14 Mart 2024 Perşembe

Ayasofya İmamı Üzerine (2)

Beni bir yere yamama, birilerinden gösterme gibi bir niyetiniz varsa bunun için uğraşmayın. O dediğiniz kimlerse evet ben onlardanım. Bilmeyenler için söyleyeyim. Kimsenin adamı, fanatiği değilim; ne iktidarın ne muhalefetin ne gelenekçi ne yenilikçilerin yanındayım. Katılır veya katılmazsınız, doğru veya yanlış, doğru olduğuna inandığım görüşlerimi söylerim. Bana pek faydası olmasa da bu yolda yoluma devam edeceğim. Görüşlerimde isabet olmazsa herkesten önce ben şu konuda yanlış düşünmüşüm dedim, demeye devam edeceğim. Yapıcı ve yol gösterici eleştirilerime devam edeceğim. Bu uğurda Ebu Zer el Gıfari'nin yolunu izliyorum. Ki o, doğru bildiği doğruları söylediğinden dolayı ne Hz Osman'a yaranmış ne de Muaviye'ye. Kimseye eyvallah dememiş, Rebeze'de sürgünde ölmüştür. Keşke onun gibi olsam... Bu çizgimde devam etmeye çalışırken kimseye yaranamayağımı biliyorum. Hoş böyle bir niyetim ve derdim de yok. 

Dinin, bizim kesimin anlattığı gibi olmadığını biliyorum. Dindar ve mütedeyyin insanların yaptıklarına bakarak söylemle icraatlarının bir olmadığını görüyor ve sorguluyorum. Siyasi görüşüme gelince, oy vermeye başladığım andan itibaren oy verdiğim siyasi parti çizgim değişmedi. Bir o partiye bir bu partiye geçmedim. Oy vermeme rağmen eleştirilerin büyüğünü oy verdiğim, muktedirlere yaparım. Benim bu konudaki tavrım, kavga eden iki çocuktan ilk tokadı kendi çocuğuma atmaktan ibarettir. Bu tokat, çocuğumu sevmediğim anlamına gelmez. Ben hızla giden bir trenin makinistine hata yapmaması için yol göstermeye çalışıyorum. Aslında su akarken testimi doldurmayı ve şakşakçılığı da çok iyi bilirim ama kişiliğim ve bünyem buna el vermez.

Bu genel açıklamamdan sonra şimdi gelelim diğer eleştirilerine...

1.Kısa paylaşımımın hangi yerinde değerlerimize eleştiri vardır? İçeriğe girmedim, zamanlama hatasına dikkat çektim. 

2.Burada iktidarın neyini eleştirdim? Ki çok eleştirim olmuştur. Burada Ayasofya'ya atanan imamın daha işin başında göreviyle ilgili yaptıklarından ziyade başka konularla tartışma konusu olduğunu, bunun da bunu buraya atayan insanlara zarar vereceğine işaret etmeye çalıştım. Atama belki de isabetli olmamıştır. Keşke bu ülkenin hassasiyetlerini bilen biri atansaydı demek istedim. Tercih iktidarın. Nitekim hem Anayasa hem de kadınlar üzerinden attığı tweetlere ilk ve büyük tepkiyi iktidar vermiştir. Buna da dikkatinizi çekerim. 

3. Taviz ve tecavüzle anılan partiyi hiç mi hiç tasvip etmedim. Kadına zafiyet konusu her kesimde olduğu gibi bu partide de var. Bugün bunlardan çıkar yarın bizden. Önemli olan bizden diye savunmak, karşıdan diye yermek değil. Kim yaparsa taciz ve tecavüzün ortaya çıkarılması. Böyle bir olay vuku bulduğunda savcılar kamu davası açarak haklarında dava açmalı ve gerçeği ortaya çıkarmalı. Bir veya birkaç olay üzerinden algı oluşturulmaya çalışılmasına karşıyım. Taciz ve tecavüzler üzerine yazılmış, birden fazla yazım var. Karaman'daki yurt olayı üzerinden bir vakfı tu kaka yapmanın ve bir kesimi bunlar böyledir algısının yanlış olduğunu işledim. Taciz ve tecavüz olaylarını ortaya koymak adliyeye ve bunun ortaya çıkması için arkasında siyasi iradeye ihtiyaç var. Yaptıkları ve yapmadıklarından dolayı birinci derece sorumlu, devlet erkini yönetenlerindir. Muhalefetin elinde bir şeyleri ortaya çıkarma iradesi yoktur. 

4. FETÖ konusunda 20'den fazla yazım var. En sonuncusunu da on gün önce yazdım. Ki FETÖ konusunda 17-25’den çok önce (2011-2012) tavır almış biriyim. Buna Ali Hocanın evinde bir Salı oturmasında "Bunlar PKK'dan daha tehlikeli" diyen biriyim. Buna Sefer şahit. Oradakiler cemaat değişti, bize yaklaştı derken ev sahibi bana tavır alırken karşı çıkan bendim. 17-25’den sonra "Dayıoğlu ta ne zaman bunlar böyle demiştin" diyen ve hakkı teslim eden tek kişi oydu. Birileri 17-25'tiden sonra benim FETÖ ile ilgili paylaşımlarımdan  dolayı "Ortada durmak lazım. Cemaat hala güçlü" derken ben FETÖ'nün karşısındaydım. Ki ortada olanların çoğu FETÖ alt edilince akşam sabah iktidarın yanında yer aldı. Buna da şahidim. Çoğu Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmış FETÖ yazılarımdan geri kalanları dilinkemigiyok.blogspot adresime FETÖ yazılırsa bulunur. 

5. Partiyi ele geçirmeye çalışan Kraliçe’nin adamları kim bilmiyorum. Zira ben bana dayatılan algılarla yaşamam. Eğer kastın kendisine cumhurbaşkanlığı teslim edilmiş kimse ise bunu bilemem. Eğer öyle ise böyle birine başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı niçin teslim edildi? Bunu sormak benim hakkım. Acaba insan seçiminde insan sarrafı değil miyiz? Yine hep olduğu gibi yanıldık mı derim. 

6. Yazılarımı takip ettiğini sanıyorum. Sünnet ve hadis üzerine de yazdım. Başkasını bilmem. Ben, ne süpürüp alanlardanım ne de süpürüp atanlardanım. Bu konuda İmamı Azam ve İmamı Maturidi'nin yolunu izliyorum. Sünnet/hadis veya gelenekçi/yenilikçi meselesi çözülmezse ileride bu ülke hadisçiler ve Kur'ancılar üzerinden büyük tartışma yaşayacak. Bu konuda Diyanete büyük görevler düşüyor. Bu mesele bir yılda üç defa sünnetin önemi ile ilgili hutbe okutmakla geçiştirilemez. Bu meseleye el atılmazsa ve vuzuha kavuşturulmazsa geçmişte Buhari, Taberi gibi insanların başına gelen günümüzde bazılarının da başına gelecek. Ki Buhari, hadis düşmanı, bazı hadisleri kabul etmiyor diye tu kaka yapıldı. Maalesef bu konularda da yazdım. Farklı düşünenleri ötekileştirmenin ve linçe tabi tutmanın faydasının olmayacağına değindim.

7. Erbakan'a hayatı zindan eden, darbeye teşvik eden molla görünümlü insanların 96 yılında Kanal D'de yayımlanan Yalçın Doğan'ın programını da unutmadım. 28 şubatın FETÖ'ye açılan bir otoban olduğunu da yazdım. Bunları unutmadım. Aynı zamanda 28 Şubat davası açıldığında şikayetini geriye çeken Şevket Kazan' ı ve kendisine dava açıldı, ne dersiniz diye mikrofon uzatıldığında muhteremin "Biz bir sıkıntı çekmedik" dediğini de (Bugün bulamıyorum o açıklamayı) unutmadım. Aynı zamanda 28 Şubat davasında yargılanıp ömür boyu hapse mahkum olanların bir gün dahi ceza almadan dışarıda dolaştıklarını da unutmadım. 28 Şubat sürecinde içeriye atılan ve ömrünü içeride geçiren ve belki de hala içeride yatan sahipsiz insanlarımızın olduğunu da unutmadım. 

8. Sizin ehli sünnet dediğiniz kim? Bugün Vahhabi Suud da ehli sünnet, cübbeli de ehli sünnet. Bence ehli sünnetin de bir tanımı yapılmalı. Sünnet düşmanı olarak ben bir Edip Yüksel'i bilirim. Mealci diye de Ercüment Özkan'ı. Diğerlerinin sünnet düşmanı olduğunu sanmıyorum. Sünnet ile hadisi karıştırmamak lazım. Sünnet, peygamberin Kur'an ayetlerinden kaynaklı uygulamalarıdır. Bunu inkar peygamberi inkar anlamına gelir. Tartışma, hadisler üzerinden. Bu konuda da hadislere mesafeli yaklaşanların Ebu Hanife ve Maturidi'nin metodunu uyguladığını düşünüyorum: Bir hadis Kur'an'a ve akla aykırı değilse bu söz peygambere aittir diye düşündüklerini sanıyorum. 

Bana bu kadar açıklama yazdırdın ya alacağın olsun. Unutma, ben onlardanım. 13.03.2021

(Devam edecek) 

Ayasofya İmamı Üzerine (1)

Yazdıklarımı genellikle bloğumda yazar, paylaşırım. Bazen de sosyal medyada yazar, paylaşırım. Sosyal medyada paylaştığım bu tür yazılar yıl dönümünde anılar sayfasında önüme düşünce bu tür yazılar arşivimde yer alsın diye aktarırım.

Malumunuz bir zamanlar kısa süreliğine Ayasofya imamlığı yapmış, yaptığı paylaşımlar ile tartışmanın odağı olmuş Mehmet Boynukalın meselesi vardı bu ülkenin. Şimdilerde adı sanı duyulmayan ve unutulmuş bu zar hakkında şöyle bir paylaşım yapmıştım. Yaptığım bu paylaşımın altına epey bir yorum yapılmıştı.

Aşağıda 14/03/2021 tarihli paylaşımım ve bazı yorumlar ve bu yorumlara yazdığım cevaplara yer verdim.

1.Yıllardır, açılsın dediğimiz Ayasofya'nın başına getirilen kişi, tartışmaların odağı haline gelmemeli. Bundan özellikle kaçınmalı. Çünkü Ayasofya imamı birleştirici bir rol üstlenmeli. O camiye şeriatçısı da gelir, seküler olanı da. Arkasında namaz kılan, imamın tartışma konusu olmadığına inanması lazım.

2 Boynukalın, zamanlamayı ayarlayamıyor. Neyi, nerede, ne zaman, hangi üslupla söyleyeceğini kestiremiyor. Anayasa değişikliği üzerine attığı tweet dolayısıyla Anayasa değişikliği başlamadan bitti. 8 Mart günü attığı tweet hakeza. Burada söylediğinin doğru, yanlış üzerinde durmuyorum. Boynukalın, Ayasofya imamı ve bu görevi yapmalı. Ötesini başkası yapsın. Görüşlerini tweetle değil, ilmi platformlarda ve kitaplarında ifade etsin.

3. Gördüğüm kadarıyla Boynukalın, bilgisi mükemmel olabilir ama ilm-i siyaset bilmiyor. Biraz bunu okumalı. Böyle giderse orada fazla durdurmazlar. Birileri bu imama, Ayasofya açıldı diye bu ülkeye İslam gelmediğini hatırlatması lazım. 

4. Sayın Boynukalın, lisansı Ezher'de okumuş bir ilahiyatçı. Bu ülkede o kadar ilahiyatçı akademisyen varken niçin bu ülke ilahiyatlarından mezun biri buraya atanmaz da Ezher mezunu tercih edilir. Bildiğim kadarıyla Suut'da ve Ezher'de okuyanların kafa yapısı farklı. Buraya bu ülkenin hassasiyetlerini bilen biri atanması. 14 Mart 2021

Paylaşımıma yapılan eleştiri ve yazdığım cevaplar:

"Boynukalın bir ilim ve fikir adamıdır.

Kendini savunurken zamanlama, mesafe, uygunluk pozisyonunu bekleyeyim derse, niyeti üzüm yemek olmayanlara daha fazla imkan verir.

Zaten burada amaç Boynukalın değil; hedef Ayasofya ve İslami değerlerdir." (M. G.)

Hedef Ayasofya ve İslami değerler ise imamımız daha dikkatli olmalı bence. Zamanlamaya dikkat etmeden söylenenler, doğru bile olsa ikna edemediğin doğru, doğru değildir.

İkinci eleştiri:

Bir defa da gerçek değerlerimizi eleştireceğiniz, iktidarı yıpratmak için açık arayacağınıza, her tarafı açık olan, skandallar ve taciz tecavüzde zirve yapmış, muhalefeti ve ABD’ye ülkemizin genç zihinlerini, beyinlerini, değerlerini satmış, gençlerimizi dumura uğratmış FETÖ’ye satılmışları ve hala ABD’nin gönüllü uşaklarını yazın.

Kraliçe’nin Ak partiyi ele geçirmek için yerleştirdiği, Kraliçe’nin adamlarını yazın.

Sünneti inkar eden, ayetleri kafasına göre azaltan, çoğaltan ehli sünnet düşmanı sözde profları yazın.

Erbakan’a dünyayı zindan eden laikçilere kuyruk olan mollaları, kara kara mollaları yazın.

Şarlatan ehli sünnet düşmanı, sözde din alimlerini ifşa edin.

Yoksa onlardan mısınız? (M.G.)

Bu eleştiriye diğer yazımda yer vereyim. (Devam edecek)

13 Mart 2024 Çarşamba

Yüzü Soğuk İbadet

İbadet, kulun Allah'a inanmasının ve teslimiyetinin bir göstergesidir. 

Kulun Allah ile iletişim halidir. 

Kulun sorumluluğunu yerine getirmesi ve ev ödevini yapmasıdır.

İbadetlerin her biri insana ağır gelir. Çünkü insan nefsi boyun eğmeye değil, isyan etmeye meyillidir. O yüzden ibadetler kolay gibi gelse de insan için zordur.

İbadetlerin en zoru da oruç ibadetidir. Yüzü soğuktur bir defa orucun. Niye yüzü soğuk olmasın. Fecir vaktinden akşam gün batımına kadar yemeyeceksin, içmeyeceksin demektir bunun adı. 

Bir öğün yemek geçirince içi dışına çıkan insanın, saatlerce yeme ve içmeden uzak kalması nefse en büyük eziyettir. Bu yönüyle oruç, bir nefis terbiyesidir ve sözün eyleme geçtiği sağlam bir irade beyanıdır ve büyük sabır ister. 

Bu kadar vakit yemeden, içmeden kesilmesi insanı öldürmez. Ki bugüne kadar acından kim ölmüş. 

Kişi yeme ve içmeye dayansa bile bu kadar süre yemeden içmeden kesilmesi kişiyi psikolojik yönden çökertir. 

Açlık ve susuzluğu kafasından atamayınca haliyle kişi kendini işine veremez. 

İşi ağırsa zaten vücut kaldırmaz. İşi hafif ise vakit bitmek bilmez. 

O yüzden oruç başlı başına bir sınavdır. Bir aylık uzun bir maratondur.

Sözünü pratiğe dönüştüren kişi güçlü bir iradeye sahip demektir. Nefsini dizginlemiş demektir. Bu yüzden iradesiyle ne kadar övünse azdır.

Oruç gibi zor bir sınavı, herhangi bir mazeret üretmeden verebilen bir insan için başarının sınırı yoktur. Oruç sınavını başarıyla geçiren azmederse hayatın her alanında başarılı olur. Tek yapacağı, ben bunu yaparım diyerek kendisine güvenmesidir. Gerisi Allah kerimdir.

Oruç tutarken oruçlunun işini savsaklamaması ve aksatmaması gerekir. Tutulan oruç efor düşüklüğüne ve verim kaybına yol açıyorsa, bu yapılan bir işi yaparken diğerini ihmal etmek demektir ki bu durum oruçluya yakışmaz. Çünkü asıl olan işidir. Hiçbir ibadetin işini aksatmaması lazım.

Siyasetçi ile Devlet Adamı Arasındaki Fark

Milli Eğitim Eski Bakanlarından Hasan Ali Yücel'e atfedilen şu sözü takdirlerinize sunuyorum: "Siyaset adamları bir sonraki seçimi, devlet adamları bir sonraki nesli düşünürler."

Bu söz Sayın Yücel'e mi ait yoksa bir başkasına mı ait diye sanal alemde bir arama yapınca, bu sözün sahibinin Arthur Charles Clarke ait olduğu ortaya çıkıyor "Bir siyasetçi gelecek seçimi, bir devlet adamı ise gelecek kuşağı düşünür".

Şimdi arkamıza yaslanıp bu sözün doğruluğunu irdeleyelim ve Türkiye siyasetinde söz sahibi olup da devlet yönetenlerden kaç tanesi bir sonraki seçimi kaç tanesi de gelecek nesli düşünmüştür? Değerlendirme yaparken yukarıdaki sözü kıstas kabul edelim. Bakalım kaçı seçim kazanmak kaçı da ülkenin gelecek kuşaklarına yaşanabilir bir ülke bırakmak için çaba sarf etmiştir? Siyasi mülahazalardan uzak bir şekilde ve ön yargısız gelmiş geçmiş siyasileri gözümüzün önüne bir getirelim.

Sizi bilmem ama ben bu sözden hareketle herhangi bir siyasi ismine yer vermeden bir değerlendirmede bulunacağım. 

Eğer bir siyasi ülke, halk ve gelecek neslin menfaatine bir karar alıp da siyasi hayatına mal olmuşsa bilelim ki bu kişi devlet adamıdır. Ülkenin âli menfaatini kendi ikbaline tercih etmiştir ve kubbede hoş bir seda bırakmıştır. Bu ülkeye yaptıklarından dolayı saygıyı, rahmet ve minneti hak etmiştir. 

Eğer bir siyasi, ülke menfaatine olan bir kararı uyguladığım takdirde seçim kaybederim deyip çözüm bekleyen sorunu halının altına süpürmüşse,

Ülkenin zararına olduğunu bile bile eğer bir siyasetçi, seçimi kazanmak için daha önce yapmam dediklerini seçime giderken yapıyorsa,

Seçim öncesi seçim ekonomisi uyguluyorsa,

Devletin tüm imkanlarını, maddi ve manevi gücünü seçimlerde seferber ediyorsa, 

Yıllardır kronik hale gelmiş enflasyon ve hayat pahalılığına bir çözüm bulmuyorsa,

Sosyal Güvenlik Kurumu ile oynayıp emeklilik yaşını düşürüyor ve erken emekliliğe kapı açıyorsa, 

Türk parasının yabancı para karşısında pul olmasına tedbir almıyor ve seyirci kalıyorsa, 

Gayri safi milli hasılanın vatandaşlar arasında adil dağılımı için çaba sarf etmiyor, sosyal adalet dengesinin zengin lehine açılmasına yol açıyorsa, 

Olgular üzerinden siyaset yerine algı siyaseti yapıyorsa, 

Ortodoks ekonomi yerine heteradoks ekonomiyi tercih ediyorsa, 

Tüm imkan ve güç elinde olmasına rağmen ekonomi yangınını söndürmediği gibi yangına körükle gidiyorsa...

Bilin ki devlet adamı değildir. Sadece kendi, çevresi ve siyasi ikbali için çalışan bir siyasetçidir. Bu şekil siyaset yapan ise devletin tüm imkanlarıyla ihya olur, yükünü tutar ve bir gün çeker gider. Geriye bir yığın yük bırakır. Ne kadar şöhret sahibi olursa olsun kubbede hoş bir seda bırakmaz.

Devlet adamını da seçmen seçer, siyasetçiyi de. Karar seçmenindir. 

11 Mart 2024 Pazartesi

Mazeret Üretenlere Gelsin!

“Oruç o yıl (H. 2.yılında) Müslümanlara ilk defa farz olmuş. Aylardan ağustos.

Çok heyecanlı hepsi, çünkü Müslümanlar bu ibadeti ilk defa uyguluyor, ilk defa bu ibadet ile ruh restorasyonuna giriyorlar.

Orucun farz kılındığı sene Bedir için de cihat emri geliyor. İslam ordusu da toplanıp oruçlu olarak yola düşüyor.

Aylardan ağustos, yer Arabistan çölleri.

Öyle sıcak ki hava ayağın çöl kumunda 20 cm içeri giriyor, çıkarttığında yanmış buluyorsun ve bu halde 100 km yol gitmişsin.

Dilin damağına yapışmış, sahurda bir şey yememişsin. Su diye belki bir yudum içmişsin. Çöldesin. Kuyu yok, su yok.

Efendimiz nasıl zorlandıklarını görünce kıyamıyor: "İsterseniz iftar edin, siz seferisiniz" diyor.

Sahabe: "Ya Rasulallah bu bir mutlak emir midir yoksa bize bıraktığınız bir şey mi?" diye soruyor.

"Hayır" diyor efendimiz. "Bu bir emir değil, isterseniz yapabileceğiniz bir ruhsat."

"Efendim gittiğimiz yerde muhtemelen şehit olacağız, bırakın biz oruçlu olarak ölelim" diyerek oruçlarını bozmuyorlar.

Aylardan ağustos. Yer Arabistan Çölleri.

Gerçi bozsalar ne olacak?

Yanlarında en fazla 3 hurma var. Hatta bazıları akşam olunca hurmayı yemiyor sadece yalayabiliyor, öyle bir yokluk.

Yanlarında ne sodaları, ne limonataları, ne ayranları var.

Ama Ebu Cehil'in kafasına kılıç kaldıracak kadar motivasyonları ve sabırları yerinde.” (Alıntı.)

Müslümanların müşriklerle yaptığı ilk savaş budur. Bedir’de yapılmıştır. Tarihe Bedir Savaşı olarak geçmiştir.

Müşrikler 1000 kişi, Müslümanlar ise 300 kişi. Müşrikler Müslümanların üç katından fazla. Savaş teçhizatı yönünden de zayıftı Müslümanlar. Sadece savaşan tarafların sayısı bile savaşın orantısızlığını göstermeye yeter.

Bu savaş şimdiki savaşlar gibi tankla, tüfekle, uçakla yapılmamıştır. Omuz omuza, göğüs göğüse bir savaş. Yani tamamen beden gücüne dayalı bir savaş. Bu ise efor gerektirir.

Çöl sıcağında oruç oruç yapılan bu savaşın galibi Müslümanlar olmuştur.

Bu yazı; işim zor, sigara içemeyince işime kendimi veremiyorum, çabuk sinirlenip kalp kırıyorum mazeretlerinin arkasına sığınarak oruç tutmayanlara gelsin.

Ayak Oyunu Futbolumuz

Şu su götürmez bir gerçek ki şampiyonluğa oynayan, özellikle üç büyükler dediğimiz futbol kulüpleri klasman veya deplasmanda olsun, hakemlerimiz tarafından korunup kollanıyor.

Korunup kollanma ve destekleme yönünden bu üç takımı sıraya koyarsak; FB, GS ve BJK şeklinde bir koruma söz konusu. Bunların içinde belki de en az faydalanan takım BJK’dir. Aslan payı daima FB'nin olur.

FB ve GS yeter ki bir maçta zorlansın veya skor yönünden geriye düşsün. Maç böyle biter derken bir bakmışsın hakem devreye girer. Ben bitti demeden bu maç böyle bitmez diyerek skora ağırlığını koyuveriyor ve ne yapar ne eder, 90 artı da bir penaltı üretir. Sonra maç çözülüyor. Şu ana kadar hakemlerin tek yapmadığı, golü siz atamayacaksınız. İş başa düştü deyip topu alıp Anadolu takımlarına gol atmadıkları kaldı. Bunu da yapsalar da tiyatro tamamlansa...

Ligde hangisi şampiyon olur, bilinmez ama bu sezon bittiği zaman şampiyonluk kadar FB lehine 90 artıda hakem marifetiyle üretilen penaltılar konuşulacak.

Canlı yayında, o kadar seyirci ve ter döken futbolcular önünde, “var” kuralına rağmen bu trajedi devam ediyor. Bunun adına da futbol diyoruz.

Üç büyükler arasında içlerinde en mağduru Beşiktaş’ı bir kenara koyarsak, Süper Lig her yıl şampiyonluğa oynayan FB ve GS için var. Bu ikisinden biri şampiyon olacak. Ligde ölüm kalım mücadelesi veren Anadolu takımları ise bunları şampiyon yapmak için dolgu malzemesi olarak kullanılacak.

Yazık değil mi bin bir emek ve çaba ile kıt kanaat kadro ve bütçe imkanlarıyla bu ligde ter döken Anadolu takımlarına. Gerçi gücün adaletinin geçerli olduğu bu ülkede futbolda da iki güçlü takım korunuyormuş. Bizim için ne gam ne keder. Anadolu takımları küme düşüyormuş, birinci ligi boyluyormuş, asansör takımı gibi düşüp düşüp çıkıyor ve bu iki kulübe hizmet ediyormuş... Kimin umurunda? Feda olsun tüm Anadolu takımları FB ve GS için. Varlıkları bu iki takıma armağan olsun.

Merak ettiğim, bariz bir şekilde bu iki takımı koruyan hakemlerimiz halkın arasına nasıl çıkabiliyor? Bu hakemliği hala nasıl yürütebiliyorlar?

Şampiyonluğa oynayan takımlar kendi sahalarında bile en alt sırada olan takıma karşı ölüp ölüp diriliyor, son anda hakemin koruyup kollamasıyla galip geldiklerine nasıl sevinebiliyorlar? Bu hali pürmelal ile şampiyon olduklarına içleri nasıl rahat edecek?

Görünen o ki şampiyonluğa oynayan takımların hakemler tarafından kollanmasına, Futbol Federasyonu yetkilileri de göz yumuyor. Federasyon da bu şampiyon adayı takımlara hizmet için var.

 Olup biten komediye siyaset kurumu da bir şey demiyor.

Hasılı her alanda sınıfta kaldığımız yetmediği gibi futbol alanında da adalet dağıtamıyoruz. Küçük Anadolu takımlarını eziyoruz durmadan.

Diğer alanları geçtim. Bir oyundan ibaret futbol oyununda bari adaleti sağlayalım, oyun oynamayalım, ayak yapmayalım diyeceğim ama hiçbir alanda yüz ağartmayan bu ülke niçin futbolda yüz ağartsın? Sonra futbolun ayrıcalığı nedir, değil mi? Biz yedisinde ne isek yetmişinde de oyuz. Diğer alanlarda ne isek futbolda da oyuz. Nerede bir ayak var. Maalesef biz o ayağız.

İnan ben olsam ligden çekilirim. Üç büyükler! Kendi aranızda körler, sağırlar, birbirinizi ağırlayın. Maç da sizin olsun, şampiyonluk da. Kendiniz çalın, kendiniz oynayın derim. Başka da bir çözüm göremiyorum.

10 Mart 2024 Pazar

İki Sendrom Birden

Moralin bozuk. Hayırdır? Üstelik gerginsin.

Yok bir şey.

Yok bir şey demişsen var bir şey. Haydi söyle.

Sebebini ben de bilmiyorum.

Nasıl bilmezsin sebebini? İçini yokla.

Tarifsiz bir moral bozukluğu bendeki.

Atlatmaya çalış. Pazarın keyfini çıkar.

Deniyorum ama olmuyor. Her pazar bu pazar moralli olayım diyorum. Olmuyor.

Allah Allah!

Ben de hayret ettim.

Doktora gittin mi?

Ağrım yok, sızım yok. Ne diyeceğim doktora? Sonra doktor ne desin bana?

Yahu sendeki bu tatil sonrası sendrom olmasın.

Pazartesi sendromu hep vardı da bu pazar daha fazla hissediyorum.

Şimdi anladım.

Nedir?

Sen şu anda iki sendromu birlikte yaşıyorsun.

Abartma! O kadar da değil.

Abarttığım yok. İki pazartesi sendromu hem de. Biri tatil sonrası ilk iş günü yani pazartesi sendromu. Öbürü de ramazan pazartesi başladığı için ramazanın ilk günü sendromu. Yani iki pazartesi sendromunu yoğun bir şekilde hissediyorsun.

Ama ne zamandır bu mübarek ayı bekliyordum.

Beklenir beklenmeye de iş başa düştü mü alışıncaya kadar bunun psikolojisini çekersin.

Ama ben oruçta hiç açlık ve susuzluk çekmiyorum.

Tamam da sen onu gel nefsine anlat.

Ne zamana kadar sürer bu?

İlk iş gününü ve orucun ilk gününü atlatıncaya kadar. Sonrası Allah kerim.

Hayırlı ramazanlar!

Hayırlı ramazanlar!