derdimiz ve hassasiyetimiz zaten yok.

Tüm mücadelemiz, birilerinin mutsuzluğu üzerine nasıl mutluluk kurabiliriz, nasıl birbirimizin cesedinin üzerine basarak galebe çalarız mücadelesi.

Bu rakipleri alt etme ve bu konuda bir algı oluşturma mücadelesinden asla bir fazilet ve erdem ortaya çıkmaz. Doğru ve hakikate ulaşma zaten çıkmaz.

Çünkü ortalık, ortaya saçılanlara kanan büyük kitlelerle dolu.

Belli ki birileri kendi doğrusuna kendini inandırmış. İnanmakla kalmamış, geniş kitleleri de ikna etmiş durumda.

Minarenin eğriliğine inandırılmaya teşne milyonlara, bu aşamadan sonra apaçık deliller ortaya koysan, yok bunun aslı, aslı şudur desen, zerre faydası olmaz bu aşamadan sonra.

Süfli emelleri için milyonlara zerk edilen bu zehirden sonra birilerinin kendileriyle ne kadar gurur duysalar azdır. Çünkü başarılı olmuşlardır.

Yalnız belden aşağı vurmak suretiyle elde edilen bu başarı birilerinin ikbaline büyük katkısı olsa da bu memlekete onulmaz yaralar açmaktan başka zerre katkısı yoktur.

Unutmayalım ki bu memleketin topyekûn kalkınması ancak bir fazilet ve erdem yarışması ile mümkündür. Değilse yerlerde sürünmeye devam ederiz.

Ne olur bu memlekete kötülük yapmayalım. Biz bu memleketi torunlarımıza bırakmak için dedelerimizden emanet aldık. Lütfen emanete ihanet etmeyelim. Çocuklarımıza bizimle gurur duyabileceği yaşanabilir bir memleket bırakalım.

Birbirimizi yaralayan, töhmet altında bırakan ucuz söz ve eylemlerden kaçınalım.

Süfli emeklerimiz için harcadığımız eforu ulvi emeller için harcayalım.

Şeytanların zincire vurulduğu bu ramazan ikliminde, başımıza tebelleş olmuş şeytanlarımızdan kurtulalım. Şeytanların ekmeğine yağ sürmeyelim. Kendimize Müslüman olmayı bırakalım. 

Seyirlik Bayram Şekerleri *

Az önce bayram alışverişi için gittiğim markette bayram şekerlerine göz attım. En ucuzu beş yüz, en pahalısı bin liralık şekerler dikkatimi çekti. Ortalama şeker fiyatları 750-950 arasında yoğunlaşmış.

En dikkatimi çeken de geçen kurban bayramında 460 liraya aldığım şekerin fiyatını 760 TL olarak gördüm. Bu fiyat değişkenliği bile enflasyonun hız kesmeden devam ettiğini gösteriyor.

Görünen o ki şeker alma ve bayramlarda şeker ikram etmek lüks hale gelmiş.

Ağzı tatlandıran bu şekerler bu yüksek fiyatlarıyla ağzımızın tadını kaçırmaya yeter de artar bile.

Bayram ziyaretlerinde ikram edilecek şeker tadımlıktan öteye geçmeyecek. Hatta tadımlıktan ziyade olsa olsa bakımlık hale gelmiş.

Gelen misafire şeker ikram ederken haydi bir daha al dönemi de geride kaldı.

Böyle giderse, düğünlerde çeyrek altın hediye dönemi lüks hale geldiği gibi şeker de lüks hale geldi. Enflasyon dizginlenmez ve düşürülmezse bayramlarda şeker ikramı da eski zamanlara ait bir gelenek olarak kalacak.

Şeker satıcıları, pandemiden beri satışa sunduğu şekerlere el dokundurmamak ve tattırmamak suretiyle tedbiri çoktan almış durumda. Halbuki bir zamanlar "Şu şeker nasılmış" dediğinde, "tadına bakıver" derlerdi. Geldiğimiz nokta itibariyle şekere dokunamadığın gibi baktığın şekeri almak zorunda kalıyorsun.

Şeker reyonunda görev yapanlara sıkı sıkıya tembih edilmiş olmalı ki reyona yaklaşır yaklaşmaz görevli teyakkuza geçiyor. Şekeri eline alır almaz yüzüne bakıyor. Zaten her bir market, reyonun görünen yerine "Şeker ve lokumun tadına bakmak yasaktır" yazısını yazıp asmış bile.

Bu ülkenin etkili, yetkili ve de sorumlu olmaları gereken yetkililerinin, suni gündemleri bir tarafa bırakıp bu enflasyon canavarına dur demek için canla başla mücadele etmeleri gerekir. Enflasyonu azdıracak, piyasayı gerilime sevk edecek söz ve eylemlerden alabildiğine uzak durmak zorundalar. Çünkü cep yakan bu fiyatlarla mücadele etmek farzı ayn hale gelmiştir. Her şeyden elzemdir.

Enflasyonla mücadele için ekonomiye yön verenler alınması gereken her türlü tedbiri almalı. Alınan onca tedbirin bir çırpıda berhava edilmesine imkan vermemeli.

Piyasayı felç edecek her türlü söz ve eylemden kaçınmak her vatandaşın birincil görevi olmalı.
İktidarı, muhalefeti piyasayı kaosa sürükleyecek beyanlardan kaçınmalı.

Herkes enflasyonla mücadele için elbirliği etmeli, taşın altına elini koymalı.

Enflasyonla mücadeleyi memleket meselesi görmeli. Mesele memleketse gerisi teferruat denmeli.

Hülasa, bu ülke enflasyonu bizi dünyaya rezil etmeye devam ediyor. Bu rezillikten en hızlı şekilde kurtulmamız gerekir.

Herkese iyi bayramlar...

*28.03.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.