11 Mart 2024 Pazartesi

Mazeret Üretenlere Gelsin!

“Oruç o yıl (H. 2.yılında) Müslümanlara ilk defa farz olmuş. Aylardan ağustos.

Çok heyecanlı hepsi, çünkü Müslümanlar bu ibadeti ilk defa uyguluyor, ilk defa bu ibadet ile ruh restorasyonuna giriyorlar.

Orucun farz kılındığı sene Bedir için de cihat emri geliyor. İslam ordusu da toplanıp oruçlu olarak yola düşüyor.

Aylardan ağustos, yer Arabistan çölleri.

Öyle sıcak ki hava ayağın çöl kumunda 20 cm içeri giriyor, çıkarttığında yanmış buluyorsun ve bu halde 100 km yol gitmişsin.

Dilin damağına yapışmış, sahurda bir şey yememişsin. Su diye belki bir yudum içmişsin. Çöldesin. Kuyu yok, su yok.

Efendimiz nasıl zorlandıklarını görünce kıyamıyor: "İsterseniz iftar edin, siz seferisiniz" diyor.

Sahabe: "Ya Rasulallah bu bir mutlak emir midir yoksa bize bıraktığınız bir şey mi?" diye soruyor.

"Hayır" diyor efendimiz. "Bu bir emir değil, isterseniz yapabileceğiniz bir ruhsat."

"Efendim gittiğimiz yerde muhtemelen şehit olacağız, bırakın biz oruçlu olarak ölelim" diyerek oruçlarını bozmuyorlar.

Aylardan ağustos. Yer Arabistan Çölleri.

Gerçi bozsalar ne olacak?

Yanlarında en fazla 3 hurma var. Hatta bazıları akşam olunca hurmayı yemiyor sadece yalayabiliyor, öyle bir yokluk.

Yanlarında ne sodaları, ne limonataları, ne ayranları var.

Ama Ebu Cehil'in kafasına kılıç kaldıracak kadar motivasyonları ve sabırları yerinde.” (Alıntı.)

Müslümanların müşriklerle yaptığı ilk savaş budur. Bedir’de yapılmıştır. Tarihe Bedir Savaşı olarak geçmiştir.

Müşrikler 1000 kişi, Müslümanlar ise 300 kişi. Müşrikler Müslümanların üç katından fazla. Savaş teçhizatı yönünden de zayıftı Müslümanlar. Sadece savaşan tarafların sayısı bile savaşın orantısızlığını göstermeye yeter.

Bu savaş şimdiki savaşlar gibi tankla, tüfekle, uçakla yapılmamıştır. Omuz omuza, göğüs göğüse bir savaş. Yani tamamen beden gücüne dayalı bir savaş. Bu ise efor gerektirir.

Çöl sıcağında oruç oruç yapılan bu savaşın galibi Müslümanlar olmuştur.

Bu yazı; işim zor, sigara içemeyince işime kendimi veremiyorum, çabuk sinirlenip kalp kırıyorum mazeretlerinin arkasına sığınarak oruç tutmayanlara gelsin.

Ayak Oyunu Futbolumuz

Şu su götürmez bir gerçek ki şampiyonluğa oynayan, özellikle üç büyükler dediğimiz futbol kulüpleri klasman veya deplasmanda olsun, hakemlerimiz tarafından korunup kollanıyor.

Korunup kollanma ve destekleme yönünden bu üç takımı sıraya koyarsak; FB, GS ve BJK şeklinde bir koruma söz konusu. Bunların içinde belki de en az faydalanan takım BJK’dir. Aslan payı daima FB'nin olur.

FB ve GS yeter ki bir maçta zorlansın veya skor yönünden geriye düşsün. Maç böyle biter derken bir bakmışsın hakem devreye girer. Ben bitti demeden bu maç böyle bitmez diyerek skora ağırlığını koyuveriyor ve ne yapar ne eder, 90 artı da bir penaltı üretir. Sonra maç çözülüyor. Şu ana kadar hakemlerin tek yapmadığı, golü siz atamayacaksınız. İş başa düştü deyip topu alıp Anadolu takımlarına gol atmadıkları kaldı. Bunu da yapsalar da tiyatro tamamlansa...

Ligde hangisi şampiyon olur, bilinmez ama bu sezon bittiği zaman şampiyonluk kadar FB lehine 90 artıda hakem marifetiyle üretilen penaltılar konuşulacak.

Canlı yayında, o kadar seyirci ve ter döken futbolcular önünde, “var” kuralına rağmen bu trajedi devam ediyor. Bunun adına da futbol diyoruz.

Üç büyükler arasında içlerinde en mağduru Beşiktaş’ı bir kenara koyarsak, Süper Lig her yıl şampiyonluğa oynayan FB ve GS için var. Bu ikisinden biri şampiyon olacak. Ligde ölüm kalım mücadelesi veren Anadolu takımları ise bunları şampiyon yapmak için dolgu malzemesi olarak kullanılacak.

Yazık değil mi bin bir emek ve çaba ile kıt kanaat kadro ve bütçe imkanlarıyla bu ligde ter döken Anadolu takımlarına. Gerçi gücün adaletinin geçerli olduğu bu ülkede futbolda da iki güçlü takım korunuyormuş. Bizim için ne gam ne keder. Anadolu takımları küme düşüyormuş, birinci ligi boyluyormuş, asansör takımı gibi düşüp düşüp çıkıyor ve bu iki kulübe hizmet ediyormuş... Kimin umurunda? Feda olsun tüm Anadolu takımları FB ve GS için. Varlıkları bu iki takıma armağan olsun.

Merak ettiğim, bariz bir şekilde bu iki takımı koruyan hakemlerimiz halkın arasına nasıl çıkabiliyor? Bu hakemliği hala nasıl yürütebiliyorlar?

Şampiyonluğa oynayan takımlar kendi sahalarında bile en alt sırada olan takıma karşı ölüp ölüp diriliyor, son anda hakemin koruyup kollamasıyla galip geldiklerine nasıl sevinebiliyorlar? Bu hali pürmelal ile şampiyon olduklarına içleri nasıl rahat edecek?

Görünen o ki şampiyonluğa oynayan takımların hakemler tarafından kollanmasına, Futbol Federasyonu yetkilileri de göz yumuyor. Federasyon da bu şampiyon adayı takımlara hizmet için var.

 Olup biten komediye siyaset kurumu da bir şey demiyor.

Hasılı her alanda sınıfta kaldığımız yetmediği gibi futbol alanında da adalet dağıtamıyoruz. Küçük Anadolu takımlarını eziyoruz durmadan.

Diğer alanları geçtim. Bir oyundan ibaret futbol oyununda bari adaleti sağlayalım, oyun oynamayalım, ayak yapmayalım diyeceğim ama hiçbir alanda yüz ağartmayan bu ülke niçin futbolda yüz ağartsın? Sonra futbolun ayrıcalığı nedir, değil mi? Biz yedisinde ne isek yetmişinde de oyuz. Diğer alanlarda ne isek futbolda da oyuz. Nerede bir ayak var. Maalesef biz o ayağız.

İnan ben olsam ligden çekilirim. Üç büyükler! Kendi aranızda körler, sağırlar, birbirinizi ağırlayın. Maç da sizin olsun, şampiyonluk da. Kendiniz çalın, kendiniz oynayın derim. Başka da bir çözüm göremiyorum.

10 Mart 2024 Pazar

İki Sendrom Birden

Moralin bozuk. Hayırdır? Üstelik gerginsin.

Yok bir şey.

Yok bir şey demişsen var bir şey. Haydi söyle.

Sebebini ben de bilmiyorum.

Nasıl bilmezsin sebebini? İçini yokla.

Tarifsiz bir moral bozukluğu bendeki.

Atlatmaya çalış. Pazarın keyfini çıkar.

Deniyorum ama olmuyor. Her pazar bu pazar moralli olayım diyorum. Olmuyor.

Allah Allah!

Ben de hayret ettim.

Doktora gittin mi?

Ağrım yok, sızım yok. Ne diyeceğim doktora? Sonra doktor ne desin bana?

Yahu sendeki bu tatil sonrası sendrom olmasın.

Pazartesi sendromu hep vardı da bu pazar daha fazla hissediyorum.

Şimdi anladım.

Nedir?

Sen şu anda iki sendromu birlikte yaşıyorsun.

Abartma! O kadar da değil.

Abarttığım yok. İki pazartesi sendromu hem de. Biri tatil sonrası ilk iş günü yani pazartesi sendromu. Öbürü de ramazan pazartesi başladığı için ramazanın ilk günü sendromu. Yani iki pazartesi sendromunu yoğun bir şekilde hissediyorsun.

Ama ne zamandır bu mübarek ayı bekliyordum.

Beklenir beklenmeye de iş başa düştü mü alışıncaya kadar bunun psikolojisini çekersin.

Ama ben oruçta hiç açlık ve susuzluk çekmiyorum.

Tamam da sen onu gel nefsine anlat.

Ne zamana kadar sürer bu?

İlk iş gününü ve orucun ilk gününü atlatıncaya kadar. Sonrası Allah kerim.

Hayırlı ramazanlar!

Hayırlı ramazanlar!

9 Mart 2024 Cumartesi

Siyasi Partiler ve Futbol Kulüplerimiz

Türkiye, siyasi parti yönünden çok zengin. İrili, ufaklı, tabanı olsun veya olmasın, aynı yelpazeye hitabeden çeşit çeşit partiler var.

Öyle parti isimleri var ki böyle bir partiden çoğunluğun haberi bile yok.

Çoğu partiler tabela partisi. Seçime bile katılmıyor. Bir siyasi parti seçime de katılmıyorsa niçin kurulur? Kuruldu. Seçime katılmadığı halde niçin kapatılmaz?

Bazıları her seçime giriyor. Binde 1 bile oy alamıyor. Olmuyor deyip çekilmiyor.

Tabanı olan partiler her seçime giriyor. Ya yerinde sayıyor ya hafif oyunu artırıyor ya da mevcut oyunu koruyamayıp geri düşüyor.

İster tabanı olsun ister tabela partisi olsun, başarılı olsun veya olmasın, partilerin başında partiyi kuran kişi partinin genel başkanı oluyor. Nedense başarısızlık durumunda -bir iki parti dışında- genel başkan değiştirme yoluna gidilmiyor. Adeta demirbaş olarak partinin başında durmaya devam ediyor. Gören de babasının özel mülkü sanır.

Diyelim ki tabela partileri çeşitlilik olsun diye duruyor. Parti tek kişiden ibaret olunca lider değişimini ihtiyaç görmüyor. İktidar olma hedefi koyan ve istediği hedefi yakalayamadığı ve başarısız olduğunu girdiği her seçim göstermesine rağmen partinin genel başkanı niçin koltuğunu bırakma yoluna gitmiyor? Partinin delegeleri hala bu başarısız genel başkan dursun diye nasıl oy verir? Başarısız olduğu halde partinin genel başkanlığını bırakma iradesi ortaya koymayanların yoksa iradelerin kendi ellerinde değil mi? Oyun kurucular istediği için mi o koltuğu işgal etmeye devam ediyor?

Hasılı partiler üzerinden ülkenin siyasi görünümü böyle. Ülke yönetimi gibi ciddi bir işe soyunanların, izahı mümkün olmayan bu başarısızlıkları gerçekten izaha muhtaç. Başarısızlıkları tescillenmiş, ülkeye verebileceği bir şey olmayan bu tür siyasi aktörlerin sayısız başarısızlıklarına rağmen niçin değişikliğe gidilmez? Bu tür başarısız siyasi partiler ve liderleri futbol kulüplerini de mi örnek almazlar? Ciddi paraların döndüğü, bir oyundan ibaret olan profesyonel futbol liginde bile başarısız teknik direktörün işine son verilir. Takım, puan sıralamasında yukarı yükseltebileceğine inanılan bir başka teknik direktöre teslim edilir.

Aşağıda, Süper Ligimizdeki teknik direktör değişikliğine bir bakalım.

Sezon          Kulüp Sayısı            Değişiklik Sayısı

2023-2024        16                             26  

2022-2023        17                             20

2021-2022        15                             24

2020-2021        17                             36

İstatistiklere baktığımızda, 20 takımın olduğu ligde 3-5 kulüp dışında kulüpler sezon içinde teknik adam değişikliğine gitmiş. Bazı kulüpler birden fazla değişiklik yapmış. Sezon sona ermeden bu takımlar niçin teknik ekip değişikliğine gitmiş? Herhalde başarılı teknik ekip değil, kulübün koyduğu başarı çıtasından uzak kalan teknik direktörler değiştirilmiş olmalı. Değilse keyfi teknik ekip değişikliğine niçin gidilsin? Özellikle küme düşecek kulüpler hoca değişikliğine gidiyor. Amaç, kümede kalmak. Hoca değişikliğine gidilmesinde acaba taze kan ile ligde kalabilir miyiz çırpınışı bu. Aynı şekilde hoca değişikliğine giden bu kulüpler ara transfer döneminde yeni futbolcu transfer yoluna gidiyor ya da kiralık futbolcu alıyor. Takıma takviye yapıyor.

Sahi  seyir zevki ve bir oyundan ibaret olan futbolda başarı için teknik direktör değişikliğine gidiliyor, takviye için yeni futbolcular alınıyorsa, ülke yönetimi diyebileceğimiz daha ciddi bir konuda başarısızlık durumu ayan beyan ortada iken niçin genel başkan ve ekip değişikliğine gidilmez? Bu durumu anlayan varsa beri gelsin. Zira çok ihtiyacım var.

7 Mart 2024 Perşembe

Namaz Üzerinden Firmalara İtibar Suikastı mı Yapılıyor?

Uzun yol seferleri hem şoför hem yolcular için zorluktur, meşakkattir. Aynı zamanda gidilecek yere kazasız, belasız ve başa herhangi bir sıkıntı gelmeden zamanında ulaşmak ve zamanla yarışmaktır. Varılacak yere ne önce ne de sonra varmak değil, zamanında ulaşmaktır. 

Yolcular her zaman aynı uzun yolu tepmez ama şoförler aynı yolların sürekli müdavimidir.

Yol uzun olduğu için sürekli oturulduğundan, ayaklar karıncalanmaya başlar. Yolcu yeri geldiği zaman ayağa kalkar, sağa-sola döner, ayaklarını oynatır, oturak müsait ise ayağını uzatır, gerekirse bacak bacak üstüne atar. Uykusu gelince yatak kadar rahat olmasa da vurur kafayı, derin bir uyku çeker. Yolu uykuya tutturduğundan yolun ne zaman bittiğini bile bilemez.

Aynı uzun yolu şoför de çeker. Üstelik arkasındaki 45 yolcunun da sorumluluğu var. Ayağı karıncalansa da beli ağrısa da şoför oturuşunu değiştiremez. Uzun ince yolu gittikçe uykusu gelse de gözlerini yumamaz. İstediği yerde istediği kadar durup soluklanamaz. Çünkü firması tarafından ne zaman, nerede, ne kadar mola vereceği ve hangi otogara ne zaman gireceği de bellidir. O yüzden yolcunun emniyeti kadar dakik olma gibi sorumluluğu var şoförün. Belki de zamanında giremediği otogardan yediği cezayı da kendisi ödeyecektir.

Şoför ve muavin zaman zaman yolcuların istek, dert ve sıkıntılarına da muhatap olurlar. Yavaş gitmesine, hızlı sürmesine karışan yolcu çıkar. Hiç olmadık yerde mola isteyen yolcular da çıkar.

Burada uzun yolu ve sıkıntılarını anlatacak değilim. Zaman zaman şoför ve bazı yolcular arasında ortaya çıkan bir meseleye değineceğim. Bu da namaz molası. Karşılıklı anlayış içerisinde çözülmesi gereken bu konu, zaman zaman sosyal medyaya düşüyor. Bir şoförün yaptığı fevri bir hareket tüm firmaya mal edilerek bazı paylaşımcılar tarafından firmalar hedef gösteriliyor. Bir ara da işçilerine cuma molası vermeyen bir halı firması hedef gösterilmişti. İşin iç yüzünü bilmiyoruz. Çünkü iki tarafı da dinleme imkanımız yok. Bir paylaşımcının yönlendirmesiyle firmayı asıp kesiyoruz. Adeta firmayı batırmaya ant içiyor ve itibar suikastı yapıyoruz.

Meseleyi fazla uzatmadan uzun yol seyahatlerinde zaman zaman ortaya çıkan namaz gerilimine geleyim. En son güncel namaz olayı İzmir-Eskişehir arası seyahat eden bir firmaya ait. Sosyal medyada paylaşılan kısa videoya göre molada namaza gittikleri için şoför tarafından otobüsten indirilen bir yolcunun videosu paylaşılıyor. Firmanın ve şoförün herhangi bir beyanı var mı diye sanal alemde arama yaptım. Firmanın Web sitesine baktım. Herhangi bir açıklamaya rastlamadım. Öncesinde ne oldu bilmiyorum ama molada namaz kıldığı veya namaza gittiği için hiçbir şoförün yolcuyu otobüsten indireceğine asla ihtimal vermiyorum. Belli ki videodan önce namaza giden yolcunun, diğer yolcuları beklettiği için bir gerilim yaşanmış. Sonrasında kızgınlıkla söylenen sözler videoya alınmış. Garibime giden, bu hengamede çözüme katkı olmayacağı biline biline bu tartışmanın videoya alınması. Belli ki birileri firmaya itibar suikastı yapmaya karar vermiş olmalı ki o tartışma esnasında videoya alma aklına gelmiş. 

Geçmişte değişik firmalarla o kadar yolculuk yaptım. Her yolculukta namazlarımı kıldım. Yolculuk esnasında hiç namaz gerilimi yaşamadım. Mola yerine kadar namaz özellikle sabah namazı vakti geçecekse şoförden talepte bulunduğumuzda mola yeri olmayan bir petrol istasyonunda veya bir cami önünde duran şoförlere şahit oldum. 20 veya 30 dakika yeme, içme ve ihtiyaç molası verildiği zaman öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı birlikte eda ettim. Yani cem yaptım. Her vakit için ayrı ayrı talepte bulunmadım. Bazen ikindiyi öğle vaktinde bazen öğleyi ikindi vaktinde bazen akşamı yatsı bazen de yatsıyı akşam vaktinde birleştirdim.

Kaç dakika mola verilmişse ihtiyaçlarımı ona göre ayarladım. Bugüne kadar da kimseyi hiç bekletmedim. Eğer bir molada yeme ve içmeye vakit ayırınca namaza vakit kalmazsa önceliğim namaz olmuştur. Gerekirse yiyip içmedim.

İzmir-Eskişehir seferi esnasında mola yerindeki namaz gerilimine gelirsek, paylaşımlarda gerilimi tırmandıran detaya yer verilmemiş. Detaya yer verilmediği için ancak yorum yapabiliriz. Belli ki namaza giden yolcular mola süresine riayet etmemiş. Yemişler, içmişler, vakit dolduktan sonra namaza gitmişler. Yolcular beklesin demişler. Bunları bekleyen şoför de menziline yetişmek için dokuz doğurmuş.

Bizim bazı yolcuların hesaba katmadığı bir şey var. Yolculuklarda namaz molası diye bir mola çeşidi yok. Adı moladır. Bu molanın içine yiyip, içme, tuvalet, alışveriş ve namaz girer. Yolculara düşen bu ihtiyaçlarını mola süresine göre ayarlamaktır. Hepsini yerine getirmeye vakit yetmezse ya anadan ya yardan vazgeçecekler. Yeme içmeden vakit kalmazsa abdestini alıp gerekirse oturağında namazını eda edecektir. Gerekirse sabah namazı dışındaki namazları usulüne uygun cem yapacaktır. Ben namazımı sünnetleriyle birlikte ağır ağır ve muntazam kılacağım diyen olursa o zaman bu kişiler özel otosuyla yolculuk yapacak, istediği yerde namaz molası verip gerekirse kaza namazı ve nafile namaz da kılabilir. Bu durumda bunlara kim, ne diyebilir? Unutmayalım ki yolcuyu bekletmek, molayı uzatmak vebaldir, kul hakkıdır. Canımızı emanet ettiğimiz şoförü germemek gibi bir görevimiz var. Çünkü şoförün gerilmesi demek kazaya davetiye çıkarmak demektir. Buna da hakkımız yoktur.

Ne olur kılacağımız namazı memleket meselesi haline getirmeyelim. Kişiye ve şoföre özel problemleri namaz üzerinden firmalara itibar suikastı yapmayalım. 

Ne de Olsa Bizden Biri

Yanıma hış-mış geldi tanımadığım biri. Ne olacak bu memleketin hali dedi. 

Ne varmış memleketin halinde dedim. 

Herkes geçim derdine düştü. Kimse yarınını göremiyor. Fiyatların yanına zaten varılmıyor. Enflasyon zaten malum. TL ise hiç olmadığı kadar değer kaybetti. Seçim sonrası daha ne kadar kaybedeceğini kimse kestiremiyor. Biz böyle bir ülke değildik. Ne oldu bize dedi. Tepkisizlik zoruma gidiyor. Sahi insan niçin tepki göstermez? 

Gördüğüm kadarıyla dertlisin. Fakat alacağın yok. Hoş olsa da yapılacak bir şey yok. Battı balık yan gider. Bu ülkeyi düştüğü bu durumdan da kimse kurtaramaz. Sonra sen dert ediniyorsun bu ülkeyi ama çoğunluk halinden memnun. Dertlenenler de bu çözümsüz durumdan ve vurdumduymaz halden dolayı dertlenmez oldu. Herkes kabuğuna çekildi. Belki de içinden konuşuyor ama konuş konuş nafile olunca onu da bıraktı. Herkesin duası, yarının bu kötü günden daha kötü olmaması. Kazara konuşmak isteyen olunca karşında koca bir ordu sana karşı çıkıyor. 

Biz niçin böyle olduk?

Alternatifsizlik, tek kişiye sonsuz kredinin ve açık çekin verilmesi. Yapan da bizden olunca ortaya koca bir sessizlik ve tepkisizlik çıkıyor. 

Yapan bizden olunca ne demek? 

Bunu şöyle anlatayım. Türk filmlerinde köyden şehre gelmiş güzel mi güzel kız oyuncu olur. Şehirde yol bilmez yolak bilmez. Gideceği ve kalacağı yer yoktur. Ne yapacağını bilemez bir şekilde dolaşırken şehrin serserileri etrafını sarar. Kızı yakalayıp tecavüz edeceklerken kız imdat çığlığını basar. İmdada bizim iyilik meleği, kötülerin korkulu rüyası başrol oyuncumuz yetişir. Kötülerin elinden kızı kurtarır. 

Namusuna halel gelmeyen kızımız iyilik meleğine teşekkür ede ede bitiremez. Bizim oğlan tevazuu elden bırakmaz. Kim olsa aynısını yapar der. Ardından buralar tekin yerler değil. Bu vakitte burada ne aradığını sorar. Kız durumunu anlatır. Anlaşılır ki kızın gideceği yeri yoktur. 

Oyuncumuz kızı evine getirir. Karnını doyurur. Kıza odasını verir. Kendisi başka odaya geçer. Kız oğlanın yatağında mışıl mışıl uyur. 

Nereye varmak istiyorsun? 

Sabırlı ol biraz. 

Tamam. 

Bir gün böyle, iki gün böyle. Bazen ilk gün kız kendini oğlanın yatağında bulur. Belki de nikah kıyılmadan namus elden gider. 

Kötülerin tecavüze kalkışmasından farkı ne bunun? 

Çok fark var. Kötülerin tecavüze kalkışması gönülsüz, başrol oyuncusuna ise gönüllü. İlkine tepki gösterilir, ikinci ise rızaya dayalı. İlkine filmi izleyen seyirciler de tepki gösterir. O anda o kötüler seyircinin eline geçse bir kaşık suda boğarlar. Oğlanın yaptığını ise tüm seyirci alkışlar. 

Yani? 

Sözün özü, ülkeyi bu hale getiren bizim sonsuz kredi verdiğimiz kişidir. Gösterdiğimiz sevginin karşılığıdır bu. Böyle birine kendi ellerimizle kendimizi teslim etmişiz. Bizden biri ne de olsa. Tepkisizliğimiz bundan. Ekmeğimizi elimizden alsa ne olur, başka şeyler yapsa ne olur... Bizi kötülerden kurtardı ya. Yetmez mi bu? 

Kötülerin eline geçseydi ne olurdu? 

Filmden hareketle teşbihte hata olmasın, maazallah ırzımıza geçerlerdi ırzımıza. O yüzden halimize şükredelim. 

2 Mart 2024 Cumartesi

Evin Ergeni Nereden Nereye?

Gazetecilik önemli mesleklerden. Bir zamanlar yasama, yürütme ve yargı erklerinin ardından dördüncü kuvvet kabul edilirdi medya. Şimdilerde ise ilk onda yer bulamıyor.

Basının dördüncü kuvvet olması doğru muydu? Çok doğru değildi. Çünkü medya, hükümet indiren dördüncü kuvvet olmamalıydı ama şimdiki gibi de etkisiz eleman olmamalı.

Evet, basın, medya, gazeteci adına ne dersek diyelim, basın yerlerde sürünüyor.

Bir sektör veya meslek grubunun bu derece yerlerde sürünmesinin temelinde, medya patronlarının ve patronların gazete ve televizyonlarında çalışanların siyasetin emrine girmesi yatmaktadır. Adeta siyasi aktörlerin tetikçiliğini yapma görevini üstlendiklerine dair kamuoyunda yaygın bir kanaat var.

Günümüzde medya sektöründe farklı kişiler yer alsa da medya adeta tek elden yönetiliyor. O kadar çeşitli gazete ve televizyona rağmen farklı haber görmek mümkün değil. Hiç böylesini görmemiştim. Eskiden sektörde birden farklı patron olur, gazete ve televizyonlar farklı haber vermede yarışırlardı.

Araştırmacı gazetecilik diye bir şey vardı. Gazeteci iz sürer, yaptığı haberle gündem olurdu. Başta siyaset olmak üzere tüm sektörler gazetecilerden çekinirdi. Şimdi ise masa başı ve bir elden servis edilen haberlerle yetiniliyor. Kimse gazeteciden çekinmediği gibi gazeteciler ekmeğimden olurum korkusu yaşıyor.

Siyasilere soru soran, onları terleten gazeteci kalmadı. Gazetecilere soracağı sorular önceden verilir oldu.

Eskilerin eleştiren, araştıran, farklılığa imza atan, kamuoyunu bilgilendiren ve doğru haber veren gazetecilik tarihe karıştı. Adeta gazeteciler uslu çocuk oldu. Çoğu birer devlet memuru gibi görev yapıyor.

Eskiden de yalan yanlış ve yanlı haber olurdu ama küçük bir araştırmayla gerçek su yüzüne çıkardı. Gazeteciler arasında çıkar kavgası yaşanır, birbirlerini kıyasıya eleştirirlerdi. Bu atışmadan gerçekler su yüzüne çıkardı. Birçok yolsuzluklardan bu yol ile haberdar olunurdu.

Bazı siyasi partiler televizyonlara parti temsilcisi bile göndermiyor. Partisini anlatma görevini bazı gazeteciler yerine getiriyor. Gazeteci değil, partinin basın işlerinden sorumlu kişisi. Partiyi ve şcraatlarını onlar anlatıyor. Eleştirilere onlar cevap veriyor. Adeta trol. Partili gazeteci görmüştüm de parti adına çalışan gazeteci hiç görmemiştim.

Hasılı günümüzde gazeteciden değil, gazetecinin çekindiği bir durum söz konusu. Eskiden basının diline düşmeyelim endişesi yaşanırdı. Şimdi ise siyasetin, ülke gündeminin gerçekleri gazeteciler eliyle üstü örtülür oldu.

Eskiden çalıştığı gazetenin çıkarına aykırı olan gazetecinin görevine son verilir. Gazeteciye bir başka patron iş verir. Gazeteci işsiz kalmazdı. Şimdi ise dışlanan gazeteci neredeyse hiçbir yerde yazıp çizemez oldu.

Gazetecilik ve medya eskiden de yüz güldürmezdi ama bir güç idi. Şimdi ise gazeteler bir güce yaslanarak ayakta duruyor.

Hasılı gazetecilik ve medya hiç olmadığı kadar etkisiz ve itibar kaybına uğradı.

Halbuki benim bildiğim gazeteci aykırı olur, eleştiren, haksızlığa karşı çıkan olur. Tıpkı evin ergeni gibi. Evin ergeni, ailenin isyanlara oynayan çocuğu olur. Aile ondan çekinir, o ise kimseden ve hiçbir şeyden korkmazdı. Şimdinin gazeteciliği ise bırakın ergenlik dönemini, ergenliğini bile yaşayamıyor.