13 Mart 2024 Çarşamba

Yüzü Soğuk İbadet

İbadet, kulun Allah'a inanmasının ve teslimiyetinin bir göstergesidir. 

Kulun Allah ile iletişim halidir. 

Kulun sorumluluğunu yerine getirmesi ve ev ödevini yapmasıdır.

İbadetlerin her biri insana ağır gelir. Çünkü insan nefsi boyun eğmeye değil, isyan etmeye meyillidir. O yüzden ibadetler kolay gibi gelse de insan için zordur.

İbadetlerin en zoru da oruç ibadetidir. Yüzü soğuktur bir defa orucun. Niye yüzü soğuk olmasın. Fecir vaktinden akşam gün batımına kadar yemeyeceksin, içmeyeceksin demektir bunun adı. 

Bir öğün yemek geçirince içi dışına çıkan insanın, saatlerce yeme ve içmeden uzak kalması nefse en büyük eziyettir. Bu yönüyle oruç, bir nefis terbiyesidir ve sözün eyleme geçtiği sağlam bir irade beyanıdır ve büyük sabır ister. 

Bu kadar vakit yemeden, içmeden kesilmesi insanı öldürmez. Ki bugüne kadar acından kim ölmüş. 

Kişi yeme ve içmeye dayansa bile bu kadar süre yemeden içmeden kesilmesi kişiyi psikolojik yönden çökertir. 

Açlık ve susuzluğu kafasından atamayınca haliyle kişi kendini işine veremez. 

İşi ağırsa zaten vücut kaldırmaz. İşi hafif ise vakit bitmek bilmez. 

O yüzden oruç başlı başına bir sınavdır. Bir aylık uzun bir maratondur.

Sözünü pratiğe dönüştüren kişi güçlü bir iradeye sahip demektir. Nefsini dizginlemiş demektir. Bu yüzden iradesiyle ne kadar övünse azdır.

Oruç gibi zor bir sınavı, herhangi bir mazeret üretmeden verebilen bir insan için başarının sınırı yoktur. Oruç sınavını başarıyla geçiren azmederse hayatın her alanında başarılı olur. Tek yapacağı, ben bunu yaparım diyerek kendisine güvenmesidir. Gerisi Allah kerimdir.

Oruç tutarken oruçlunun işini savsaklamaması ve aksatmaması gerekir. Tutulan oruç efor düşüklüğüne ve verim kaybına yol açıyorsa, bu yapılan bir işi yaparken diğerini ihmal etmek demektir ki bu durum oruçluya yakışmaz. Çünkü asıl olan işidir. Hiçbir ibadetin işini aksatmaması lazım.

Siyasetçi ile Devlet Adamı Arasındaki Fark

Milli Eğitim Eski Bakanlarından Hasan Ali Yücel'e atfedilen şu sözü takdirlerinize sunuyorum: "Siyaset adamları bir sonraki seçimi, devlet adamları bir sonraki nesli düşünürler."

Bu söz Sayın Yücel'e mi ait yoksa bir başkasına mı ait diye sanal alemde bir arama yapınca, bu sözün sahibinin Arthur Charles Clarke ait olduğu ortaya çıkıyor "Bir siyasetçi gelecek seçimi, bir devlet adamı ise gelecek kuşağı düşünür".

Şimdi arkamıza yaslanıp bu sözün doğruluğunu irdeleyelim ve Türkiye siyasetinde söz sahibi olup da devlet yönetenlerden kaç tanesi bir sonraki seçimi kaç tanesi de gelecek nesli düşünmüştür? Değerlendirme yaparken yukarıdaki sözü kıstas kabul edelim. Bakalım kaçı seçim kazanmak kaçı da ülkenin gelecek kuşaklarına yaşanabilir bir ülke bırakmak için çaba sarf etmiştir? Siyasi mülahazalardan uzak bir şekilde ve ön yargısız gelmiş geçmiş siyasileri gözümüzün önüne bir getirelim.

Sizi bilmem ama ben bu sözden hareketle herhangi bir siyasi ismine yer vermeden bir değerlendirmede bulunacağım. 

Eğer bir siyasi ülke, halk ve gelecek neslin menfaatine bir karar alıp da siyasi hayatına mal olmuşsa bilelim ki bu kişi devlet adamıdır. Ülkenin âli menfaatini kendi ikbaline tercih etmiştir ve kubbede hoş bir seda bırakmıştır. Bu ülkeye yaptıklarından dolayı saygıyı, rahmet ve minneti hak etmiştir. 

Eğer bir siyasi, ülke menfaatine olan bir kararı uyguladığım takdirde seçim kaybederim deyip çözüm bekleyen sorunu halının altına süpürmüşse,

Ülkenin zararına olduğunu bile bile eğer bir siyasetçi, seçimi kazanmak için daha önce yapmam dediklerini seçime giderken yapıyorsa,

Seçim öncesi seçim ekonomisi uyguluyorsa,

Devletin tüm imkanlarını, maddi ve manevi gücünü seçimlerde seferber ediyorsa, 

Yıllardır kronik hale gelmiş enflasyon ve hayat pahalılığına bir çözüm bulmuyorsa,

Sosyal Güvenlik Kurumu ile oynayıp emeklilik yaşını düşürüyor ve erken emekliliğe kapı açıyorsa, 

Türk parasının yabancı para karşısında pul olmasına tedbir almıyor ve seyirci kalıyorsa, 

Gayri safi milli hasılanın vatandaşlar arasında adil dağılımı için çaba sarf etmiyor, sosyal adalet dengesinin zengin lehine açılmasına yol açıyorsa, 

Olgular üzerinden siyaset yerine algı siyaseti yapıyorsa, 

Ortodoks ekonomi yerine heteradoks ekonomiyi tercih ediyorsa, 

Tüm imkan ve güç elinde olmasına rağmen ekonomi yangınını söndürmediği gibi yangına körükle gidiyorsa...

Bilin ki devlet adamı değildir. Sadece kendi, çevresi ve siyasi ikbali için çalışan bir siyasetçidir. Bu şekil siyaset yapan ise devletin tüm imkanlarıyla ihya olur, yükünü tutar ve bir gün çeker gider. Geriye bir yığın yük bırakır. Ne kadar şöhret sahibi olursa olsun kubbede hoş bir seda bırakmaz.

Devlet adamını da seçmen seçer, siyasetçiyi de. Karar seçmenindir. 

11 Mart 2024 Pazartesi

Mazeret Üretenlere Gelsin!

“Oruç o yıl (H. 2.yılında) Müslümanlara ilk defa farz olmuş. Aylardan ağustos.

Çok heyecanlı hepsi, çünkü Müslümanlar bu ibadeti ilk defa uyguluyor, ilk defa bu ibadet ile ruh restorasyonuna giriyorlar.

Orucun farz kılındığı sene Bedir için de cihat emri geliyor. İslam ordusu da toplanıp oruçlu olarak yola düşüyor.

Aylardan ağustos, yer Arabistan çölleri.

Öyle sıcak ki hava ayağın çöl kumunda 20 cm içeri giriyor, çıkarttığında yanmış buluyorsun ve bu halde 100 km yol gitmişsin.

Dilin damağına yapışmış, sahurda bir şey yememişsin. Su diye belki bir yudum içmişsin. Çöldesin. Kuyu yok, su yok.

Efendimiz nasıl zorlandıklarını görünce kıyamıyor: "İsterseniz iftar edin, siz seferisiniz" diyor.

Sahabe: "Ya Rasulallah bu bir mutlak emir midir yoksa bize bıraktığınız bir şey mi?" diye soruyor.

"Hayır" diyor efendimiz. "Bu bir emir değil, isterseniz yapabileceğiniz bir ruhsat."

"Efendim gittiğimiz yerde muhtemelen şehit olacağız, bırakın biz oruçlu olarak ölelim" diyerek oruçlarını bozmuyorlar.

Aylardan ağustos. Yer Arabistan Çölleri.

Gerçi bozsalar ne olacak?

Yanlarında en fazla 3 hurma var. Hatta bazıları akşam olunca hurmayı yemiyor sadece yalayabiliyor, öyle bir yokluk.

Yanlarında ne sodaları, ne limonataları, ne ayranları var.

Ama Ebu Cehil'in kafasına kılıç kaldıracak kadar motivasyonları ve sabırları yerinde.” (Alıntı.)

Müslümanların müşriklerle yaptığı ilk savaş budur. Bedir’de yapılmıştır. Tarihe Bedir Savaşı olarak geçmiştir.

Müşrikler 1000 kişi, Müslümanlar ise 300 kişi. Müşrikler Müslümanların üç katından fazla. Savaş teçhizatı yönünden de zayıftı Müslümanlar. Sadece savaşan tarafların sayısı bile savaşın orantısızlığını göstermeye yeter.

Bu savaş şimdiki savaşlar gibi tankla, tüfekle, uçakla yapılmamıştır. Omuz omuza, göğüs göğüse bir savaş. Yani tamamen beden gücüne dayalı bir savaş. Bu ise efor gerektirir.

Çöl sıcağında oruç oruç yapılan bu savaşın galibi Müslümanlar olmuştur.

Bu yazı; işim zor, sigara içemeyince işime kendimi veremiyorum, çabuk sinirlenip kalp kırıyorum mazeretlerinin arkasına sığınarak oruç tutmayanlara gelsin.

Ayak Oyunu Futbolumuz

Şu su götürmez bir gerçek ki şampiyonluğa oynayan, özellikle üç büyükler dediğimiz futbol kulüpleri klasman veya deplasmanda olsun, hakemlerimiz tarafından korunup kollanıyor.

Korunup kollanma ve destekleme yönünden bu üç takımı sıraya koyarsak; FB, GS ve BJK şeklinde bir koruma söz konusu. Bunların içinde belki de en az faydalanan takım BJK’dir. Aslan payı daima FB'nin olur.

FB ve GS yeter ki bir maçta zorlansın veya skor yönünden geriye düşsün. Maç böyle biter derken bir bakmışsın hakem devreye girer. Ben bitti demeden bu maç böyle bitmez diyerek skora ağırlığını koyuveriyor ve ne yapar ne eder, 90 artı da bir penaltı üretir. Sonra maç çözülüyor. Şu ana kadar hakemlerin tek yapmadığı, golü siz atamayacaksınız. İş başa düştü deyip topu alıp Anadolu takımlarına gol atmadıkları kaldı. Bunu da yapsalar da tiyatro tamamlansa...

Ligde hangisi şampiyon olur, bilinmez ama bu sezon bittiği zaman şampiyonluk kadar FB lehine 90 artıda hakem marifetiyle üretilen penaltılar konuşulacak.

Canlı yayında, o kadar seyirci ve ter döken futbolcular önünde, “var” kuralına rağmen bu trajedi devam ediyor. Bunun adına da futbol diyoruz.

Üç büyükler arasında içlerinde en mağduru Beşiktaş’ı bir kenara koyarsak, Süper Lig her yıl şampiyonluğa oynayan FB ve GS için var. Bu ikisinden biri şampiyon olacak. Ligde ölüm kalım mücadelesi veren Anadolu takımları ise bunları şampiyon yapmak için dolgu malzemesi olarak kullanılacak.

Yazık değil mi bin bir emek ve çaba ile kıt kanaat kadro ve bütçe imkanlarıyla bu ligde ter döken Anadolu takımlarına. Gerçi gücün adaletinin geçerli olduğu bu ülkede futbolda da iki güçlü takım korunuyormuş. Bizim için ne gam ne keder. Anadolu takımları küme düşüyormuş, birinci ligi boyluyormuş, asansör takımı gibi düşüp düşüp çıkıyor ve bu iki kulübe hizmet ediyormuş... Kimin umurunda? Feda olsun tüm Anadolu takımları FB ve GS için. Varlıkları bu iki takıma armağan olsun.

Merak ettiğim, bariz bir şekilde bu iki takımı koruyan hakemlerimiz halkın arasına nasıl çıkabiliyor? Bu hakemliği hala nasıl yürütebiliyorlar?

Şampiyonluğa oynayan takımlar kendi sahalarında bile en alt sırada olan takıma karşı ölüp ölüp diriliyor, son anda hakemin koruyup kollamasıyla galip geldiklerine nasıl sevinebiliyorlar? Bu hali pürmelal ile şampiyon olduklarına içleri nasıl rahat edecek?

Görünen o ki şampiyonluğa oynayan takımların hakemler tarafından kollanmasına, Futbol Federasyonu yetkilileri de göz yumuyor. Federasyon da bu şampiyon adayı takımlara hizmet için var.

 Olup biten komediye siyaset kurumu da bir şey demiyor.

Hasılı her alanda sınıfta kaldığımız yetmediği gibi futbol alanında da adalet dağıtamıyoruz. Küçük Anadolu takımlarını eziyoruz durmadan.

Diğer alanları geçtim. Bir oyundan ibaret futbol oyununda bari adaleti sağlayalım, oyun oynamayalım, ayak yapmayalım diyeceğim ama hiçbir alanda yüz ağartmayan bu ülke niçin futbolda yüz ağartsın? Sonra futbolun ayrıcalığı nedir, değil mi? Biz yedisinde ne isek yetmişinde de oyuz. Diğer alanlarda ne isek futbolda da oyuz. Nerede bir ayak var. Maalesef biz o ayağız.

İnan ben olsam ligden çekilirim. Üç büyükler! Kendi aranızda körler, sağırlar, birbirinizi ağırlayın. Maç da sizin olsun, şampiyonluk da. Kendiniz çalın, kendiniz oynayın derim. Başka da bir çözüm göremiyorum.

10 Mart 2024 Pazar

İki Sendrom Birden

Moralin bozuk. Hayırdır? Üstelik gerginsin.

Yok bir şey.

Yok bir şey demişsen var bir şey. Haydi söyle.

Sebebini ben de bilmiyorum.

Nasıl bilmezsin sebebini? İçini yokla.

Tarifsiz bir moral bozukluğu bendeki.

Atlatmaya çalış. Pazarın keyfini çıkar.

Deniyorum ama olmuyor. Her pazar bu pazar moralli olayım diyorum. Olmuyor.

Allah Allah!

Ben de hayret ettim.

Doktora gittin mi?

Ağrım yok, sızım yok. Ne diyeceğim doktora? Sonra doktor ne desin bana?

Yahu sendeki bu tatil sonrası sendrom olmasın.

Pazartesi sendromu hep vardı da bu pazar daha fazla hissediyorum.

Şimdi anladım.

Nedir?

Sen şu anda iki sendromu birlikte yaşıyorsun.

Abartma! O kadar da değil.

Abarttığım yok. İki pazartesi sendromu hem de. Biri tatil sonrası ilk iş günü yani pazartesi sendromu. Öbürü de ramazan pazartesi başladığı için ramazanın ilk günü sendromu. Yani iki pazartesi sendromunu yoğun bir şekilde hissediyorsun.

Ama ne zamandır bu mübarek ayı bekliyordum.

Beklenir beklenmeye de iş başa düştü mü alışıncaya kadar bunun psikolojisini çekersin.

Ama ben oruçta hiç açlık ve susuzluk çekmiyorum.

Tamam da sen onu gel nefsine anlat.

Ne zamana kadar sürer bu?

İlk iş gününü ve orucun ilk gününü atlatıncaya kadar. Sonrası Allah kerim.

Hayırlı ramazanlar!

Hayırlı ramazanlar!

9 Mart 2024 Cumartesi

Siyasi Partiler ve Futbol Kulüplerimiz

Türkiye, siyasi parti yönünden çok zengin. İrili, ufaklı, tabanı olsun veya olmasın, aynı yelpazeye hitabeden çeşit çeşit partiler var.

Öyle parti isimleri var ki böyle bir partiden çoğunluğun haberi bile yok.

Çoğu partiler tabela partisi. Seçime bile katılmıyor. Bir siyasi parti seçime de katılmıyorsa niçin kurulur? Kuruldu. Seçime katılmadığı halde niçin kapatılmaz?

Bazıları her seçime giriyor. Binde 1 bile oy alamıyor. Olmuyor deyip çekilmiyor.

Tabanı olan partiler her seçime giriyor. Ya yerinde sayıyor ya hafif oyunu artırıyor ya da mevcut oyunu koruyamayıp geri düşüyor.

İster tabanı olsun ister tabela partisi olsun, başarılı olsun veya olmasın, partilerin başında partiyi kuran kişi partinin genel başkanı oluyor. Nedense başarısızlık durumunda -bir iki parti dışında- genel başkan değiştirme yoluna gidilmiyor. Adeta demirbaş olarak partinin başında durmaya devam ediyor. Gören de babasının özel mülkü sanır.

Diyelim ki tabela partileri çeşitlilik olsun diye duruyor. Parti tek kişiden ibaret olunca lider değişimini ihtiyaç görmüyor. İktidar olma hedefi koyan ve istediği hedefi yakalayamadığı ve başarısız olduğunu girdiği her seçim göstermesine rağmen partinin genel başkanı niçin koltuğunu bırakma yoluna gitmiyor? Partinin delegeleri hala bu başarısız genel başkan dursun diye nasıl oy verir? Başarısız olduğu halde partinin genel başkanlığını bırakma iradesi ortaya koymayanların yoksa iradelerin kendi ellerinde değil mi? Oyun kurucular istediği için mi o koltuğu işgal etmeye devam ediyor?

Hasılı partiler üzerinden ülkenin siyasi görünümü böyle. Ülke yönetimi gibi ciddi bir işe soyunanların, izahı mümkün olmayan bu başarısızlıkları gerçekten izaha muhtaç. Başarısızlıkları tescillenmiş, ülkeye verebileceği bir şey olmayan bu tür siyasi aktörlerin sayısız başarısızlıklarına rağmen niçin değişikliğe gidilmez? Bu tür başarısız siyasi partiler ve liderleri futbol kulüplerini de mi örnek almazlar? Ciddi paraların döndüğü, bir oyundan ibaret olan profesyonel futbol liginde bile başarısız teknik direktörün işine son verilir. Takım, puan sıralamasında yukarı yükseltebileceğine inanılan bir başka teknik direktöre teslim edilir.

Aşağıda, Süper Ligimizdeki teknik direktör değişikliğine bir bakalım.

Sezon          Kulüp Sayısı            Değişiklik Sayısı

2023-2024        16                             26  

2022-2023        17                             20

2021-2022        15                             24

2020-2021        17                             36

İstatistiklere baktığımızda, 20 takımın olduğu ligde 3-5 kulüp dışında kulüpler sezon içinde teknik adam değişikliğine gitmiş. Bazı kulüpler birden fazla değişiklik yapmış. Sezon sona ermeden bu takımlar niçin teknik ekip değişikliğine gitmiş? Herhalde başarılı teknik ekip değil, kulübün koyduğu başarı çıtasından uzak kalan teknik direktörler değiştirilmiş olmalı. Değilse keyfi teknik ekip değişikliğine niçin gidilsin? Özellikle küme düşecek kulüpler hoca değişikliğine gidiyor. Amaç, kümede kalmak. Hoca değişikliğine gidilmesinde acaba taze kan ile ligde kalabilir miyiz çırpınışı bu. Aynı şekilde hoca değişikliğine giden bu kulüpler ara transfer döneminde yeni futbolcu transfer yoluna gidiyor ya da kiralık futbolcu alıyor. Takıma takviye yapıyor.

Sahi  seyir zevki ve bir oyundan ibaret olan futbolda başarı için teknik direktör değişikliğine gidiliyor, takviye için yeni futbolcular alınıyorsa, ülke yönetimi diyebileceğimiz daha ciddi bir konuda başarısızlık durumu ayan beyan ortada iken niçin genel başkan ve ekip değişikliğine gidilmez? Bu durumu anlayan varsa beri gelsin. Zira çok ihtiyacım var.

7 Mart 2024 Perşembe

Namaz Üzerinden Firmalara İtibar Suikastı mı Yapılıyor?

Uzun yol seferleri hem şoför hem yolcular için zorluktur, meşakkattir. Aynı zamanda gidilecek yere kazasız, belasız ve başa herhangi bir sıkıntı gelmeden zamanında ulaşmak ve zamanla yarışmaktır. Varılacak yere ne önce ne de sonra varmak değil, zamanında ulaşmaktır. 

Yolcular her zaman aynı uzun yolu tepmez ama şoförler aynı yolların sürekli müdavimidir.

Yol uzun olduğu için sürekli oturulduğundan, ayaklar karıncalanmaya başlar. Yolcu yeri geldiği zaman ayağa kalkar, sağa-sola döner, ayaklarını oynatır, oturak müsait ise ayağını uzatır, gerekirse bacak bacak üstüne atar. Uykusu gelince yatak kadar rahat olmasa da vurur kafayı, derin bir uyku çeker. Yolu uykuya tutturduğundan yolun ne zaman bittiğini bile bilemez.

Aynı uzun yolu şoför de çeker. Üstelik arkasındaki 45 yolcunun da sorumluluğu var. Ayağı karıncalansa da beli ağrısa da şoför oturuşunu değiştiremez. Uzun ince yolu gittikçe uykusu gelse de gözlerini yumamaz. İstediği yerde istediği kadar durup soluklanamaz. Çünkü firması tarafından ne zaman, nerede, ne kadar mola vereceği ve hangi otogara ne zaman gireceği de bellidir. O yüzden yolcunun emniyeti kadar dakik olma gibi sorumluluğu var şoförün. Belki de zamanında giremediği otogardan yediği cezayı da kendisi ödeyecektir.

Şoför ve muavin zaman zaman yolcuların istek, dert ve sıkıntılarına da muhatap olurlar. Yavaş gitmesine, hızlı sürmesine karışan yolcu çıkar. Hiç olmadık yerde mola isteyen yolcular da çıkar.

Burada uzun yolu ve sıkıntılarını anlatacak değilim. Zaman zaman şoför ve bazı yolcular arasında ortaya çıkan bir meseleye değineceğim. Bu da namaz molası. Karşılıklı anlayış içerisinde çözülmesi gereken bu konu, zaman zaman sosyal medyaya düşüyor. Bir şoförün yaptığı fevri bir hareket tüm firmaya mal edilerek bazı paylaşımcılar tarafından firmalar hedef gösteriliyor. Bir ara da işçilerine cuma molası vermeyen bir halı firması hedef gösterilmişti. İşin iç yüzünü bilmiyoruz. Çünkü iki tarafı da dinleme imkanımız yok. Bir paylaşımcının yönlendirmesiyle firmayı asıp kesiyoruz. Adeta firmayı batırmaya ant içiyor ve itibar suikastı yapıyoruz.

Meseleyi fazla uzatmadan uzun yol seyahatlerinde zaman zaman ortaya çıkan namaz gerilimine geleyim. En son güncel namaz olayı İzmir-Eskişehir arası seyahat eden bir firmaya ait. Sosyal medyada paylaşılan kısa videoya göre molada namaza gittikleri için şoför tarafından otobüsten indirilen bir yolcunun videosu paylaşılıyor. Firmanın ve şoförün herhangi bir beyanı var mı diye sanal alemde arama yaptım. Firmanın Web sitesine baktım. Herhangi bir açıklamaya rastlamadım. Öncesinde ne oldu bilmiyorum ama molada namaz kıldığı veya namaza gittiği için hiçbir şoförün yolcuyu otobüsten indireceğine asla ihtimal vermiyorum. Belli ki videodan önce namaza giden yolcunun, diğer yolcuları beklettiği için bir gerilim yaşanmış. Sonrasında kızgınlıkla söylenen sözler videoya alınmış. Garibime giden, bu hengamede çözüme katkı olmayacağı biline biline bu tartışmanın videoya alınması. Belli ki birileri firmaya itibar suikastı yapmaya karar vermiş olmalı ki o tartışma esnasında videoya alma aklına gelmiş. 

Geçmişte değişik firmalarla o kadar yolculuk yaptım. Her yolculukta namazlarımı kıldım. Yolculuk esnasında hiç namaz gerilimi yaşamadım. Mola yerine kadar namaz özellikle sabah namazı vakti geçecekse şoförden talepte bulunduğumuzda mola yeri olmayan bir petrol istasyonunda veya bir cami önünde duran şoförlere şahit oldum. 20 veya 30 dakika yeme, içme ve ihtiyaç molası verildiği zaman öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı birlikte eda ettim. Yani cem yaptım. Her vakit için ayrı ayrı talepte bulunmadım. Bazen ikindiyi öğle vaktinde bazen öğleyi ikindi vaktinde bazen akşamı yatsı bazen de yatsıyı akşam vaktinde birleştirdim.

Kaç dakika mola verilmişse ihtiyaçlarımı ona göre ayarladım. Bugüne kadar da kimseyi hiç bekletmedim. Eğer bir molada yeme ve içmeye vakit ayırınca namaza vakit kalmazsa önceliğim namaz olmuştur. Gerekirse yiyip içmedim.

İzmir-Eskişehir seferi esnasında mola yerindeki namaz gerilimine gelirsek, paylaşımlarda gerilimi tırmandıran detaya yer verilmemiş. Detaya yer verilmediği için ancak yorum yapabiliriz. Belli ki namaza giden yolcular mola süresine riayet etmemiş. Yemişler, içmişler, vakit dolduktan sonra namaza gitmişler. Yolcular beklesin demişler. Bunları bekleyen şoför de menziline yetişmek için dokuz doğurmuş.

Bizim bazı yolcuların hesaba katmadığı bir şey var. Yolculuklarda namaz molası diye bir mola çeşidi yok. Adı moladır. Bu molanın içine yiyip, içme, tuvalet, alışveriş ve namaz girer. Yolculara düşen bu ihtiyaçlarını mola süresine göre ayarlamaktır. Hepsini yerine getirmeye vakit yetmezse ya anadan ya yardan vazgeçecekler. Yeme içmeden vakit kalmazsa abdestini alıp gerekirse oturağında namazını eda edecektir. Gerekirse sabah namazı dışındaki namazları usulüne uygun cem yapacaktır. Ben namazımı sünnetleriyle birlikte ağır ağır ve muntazam kılacağım diyen olursa o zaman bu kişiler özel otosuyla yolculuk yapacak, istediği yerde namaz molası verip gerekirse kaza namazı ve nafile namaz da kılabilir. Bu durumda bunlara kim, ne diyebilir? Unutmayalım ki yolcuyu bekletmek, molayı uzatmak vebaldir, kul hakkıdır. Canımızı emanet ettiğimiz şoförü germemek gibi bir görevimiz var. Çünkü şoförün gerilmesi demek kazaya davetiye çıkarmak demektir. Buna da hakkımız yoktur.

Ne olur kılacağımız namazı memleket meselesi haline getirmeyelim. Kişiye ve şoföre özel problemleri namaz üzerinden firmalara itibar suikastı yapmayalım.