23 Kasım 2024 Cumartesi

Tanımadığım Bir Hadsiz

Gezdim dolaştım. Evime doğru yaklaşırken eve girmeden şu zıkkımdan bir tane içip öyle gireyim diye bir tane yaktım.
Rüzgarla birlikte dumanın gelip gelmediğini test ederken marketten çıkan biri ne biçim çekiş öyle dedi. 
Rüzgardan duman gelmedi dedim. 
Verdiğim cevaptan cesaret bularak tekrar ne biçim çekiş öyle dedi. 
Bu sefer susma hakkımı kullandım. 
Ardından bırakmıyor mu seni dedi. 
Cevap vermeyip önü sıra yürümeye devam ettim. 
Tanıyor muyum bu kişiyi?
Hayır.
O halde bu samimiyet nereden?
İnsan hiç tanımadığına sen der mi? 
Kendini bilen, seviyesini korumak isteyen demez. 
Belli ki bu zıkkımla arası olmayan biri. 
Belki de yıllar yılı içip bıraktı. 
Tanımasam bile ben şu kadar içtim. Şöyle bir hastalığa maruz kaldım. Bıraktım. İnşallah siz de bırakırsınız dese, görmüş geçirmiş, iyiliğimi düşünüyor ve haklı dersin. Teşekkür edersin bu tavsiyesine. 
Gel gör tanımadığı biri ile senli benli olacak kadar laubali. 
Neyi, nerede, kime, ne şekilde konuşacağını dahi tartamayacak kadar haddini ve yol yordam bilmeyen biri. 
Toplumda bu tip itici tiplerin sayısı az değil. Bir şekilde karşına çıkar böyleleri. Moral bozmak için üstlerine yok. 
Böyle haddini bilmeyene cevap vermeyerek en güzel cevabı vermiş oldum. Cevap vermeyince de kös kös yürüyüp gitti. Şayet cevap verseydim, daha ne yumurtlardı, kim bilir. Böyle hadsiz ve seviyesiz biri olduğunu bilseydim, ilk başta hiç cevap vermezdim. 
Yürüyüp giderken, aa hocam, nasılsın diye bir öğrencim karşıma geldi. Hadsizden esirgediğimiz güler yüzü ve hal hatırı öğrencime gösterdim. İşe gidiyormuş akşam akşam. Kolay gelsin temennisiyle yoluma devam ettim. Öğrencimle yaptığım konuşmayı haddini bilmez de duydu. Umarım, bana cevap vermedi ama öğrencisiyle konuştu diyerek kırdığı potun farkına varmıştır. 

22 Kasım 2024 Cuma

Pazar Alışverişim

Okul çıkışı ekmek alıp eve döneceğim.

Ekmeği aldım. Bir de Çarşamba pazarına uğrayayım dedim. 

Girişte bir kadın ıspanak satıyor. Görünüşünden belli iyi olduğu. Bu ıspanağı gözüme kestirdim. 

İlerledim biraz. 

Gençten bir erkek ikiye bölünmüş mandalina uzattı. Al tadına bak diye. Tadına bakmaya gerek yok. Zira ince kabuk mandalina al beni diyor. 

Delikanlı, o o kadarından tatmakla anlamam ben dedim. Al amca başka da vereyim. Soy soy ye. Hatta önüne bir kasa koyayım. Şuraya otur, ye dedi.

Maşallah pek de cömert. 

İyi, ver iki kilo dedim. İki yüz lira uzattım. 

Hemencecik o kadar mı, dört bari olsun dedi.

Delikanlı, almak isterim. Yalnız evim mesafeli. Ağır olur, sen iki ver dedim. 

Olmadı ama daha şu çocuğu evereceğiz dedi, yanındaki kardeşini göstererek.

O zaman dört kilo parası al, bana iki kilo ver dedim. 

O da olmaz dedi. 

İki kilo tarttı. Para üstünü uzattı. 

Baktım tezgahta nar da var. 

Nar mayhoşu mu tatlı mı dedim yeni evlenecek olana. 

Mayhoşu. Vereyim mi dedi. 

Mayhoşu yiyemem. Benimki tatlı olmalı dedim.

Amca, irilerinden vereyim. Tatlı dedi. 

Yahu tatlı mı, mayhoşu mu? Az önce mayhoş dedin dedim.

Bu saat oldu amca. Ayakta duruyorum. Ne dediğimi biliyor muyum dedi. Gülüştük. Ayrıldım o tezgahtan. 

Az ileride bir nar gördüm. Nereden aklıma geldiyse gözüm hep narda. Alırsam, bu senenin ilk narını alacağım. 

Yaklaştım tezgaha. Mayhoş mu, tatlı mı dememe gerek kalmadı. Hem fiyatı hem de tatlı diye yazıyordu. 

Elli liralık ver dedim. 

Bir oradan, bir buradan aldı birer tane. Nereden, hangisini alayım diye tezgahın arka tarafına epey bir göz gezdirdi. Poşete dört tane koyup tartıya götürdü. Ne kadar geldiyse, poşetin içinden bir tanesini alıp bir başkasıyla değiştirdi. 

Tam bana uzatırken poşettekileri düşürdü. Her biri bir yere serpildi. Kah yerden kah tezgahtan bir dört tane daha alıp poşete koydu. Eli de terazi olmalı. Koymasıyla kaldırıp bana uzatması bir oldu. Tartıda ne kadar geldiğini görme imkanım yok. Arka tarafta kendi göreceği şekilde tartıp getiriyor.

Hem ekmek hem mandalina hem nar yeter bu kadar. Yükümü artırmaya gerek yok dedim. Çıkışa yöneldim. 

Girişte gördüğüm ıspanakla yüz yüze geldim. 40 lira imiş fiyatı. Bir kilo verir misin dedim. Poşete doldurup arka tarafa tartıya gitti. Demek ki terazinin ön tarafta olması sakıncalı. Mahrem diye bir şey var değil mi? 

Amca, elli liralık olsun mu dedi. Olsun dedim. 

Elinde poşetle kızımız diğer elinde de bir tek ıspanakla geri geldi. Kızım, fazlalık sadece bu tek ıspanak mıymış? Bunu da çekip aldın mı dedim.

Al amca, istediğin ıspanak olsun. Zaten 51 liralık geldiydi. Fazlaca vermiştim dedi. Elindeki tek ıspanağı da içine koydu. 

Soğan falan ister misin dedi. Yok dedim. 

Ispanağı aldım elime. Çıkışa doğru yürümeye başladım. 

Dur amca, nereye kaçıyorsun dedi.

Pek oralı olmadım. 

Amca paranın üstünü al diye seslendi. 

Geri döndüm. Teşekkür ederek uzattığı 50 lirayı aldım. Tekrar niye kaçıyorsun dedi kızımız.

Kızım, para üstünü unuttum. Seni bana soğan satmaya çalışıyor diye kaçıyordum dedim.

Yükümü aldıktan sonra tabanlarıma kuvvet evin yolunu tuttum.

Mandalina ve ıspanak on numara imiş. Satıcıların kazançları bereketli olsun. Nara gelince bir kabın içine konmuş narlar. Bir tanesini elime alıp kaldırdım. Kabın içi kıpkırmızı suyla dolmuş. Meğer pazarcının yere düşürdüğü veya koyduğu narlardan biri ikiye bölünmüş. İnce ince suyu akıyor. O haliyle niye koydu bilmem. Allah hayrını versin bu nar satan pazarcının. 

Kaht-ı Rical

Eğer bir ülkede;

Seçimle de gelse aynı kişi yıllar yılı oda veya herhangi bir tüzel kişiliğin başkanı seçiliyorsa, 

Bir parti genel başkanı iktidar olsun veya olmasın, partiyi kurduğu andan itibaren ölünceye kadar karşısına rakip çıkmadan her kongrede o partiye genel başkan seçiliyorsa, 

Anayasal süresi dolmasına rağmen devam etmesi için kişiye özel kanuni veya anayasal düzenleme yapılmak suretiyle tekrar tekrar seçiliyorsa veya bunun çabası içine giriliyorsa, 

Seçimlerde iktidar muhalefete, muhalefet iktidara şeklinde yer değiştirmeyip iktidar olan hep iktidarda, muhalefet olan hep muhalefette duruyorsa,

Hiçbir seçim kazanamamasına rağmen istifa denen müessese düşünülmüyorsa ve sonucu belli seçime girmeye devam ediyorsa, 

Süresi dolmasına rağmen süre uzatımına gidiliyorsa, 

Başarısızlığı veya sağlık gerekçesini öne sürerek bulunduğu koltuğu bırakmak isteyene, yalvar yakar yapılarak efendim, sizsiz olmaz demek suretiyle koltukta ilanihaye kalması sağlanıyorsa, 

Süper Lig kulüplerinin çoğu futbolcusu yabancı oyunculardan oluşuyorsa,

Spor kulüplerinin çoğunu yabancı teknik direktörler çalıştırıyorsa, 

Ülkenin milli takımını bile yabancı teknik ekip çalıştırıyorsa, 

Futbol maçlarında adaletli maç yönetimi için yabancı var hakemlerine görev veriliyorsa, 

Ülkenin tarım, hayvancılık, çobanlık, inşaat ve sanayi gibi sektörleri yabancı uyruklu kişilere teslim edilmişse, 

Ülkenin kuruluşundan bu yana ülkeyi yönetenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyorsa, hâlâ geçmiş yöneticilere özlem duyuluyorsa, mevcut yöneticilerin alternatifi yoksa, 

Çocuk bakıcısı olarak yabancıların ağırlığı varsa, 

Evlenmek için Fas gibi Afrika’dan eş arayışına giriliyorsa, 

Bir derneğin bir vakfın bir yardım kuruluşunun bir STK’nin başında, kuruluşundan bu yana aynı kişi ve kişilerin başkanlığı devam ediyorsa, 

Bir kişiye birden fazla görev veriliyor, her görevine ayrı ayrı maaş veriliyorsa, ilaveten yönetim kurulu üyeliği görevini yürütüyorsa, 

Kısaca her alanın gediklileri sen, ben, bizim oğlana kalıyorsa, kimse benden bu kadar deyip görevini ve işini tadında, kıvamında süresinde bırakmıyorsa veya bıraktırılmıyorsa... 

O ülkede kaht-ı rical durumu söz konusudur. Bu, o ülke için en büyük sorundur. Bu da adam sıkıntısı demektir. Bu adam sıkıntısı ve adam yokluğundan, gelmiş geçmişlere özlem duyulmaya devam edilir. Yokluğu doldurulamaz. Mevcutlar da kendilerini bulunmaz Hint kumaşı görmeye devam eder. Olan da ülkeye olur. Böyle ülke gelişmediği gibi sürünmeye devam eder. Buna da yaşama denirse tabi. 

21 Kasım 2024 Perşembe

Roka ile Brokoli Benzerliği

Bir cuma günüydü. Fotokopi çektirmek için okula gitmeye niyetlendim. Çıkarken alınacak bir şey var mı dedim. Acil bir şey yok ama şunu şunu alabilirsin. Bir de bunu dedi içişleri bakanı. Aklım var nasılsa. Ne gerek var yazmaya dedim kendi kendime. 

Cumadan önce okula gidip fotokopi işlerini hallettim. Dönüşte cumayı markete yakın bir camide kıldım. 

İmam vaazdan "Samet ve Rahim isimlerini koymanın caiz olmadığını" işledi. Hutbeyi bitirirken de "Dışarıda gıybet yapmayın, iftira atmayın. Yeni bir din ihdas etmiyoruz. Dinde reforma gitmiyoruz. Zuhri ahiri kaldırmadık. Pandemide tespihatın sevabından herkes faydalansın diye zuhri ahiri ve vaktin sünnetini tespihat ve dua sonrasına bıraktık. Camimiz açık. İsteyen kılar. Gelip bunu sorsanız, açıklardım" şeklinde cemaatini haşladı. Ardından “bir de cumanın son sünnetini kılmadan çıkıp gidenler var. Bunlar, sevabı hak edip almadan gidenler” dedi. 

İmam kafamı iyice karıştırdı. 

Çıkışta markete uğradım. Sipariş şu şu vardı dedim, aldım. Sebze reyonuna göz gezdirdim. Zira bir de yeşillik vardı sipariş. Hatırlamaya çalıştım. Ne mümkün. Yeşillikle de aram olmayınca, uçup gitmiş aklımdan. 

İçişleri bakanını arasam, evde torun vardı. Uyuma saati. Tam torunu uyuturken telefonum çalarsa, uyumaya çalışan torunun gözleri açılır, bir daha uyumaz. En iyisi oğlanı arayayım. Annesine sorsun dedim.

Aradım oğlanı. Annen ne yapıyor dedim. Çocuğu uyutuyor dedi. Evlat, evden çıkarken annen bir yeşillik istemişti. Neydi adı dedim. Hatırlamıyorum dedi. Öyle ya alışverişte gözü olmayan ne bilecekti ne istendiğini. Anneme sorayım mı dedi. Kapı kapalı mı dedim. Evet dedi. Kapıyı açarken torun uyanabilir, kalsın dedim. 

Bahtıma artık. Sebze ve meyve reyonuna özellikle yeşilliklere bir kez daha göz attım. Belki görünce ha şuydu diyeceğim. Hoş, yeşillik adına bir maydanoz, yeşil soğan, karnabahar, lahana, pırasa ve marulu bilirim. Bu arada yeşillik dağarcığım da fena değilmiş. Bir "r" olmalıydı alacağım yeşilliğin başında dedim. R ile başlayan yeşillik ne olabilirdi?

Galiba brokoli olmalı dedim. Başında olmasa da hemen ikinci harfinde baskın bir şekilde kendini gösteriyordu brokolinin "r" si. Tartıdaki kıza, kızım, brokoli hangisi dedim. İşte şu önündeki dedi. Burnumun ucundaymış. Önümdeki brokoliye baktım. Karnabaharın yeşil görünümlüsü dedim. Ne kadar kilosu dedim. Yeni geldi amca, bakayım fiyatına dedi. 100 lira imiş dedi. Annah dedim içimden. Bu annahı yer duysa ağlardı. 

Fiyatının tuzlu olduğunu, bir de başında olmasa da içinde r harfini baskın bir şekilde görünce, evin istediği bu olmalı dedim. Bu fiyata ben bu brokoliyi eve bastırmam ama ne edersin ki emir demiri keser. Kızım, şunu çıkarır mısın kasadan dedim. Tartıp verdi.

Ödemeyi yapıp eve geçtim. Aldıklarımı eve bırakıp çarşıya geçtim.

Gez dolaş, kürkçü dükkanına geri döndüm. Brokoli istememiştim. Niye aldın sorgusuna maruz kaldım. Sen ne istemiştin dedim. Demek ki zaruri bir şey değilmiş ki ev de hatırlamadı. Yahu r ile başlayan bir şey olmalı dedim. Tamam, şimdi oldu. Ben roka istemiştim dedi nice sonra.

Vay be, gitti 100 lira dedim içimden ama iş içten geçti. Bir rokayı, bir brokoliyi bir rokanın fiyatını bir de brokolinin kilosunu gözümün önüne getirdim. Ne fiyat yönünden ne görüntü yönünden ne de ihtiyaç yönünden bir bağlantı kurabildim. Nereden aklıma geldiyse bu brokoli. Eve bastırmadığım bu brokoliye verdiğim 100 lira, akşam yemeği öncesi içime ok gibi saplandı ama yapılacak bir şey yok. Halbuki roka alsaydım, 10-15 lira ile kurtaracaktım bu işi.

Saplanan oku hazmetmek için ha roka ha brokoli. Bir harf değişikliği ile brokolinin içinde roko var. Bu benzerlik insanı yanıltabilir, insanlık hali dedim ama saplanan ok hiç merhamete gelmedi. Züğürt tesellisi der gibiydi. 

Birkaç gün sonra akşam menüsünde brokoli vardı. Bir şey pahalı ise iyi olmalı. Şundan yiyeyim ki vücudum bayram etsin dedim. Zeytin yağı, sarımsaklı yoğurt, nar ekşisi ve limon suyu ile salata gibi yapılan brokoliye çatalı uzattım. Mide kabul etmedi. Öyle zannediyorum, dünya kuruldu kurulalı midem böyle eziyet görmemiştir. İlki böyle olur, ikincisine midem alışır deyip ikinci kez aldım. Midem Nuh dedi, peygamber demedi. Kilosuna 100 lira verdiğim brokoliden geçtim. İçine katılan yoğurda, nar ekşisine, limon suyuna yazık dedim ama olan oldu artık.

Son pişmanlık fayda vermese de benim için bir tecrübe oldu. En azından hayatımda brokoli yemedim demeyeceğim. Ben de pişman olup tecrübe kazanmak istiyorum diyorsanız, lütfen en yakın marketinize veya pazara gidin.

Yok, ben zaten haftalık brokoli alırım diyorsanız size afiyet olsun. Her ne kadar benim için bir şey ifade etmedi ise de zevklerle renkler tartışılmaz ise ağız tadı da tartışılmaz. Nimettir ne de olsa. Belki de vitamin deposudur. Faydası say say bitmez. 

Bu arada roka ile brokoliyi karıştıranınız varsa, bir iyilik yapmak isterim. Sizin için roka ve brokolinin görüntüsünü ekliyorum. Yine de karıştırmayın diye altlarına ismini yazdım. 

19 Kasım 2024 Salı

Telefonumun Kılıfı

Bugünlerde yeni mi aldınız hayırlı olsun diyen diyene.

Aldığım yeni bir şey yok aslında. 

Tek yaptığım, kaç senedir kullandığım cep telefonunun mevcut kılıfını değiştirip yenisini takmak. 

Sağ olun da telefonum eski. Yeni olan sadece kılıf diyorum.

Kısaca yeni olan telefon değil, kılıfıdır. 

Telefonu ne zaman aldığımı hatırlamıyorum. Sanırım pandemi döneminde almış olmam lazım. 

Mevcut telefonum işimi görüyordu aslında. Ben bu telefonla giderim diyordum. Beni yeni telefon almayan iten sebep telefonun yeni güncelleme kabul etmemesiydi. EBA'yı indiremiyorum. Aynı şekilde Hayat Eve Sığar uygulamasını telefonuma indirmeme izin vermiyordu telefonun sürümü. “Ne indirmeye kalksam, “Telefonunuz bu sürümü indirmeye uygun değil” uyarısı alıyordum. Mecbur kalmıştım yeni telefon almaya.

Pandemiden beri kullandığım telefonun kılıfı ne şekil olmuştu elimde tuta tuta. Sapsarı idi kılıf.

Hatta bir defasında bir telefoncuya girmiştim de "kılıfın kötü olmuş. Normalde ben bu telefonu ve kılıfını satmıyorum. Biri için getirtmiştim. Elimde bir tane kılıf var. Vereyim" dedi. Teşekkür ederim. Evde var. Onu takayım dedim.

Bugün yarın evde yeni kılıfı sordum. Aşağıda izbede dendi. İyi de izbeye kim gidecekti. Herhalde bir sene daha geçti üzerinden.

Bir gün aile efradından biri bir ihtiyaç için izbeye inince kılıfı da getirmiş. Öyle değiştirmiştim.

Yeni kılıf öncekine göre daha ince ve kibar idi. Yeni kılıfla beraber telefonum inceliverdi. Görenlere göre telefon yenilenmişti. Bir kılıf telefonu yeniler mi, yeniliyor. 

Merak ettiğim, cebimde, zaman zaman elimde taşıdığım bu telefonun insanlar nezdinde dikkat çekmesi. Zamanın ruhu olsa gerek. Belki de elbise, ayakkabı değiştirsen insanların o kadar dikkatini çekmiyor. Bu da dervişin fikri ne ise zikri de odur sözünü akla getiriyor. 

Zamanın ruhunu yakalayamadığımdan olsa gerek. İnsanların ne yeni ne de eski telefonu dikkatimi çeker. Hele ki kılıfı dikkatimi çeksin. Benim için telefon, konuşma, mesajlaşma, video ve fotoğraf çekmekten ibarettir. Bu özellikler varsa daha ne isterim. 

17 Kasım 2024 Pazar

Eden Bulur (2)

Nihayet gelen iki muhakkik basın özgürlüğünün gereğini yapar. Yazara bu sen misin bile demezler. Çünkü ben değilim dese inceleme ve soruşturma biter. Suç delilleri ortaya konmaz. O kadar yolu da boşu boşuna tepmiş olurlardı. 

Kendi halinde müstear isimle yazı yazan mütevazı yazarı genel idare hizmetleri sınıfından eğitim ve öğretim hizmetleri sınıfına tenzili rütbe olarak teklif ederler. Bakan da kanunun kendine verdiği yetkiyi kullanarak 71 ve 76.maddelere göre ilgili kişiyi yönetici görevinden alarak asli görevi öğretmenliğe döndürür. 

Bereket, mülki amir terör örgütleriyle bağlantısı var şeklinde bir şikayette bulunmamış. Öyle olsaydı, öğretmenliği bile mumla arardı ilgili yazar. Çünkü işin içine terör iddiası girerse yandı demektir. Öyle ya bugüne kadar terör haftasından kim kurtulmuş ki o kurtulacak. Bu da mülki amirin merhametini gösterir. 

Ama bu merhameti daha mülki amirliğin başında bir kelle aldığı havasını atmasına engel değil. Öyle ya hangi kula nasip olur daha görevinin başında iken kelle almak.

İdari yönden öğretmenliğe döndürülen ilgili kişiye, disiplin yönden teklif edilen cezayı vermek için son savunması istenir. Öyle ya hukuk devleti burası. Savunması alınmadan ceza verilir miydi. Savunmanın da şikayet eden kişiye verilmesi istenir.

Savunmanın yedi günlük süresi bitmeden mülki amirin şürekası günbegün öğretmenin kurumunu arar. Bizim bir kardeşimize bir şey yapanın savunması geldi mi diye. Ne yaptıysa artık. Cezayı vermek için dört gözle bekliyorlar. 

Meslek dayanışması denilen şey bu olsa gerek. Öyle ya bugün bir kardeşlerine bunu yapanın yani eserini ortaya koyanın başı ezilmezse ve hak ettiği ceza verilmezse, yarın bir başkası da kendilerine dair bir şeyler yazıp çizebilirdi. Bakmayın siz öğretmenin kurumunun sarı öküzü verdiğine. Çünkü onlarda verilecek sarı öküz çoktu. Yeter ki istesinler. Önemli olan mülki idarenin gönlünü almak değil mi? 

Başından büyük ve vazifesi olmayan işlere burnunu sokan müstear isimli yazar büyükşehirde tekrar öğretmenliğe döner. 

Her ne kadar tenzili rütbe olsa da mütevazı yazarın keyfine diyecek yoktur. Her gün o kadar yolu tepmeye devam etmeyecek. 8-5 mesaisi yapmayacak. Daha çocuk denecek yaştaki kişilerin oyuncağı olmayacak. 

İlgili kişi idarecilik defterini kapatmış, öğretmenliğe yeniden dönmüş. Emeklilik öncesi emeklilik hali yaşıyormuş. 

Bir gün kendisine bir mesaj gelmiş. Yazılardan suç delili tespit ederek şikayette bulunan mülki amirin de tayini çıkmış. Gittiği yerde mevcut köyden bozma ilçenin daha küçüğü bir ilçe imiş. 

Ardından meslek dayanışması gereği meslektaşını milli eğitime yedirmeyen ve kırmızıya dokunana hak ettiği cezayı onaylatan mülki amir de bir nevi tenzili rütbe gibi daha küçük bir yere nakil gider. 

Fazla vakit geçmez, daha küçük yere giden mülki amir gittiği yerde bir altı ayını doldurmadan merkeze çekilir ve mülki amirliği sona erer. Bir daha mülki amir olur mu, olursa yeni eserler vermeye devam eder mi bilinmez. Yine bir bilinemeyen var ki mülki amirlikten geri çekilmek, nasıl bir duygu? İşte bu da bilinmez. Ancak yaşayan bilir. Yalnız şu var ki kelle alanın kellesi alınır. Ama öyle ama böyle. Çünkü eden bulur. 

Eden Bulur (1)

En büyük hayali bir mülki amir olmakmış. Önce küçük yerlerden başlayıp büyük yerlerde çalışmayı kafasına koyar. Niçin böyle bir hedef koyar? Çünkü ülkeyi ilçelerden başlayarak düzeltecek, bir de düzeltirken kimseden emir ve talimat almayacak. Birinin göbeğini kesmesi gerekiyorsa o kesecek.

Mülki amir olmaması için hiçbir neden yok. Yazılıdan yüksek puan almış. Boy pos yerinde. Vizyon ve misyon sahibi. Mülakattan da geçer puan alırsa niye olmasın. Ki yüksek puan almaması için bir sebep de yok. 

Fakat gel gör ki yüreği hizmet aşkı ile dolu kişi iki mülakattan elenir. 

Nihayet üçüncüde mülakatı başarıyla geçer ve köyden bozma bir yere atanır. 

Mülakattan kaynaklı gecikmeyi de telafi etmek için işe hızlı girer. İlk başta yapması gereken kediyi bacağından ayıracak ki herkes geldiğinden haberdar olacak. 

Kısa zamanda yaptıklarıyla, hakkında kitap yazılacak kadar icraata imza atar. 

Garibin bir tanesi de böylesi bir daha gelmez. Şunun yaptıklarını yazayım da gelecek nesillere yol haritası olsun diye yapıp ettiklerini yazar. 

Kısa zamanda hakkında kalem oynatılması insanın hoşuna gitmez mi? Normal şartlarda evet, ben bunları bunları yaptım. Yaptıklarım yapacaklarımın teminatıdır der. Ben neymişim diyerek kendisiyle gurur duyar. 

Ama öyle olmuyor. Çünkü yapıp ettikleri, kırıp döktükleri, söz ve eylemleri kaleme alınınca iyi bir görüntü vermiyor. Öyle ya kişi ne olursa olsun, kendisini ne şekilde anlatırsa anlatsın, kişi insanların anladığı kadardır. 

Yazıyı okuyan mülki amirin morali bozulur. Nasıl bozulmasın ki. Çünkü en moral bozucu olan isabet eden gerçeklermiş. Halbuki ne ummuştu ne bulmuştu. 

Yatsa da tadı yok, kalksa da görevine devam etse de. Çünkü hakkında yazılan yazıyı bir türlü hazmedemez. Bir mülki amir olarak hakkında yazı yazanla kavga etse şanına yakışmaz. Hakkımda yazı yazmış diye şikayet etse, bu yazıdaki sen misin? Sen bunları yaptın mı diyecekler? Bu da olmaz. Çünkü karizmayı çizdirir. 

Üstelik hakkında yazılan yazı da ülkede çoğu kimse tarafından okunmuş. İmajını yerle bir etmiş.  

Yazı yazan kişiyi de her gün görüyor ve görevine devam ediyor. Zaman zaman ismi önüne düşüyor. Kendisinden nefret ettiği gibi isminden de nefret eder. Bu burada durduğu müddetçe bu yazı kendini içten içe bitirecek. 

O zaman ne yapmalıydı? Bu yazıyı yazanın geçmiş yazılarını okumalıydı. O yazılardan suç unsuru bulmalıydı. Çünkü hakkında yazılan yazıda ne yer ne şahıs ne kişi ismine yer verilmişti. 

Geriye dönük yazılarının çoğunu okur. Her birini not ederek suç delillerini tespit eder. 

Yalnız ortada bir sorun vardı. Çünkü yazıyı yazan kişi müstear isimle yazıyormuş. Önce bunu itiraf ettirmeliydi. 

Bunun için bir kumpas kurmaya karar verir. Belki de kumpas onun işiydi. Tüm daire amirlerini makamında toplar. Yazıyı yazanı da çağırır. Herkesin huzurunda yazıyı yazanın kendisi olduğunu önce itiraf ettirip onları şahit tutacak. 

Tüm daire amirlerinin olduğu ortamda yazıyı yazana, bu yazıyı yazan sen misin diye sorar. O kişi de evet benim, ben yazdım der. Ardından herkesin huzurunda yazıyı okur. Daha önce yazıdan haberi olmayan ve yazıyı okumayanlar da bu vesileyle haberdar olur. Yazıyı bölüm bölüm okur. Her okuduğu bölüm için yorum ve değerlendirme yapar. 

Ardından, basın özgürlüğü var. Herhangi bir şey yapmayacağım der ve toplantıyı sonlandırır. 

Daha doğrusu herkes öyle sanır. Yazarın önceki yazılarını ilgi tutarak bir dilekçe yazar: “Bu kişi devlet düşmanlığı yapıyor, siyasi yazılar yazıyor, devlet kurumlarını kötülüyor, yazdığı gazeteden para alıyor. Suç delilleri de şunlar” gibi. (Devam edecek)