14 Aralık 2024 Cumartesi

Liseli Genç Aşıklar (1)

Bir lisede teşehhüt miktarı kadar çalışmıştım. Okulu pek tanımasam da teneffüslerde bazen penceren bazen bahçeye inerek öğrencileri gözlemlerdim.

Bir erkek bir kız öğrenciyi diğerlerinden farklı olarak her teneffüs kenardan köşeden yan yana yürüdükleri dikkatimi çekti. Müdür yardımcısına, bu iki öğrenci arasında bir gönül ilişkisi olabilir mi dedim. Onlar sırılsıklam aşık hocam dedi.

Bu birbirine sırılsıklam aşık olan öğrencileri daha yakından tanımak için odama çağırdım. Oturun gençler şöyle dedim. Hal hatırın ardından kaça gittiklerini, hangi şubede okuduklarını sordum. 10. ve C sınıfında okuyorlarmış.

Sizi teneffüste de yanınızda üçüncü bir kişi olmadan dolaştığınızı görünce, tanışmak istedim dedim. Ardından lise sonrası hedeflerini sorup öğrendim. Güzel hedefler. İnşallah hedefinizi gerçekleştirirsiniz. Bu arada dersleriniz nasıl dedim. "İyi. Çok iyi" dediler.

Birkaç dersten aldıkları notları sordum. 60, 70, 75 gibi puanlar söylediler. Tebrikler dedim. Yalnız gördüğüm kadarıyla zekanız yüzünüzden okunuyor. Siz daha fazla puan alabilecek kapasiteye sahipsiniz. Pekala bu 60 aldığınız dersten 90 almanız hiçten bile değil, öyle değil mi dedim. "Evet, alırız" dediler. Bu durumda kapasitenizi tam kullanmıyorsunuz. Çünkü aldığınız, 60, 70 de çok yüksek puan değil. Biraz daha derslere odaklanmanız lazım. Değilse hedefinizden uzaklaşırsınız ve pişmanlık duyarsınız. Haberiniz olsun dedim. "Hocam, çok haklısınız" dediler.

Bu arada gördüğüm kadarıyla hep birlikte görüyorum. Sanırım kafa yapınız iyi tutuyor. Üzerime vazife değil ama arkadaşlığın ötesinde aranızda bir şeyler seziyorum dedim. "Hocam, doğru sezmişsiniz. Biz ciddi ciddi birbirimizi seviyoruz. Biz birbirimizden ayrılamayız" dediler. Birbirinize ilgi duymanız kadar doğal bir şey olamaz. Birbirinizi bu şekilde tanımanız da güzel. Yalnız daha erken. Çünkü önünüzde daha uzun bir maraton var. Bu tür gönül ilişkisi geçici bir heves olabilir. İleride birbirinizden bıkkınlık yaşayabilirsiniz. Kendinizi büyümüş görseniz de daha çocuk sayılırsınız. Duygularınızı aklın önüne geçirmemeniz lazım dedim. "Hocam, bizim bu ilişkimiz ciddi. Geçici bir heves değil" dediler. İleride evlenecek kadar mı ciddisiniz dedim. Evet dediler. Güzel. Sevenlerin sevgilerini birleştirmek istemesi kadar güzel bir şey olamaz.

Yalnız ailenizin bu ilişkiden haberi var mı dedim. Oğlan "yok" dedi. Kız, "Babamın haberi yok ama annemin haberi var" dedi. Annen ne diyor buna dedim. "Razı değil" dedi. Peki, ileride aileleriniz bu evliliğe sıcak bakmazsa ne olacak dedim. "Bilmeyiz" dediler.

Tüm bu konuşmaların ardından, çocuklar! Sevenlerin evlenmesini, evliliğin sevgi üzerine bina edilmesini ben de isterim. Üniversiteyi bitirdikten sonra evlenmek istediğiniz de aileniz karşı çıkarsa, benden yardım isterseniz, dünürcü başı bile olabilirim. Yalnız bu gönül ilişkinizi derslerin önüne geçmeyecek şekilde bir seviyede tutmanız ve okulda dikkat çekmeyecek şekilde dikkatli olmanızı öneririm. Sevginizi içinizde tutun. Sevecekseniz uzaktan sevin. Halihazırda çok dikkat çekiyorsunuz. Bu konuda size güveniyorum. Teneffüsünüzü aldım. Şimdi haydin derse dedim. Tamam hocam teşekkür ederiz deyip sınıflarına gittiler.

Sair günlerde bu iki aşığı yine hep birlikte gördüm. Tekrar odama çağırdım. Gençler, ne konuşmuştuk. Gördüğüm kadarıyla siz tam gaz yolunuza devam ediyorsunuz. Sanırım benim geçen günkü vermek istediğim mesajım anlaşılmadı. Lütfen gereğini yapın dedim. Başlarını öne eğip gittiler. (Devam edecek) 

13 Aralık 2024 Cuma

Şam'ın Fethi ile Mekke'nin Fethi

Diyanet'in bu haftaki (13.12.2024) hutbesi Mekke'nin fethi üzerine idi. Şaşırdım mı hayır. Çünkü Diyanet belirli gün ve haftaları takip ediyor.

Hutbeyi dinlerken belirli gün ve haftalardan ve günlerden de epey uzak kalmışım. Diyanet konu edinmese Mekke'nin Fethinden de haberim yok diye hayıflandım.

İçimden Mekke'nin Fethi ne zamandı diye sordum. Bildiğim kadarıyla 10-11 Ocak olmalı dedim.

Sonra kolumdaki saatten takvime baktım. Bugün 13 Aralık idi. Neredeyse bu Fethe bir ay vardı.

Acaba hicri takvime göre Diyanet Mekke'nin Fethini kutluyor olmasın dedim.

Çarşı pazar dolaşıp geldikten sonra Mekke'nin Fethinin hangi ayda olduğuna baktım. Hicri 630'un 8 Ramazanı fethedilmiş Mekke.

Bir an için Ramazan ayında mıyız diye düşündüm. Daha üç aylar bile başlamadı. Ramazana daha var dedim.

O zaman bayram değil, seyran değil, bu Fetih hutbesi neyin nesi şimdi dedim. Acaba Diyanet, alternatif gün olsun diye Mekke'nin Fethini her yıl miladi takvime göre on gün öncesinde yani yılbaşı gecesinde kutlayan AGD'lilere (Anadolu Gençlik Derneği) özenmiş olabilir mi dedim. İyi de daha yılbaşı gecesine bir on beş gün daha vardı.

Acaba Diyanet konu sıkıntısı mı çekti de Fethi öne aldı dedim.

Böyle kendi kendime sorular soruyor, her soruya cevap veriyorum. Ama verdiğim cevaplar içime sinmedi. O zaman bu neyin nesi dedim.

Belki gündeme dair bir hutbedir bu dedim. Ülkenin gündemi sık değişse de son günlerde olup biten, hala sıcaklığı devam eden ne gündem var dedim. Ana len, tabii ya dedim. Gündemde Suriye var, Esed rejiminin düşmesi var, HTŞ önderliğindeki muhalif grubun 12 gün içerisinde Şam'ı ele geçirmesi var dedim. İşte şimdi kafam dank etti. İnşallah amma da geri zekalı imişsin demezsiniz. Zira alınırım.

Belli ki Diyanet muhalefet tarafından Şam'ın alınmasını fetih olarak görüyor. Bu fethi de Mekke'nin fethi ile irtibatlandırıyor. Mekke'nin Fethi de böyle zordu. Nasıl ki Mekke'nin Fethinde kimsenin burnu kanamadıysa, Şam'ın fethi de böyle oldu demeye getiriyor. Her zorluktan sonra bir kolaylık vardır ayetinin mealini de veriyor bu arada. Hutbeyi de Nasr süresinin mealini vererek sonlandırıyor.

Bu hutbe, basbayağı Şam'ın fethini Mekke'nin Fethine benzetiyor. Akif'in, Çanakkale mücadelesini Bedr'in aslanlarına benzettiği gibi hutbede de "Zulümden dolayı Şam'dan, Hama'dan, Humus'tan ve Halep'ten çıkarılan Suriyelilerin yeniden memleketlerine dönmesi, Şam'daki zalim iktidarın saltanatına son vermesi de tıpkı Mekke'nin Fethine benziyor" dense, adı üzerinde teşbih yapılmış, teşbihte de hata olmaz diyeceğim. Ama böyle demiyor. Şam'ın adını vermeden zımnen Mekke'nin Fethi ne ise Şam'ın zaferi de budur demeye getiriyor.

Siz bu hutbeyi ve benzetmeyi nasıl buldunuz bilmem ama yanlış bir benzetme bana göre. Mekke'nin Fethinde, o şehrin asli unsurlarının memleketlerine dönmesi vardır. Üstelik Medine'de kurdukları devlet eliyle Mekke'yi fethetmişlerdir. Fetheden bellidir. HTŞ önderliğindeki muhalif gruplar devlet değildir. İçinde onlarca muhalif grubu barındıran bu yapının aralarında anlaşıp anlaşamayacakları belli değildir. Arkalarında yani bunlara hangi devletler destek vermiştir sorusu net değildir. Hareketin arkasında ABD, İsrail, İngiltere ve Türkiye olduğu söyleniyor. Nasıl bir zafer ise bu devletlerden hiçbiri arkasında biz varız şeklinde açıkça bir izharda bulunmuyor. Sahi biz var mıyız, yok muyuz? Varsak, cephedeki bu kazanım yarın masada aleyhimize döndürülemez mi? Çünkü savaş sadece cephede değil, masa başında da kaybedilebiliyor. Bizi Suriye'nin geleceği konusunda masaya alacaklar mı ayrıca? Bu konuda İsrail, ABD ve İngiltere'ye ne derece güvenebiliriz? Onlarla ortak veya asgari müştereklerde anlaşabilir miyiz?

Hülasa, bu Şam zaferinin Mekke'nin Fethi ile yakından uzaktan bir alakası yoktur. Üstelik Şam rejiminin yıkılması tek başına zafer olamaz. Esas zafer Suriye'nin geleceği konusunda söz sahibi olmaktır. Ki söz sahibi olup olmayacağımız için vakit çok erken. Zira neyin ne olduğu belli değil, flu bir alan var. Sorular sorular ve endişeler var.

Sonuç olarak Şam'ın fethini Mekke'nin Fethi ile aynı görmesem de okunan bu hutbeyi yanlış bulsam da Suriye'nin yeniden yapılandırılmasında ülkemin baş rol oynamasını, halihazırda yaşadığımız sevinç halinin hüsrana dönüşmemesini temenni ediyorum. Unutmayalım ki bir mevzi kazanmak bir zafer elde etmek, bir yeri fethetmek önemlidir. Ama daha önemlisi o mevzide kalıcı olmaktır. Yani ilk gülen değil, son gülen olmaktır. Bilmem anlatabildim mi cemaati Müslimin?

Her Şey İsrail'in Güvenliği İçin

Görünen o ki Osmanlının tarihten silindiği I. Dünya Savaşının ardından, Ortadoğu bu yüzyılda yeniden şekillendiriliyor.
Bu yeni şekillendirmede atılan her adım ve alınan her sonuç, İsrail'in güvenliğine yönelik adımlardır.
Bunu anlamak için İsrail'e potansiyel tehlike olan devletlerin istikrarsızlaştırılması dikkatlerden kaçmıyor.
Saddamlı Irak, Mursili Mısır, Kaddafili Libya, İran ve Suriye destekli Lübnan Hizbullah'ı İsrail için potansiyel bir tehlike idi.
Bu potansiyeli bertaraf etmek için sadece Saddam'ın gitmesi yeterli görülmedi. Bölünmesi de gerekiyordu. Çünkü yeniden güç toplayabilirdi. Nitekim Irak bölündü.
Kaddafi'nin de gitmesi yeterli görülmedi. Libya da bölündü.
Hamas'ın belinin kırılması için Lübnan Hizbullah'ının ne kadar lider ve potansiyel lideri varsa hepsinin öldürülmesi gerekiyordu. Bu da yapıldı. Böylece bir daha toparlanamayacak şekilde Hizbullah'ın beli kırıldı.
Zaman zaman füze saldırıları ile ve başkenti Tahran'da Hamas liderini öldürerek İran'a ayar verildi.
Ardından bak sıra sana geliyor denerek İran'ın Beşşar Esed'e verdiği desteğin çekilmesi sağlandı.
Esed'e destek veren Rusya'ya ne vaadi verildi ya da ne tehdidi yapıldı bilmem. Belki de Ukrayna Savaşını uzatır da uzatırız. Aklını başına al, gel şu Esed'e desteği bırak dendi. Belki de İsrail için yaşamıyor muyuz? Çekil ki şu Suriye’de de burayı da bölüp parçalayalım dendi. O da kabuğuna çekildi.
2011'den beri en kolay gitmesi gereken Esed sonrası, Suriye'yi ne şekilde bölüp nasıl şekillendireceklerinin kararını veremedikleri için Esed'i ayakta tuttular. Sonunda bir planda anlaştılar ki Esed'e yol verildi.
Esed Saddam ve Kaddafi'ye göre torpilli idi. Çünkü Saddam ve Kaddafi'ye görülen reva Esed'den esirgendi. Belki de Rusya, desteği çekerim çekmeye ama Esed'e dokunmamak şartıyla dedi. Nitekim Rusya'nın himayesinde şimdi Esed.
Ortadoğu'nun yeniden şekillendirilmesi için verilen ayarlarda Mısır'a torpil geçildi. Mısır, Irak, Libya ve Suriye gibi bölünmedi. Sanırım güçlü figür, darbeci Sisi'ye güvenleri tam. Bir de Lübnan bölünmedi. Zaten bölmeye gerek yok. Çünkü Hizbullah yoksa Lübnan'ın esemesi okunmaz.
Şimdi hızlı bir şekilde Esed sonrası Suriye'nin yeni aktörlerle şekillendirilmesi var. Bölünme ve yeni yönetim gelmeden önce Suriye, askerî yönden toparlanamasın diye İsrail tarafından Suriye’de kadar stratejik öneme sahip yerler ve cephanelikler varsa imha edildi.
Yine bu yeni şekillendirme yapılırken Saddam'ın ve Libya'nın güçlü ordusunun ülkelerini savunmaması, zayıf da olsa Esed’in ordusunun direnç göstermemesi, bu bölgedeki orduların kimin elinde ve kimin emriyle görev yaptıkları da düşündürücü. Çünkü ne Irak ne Libya ne de Suriye ordusu adeta tek kurşun atmadı ve ülkelerini savunmadı. Bu da İslam ülkelerinin sahip oldukları ordularının ne derece milli oldukları hakkında bize bir bilgi vermekte.
Bölge bir başta öbür başa bu şekil dizayn edilirken, Suriye sonrası sıranın İran'da olduğunu bilmeyen yok. İran da bunu biliyor. Herhalde pek yakında İran'ın içi de karıştırılır. Sonrası bölünür mü, rejim mi yıkılır, bunu da görmemiz yakın.
Gazze'yi söylemeye gerek yok. Zaten oraya ayar verildi. Gazze tamamen işgal edildi. Filistinliler Gazze'den arındırılacak. Gazzeliler mülteci olarak Mısır ile Türkiye arasında pay edilebilir. Temenni etmem ama böyle bir planın olabileceğini düşünüyorum. Hazır Suriyelilerin memleketlerine dönerken boşalan yerler niye doldurulmasın.
İçeride ve sınırlarında güvenliği sağlayıp bir tehdit kalmayınca İsrail'i kim tutar ondan sonra.
Hasılı Ortadoğu’da olup bitenler, yapılan dizaynlar ve yeniden karılan kartlar hepsi ve daha fazlası İsrail’in güvenliği ve daha fazla genişlemesi içindir.

12 Aralık 2024 Perşembe

Son Gülen Olabilecek miyiz?

Ömrüm hep ilk gülen olmakla geçti. Nedense bir türlü son sevinen olamadım. Bahtımdan mıdır, olayların perde gerisini görememekten midir, aynı deliğe defalarca girmeye çalıştığımızdan mıdır bilmiyorum. Hep önce seviniyorum. Sonrası mı? Üzülüyorum.

Örnek mi istersiniz?

Daha neyin ne olduğunu bilmediğim, -hoş şimdi de bilmiyorum- yaşlarda, büyüklerimden duymuştum. Mısır'da bir zalim vardı: Enver Sedat. Firavundu gözümüzde. Nihayet Halid İslanbuli adında bir yüzbaşı tarafından öldürüldü. Yerine kimin geçeceğini düşünmeden dünya bir zalimden kurtuldu diye sevinmiştim.

Ardından Enver Sedat'ı aratmayan Hüsnü Mübarek geldi Mısır'ın başına. Haliyle sevincimiz kursağımızda kaldı.

Gün geldi Hüsnü Mübarek istifa etmek zorunda kaldı. Söylemeye gerek yok. Yine bir sevinç. Yerine de seçimle Mursi gelince, sevincimiz katlandı. Çünkü Mısır makus talihini yenmiş ve Müslüman Kardeşler ilk defa iktidar olmuştu.

Mursi'nin ömrü uzun sürmedi. Kendi atadığı genel kurmay başkanı eliyle darbeyle indirildi. Yerine, darbeci general Sisi başkan oldu. Bizim sevinç boğazımızda düğümlendi. Rabia Rabia demeyi bıraktık artık.

İran devrimi olmuştu. Ülkenin adını da İran İslam Cumhuriyeti koymuşlardı. İslam adını görünce hah dedik. İslam dünyası uyanıyor. İran iyi bir model olacak. Sonra arkası gelecekti ve dünyada zulüm bitecekti. Öyle ya biz sevinmeyelim de kim sevinsin.

Derken efendim, İran'ın bir mezhep devleti olduğu, mezhebine yaymaya çalıştığı, Müslümanlar içerisinde bir çıbanbaşı olduğu ortaya çıkınca sevincimiz hüsrana dönüştü.

Pakistan'da iyi gelişmeler oldu. Başta Ziya ül Hak vardı. İslam İslam, İslam anayasası deyip duruyordu. Haliyle sevindik. Bir de kardeş ülkeydi bizim için.

İran'ın ardından Pakistan'da da iyi şeyler olmaya başlayınca heyecanımız arttı. Meydanları doldurduk. "İran, Pakistan, sıra sende Müslüman" sloganlarıyla meydanları inlettik. Öyle ya İslam gelince, "Hak gelip batıl zail olacak", zulüm bitecekti.

Ardından Afganistan mücahitleri Sovyetler tarafından işgal edilen ülkelerini Ruslardan temizleyip birlikte bir koalisyon hükümeti kurdular. Meydan sloganlarımıza Afganistan'ı da ekledik. Şöyle ki: "İran, Pakistan, Afganistan, sıra sende Müslüman".

Çok geçmedi ki Rusları ülkelerinden def eden mücahitler kurdukları koalisyonu yürütemediler. Epey bir iç savaş yaşadılar. Ardından Taliban geldi. Onların arkasından ABD işgali geldi. Uzun bir işgalin ardından tekrar Taliban yönetimi geldi. Ülkelerinde huzur bulamayan Afganlılar Türkiye, İran başta olmak üzere başka ülkelere sığındı. 1979 yılında başlayan işgal, iç savaş durumları dolayısıyla Afganistan’ın yüzü hiç gülmedi. Haliyle Sovyet işgaline son veren Afganistan'ın ilk hali bizi sevince boğarken sonrası gelişmeler bizi hüzne gark etti.

Uzatmayayım, Saddam devrildi. Sevindik. Sonu hüsran. Çünkü Irak huzur bulmadı. Bugün etkisiz eleman bir devlet.

Kaddafi devrildi. Sevindik. Bugün burada da huzur yok. Burası da kolay kolay iflah olacağa benzemiyor.

Bu hengamede Libya ile denizcilik anlaşması yaptık. Sevindik. Günbegün gündemde tuttuk. Sonrasında Libya mahkemesi bu anlaşmayı iptal etti. Üzülemedik bile. Çünkü bu iptal hiç gündeme gelmedi. Yalnız işler istediğimiz gibi gitmedi ki Libya bugün gündemimizde değil.

Gazze'de Hamas, 7 Ekim 2023'de İsrail'in savunma sistemi Demir Kubbeyi delip geçince sevindik. Sonrası felaket. Çünkü Gazze diye bir yer kalmadı.

İsrail Gazze ile de kalmadı. Lübnan, Suriye, İran bombaladı durdu.

Son sevincimiz, HTŞ önderliğindeki Suriyeli muhalifler 12 gün içinde İdlip, Halep, Hama, Humus derken Şam'ı ele geçirerek zalim Esed rejimini sonlandırdı. Esed gibi bir zalimin devrilmesine kim sevinmez. Haliyle sevindik.

Şimdi beni bir düşüncedir aldı. Esed sonrası Suriye Esed'i aratacak mıydı? Esed de aranır mı demeyin. Çünkü Saddam sonrası yeni Irak Saddam'ı, Kaddafi sonrası yeni Libya Kaddafi'yi arattı. İsrail'in akbabalar gibi Golan Tepelerine girmesi, Şam'a doğru ilerlemesi ister istemez düşündürüyor.

Önceki ilk sevinçlerimin hüsrana dönüştüğü gibi Suriye'deki yeni durum da hüsran olur mu? Daha buradaki filmin sonunu görmesek de acaba hep ilk gülen olduktan sonra son gülen olmadığımız gibi burada da ilk gülen olduktan sonra son gülen olmayacak mıyız? İnşallah Suriye'de hem ilk gülen hem de son gülen oluruz. Suriye'de de ilk gülen olarak kalırsak bilin ki yine hüsran olur bizim için. O zaman vay halimize...

11 Aralık 2024 Çarşamba

Sonu Böyle mi Olmalıydı?

Esed'in zorba, baskıcı, dikta ve Baas rejiminin sona ermesinin ardından, Suriye'yi nasıl bir yönetim ve bölünme beklediği, belirsizliğini korurken, Esed elini kolunu sallayarak Rusya'ya sığındı. Daha doğrusu kaçtı.
Giderken bombalanacak yerleri İsrail'e verdiği, yanında 135 milyar dolar götürdüğü, daha doğrusu kaçırdığı, Rusya'ya varınca, 30 milyon sterline en az 20 daire satın aldığı yazılıp çiziliyor.
Öyle görünüyor ki dolar milyarderi ve gayrimenkul zengini olarak güvenli bir şekilde geri kalan ömrünü güvenli bir şekilde Rusya'da geçirecek.
Kimsenin parasında, pulunda ve daire zengini olmasında gözüm yok. Yalnız baba ve oğul olarak, ömürlerini Suriye insanına baskı uygulayarak geçiren; şiddet, işkence ve ölümden başka bir sermayeleri olmayan, Suriye'nin bugünkü bu halinin mimarı olan bu ailenin, yaptıkları yanlarına kâr kalmamalıydı.
Böyle elini, kolunu sallayarak güvenli bir şekilde ülkesini terk edememeliydi.
Kaçsa bile güvende olmamalıydı.
Giderken bir kuruş bile alamamalıydı.
Hep ölüm korkusu yaşamalıydı.
Ölüm korkusundan yer altı barınaklarda saklanmalıydı.
Temiz havaya, güneşe ve nefes almaya hasret kalmalıydı.
Yaptıkları yanına kâr kalmamalıydı.
Ölümü, zulmettiği bir Suriyeli eliyle feci bir şekilde olmalıydı. Tıpkı Saddam'a yaptıkları gibi.
Ne kadar zalim de olsa hiçbir insan için temenni etmesem de zalim ve dikta yolunda giden ve gitmek isteyenlere ibret olsun diye cesedi yerlerde sürünmeliydi.
Ki Saddam bile buna göre onurluymuş. En azından Saddam kaybettikten sonra ülkesini terk etmedi. Kaddafi de hakeza. Ekmeğini yedikleri ve keyfini sürdükleri ülkelerinde canlarını verdiler ve bir bedel ödediler. Pekala, Saddam da Kaddafi de kaybedince başka bir ülkeye sığınabilirlerdi. Ama yapmadılar ya da yaptırmadılar. Belki de biz hak ettik. Bari giderayak bedelini ödeyelim dediler.
Hiç aklıma gelmezdi ama Esed'i görünce Saddam ve Kaddafi'yi takdir ettim doğrusu.
Esed bildiğimiz korkakmış.
Eğer stratejik öneme sahip yerlerin koordinat listesini İsrail’e verdiyse, aynı zamanda ülkesinin haini imiş.
İnsan kaybetse bile bunu ülkesine yapar mı hiç?
Hasılı bundan sonra Rusya’da keyif sürecek bu kibir budalası Esed’in sonu böyle olmamalıydı. Burnundan fitil fitil gelmeliydi.
Görüyorum ki eden bulmuyormuş. İnşallah bundan sonraki hayatında varlık içerisinde yokluk çeker. Ben böyle mi olacaktım tasası onu içten içe bitirir. Ölmez sürünür.

10 Aralık 2024 Salı

Küflü Çıkı

Haftalık oturmalarımızdan birine, bir arkadaş aracılığıyla gelen bir esnaf var. Bir geldikten sonra bizde ne bulduysa peşimizi bırakmadı. Haftalık her oturmamıza gelmeye devam etti. Çok sosyal biri olduğu için grubumuzdan herkesle diyaloğu var. Kısa zamanda içimizden biri oldu.

Tanışıklığımızdan dolayı çarşıya çıktıkça zaman zaman yanına uğrarız. Küçük dükkanı müşteri yönünden hareketli. Buna rağmen girer, uygun bir yere oturur, çayımızı içeriz.

Baba parasıyla dükkan açmış biri değil. Tırnaklarıyla kazıyarak gelmiş bu noktaya. Gördüğüm kadarıyla tutulan bir esnaf. Giren boş çıkmaz. İstenen, dükkanında yoksa müşterinin o malı nereden bulacağını da yol gösteren biri.

Ne zamandır bu esnaflığı yapıyor bilmem ama gördüğüm kadarıyla Allah ona yürü ya kulum demiş. İmkanı var, ikramı da fakir ve fukaraya el uzatması da.

Yaptığı onca yardımın yanında giymediği bir ayakkabıyı da bir ihtiyaç sahibine vermek ister. Ayakkabı hem ayakkabılık hem vestiyer olarak kullanılan yere konmuş, yeni sahibine vermek için. 

Gün gelir, eşi tanıdığı bir ihtiyaç sahibine ayakkabıyı verir. 

Ayakkabıyı götüren ihtiyaç sahibi evine vardıktan sonra hayırseveri arar. “Abla, ayakkabının içine bir miktar da para koymuşsunuz. Çok memnun kaldık, teşekkür ederiz” der. 

Paradan haberi olmadığı için eşi bu duruma şaşırır. Öyle ya ayakkabının içinde paranın ne işi var. Ayakkabının içine başkası ve hırsız görmesin, ev halkından biri eve geldiği zaman anahtar aramasın ve dışarıda kalmasın diye eskiden taşın altına veya ayakkabının içine anahtar konurdu. Herhalde ayakkabının içine para koymanın mucidi bu esnaf olsa gerek. 

Çok geçmeden merakını gidermek için bizim esnafı arar, ayakkabının içindeki bu para ne diye. Sadece eşi değil, ben de merak ettim doğrusu. Öyle ya kim merak etmez. 

Bu merakımı sağ olsun esnaf arkadaş giderdi. Çünkü akşamında bir oturmaya gidiyorduk birlikte. Eşi de o esnada aradı. Eşiyle konuşurken kulak misafiri oldum. Meğerse bizim esnaf akşam dükkanı kapatmadan önce o günkü hasılat ve ciro ne ise kasayı boşaltıp eve getiriyormuş ve ayakkabının içine koyuyormuş. Bundan da ne eşinin haberi var ne de çocuklarının. Şimdilik bu kadarını öğrenebildim. Hırsızın bile aklına gelmez, kullanılmayan ayakkabının içine para koymak. Hırsız eve girse para ve kıymetli eşya için herhalde bakmayacağı tek yer ayakkabıların içi olur. Öyle görünüyor ki bu esnaftan öğreneceğim daha çok şey var. 

Hasılı bizim esnafın bu sırrı yani para koyma yeri bu şekilde deşifre oldu. Para gani ve TL de çok kabarık olduğu için cepte taşınamayacağına göre bu arkadaş, para koymak için şeytanın bile aklına gelmeyecek başka zula yerler bulacaktır. Tekrar karşılaştığım da, kendisine, demek ki evin her bir yerini parayla doldurdun. En son dolacak yer olarak sadece vestiyer ve ayakkabıların içi kaldı. Sen ne küflü çıkı imişsin de haberimiz yokmuş diyeceğim. 

Küflü çıkı, Konya'da çok parası olduğu halde belli etmeyenler için yaygın kullanılan bir tabirdir. Bu tabiri yerli yerinde kullanıp kullanmadığımı öğrenmek için TDK'ye baktım. TDK, küflü çıkı yerine kirli çıkı deyimini kullanmayı yeğlemiş. TDK kendi bilir ama küflü çıkı kullanımı daha uygun olurdu. 

Tekrar ayakkabı içindeki paraya gelirsek, ihtiyaç sahibi sayesinde ayakkabının içinde para olduğunu öğrenen aileyi bundan sonra bir merak sarar. Acaba ayakkabının içinde ne kadar para vardı? Gideni almayacaklar. Çünkü giden gitmiştir. İstenmez. Hesapta yokken bu vesileyle ihtiyaç sahibini sevindirmiş oldular. Hatta bu vesileyle sağ elin verdiğini sol el görmeyecek şekilde ayakkabının içinde takdim etmiş oldular. Merakları, ayakkabının içinde ne kadar para olduğunu öğrenmek olmuş. Çünkü bizim küflü çıkı, cebindekini saymadan eve girerken ayakkabının içine atıyormuş. Öyle zannediyorum, esnaf ve ailesi kadar ayakkabının içinde ne kadar para olduğunu siz de merak ettiniz. Ne kadar olduğunu ben de öğrenemedim ama miktar çok da yüksek değilmiş. 

Bizim küflü çıkının parası çenemi yorsa da gördüğümde, kardeş, giymediğin ayakkabı, elbise, çorap vs. ne eskin varsa talibim diyeceğim. 

Siz de bu vesileyle fazla ve artan paranızı nereye koyacağınızı veya saklayacağınızı öğrenmiş oldunuz. Bu verdiğim aklı kullanacaksanız, bilin ki sizlerin de ayakkabı dahil eski ve püskülerine talibim. Bu garibanı sevindirmiş olursunuz. Haydi göreyim sizi...

Fare Kadar Aklımız Yok mu?

Fareye demişler ki: “Bak şurada büyük bir peynir parçası duruyor, gidip alsana!”

Fare bir peynire, bir de peynirin durduğu yere bakıvermiş, “Bu işte bir gariplik var” demiş: “Hem peynir büyük, hem de yol çok kısa.”

Yukarıdaki hikayeyi Dücane Cündioğlu X hesabında paylaşmış.

Adı üzerinde hikaye olsa da bunu değişik yerlerde kullanmak mümkün. Çünkü hikayeden maksat hisse almaktır. 

Bu kısa açıklamanın ardından, konuyu gündeme yani Suriye'deki son gelişmelere getirmek istiyorum.

Hem baba Esed'in hem de oğul Esed'in Suriye'de kendi halkına yaptıkları zulmün arşı alaya yükseldiğini bilmeyenimiz yok. Zira bunu sağır sultan bile duydu. Esed rejiminin düşmesinin ardından Suriye hapishanelerine dair basına düşen görüntüler ve yazılar bu zulmü anlatmaya yeter de artar bile. Bu ikilinin Suriye'yi getirdiği nokta, bölünmüş ve parçalanmış bir Suriye. Ülke, her türlü örgüt ve dünyaya yön veren güçlerin cirit attığı yer. 2011'de başlayan iç karışıklık sonucu yıkılmış bir Suriye, milyonlarca vatandaşı başta Türkiye olmak üzere başka ülkelerde sığınmacı olmuş, iç savaşta milyonlarca insanı ölmüş durumda.

Halkını 2011 yılından beri aç ve sefil bırakmasına, kan ve gözyaşından başka bir şey vermemesine rağmen İran ve Rusya'nın desteği sayesinde, bitmiş Esed 2024 yılına kadar bir 13 yıl daha dayandı ya da tutuldu. 

13 yıldır bir türlü indirilmeyen ya da indirilemeyen Esed, HTŞ'nin başını çektiği muhalefet ile 10-12 gün içerisinde İdlip, Hama, Humus derken Şam'a ulaştı ve Esed rejimi sona erdi.

Esed gibi bir zalimin gitmesine sevinmekle beraber Esed'in bu kadar kısa zamanda gönderilmesi düşündürücü ve hiçbir direnç gösterilmeden üstelik. Bu durum ister istemez fare, büyük peynir ve kısa yol hikayesini akla getiriyor. Esed gitmeliydi ama gidişi bu kadar kolay olmamalıydı. 

Öyle görünüyor ki Esed'in güçlü görüntüsü kartondanmış. İstenseymiş Suriye iç karışıklığının çıktığı 2011 yılında gönderilebilirmiş. Sanırım, Suriye'ye yön veren ve yön verecek güçler zamanında aralarında anlaşamadıkları için Esed'i ayakta tuttular. Ne zamanki aralarında paylaşım anlaşması oldu ve HTŞ'ye yürü, kim tutar seni dendi. 

Esed gibi bir zalimin gidişine sevinelim sevinmeye. Ama bu son nokta da düşünülmeli. Yani kısa sürede uzun mesafe almak. Acaba HTŞ ve diğer grupların gerisinde bunlara destek veren kimdir ya da hangi ülkelerdir. 

HTŞ ve diğer grupların arkasında şu ülke vardır demeyeceğim. Yalnız Esed'in gidişine sevinen çok. İsrail seviniyor, ABD seviniyor, Türkiye seviniyor, Suriye halkı da seviniyor. Öyle zannediyorum Avrupa ülkeleri de seviniyordur. 

Anlatmak istediğim, aynı kazana atılsak kaynamayacağımız ülkelerle aynı kulvardayız. Yani sevinenler grubundayız. 

Gönül ister ki bu sevincimiz geçici olmasın, kursağımızda kalmasın. İlk sevinen olmaktan ziyade son gülen ve sevinen olmayı yeğlerim. 

Bu son gelişmenin yani Esed'in gitmesinin bize hiç faydası olmayacak mı? İçimizdeki sığınmacılar Esed korkusu kalmadığı için ülkelerine dönebilir. Ki dönüyor. Bir de yıkılmış Suriye'nin yeniden imarında ülkemiz inşaat sektörüne iş düşecektir. 

Şu aşamada yapılması ve üzerinde düşünülmesi gereken, Suriye'ye kim yerleşecek ve bu ülkeyi kim ya da kimler yönetecekse, sınır güvenliğimizin sağlanması için elimizden geleni ardımıza koymamaktır. Ötesini bize yedirmezler.