Ana içeriğe atla

Siyasetçi ile Devlet Adamı Arasındaki Fark

Milli Eğitim Eski Bakanlarından Hasan Ali Yücel'e atfedilen şu sözü takdirlerinize sunuyorum: "Siyaset adamları bir sonraki seçimi, devlet adamları bir sonraki nesli düşünürler."

Bu söz Sayın Yücel'e mi ait yoksa bir başkasına mı ait diye sanal alemde bir arama yapınca, bu sözün sahibinin Arthur Charles Clarke ait olduğu ortaya çıkıyor "Bir siyasetçi gelecek seçimi, bir devlet adamı ise gelecek kuşağı düşünür".

Şimdi arkamıza yaslanıp bu sözün doğruluğunu irdeleyelim ve Türkiye siyasetinde söz sahibi olup da devlet yönetenlerden kaç tanesi bir sonraki seçimi kaç tanesi de gelecek nesli düşünmüştür? Değerlendirme yaparken yukarıdaki sözü kıstas kabul edelim. Bakalım kaçı seçim kazanmak kaçı da ülkenin gelecek kuşaklarına yaşanabilir bir ülke bırakmak için çaba sarf etmiştir? Siyasi mülahazalardan uzak bir şekilde ve ön yargısız gelmiş geçmiş siyasileri gözümüzün önüne bir getirelim.

Sizi bilmem ama ben bu sözden hareketle herhangi bir siyasi ismine yer vermeden bir değerlendirmede bulunacağım. 

Eğer bir siyasi ülke, halk ve gelecek neslin menfaatine bir karar alıp da siyasi hayatına mal olmuşsa bilelim ki bu kişi devlet adamıdır. Ülkenin âli menfaatini kendi ikbaline tercih etmiştir ve kubbede hoş bir seda bırakmıştır. Bu ülkeye yaptıklarından dolayı saygıyı, rahmet ve minneti hak etmiştir. 

Eğer bir siyasi, ülke menfaatine olan bir kararı uyguladığım takdirde seçim kaybederim deyip çözüm bekleyen sorunu halının altına süpürmüşse,

Ülkenin zararına olduğunu bile bile eğer bir siyasetçi, seçimi kazanmak için daha önce yapmam dediklerini seçime giderken yapıyorsa,

Seçim öncesi seçim ekonomisi uyguluyorsa,

Devletin tüm imkanlarını, maddi ve manevi gücünü seçimlerde seferber ediyorsa, 

Yıllardır kronik hale gelmiş enflasyon ve hayat pahalılığına bir çözüm bulmuyorsa,

Sosyal Güvenlik Kurumu ile oynayıp emeklilik yaşını düşürüyor ve erken emekliliğe kapı açıyorsa, 

Türk parasının yabancı para karşısında pul olmasına tedbir almıyor ve seyirci kalıyorsa, 

Gayri safi milli hasılanın vatandaşlar arasında adil dağılımı için çaba sarf etmiyor, sosyal adalet dengesinin zengin lehine açılmasına yol açıyorsa, 

Olgular üzerinden siyaset yerine algı siyaseti yapıyorsa, 

Ortodoks ekonomi yerine heteradoks ekonomiyi tercih ediyorsa, 

Tüm imkan ve güç elinde olmasına rağmen ekonomi yangınını söndürmediği gibi yangına körükle gidiyorsa...

Bilin ki devlet adamı değildir. Sadece kendi, çevresi ve siyasi ikbali için çalışan bir siyasetçidir. Bu şekil siyaset yapan ise devletin tüm imkanlarıyla ihya olur, yükünü tutar ve bir gün çeker gider. Geriye bir yığın yük bırakır. Ne kadar şöhret sahibi olursa olsun kubbede hoş bir seda bırakmaz.

Devlet adamını da seçmen seçer, siyasetçiyi de. Karar seçmenindir. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde