29 Ocak 2025 Çarşamba

Tarihi Buğday Pazarındaki Bir Çay Ocağının Duvarından (1)

İşim olmadığı zaman çarşıya yürür, Aziziye civarında bir çay ocağına oturur, arkadaşlarla laflarız.

Bazen de kimseye haber vermeden çay ocağına gidip bir başıma oturduğum olur. Otururken bir, iki, bazen üç yazı yazdığım olur.

Havanın güneşli olduğu zamanlarda da Tarihi Buğday Pazarının içinde çaylarımızı yudumlar, ardından dağılırız.

Adı Tarihi Buğday Pazarı olsa da buğday namına bir şey yok burada. Buğday yerine bol çay ocağı açılmış. Bu tarihi yerin içinde ve dışında kaç esnaf var saymadım ama içinde 7-8 adet çay ocağı var.

Bu kadar çay ocağı burası için fazla mı fazla. Çünkü esnafa çay vermekten ziyade dışarıdan gelen müşterilere çay satışı yapılıyor.

Oturma yerleri de müsait olunca hem oturmak hem çay içmek hem de eşiyle dostuyla buluşmak isteyenlerin uğrak yeri oluyor burası.

Tarihi Buğday Pazarında oturmak istediğimizde genelde tercihimiz, Doğu kapısının sağındaki çay ocağının önü olur.

Bugün biraz erken çıktım.

Hava da yaz günlerinden kalma olunca, Buğday Pazarına yöneldim.

Arkadaşlar çıkıncaya kadar hem çayımı yudumlayayım hem de bir şeyler yazayım istedim.

Boş masa yoktu. Nereye oturayım derken çay ocağının önündeki masa boşaldı.

Yüzüm çay ocağına dönük oturunca, çay ocağının duvarlarındaki yazılar dikkatimi çekti.

Neler yoktu neler. Adeta her şey yazılmış. Yazılar çay ocağı sahibinin nelere ilgi gösterdiğini de ortaya koyuyor.

Daha önceki oturmalarımızda çay ocağına uzak masalarda oturduğumuz için çay ocağının duvarı bu şekilde dikkatimi çekmemişti. Çay parasını vermek için içeriye girince de hesabı ödeyip çıkar gideriz.

Hiçbir çay ocağının duvarını bu şekil süslemeli ve yazılı görmemiştim. Adeta ilmek ilmek işlenmiş. Bu işi yaparken de hiç üşenilmemiş.

Yazmak da canım istemeyince, camdan görünen yazıları üşenmeden okumaya başladım.

Dedim bu duvar yazılarından bir yazı çıkar.

Çayı getiren görevliye, içerinin fotoğraflarını çekebilir miyim dedim. Elbette dedi.

Az sonra masama gelen bir arkadaşla oturup çayımızı içtikten sonra hesap ödemek için içeri girdiğimde, sahibinden tekrar izin aldım. Duvarın fotoğrafını çekebilir miyim dedim.

İzin çıkınca sizler için fotoğrafladım.

Sadece fotoğrafları koymakla da kalmayacağım.

Fotoğraftan okuyabildiğim yazıları da sizler için aktaracağım. Yalnız gevezeliğim bir sayfayı duvar yazılarına diğer sayfamda yer vereyim.

27 Ocak 2025 Pazartesi

Park ve Bahçelerin Ahvali

Pazar günü Muhacir Pazarına gitmek için evden çıktım.

Giderken Millet Bahçesinin içinden geçtim.

Hava da yaz günlerinden kalma güneşli olunca Konyalı Millet Bahçesinin içinde idi.

Yürüyüş parkurundan yürürken etrafı gözlemleme imkanım oldu.

Kimi çimlerin üzerine oturmuş kimi banklara kimi de bir ucundan diğer ucuna transit geçiyor.

Bahçenin müşterileri kalabalık. Gruplar halinde oturmuşlar özellikle çimlere. Yiyip içiyorlar.

Kimdir, necidir diye kulak misafiri oldum geçerken.

Kahir ekseriyeti Arapça konuşuyor. Belli ki Suriyeli. Belki ki bu Bahçe uğrak yeri bunların. Yiyecek ve içecekleriyle gelmişler. Büyük erkekler bir tarafta, kadınlar bir tarafta, gençler ise ayakta muhabbet ediyorlar.

Bir uçtan diğer uca transit geçenler ise öyle zannediyorum, Konyalılar. Kendilerini yabancı hissetmiş olmalılar ki eğleşmeyip transit geçiyorlar.

İnşaatı devam etmekte olan Ulu Cami ve Kur'an kursunun eteğinde oturan kumrular gördüm. Bunlar bizden gayri. Sarmaş dolaş olmuşlar. Aşkımıza bu cami inşaatı şahit olsun istemişler.

Sadece bu Bahçe'de değil, diğer park ve bahçelerde de Suriyeli hakimiyeti var.

Suriyelilerin tüm parklara kendilerini atması, saatlerce parklarda vakit geçirmesi bana şunu düşündürdü. Bunlar, bizim gibi bir, iki, üç kişinin yaşadığı büyük evlerde yaşamıyor. Çoğu çok kötü evlerde kalabalık yaşıyorlar. Havanın iyi olduğunu gördüklerinde rahat bir nefes almak için kendilerini park ve bahçelere atıyorlar.

Bulundukları yeri hiç garipsemiyorlar, hiç yabancılık çekmiyorlar. Dil sorunları zaten yok. Çatır çatır Türkçe konuşuyorlar. Sanırsın ki doğma, büyüme ve birkaç nesil buradalar.

Park ve bahçeleri bu şekilde Suriyelilerin doldurması rahatsız ediyor mu? Hayır. Herhangi bir serkeşlik yapıyorlar mı? Hayır. Gelip geçeni ve oturanı rahatsız ediyorlar mı? Hayır. Bağırarak ve çağırarak konuşuyorlar mı? Hayır. Giyim ve kuşamları rahatsız ediyor mu? Hayır. Çevreyi kirletiyorlar mı? Hayır. Sadece dikkat çekiyorlar.

Bizimkiler mi? Bizimkiler bu tür park ve bahçeleri pek kullanmıyorlar. Onlar kafelerdeler. Sınıf atladılar. Böyle bedava yerlerde pek oturup vakit geçirmezler.

Bu arada bu Millet Bahçesinin yürüyüş parkuru ilk açıldığında, yanlış hatırlamıyorsam, 900 ya da 1000 adım idi. Nasıl bir malzeme kullanıldı ise parkurun yüzeyine döşenen kauçuk kısa zamanda mantar tarlasına döndü. Sonra yeniden döşediler. Öyle zannediyorum, daha iyisi döşenmiş olmalı ki nicedir sağlam duruyor. Fakat hangi akla hizmet ise yürüyüş parkurunun bir kısmını iptal ederek yürüyüş mesafesini kısaltmışlar.

Ölümlerden Ölüm Beğen Anadolu İnsanı!

Ey Anadolu insanı! Madem ki Anadolu'yu yurt ve mesken edinmişsin. O halde bu ülkede yaşamanın bir bedeli olduğunu da biliyor olmalısın.
Sakın ola, bu coğrafyanın şartları ağır, coğrafya kader deme. Bil ki coğrafya kader değildir. Sadece coğrafya kadarsın.
Bu coğrafyanın şartlarına uygun yaşamazsan, bunun tedbirini almazsan, emaneti iş bilenlere teslim edip onları takip etmezsen bil ki bu coğrafya seni yutar, boğar, öldürür.
Ki bugüne kadar olup biten tecrübelerden faydalanıp coğrafyaya uygun yaşamadığın bir gerçek. Bu durumda kendi düşen ağlamaz ve ölümlerden ölüm beğeneceksin.
Bil ki bu coğrafyada tesadüfen yaşayıp tesadüfen ayakta kalacaksın. Ama ölümün taammüden olacaktır. Bu taammüden ölüm o kadar çok ve çeşitli ki bahtına hangisi çıkar, işte bunu kestirmek mümkün değil.
İşte seni bekleyen ölüm çeşitleri:
Yatağında vadenle ölmek. (Çok zor bir ihtimal. Her kula nasip olmaz.)
Bir turistik otelde yanarak can vermek. (Bu biraz sana bağlı. Kayak yapacağım dersin. Sonrası gelir. Burada seni iki seçenek bekliyor olacaktır. Ya yanarak öleceksin ya da kurtulma ümidiyle yüksek kattan atlatacaksın. Merak etme. Her ikisi de ölümle sonuçlanır. Birinde yanıp kül olursun, diğerinde kırılmadık yerin kalmaz.)
Bir depremde enkaz altında kalmak. (Karaman dışında yaşadığın her yerde bu risk var. Ya oturduğun bina yıkılır ya da binan yan yatar. İslami usullere göre defnedilip defnedilmeyeceğini merak etme. Daha enkaz altında iken salan verilir. Kokmadan kefenlenerek cenazen kılınır ve defnedilirsin.)
Bir sel baskınında boğularak ölmek.
Deprem riski olmayan ya da riski az bir ilde yaşıyorsan, çürük binada ölme şansını yakalamak.
Bir çığ felaketinde hayata veda etmek.
Bir grizu patlamasında veya maden ocağında can vermek.
Toprak kaymasında toprağın altında kalarak toprağa doymak.
Bir teröre, canlı bombaya kurban gitmek.
Vatan savunmasında şehit düşmek.
Bir yurt yangınında yanıp kül olmak.
Bir heyelanda çamura doymak.
Bir trafik kazasında hayata veda etmek.
Düğün veya eğlence merkezinin çökmesi sonucu ölmek.
Trafikte kavga sonucu gitmek.
Boşanma aşamasında tek kurşuna maruz kalmak. (Bazen sayısız bıçak darbesi de tercih edilebiliyor.)
Arka arkaya gelen bir aracın altında kalmak.
Kaldırımda yürürken, yaya yolunu tercih ederken gelip birinin vurması ve sürümesiyle can vermek.
Tren kazasıyla gitmek.
Doktorsan bir hasta yakını aracılığıyla üzerine kurşun yağdırılmak suretiyle ölmek.
Öğretmensen, bir öğrenci ya da öğrenci yakını vasıtasıyla hayata veda etmek.
Cinnet geçirmiş birinin eliyle ölmek. 
Psikopat birinin zevk ve hazzına kurban gitmek. 
Torun, oğul, eş cinayetine maruz kalmak. 
Tecavüz ve istismarın ardından boğulmak. 
Balta, satırla doğrandıktan sonra çuvala konup çöp konteynerine atılmak. 
Gördüğünü anlatır endişesiyle daha çocuk yaşta öldürülmek, delilleri karartmak amacıyla cesedi saklamak. 
Namus cinayetine kurban gitmek. 
Kan davasının kurbanı olmak. 
Faili meçhul cinayete maruz kalmak. 
Yan baktın, dik baktın kavgasıyla hayatından olmak. 
6284 sayılı kanuna göre uzaklaştırma cezası alan koca tarafından öldürülmek. 
Aldatma ve ihanetten dolayı canından olmak. 
Kiralık katil eliyle ölmek. 
Siyasi cinayete kurban gitmek. 
Trafik kazası süsü verilerek öldürülmek. 
Avlanma esnasında avlanmak.
İnşaattan düşerek ölmek. 
İş kazasına kurban gitmek... 
Tüm bunlar ve daha fazlasına maruz kalmadı isen intihar yoluyla öbür dünyaya gitmek de seçenekler arasında.
Hangi seçeneklerden biriyle ölürsen öl, sakın ola kim vurduya gittim diye üzülme. Gözün arkada kalmasın. Çünkü ardında senin hakkını arayacak ve sorumlularından hesap soracak yetkililerin olacaktır. Hatta duruma göre cenazene bile katılanlar olacaktır.

Orta Asya'dan Anadolu'ya

Kavimler Göçü sebebiyle hayata tutunmak için ta Orta Asya'dan gelip Anadolu'yu yurt edinmişiz.

Bu Anadolu ki onlarca medeniyete beşiklik etmiş ama hiçbiri kalıcı olmamış. Bir şekilde yok olmuşlar.

Bir sonraki medeniyet buralarda hüküm sürmüş.

Her biri hüküm sürmüş ama kalıcı olamamış. Sebebi her birinde farklı olsa da bu coğrafyada yaşamak zor ve şartları ağır olsa gerek. Bu zorluğa talip olanlar bir şekilde bedel ödemişlerdir.

Biz gelmeden önce Ermeni ve Rumlar varmış bu ülkede.

Biz gelip Anadolu Selçuklu Devletini, sonra Osmanlı Devletini kurmuşuz.

Anadolu Selçuklu Devletinin ömrü uzun olmamış.

Osmanlı, yüzyıllar boyu yurt edinmiş bu toprakları.

Anadolu merkez olacak şekilde üç kıtada at koşturmuş.

Koca koca devletler eyaleti olmuş.

Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarının çoğu yeri bizim olmuş.

Buraları fetih mantığıyla almışız. İlayı kelimetullah demişiz. Bize göre fetih, toprağını kaybedene göre işgal.

Öyle zannediyorum, başkası da bizim toprağı alsa buna işgal demez.

Sonuçta adına fetih de dense işgal de dense hizmet de dense sömürü de dense bu topraklar sahiplik yönünden el değiştiriyor.

Aldığımız toprakları işleyememişiz.

Yeraltı ve yerüstü zengin doğal yatakları sanayiye döndürüp paraya tahvil edememişiz.

Gittiğimiz yerlerde bir mahalle kurup Anadolu'dan insan götürmüşüz. Bir vali atayarak buraları yönetmişiz.

Oralara kültür ve medeniyet götürdük mü bilmiyorum ama bıraktıktan sonra bizden pek bir iz kalmamış. Dilimizi konuşan bile yok.

Fethettiğimiz yerlerin kaçı Müslüman oldu, sonrasında kaçı Müslüman kaldı bilmiyorum.

Ademi merkeziyetten midir, gün geçtikçe güç kaybettiğimizden midir, çağın ruhunu okuyup çapa uygun kendimizi geliştiremediğimizden midir, fethettiğimiz topraklarda tutunamamışız.

Milliyetçilik veya başka sebeplerle elimizde tuttuğumuz, tutarken çok da yararlanamadığımız topraklar bir bir elimizden çıkmış. Arta kalanı da Birinci Dünya Savaşının akabinde yeni süper devletler kendi aralarında paylaşmışlar.

Bize kala kala Anadolu toprakları kalmış.

Cennet vatan dediğimiz bu vatanın bizim için ne derece cennet olduğu tartışılır. Çünkü başımızda bela ve musibet pek eksik olmuyor. Mesela bizi nasıl bir ölüm bekliyor, bu bile muamma bizim için.

Bizi bekleyen ölüm çeşitlerine “Ölümlerden Ölüm Beğen Anadolu İnsanı” başlıklı yazımda bahsedeyim.

26 Ocak 2025 Pazar

Turşusu Kurulacak Çocuklarımız

Evliliği bitiren sebepler üzerinde durmak istiyordum ki aklıma turşu geldi. Ne alaka demeyin.

Turşuyu millet olarak çok severiz. Her sofrada mutlaka yerini alır. Millet o kadar güzelim yemeği yer. Ama yemek esnasında ve yemekten sonra konu yemeklerden ziyade turşu üzerine olur. "Bu seneki kurduğum turşu pek iyi olmadı ama bir bakın" der ev sahibi. Misafir de "Ellerine sağlık. Pek güzel olmuş. Nasıl yapmıştın. Şu tarihini ver de seneye ben de öyle yapayım" der. Konuşma bu minval üzere gider. "Bu sene turşum erken bitti. Şu kadar bidon kurmuştum. Herhalde erken kurdum. Seneye geç kuracağım" gibi.

Şimdi gelelim evliliği bitiren sebeplere. Her evlilik ve boşanma kişilere özel olsa da genelde benzer sebepler sayılabilir.

Yüksek beklentiler. Evlenecek gençler evlenmeden önce evlilik çıtasını çok yüksek tutuyor. Şöyle olacak, böyle olacak gibi. Evlendikten sonra bu beklentiler gerçekleşmeyince soğukluk meydana geliyor. Hatta hayal kırıklığı yaşanıyor. Ne umdum ne buldum deniyor. Şimdiki aklım olsa evlenmezdim. Evlensem de aday seçiminde daha titiz olurdum pişmanlığı duyuyor.

Çiftler birbirine baskın çıkmaya çalışıyor. Benim dediğim olacak, senin olacak atışması başlıyor. Hırgür eksik olmuyor. Birbirlerinin beğenmedikleri yönlerini düzeltmeye çalışıyorlar. Birbirlerini oldukları gibi kabul etmiyorlar.

Eşlerin birbirlerinin anne ve babalarını eleştirmeleri ve yarıştırmaları. Senin annen şunu yaptı, bunu yaptı. Baban şunu dedi. Düğünümüzde şu zorluğu çıkardı. Şuraya geldiler, buraya gittiler. Şu işimizi yapmadılar. Görgü yok. Oturduğu yeri bilmiyorlar gibi. Biri böyle der de öbürü durur mu? Şimdi böyle mi oldu. Ağzımı açtırma benim. Benim annem olmasaydı, şu olurdu. Babam bizim için neleri göğüsledi. Ona kalırsa, senin ailenden ne gördük gibi. Ben anne ve babama laf söyletmem. Onlar benim her şeyim. Değerlim. Ailemden bahsederken ağzını yıka gibi.

Anne ve babaların çiftlerin her şeyine karışması. Gençleri bir türlü kendi hallerine bırakmamaları.

Kız anne ve babalarının aşırı korumacı olması. Çiftlerin en ufak bir tartışmasında pireyi deve yapmaları. Kızım, kendini ezdirme. Arkandayız demeleri. Bununla da yetinmeyip, damat, kızımız bizim değerlimiz, biriciğimiz ve her şeyimiz. Biz onu yolda bulmadık. Sahipsiz sanma. Onu üzersen hayatı sana zindan ederiz türü tehditlere vardırmaları.

Düğünden sonra dünürlerin gidip gelmeyi, görüşüp konuşmayı kesmeleri. Birbirlerine yabancı gibi olmaları. Dünürler böyle olunca çiftlerin anlaşmazlıklarında da bir araya gelememeleri.

Çiftlerin birbirlerinin ailelerine eşit mesafede ve eşit uzaklıkta olmamaları. Bir tarafa yaklaşıp diğer tarafa uzak kalmaları. Ailelerin de oğlan elden gitti, kız elden gitti, çocuğumuzu bize soğuttular psikolojisine girmeleri.

Düğün öncesi ailelerin birbirlerine zorluk çıkartmaları. Olur olmaz her şeyi aldırmaları. Özellikle oğlan tarafının aşırı borca girmesi.

Çiftlerin sorunlarını diyalog yoluyla çözmemesi, bağırıp çağırmadan konuşamamaları, gerekirse şiddete başvurmaları, kızın en ufak bir şeyde ailesini çağırması, gelin beni götürün demesi ya da çekip gitmesi, ben ailemi terk edemem, vazgeçemem demesi. Ne olduğunu anlamadan kız ailesinin yangına körükle gitmesi. Her halükarda damadın suçlu görülmesi.

Çiftlerin kendi aralarında olup bitenlerden ailelerin haberdar olması.

Tartışma ve anlaşmazlıkların zamana bırakılmaması. Her şey bitti, artık istemiyorum gibi kesin ifadelerin kullanılması.

Dünürlerin veya çiftlerin ya da karşılıklı akrabaların bir anlaşmazlık durumunda soğukkanlılığı ve sağduyuyu kaybetmeleri. Bir daha birbirinin yüzüne bakamayacak sözleri söylemeleri.

Tarafların birbirine özellikle erkeğin şiddet uygulaması. (Kadınlar da şiddet uyguluyor ama bunu erkekler pek söylemez. İçine atar.)

Taraflar karşılıklı veya bir tanesinin eşini başkasıyla aldatması.

Eşinin şikayeti üzerine erkeğin uzaklaştırma cezası alması.

Çiftlerin ev tutarken veya herhangi bir şehre yerleşirken benim aileye yakın, senin aileye uzak olacağız yarışına girişmeleri.

Dünürlerin evliliğin devamından ziyade ayrılsınlar yarışına girmeleri...

Evliliği bitiren veya fitilini ateşleyen sebepler böyle uzar gider. Evlilikler de pamuk ipliğine bağlı ve kimsenin birbirine eyvallahı olmayınca haliyle evlilikler son bulabiliyor ta da kavga gürültü devam ediyor.

Başka sebepler de vardır ama çoğu evlilikleri bitiren sebeplerin başında, çiftlerin ailelerinin, çocuklarını kendi hallerine bırakmaması, anlayıp dinlemeden yangına körükle gitmesi, kız annelerinin aşırı korumacılığı, eskiden olduğu gibi duvağınla çıktın, kefeninle gelirsin denmemesi, kızın çıktığı evinin ardına kadar açık tutulması, kızım iyi düşün denmemesi, eşlerin sağlıklı düşünmemesi, bize ne oluyor dememesi, diyaloğun kesilmesi gibi sebepler sayılabilir.

Yazım uzadı farkındayım. Ama yazımın başında bahsettiğim turşu kurma ile bir bağlantı kurmam lazım.

Kızını verdikten sonra güya kızını koruyorum, damada ezdirmeyeceğim. Kızım arkandayız türünden aşırı korumacılık yapan kız anneleri, bilin ki aile kolay kurulmuyor. Sen de zamanında kolay aile kurmadın. Bu yaşa gelinceye kadar az zorluk yaşamadın. Tamam, kızını yolda bulmadın. Ama bu yaptığınla bir evliliği sonlandırıyorsun. Yani kızının ocağını söndürüyorsun. Bil ki baban seni zamanında everirken, gelinliğinle gidiyorsun, kefeninle döneceksin derken seni gözden çıkarmadı. Bunu derken, ev bark sahibi ol. Zorlukta vurup kapıyı gelme. Evliliğini kurtar. Aile ol aile demek istedi. Bugün sen de böyle de kızına. Yok diyemeyeceksen, kızının her işine burnunu sokacaksan, be kardeşim, niye evlendirdin kızını? Evde tutup turşusunu kursaydın. Anne kız mutlu bir hayat sürseydiniz de başkasının huzurunu bozmasaydınız.

Not: Yanlış anlaşılmasın. Boşanmalarda tüm suç kız annelerinde ve kızda demek istemiyorum. Bir defa bir yerde, bir ailede sorun varsa, suç tek taraflı olmaz. Suç hem erkekte hem kadında olur. Suçun sadece oranı değişiktir.

25 Ocak 2025 Cumartesi

Organize Kopyacılar

Yazılılar birbiri arkasına olacak şekilde planlanır. Sınav haftası gelip çatar.

Aynı sırada oturan iki liseli arkadaş, ne yapalım ne edelim derken, sınavda öğretmenin sorumlu tuttuğu kısmı aralarında paylaşmaya karar verirler.

Kitabın bir kısmından biri, diğer kısmından da öbürü kopyalık hazırlamaya karar verirler. Öyle ya her yerden kopyalığı hazırlamaya kim uğraşacak?

Sınav günü gelir çatar.

Öğretmen A ve B grubu olarak iki grup hazırlamış.

Aynı sırada oturdukları için biri A, diğeri de B grubu olurlar.

Bir tanesi sorulara hızlıca göz gezdirir. Tüh be der. Çünkü kendi hazırladığı yerden öğretmen hiç soru sormamış. O kısmın tamamını arkadaşı hazırlamıştı.

Arkadaşına, benim soruların kopyası sende, seninki de bende. Kopyalıkları değiştirmemiz gerekir. Al benimkini, ver seninkini der.

Karşılıklı kopyalıkları değişirler.

Soruların cevaplarını alan, kopyayı kendi hazırlamış gibi hemen cevapları yazmaya başlar.

Esas kopyalığı hazırlayan ise arkadaşının verdiği kopyalığı arar tarar. Bir tane sorunun cevabını dahi bulamaz. Çünkü yoktur.

Oyuna getirildiğini anlar ve hemen arkadaşını dürter. Ver şu kopyalığı der.

Hazır kopyalığı bulmuş, soruları bir bir yazan arkadaşı bu hazıra konmuşluğu bulmuşken verir mi kopyalığı hemen.

Sonrasını bilmiyorum. Kopyalığı ne zaman verdi? Verinceye kadar arkadaşını kaç defa dürttü ve kaç defa ver şu kopyalığı dedi?

Bildiğim bir şey varsa, kopya çektiğini öğrendiğim kişinin kopya çekeceğine hiç ihtimal vermeyişim. Kendisine de söyledim. Hiç beklemezdim senden dedim. O da kopya çekmeyen mi vardı abi dedi.

Hasılı benim yere bakan, yürek yakan, yoğurdu üfleyerek yiyen arkadaşım, meğerse profesyonel kopyacı imiş. Üstelik bu işi iki kişi birlikte yapıyorlarmış. Bir de acemi diye nam salmış arkadaşlarının arasında. Bugün bu tür kopyacılara organize kopyacı diyorlar.

Aynı ekipten bir başka arkadaşları da İngilizce sınavı için kopyalık hazırlamış. Arkadaşının dediğine göre hazırladığı kopyalık sınav kağıdından büyükmüş. Bunu duyunca şaşırdım. Sınav kağıdı A4 kağıdına hazırlandığına göre acaba bu arkadaş kopyalığı A3 kağıdına mı hazırladı?

Bunu da ilgili kişiyle karşılaşınca sorup merakımı gidereceğim.

Elinin Körü! *

Kıbrıs Harekatı zamanlarıydı sanırım. TV yoktu o zamanlarda. Varsa da lüks idi. Radyodan alınırdı haberler.

Biz küçükler Kıbrıs Harekatını anlayacak ve takip edecek yaşta değildik. Tuttuğumuz takımın maçlarını radyodan dinlemek için içine girecek gibi kulağımızı radyoya verirdik. Takımımız gol atarsa dünya bizim, cenneti de kazanmış gibi olurduk.

Biz maçı dinlerken dedem de Kıbrıs Barış Harekatının durumunu öğrenmek için saat başı yanımıza gelirdi. Bizim derdimiz, meşgalemiz, keyif ve heyecanımız maç iken dedeminki Kıbrıs idi.

Saat başı olunca, spiker haberleri vermeye başlardı. Biz maç kesildi diye üzülürken dedem susun, sesi biraz açın derdi.

Bazı saat başları haberleri, birkaç cümleden ibaret olurdu. "Kıbrıs Barış Harekatı devam ediyor. Kahraman ordumuz, şurayı aldı" derdi. Bazen hiç Kıbrıs Harekatına dair haber verilmezdi. Bunun yerine FB-GS maçından dakika ve skor verirdi: "FB-GS arasında oynanan maçın 65.dakikası. Durum, FB sıfır, GS sıfır". Ardından "haberleri dinlediniz" derdi.

İlerleyen saat başlarında da "FB ile GS arasında oynanan maçın sonucu, FB sıfır, GS sıfır. FB puanını şuna, GS de puanını buna çıkardı" derdi.
Yine sıfır sıfır devam eden maçlardan biriydi. Hiç Kıbrıs'a değinmeden maçtan dakika ve skor veren spiker, dedem, "Sıfır, sıfır. Elde var sıfır. Donnuz eliyin donnuz körü" diyerek kızıp ayrılırdı yanımızdan. Bunun ne anlama geldiğini biz bilmesek de bir şeylerin iyi gitmediğini anlardık. Sanırım donnuz derken domuzu, eliyin derken elinin demek isterdi. Bugün daha çok kullanılan "elinin körü" deyimini bu şekilde kısaltarak kullanırmış.

Bu deyimin sadece dedeme has olduğunu sanmıyorum. Burada donnuz kelimesini kullanırken bugün n harfi ile yazılan harf Osmanlıcada sağır nun diye bilinir. Bugün yazı dilinde olmayan, konuşma dilinde genizden getirilerek söylenen bu harf, Osmanlıcada 28.harf idi ve Arapça kef harfinin üzerine üç nokta (ڭ( konarak yazılırdı. Eskiler bu sağır nunu çıkarmayı iyi bilirdi. Şimdiki nesil ne sağır binunu bilir ne de çıkarmayı.

Neymiş bu deyimin anlamı. Bir de ona bakalım. "Bıktırıcı ve utandırıcı durum karşısında kullanılan azarlama sözü" demekmiş. "Özellikle karşı taraf herhangi bir konuyu fazla abartarak söylediği zaman, bu durum bıkkınlık yaratınca elinin körü" şeklinde kullanılırmış.

Etkili, yetkili ve de sorumlu makamların feci ölümle sonuçlanan herhangi bir nahoş olay sonrası, sorumluluğu üzerine almayıp ve gereğini yapmayıp boş ve gereksiz açıklama yaptıklarını görünce, rahmetli dedemi hatırladım. Bugün yaşasa mazeret üretenlere, suçu başkasına yıkmaya çalışanlara, kendisine toz kondurmayanlara. "elinin körü" derdi.

Böyle deyince de haksız olmazdı. Kitabın ortasından demiş olurdu. Çünkü deprem olur, sayısız bina çöker, altında insanımız kalır. Çoğu ölür, pek azı kurtulur. İlgili belediye başkanı veya yetkililer, "Yıkılan binalar 2000 öncesi yapılan binalar." açıklamasını yapar. Kastedilen şu: "Bu binaların yıkılmasında biz suçlu değiliz. Tüm suç, bizden öncekilerde".

Deprem dışında bir bina yıkılır. Aynı gerekçeler...

Orta yerde cesetler yanmış. Yanan cesetler ortada. "Vay efendim, biz görevimizi yaptık. Tüm suç şunlarda. Çünkü yetki ve sorumluluk onlarda" açıklamaları yapılıyor. Az sonra karşı saldırı başlar. "Biz bize düşeni yaptık. Esas sorumluluk şunlarda" açıklaması gelir.

Ardından tarafların gazete, TV ve yazarları ve de bunların tarafları kendi taraflarını temize çıkaracak, karşı tarafa suçu yıkacak yazı, belge ve görsellere yer verir.

Tüm bunları ben, ceset üzerinden siyaset yapma, mevzi kazanma ve üste çıkma olarak görüyorum. Cesedin üzerine çıkıp tepinme diyorum. Milletin aklıyla dalga geçen bu tür yazı, çizi, beyanat ve konuşmalara dedemin diliyle, elinizin körü, donnuz elinizin donnuz körü diyorum.

*29.01.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.