9 Kasım 2023 Perşembe

Boykot Geçmişim

Yaşım altmış olmuş. Bugün hala Yahudi mallarını boykot seferberliğini görünce, çocukluğuma gittim. 

15-16 yaşlarında bir çocuğum. Bakkala çorap almaya gittim. Bakkal -şimdilerde bu markada çorap var mı bilmiyorum- önüme Maydın çoraplarını koydu. Bu markayı almıyorum dedim. Niye dedi. Bu marka Yahudi markasıymış dedim. Hangisi Yahudi malı değil bilemedim ki dedi.

Maydın çorapları Yahudi malı mıydı bilmiyorum. Ta o zamandan biri kulağıma fısıldamıştı. Bu fısıltı bana kadar geldiğine göre fısıltı gazetesi tarafından herkese yayılmış olmalı. 

Aslında Maydın çoraplarını severdim. Kolay kolay eskimezdi. Sanırım naylon karışımı olmalı. O zamanlarda pamuk, yün benzeri çoraplar varsa da altı çabuk delindiği için tercih etmezdim. Benim için sağlıklı giymekten ziyade yıkanıp yıkanıp giyilecek ve eskimeyecek çorap bir numaraydı.

Çocukluğumda böyle idim. Ya 25'li yaşlarda nasılmışım bir bakalım. Beşli ya da dörtlü Hacı Şakir marka el sabunu aldım bir gün. Birkaç gün sonra bir arkadaştan duydum ki bu sabun Yahudilerinmiş. Beynimden vurulmuşa döndüm. Nasıl olur da bir Yahudi malını kullanır, onunla temizlenirdim. Bir de adı hem hacı hem de Şakir. Bizimle dalga geçer gibi böyle bir isim de vermişler. Sonra öğrendim ki yerli iken Yahudilere satılmış. Bir tanesini kullanmışım. Kaptığım gibi Çıkrıkçılar içine gittim. Sabunu aldığım dükkanı buldum. Adama dedim ki kardeşim, bir eksiğiyle şu sabunu al, onun fiyatını düş. Bana başka bir sabun ver. Çünkü Yahudi malıymış dedim. Sağ olsun adam bir başka markayla değiştiriverdi. 

*

30'lu yıllarda Güneydoğu'nun bir ilindeyim. Alışverişi büyük bir marketten yapardım. Bazen de evimin yakınındaki bir mini marketten alırdım. Aylık alır, yazdırır, ay başında öderdim. Market sahibi ne aldım ise aldıklarımı yazar, karşısına da fiyatlarını yazardı. Ben ise her alışverişim kaç lira tuttu ise onu not ederdim. Market sahibine birkaç defa aldıklarımı niye yazıp uğraşıyorsun, toplam fiyatını yazsan, işin daha kolay olur derdim. O da olsun hocam, biz böyle yapıyoruz derdi.

Her ay başında ödemeye vardığımda bendeki hesap ile marketin hesabı tutar, ödeşirdik. Bir böyle, üç böyle.

Bir ay yine borcumu ödemeye gittiğimde bendeki hesap ile marketin hesabı tutmadı. Yanlış hatırlamıyorsam, marketin hesabı benimkinden bir beş yüz bin lira fazla idi. Benim borcum şu kadar olmalı. Biraz fazla geldi dedim. Tekrar hesapladı. Aynı fazlalık çıktı. Şaşırdığımı görünce, defteri önüme uzattı. Hocam bir de sen bak dedi. Gerek yok. Neyse o dedim ise de deftere o değilden baktım. Gözüme Omomatik ile beş paket küp şeker ilişti. Bulmuştum yanlışı. Kardeş, ben daha bugüne kadar evime Omomatik sokmadım. Çünkü Yahudi malıdır. Onun yerine Bingomatik alırım. Ayrıca küp şeker de kullanmam. Bu iki ürün bana ait değil dedim. Marketçi baktı. Hocam, bu iki ürün çıktığında sizin hesap ile benim hesap tutuyor. Omo ve küp şeker alışveriş yazısı da kardeşimin yazısına benziyor. Siz sizdeki hesaba göre ödeme yapın, kardeşim gelince bir sorayım dedi. 

Ertesi günü markete ne oldu diye sormaya gittim. Hocam, kardeşime durumu anlattım. Kardeşim belediyede çalışan sizin bir adaşınız var. Onu aradı. Omo ile küp şekeri o almış. Kardeşim isim karışıklığı yapmış. Kusura bakmayın. Yanlışlık bizden dedi. Hesabımın tutmasına sevindim. Market sahibine, aldığım ürünleri yazmanızı gereksiz bulurdum. Yazmakla iyi yapmışsınız. Değilse bu yanlışlık ortaya çıkmazdı dedim. Teşekkür edip ayrıldım. 

Yolda giderken Yahudi malı diye eve bastırmadığım Omomatiğin bana bu faydası oldu. Yoksa paşa paşa fazladan bir beş yüz papel bayılacaktım. 

Sonraki yıllarda da kulaktan dolma Yahudi malı olduğunu duyduğum bir ürün varsa, kolay kolay almadım. Aldıysam da alternatifi veya aynı kalitede olmadığı için almışlığım vardır. 

45-50'li yaşlardan itibaren küçüklük ve gençlik yıllarımdaki hassasiyetim azalsa da yine devam etti. Sanırım kendi çapımda boykotumu Omo ile deldim. Çünkü beyazlar için eve Omo dışında başka bir deterjanı beğendiremedim. 

Ben böyle kendi çapımda param Yahudi’ye gitmesin hesabı yaptım. Özellikle kola vb. içeceklerden uzak durdum.

50'li yaşları geçince, eski hassasiyetim kalmadı. Yahudi ve yerli demeden kalite, marka ve fiyat tercihi yapmaya, hangi ürün iyiyse Müslüman, Yahudi malı demedim, almaya başladım. Kolaya karşı hala rezervim var. Karışımı nedir bilmiyorum, bir de bağımlılık yapıyor diye almam.

2013’lü yıllardan itibaren ülke çapında bol bol İsrail ürünlerine şimdilerde olduğu gibi toplu boykotlar oldu. Bu boykotlara çok katıldığımı söyleyemem. Hoş ne kadar katılsak da bu ürünler içimize işlemiş. Vazgeçilmez ürünler olmuş. Boykot listesine bakıyorum. Yok yok. Adamlar her alana hitap eden, kaliteyi yakalamış ürünleri bize kabul ettirmişler. Bizim ömrümüz onların ürünlerini ara ara boykot etmekle geçti. Biz yerimizde sayarken yani boykot işleriyle uğraşırken onların ürünleri tereklerimizde satılmaya devam ediyor, paraya para demiyorlar, zayıflayacakları yerde daha da güçleniyorlar. Biz ise aynı delikten tekrar tekrar girmeye devam ediyoruz.

Geldiğim nokta itibariyle İsrail’e ve ürünlerine ne kadar mesafeli olsam da bir hakkı teslim etmek lazım. Küçücük ülke ve bir avuç Yahudi, ürettiği ürünlerle dünya ticaretini elinde tutuyor. Çöl ülkede tohum üretip dünya tohum piyasasını bile elinde tutuyor desem, nasıl bir milletle karşı karşıya olduğumuz daha iyi anlaşılır. Biz sevmesek de onlar işini yapıyor ve çalışıyor. Allah da çalışana veriyor vesselam. Biz mi? Boykota devam. Bu arada boykot listelerinde niçin sigara, telefon ve araba markaları yok. Anlamış değilim.

Bu Yazıda Boykot Var!

Bugüne kadar ülke olarak en fazla ABD ve İsrail ile karşı karşıya geldik. Her defasında da elimizdeki ilk ve son kurşun olan boykot silahımızı sahaya sürdük. ABD ve İsrail mallarını çarşaf çarşaf yayımladık. Almayın, almayalım dedik. Ne kadar boykot ettiğimiz ürün varsa bugüne kadar hiçbiri batmadı, iflas bayrağını çekip, çekip gitmedi.

Bu son boykotla, farz edelim ki Yahudi ve Amerikan mallarına uyguladığımız boykot amacına ulaştı. Ülkemizde fabrikası olan firmalar üretimi durdurdu ve kepenk kapattı. Tazminatlarını vererek çalışanlarını işten çıkardı. Haydi, başınızın çaresine bakın dedi.

İşine son verilenler kim? ABD ve İsrail vatandaşı mı?

Yöneticileri dışında öyle zannediyorum, tüm çalışanlar bu ülkenin insanı. Adı Ali, Ahmet, Mehmet. Yani sen, ben, bizim oğlan.

Ya sonrası?

Binler, yüz binler belki de milyonlarca kişi bir anda işini kaybetti. Mevcut işsizler ordusuna yeni işsizler katıldı.

Bunlar nerede iş bulacaklar?

Bunlara kim iş verecek?

Piyasada çalışabilecekleri iş alanı varsa, hiç problem değil. Gider bir başka firmada çalışmaya devam ederler, evlerine ekmek götürürler.

Hepimiz, boykot uygulamaya kalktığımız ürünlerde çalışanlara iş verecek alternatif istihdam alanlarımızın olmadığını çok iyi biliyoruz.

İş veremediğimiz gibi her birinin elinden tutup gelin bizim evde kalın, ne pişerse birlikte yeriz de diyemeyeceğimize ve ceplerine harçlık koyamayacağımıza göre ne diye boykot da boykot diyoruz. İnanın, anlamış değilim.

Önü, arkası ve sonrası düşünülmeden bugüne kadar hiç amacına ulaşmayan boykot furyası, bekara avrat boşamak kolay sözünden başka bir şey değil.

Bir başka husus, ABD’yi bir tarafa bırakalım. İsrail malı diye servis edilen boykot listesine bir bakalım. Utanmıyor muyuz bu ürünleri yayımlamaktan. İnan ben bu listeyi görünce utanıyorum. Niye derseniz? İsrail dediğimiz devlet küçücük bir devlet. Hala devlet olamamış, kanla ve silah zoruyla devlet olmaya ve devlet kalmaya çalışıyor. Nüfusu da fazla yok. Bu ürünlere bakınca, toprağımız dışında tüm ürünleriyle İsrail, ülkemizi işgal etmiş durumda. Tüm ürünler de kalitesini ispatlamış, tereklerde görücüye çıkmış, albeni diyor.

Bizim Türk milleti olarak daha büyük bir toprakta daha çok nüfusuyla bu ürünleri aynı kalitede yapma imkanımız yok mu? Zeka bakımından onlardan daha mı gerideyiz? Niçin üretmedik bugüne kadar? Bugün tereklerde İsrail ürünlerinin yanına aynı kalitede  Türk malı konsa, hangi birimiz gidip İsrail ürününü alır? Ürettiğimiz kaç ürün bugün İsrail malları gibi her ülkede tedavülde?

Unutmayalım ki bugüne kadar uyguladığımız her boykotta bir İsrail ürününü aynı kalite ve markada üretmiş olsaydık, kendi ürünlerimiz İsrail mallarıyla rekabete girerdi. Rekabete dayanamayan İsrail firmaları da terki diyar ederdi.

Bunun yolu; çene yapmayı, sloganı, hamaseti, tembelliği, ucuza kaçmayı ve ezikliği bir tarafa bırakıp çalışmak ve üretmek için kolları sıvamaktır. Unutmayalım ki ürünleriyle rekabet edemeyen ülke, hayatın hiçbir alanında o ülkeyle boy ölçüşemez. Sadece boşa kürek çeker. Her defasında yenilen güreşçi güreşe doymaz misali yenilmeye müstahaktır.

Bir diğer husus, ülkeye yabancı sermaye girsin diye dokuz takla atarken, bizim yabancı sermayeyi tu kaka yapmamız ne yaman bir çelişki değil mi?

Hoş, çelişki ve çelişmek bizden bir parça olduğunu unutmuşum. Kusura kalmayın. İyi çelişmeler. 

Piyasaları Sükunete Davet Etmişliğim Var

Ne zaman bir koltuk boşalsa, oraya talip olan bir yazı yazmışlığım var. Şimdilerde yazmadığıma bakmayın. O işten anlayıp anlamadığım da önemli değil. Tek hedef yeter ki bir koltuğum olsun. İşte onlardan biri.  Sosyal medyada yazıp paylaşmışım. Seneyi devriyesinde anı olarak karşıma çıkınca, bloğumu kontrol ettim. Bu paylaşıma blokta yer vermediğimi gördüm. Üzerinden üç yıl geçmiş yazımı sanırım Hazine ve Maliye Bakanı sosyal medya üzerinden istifa ettiğinde yazmışım. Bakalım ne yazmışım:

“Piyasaları sükunete davet ediyorum.

Devlet nasıl ki sahipsiz değilse bakanlıklar da sahipsiz değildir. Biri/leri görevinden el çeker veya çektirilirse bu görevi yapacak bu ülkede nice isimsiz vatanseverler bilirim. Yeter ki siyasi irade, iradesini ortaya koysun ve "Bu devletin size ihtiyacı var" desin. 

Şayet böyle bir görev tevdi edilirse,

1.TÜFE ve TEFE her ayın üçünde eksi çıkar. En fazla sıfır olur.

2.Her türlü döviz işleri itina ile seyredilir. Seyretmek istemeyenler, TRT1'de biri bitmeden diğeri başlayan reklamsız dizilere yönlendirilir. Burada hem dizi izler hem hoşça vakit geçirir hem de kanalın sağ alt köşesinde döviz bilgisine yer verilmez. 

3.Şom ağızlı, felaket tellalı ve art niyetli birileri, "Döviz yükseliyor" derse böylelerine her türlü cevap repertuarımızda vardır: "Senin dövizle işin ne? Döviz borcun mu var? Maaşını dövizle mi alıyorsun?" gibi.

4.Anlamayıp, temcit pilavı gibi hala döviz yükseliyor denirse, "Bağımsız, milli bir ekonomi için dövizin yükselmesi iyidir. Niyetimiz ithalatı sıfırlamak" derim.

5. Yaptıklarıma, yapacaklarıma ve dediklerime benden başka kimse inanmayacak. Zira bir kişi inanırsa, bu kendimi ve geçmiş müktesebatımı inkar anlamına gelir.

6.Ekonomiyi sadece dövizin inmesi olarak görenlere  ve ısrarlı bir şekilde döviz insin diyenlere "Döviz benim elimde. İstersem indiririm" derim. Ardından görevi bırakarak çok istedikleri dövizi böylece indirmiş olurum. Gördüğünüz gibi gidişim dövizi de düşürecek. Sadece dövizle kalmayacak. Altın da tepetaklak olacak.

7. Görevi bırakırken döviz ne kadar düşerse düşsün, yine de dövizi en yüksek seviyeye çıkarmış bakan olarak tarihe geçerim ve kimse beni unutmaz.

Gördüğünüz gibi her soruna çözümüm var. Şundan emin olunuz ki selefimi mumla aradınız. Bu da sizin kulağınıza küpe olsun”.  09.11.2020 

8 Kasım 2023 Çarşamba

Bir Boykot Furyasıdır Gidiyor *

Sosyal medyada boykot paylaşımlarından geçilmiyor. Paylaşan paylaşana. Neleri boykot edeceğimiz listelerine de boy boy yer veriliyor. Öyle bir hava oluşturuyorlar ki bu ürünlere boykot yapsak, tüm sorunlarımız bitecek. İsrail Gazze’de yenilecek.

Bu tür paylaşımları hayret ve ibretle izliyorum. Kimse kusura bakmasın, bu boykot furyası beyhude çabadan başka bir şey değil, aynı zamanda acizliğin bir göstergesi. Faydası olmayan, arkası düşünülmeyen, sadra şifa olmayan belki de zararı olacak paylaşımlardır bunlar.

Boykot yapılan ürünler dışarıdan ithal gelse, ithalatı durdurursun. Almadığın ürün de o ülkenin elinde kalır. Ülkede olmadığı için kimse alamaz. Boykot da böylece hedefine ulaşmış olur.

Liste liste yayımlanan İsrail ve ABD ürünlerinin hepsi bildiğim kadarıyla bu ülkede üretiliyor. Bunlar çok uluslu şirketler. Sadece bu ülkede değil, hemen hemen her ülkede varlar. Bunlara dış sermaye diyebiliriz. Ekonomik sıkıntıda olan ülkemiz de yabancı sermaye gelsin de sıkıntıdan kurtulsak diye adeta ülke ülke geziyor.

Diyelim ki bu ülkede üretilen ürünleri boykot ettik. Alıcısı olmadığı için zarar eden firma ülkemizdeki fabrikasını kapatma kararı aldı. Çalışanlar ne olacak? Fabrika kapatıldığı için işçilerin işine son verilecek. Çünkü her birinde binlerce çalışan ve evine ekmek götüren var. Kim bu çalışanlar? Yahudi ve Amerikan olmadığını, hepsinin bu ülkenin insanı olduğunu hepimiz adımız gibi biliyoruz.

Merak ediyorum, boykot uyguladığımız ülkenin firması iflas edince ya da sermayesini başka ülkeye kaydırınca bu ülkedeki çalışanlarının işine son verdiğinde, boykota öncülük yapanlar ve boykota katılanlar aramıza yeni katılan bu işsizler ordusuna iş verebilecekler mi? Fabrikanız kapatılırsa, işiniz hazır diyebiliyor muyuz? Ya da bu işsizler ordusu yeni iş buluncaya kadar bu boykotçu taifesi ekmeğini bu işsizlerle paylaşacak mı? Gel kardeşim, evim evin, aşım aşın diyebilecek mi?

Her İsrail, ABD, Fransa vb. ülkelerle gerilim yaşandığında maalesef elimizdeki tek sermaye onların mallarına boykot uygulamaktır. Temcit pilavı gibi bu boykot önümüze düşer. Daha doğrusu bir el servis eder. Bugüne kadar bu boykotlardan dolayı batan bir firma görmedim. Hiçbiri aman şu boykotu kaldırın, öldük bittik deyip tamam siz haklısınız demedi. Bildiğim kadarıyla üst perdeden Fransız mallarını boykottan dolayı İstanbul’da faaliyette bulunan bir Fransız firması şubesini kapattı. Haliyle çıkış verilen işçilere iş veremedik. Ama problem değil bizim için.

Bence boykot yaparken saman alevi gibi bu işe kalkışılırken bu işin önü ve arkası düşünülmeli. Devlet bir taraftan yabancı sermaye gelsin diye kendini paralasın. Bizim insanımız bu firmalarda iş bulabilmek için çaba sarf etsin. Biz de bizden ürken, bizden kaçan yabancı sermaye başka ülkeye kaçar, insanımız da işsiz kalır demeden boykota kalkıyoruz.

İnanın, boykota verdiğimiz eforun onda birini boykot yaptığımız ülkelerin ürünlerinin emsalini, aynısını kendi öz mahsulümüz olarak üretmeye versek olmaz mı? Üstelik kötü komşu mal sahibi yapar atasözünü de çok iyi biliyoruz. Ama kim üretecek? Boşa kürek çekmek varken o ürünleri aynı kalitede üretmek neyimize bizim. Kendimiz üretirsek, yarın bu ülkelerle mücadele etmek için neyi boykot edeceğiz değil mi? Benimki de laf işte.

Hoş, bir siyasimiz kızdığı için öp öz yerli bir zincir markete bile bu milletin çoğu boykot uyguladı. Değil ki yabancı sermayeye uygulamasın. Sonu ne olur, bu ülkeye pahalıya patlarmış, hiç önemli değil bizim için. Zira boykot boykottur. Yeter ki kalabalığa uyalım. Bunun için uydum kalabalığa demek yeterli.

*10/11/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır

Bir Kesimin Uğraşı

Hayata ve dünyaya dair söyleyecekleri bir ve yeni şeyi olmayan, yaşadıkları çağı okuyamayan, hayatı kendilerinden ibaret sanan, kendilerini bu hayatın merkezine koyan bir kesim var.

Hayata hep din çerçevesinden bakarlar. Baktıkları din değişmez ise de dini bakış açıları da değişmez. Çünkü bu kesime göre dine ve topluma dair söylenmesi gereken her şey geçmişte söylenip bitmiştir. Bu aşamadan sonra bunlara düşen, geçmiş müktesebatı aktarmak ve bugüne uyarlamak. Sorunlara dair yeni çözüm önerileri yoktur. Yeni bakış açısına ihtiyaç yoktur.

Dini çağlara hitap etsin düşüncesiyle dini konularda yeni bakış açısı getirenleri yerin dibine batırırlar, linç ederler. Mürtet ve sapıklıkla itham ederler, sevenlerine hedef gösterirler. Farklı görüşe asla tahammülleri yoktur.

Günümüz ekonomi, sosyal, kültürel, siyasi ve hukuk sorunlarının temelinde İslam'ı yaşamadığımız ve İslam ahkamının uygulanmaması olduğuna bağlarlar. Bu hükümler uygulansa yeryüzünde adalet hakim olur.

Zayıfken alttan alırlar, güçlüyken buyurgan olurlar. En büyük korkuları gücün altlarından kayıp gitmesidir. 

Aralarında hep Kur'an yeter, hadislere gerek yok/Hadisler olmazsa Kur'an anlaşılamaz şeklinde tartışma yaparlar.

Dini namaza indirgediler dense yeridir. Çünkü tüm konuşmaları, uyguladıkları projeler namaz üzerinedir. Özellikle sabah namazı üzerine proje yaparlar. Belli yaş grubuna belli bir süre sabah namazı etkinliğine katılma şartı getirerek yerine getirenlere bisiklet hediye ederler. Sürenin bitiminde bisikleti kapan bir daha cami, cemaat ve sabah namazında görünmez. Bu durum bilinmesin rağmen bu projeyi her yıl tedavüle sokarlar.

Kendi oy verip savundukları partinin dışında başka partilere yönelenlere iyi gözle bakmazlar. Savundukları görüşün iktidarda kalması için durmadan korku pompalarlar. Onlar geçmişte şunu yaptı, bunu yaptı, ellerine fırsat geçerse neler yapmazlar neler. Çünkü din düşmanı bunlar derler.

Başımıza gelenleri, ilerleyemeyişimizi ve üretemeyişimizi hep dış güçlere bağlarlar. Bizim olmamızı istemeyen düşmanlarımız çok. Değilse, bizi kimse tutamaz düşüncesindeler. Bugün ekonomideki kötü durumumuzun sebebi bile dış güçlerdir.

Geçmişle övünmeyi, hamaset ve sloganı çok severler.

Din daima kendi tekellerindedir. Başkası dini ağzına alsa ayıplarlar. Başkasının dini bir gafını yıllar yılı her platformda kullanırlar. Kendileri nassı, dince kutsal sayılan değerleri tepe tepe kullanırlar. Kah nas derler kah vazgeçerler. Nasılsa bu dinin sahibi onlar. Bu yapılan da hiç olmadı deseler, hiç gam yemeyeceğim.

Mücahitliği, samimiyeti, dürüstlüğü kimseye vermezler. Tek yaptıkları, kızdıkları ülkenin mallarına boykot uygulamak.

Sosyal medya paylaşımlarının çoğu kendi mahsulleri değil. Başkasının hazırlayıp servis ettiğini paylaşmaktan öte bir fikir ve görüş ortaya koymazlar vs.

Bir Şeyi Gözden Düşürmenin Yolu

Bir şeylerin içini boşaltmanın, önemsiz ve değersizleştirmenin, batırmanın, ayağa düşürmenin, o şeyin kalite ve niteliğini düşürmenin yolu için çok bir şey yapmaya gerek yok. Yapılacak iş, ihtiyaç veya değil, o şeyden bol bol açmaktır. Açılması gereken şeyi sevmekle veya nefret etmekle bir ilgisi yoktur. Hoş, aşırı sevmekle aşırı nefret etmek aynı kapıya çıksa da aşırı nefret o şeyin değerini koruduğu gibi belki de yükseltir. Çünkü aşırı nefrette kenetlenme, sahiplenme ve sahip çıkma söz konusudur. Aşırı sevgide ise o şeyin içini boşaltmak söz konusudur. Denebilir ki aşırı sevginin verdiği zarar, aşırı nefretin verdiği zarardan daha çoktur. O yüzden bir şeyin içini boşaltmayı göze alanlar, bu işi aşırı seven ya da aşırı sever görünen eliyle yerine getirir. Buna, şeytanın kişiye sağdan yaklaşması diyebiliriz. Şeytan soldan yaklaşsa, kişi tedbirini alır, kendini korur. Sağdan yaklaşan şeytan ise iyilik meleği gibi göründüğü için kişiyi alt etmesi daha kolaydır. 

Ne demek istediğimi anlatmak için örnekler vereceğim. Mesela, 

Bir zaman terzilik mesleği revaçta idi. Hem temiz iş hem de parası iyi diye birçok aile çocuğunu bir terzinin yanına çırak olarak verirdi. Bir terzinin üç beş tane bu şekil çırak ve kalfası olurdu. Bunların her biri usta oldu. Ustasının yanına terzi dükkanı açtı. Sıra sıra dükkanlar terzi dükkanı oldu. Bu şekil dükkan açanların çoğu sinek avladı, pek iş yapamadı. Bunda konfeksiyonculuğun ön plana çıkması da etkili oldu ama esas sorun terzi fazlalığı idi. Çünkü normalin ötesinde terzi vardı. Bazı bölgelerde adeta yer gök terzi idi. Terzilik ayakaltına düşünce, çoğu dükkanını kapattı, konfeksiyonda çalıştı ya da sigortalı bir işe girerek sanayide işçi oldu. Çoğunluk terzilikten kaçınca kenar ve köşede az sayıda terzi kaldı. Bu terziler şimdi iyi iş yapıyor. Terzilik yeniden gözde meslek oldu. 

Bir örnek de okul türüne verelim. İmam hatip okulları bu ülkenin bir gerçeği idi. Her il ve ilçede birer tane İHL vardı. Çoğu küçük ilçede bu okul yoktu. İlçesinde okul olmayanlar bu okullarda okumak için gerekirse yurtta kalmayı tercih ederdi. Çocuğunu bu okullara veren aileler hem dinini diyanetini öğrensin hem de üniversitelerin iyi bir bölümünü kazansın isterdi. Bu okulları tercih edenlerin çoğu bilinçli ailelerdi. İl ve ilçede sayısı fazla olmadığı için pek dikkat de çekmezdi. Mezunlarının çoğu üniversitelerin iyi bölümlerini kazanırdı. Bu okul türlerinin açılmasına devlet pek sıcak bakmazdı. O yüzden çoğu okul binaları vatandaşın yardımlarıyla yapılırdı. 

İHL'ler çoğu hükümetler zamanında üvey evlat muamelesi görse de çoğu illerdeki İHL'lerin yakaladığı kalite ve mezunlarının geldiği yer göz doldurdu. İHL'lerin bu gidişi 28 Şubat süreciyle birlikte meslek liselerine katsayı engeli getirilmek suretiyle meslek liselerinin önü kesilmek istendi. Öğrencilerinin gözde bölümlere gitmesi engellendi. 

Katsayı engelinin kaldırılmasıyla, meslek liselerine uygulanan bu ayrımcılık kaldırıldı. Uzun süre bu katsayı engeliyle bu okullar ölüme ve yokluğa terk edildiği için katsayı kaldırıldıktan sonra bu okullar uzun süre kendine gelemedi. Eski kalite yakalanamadı. Öncelik bu okullar eskisi gibi yine aranan okullar olması için kaliteyi yükseltmek gerekirken 4+4+4 sistemiyle birlikte özellikle İHL enflasyonu yaşandı. Mevcutlara ya yenisi yapıldı ya da mevcut okullardan İHL’ye dönüştürüldü. Artık bu okulları da devlet yapar oldu. Okullar arasındaki özlük ve üveylik kaldırıldı. Hatta İHO ve İHL’ler öz evlat muamelesi görmeye başladı. İHL ile de yetinilmedi. İmam hatip ortaokulları da aynı hızla bolca açıldı. Çoğu il ve ilçelerde birbirine yakın o kadar İHO ve İHL var ki bu kadarına da ihtiyaç var mıydı dedirtir noktaya geldi. Yetmedi kız ve erkek İHL’ler açtık. Çoğunu proje okullara dönüştürdük. Hafız İHO ve İHL’ler açtık.

Geldiğimiz nokta itibariyle ihtiyaç ve vatandaş istiyor denerek gerekli ve gereksiz açılan onca İHO, İHL ve proje kapsamındaki okulların çoğu bekleneni veremedi. İstenen ve beklenen kalite az sayıdaki okul dışında yakalanamadı. Bazıları öğrenci yokluğu gerekçesiyle kapatılmak ya da başka bir okul türüne dönüştürülmek zorunda kaldı.

Aslında İHO ve İHL’ler normalin ötesinde açılmayarak bu okulların diğer okullar gibi olması sağlanabilir. Mevcut İHO ve İHL’ler kaliteyi yakaladıkça yerine yenileri açılabilirdi.

Tüm bu olup bitenlerden göze batacak şekilde bolca açılan bu okullara iyilik mi yapıldı, kötülük mü? Öyle görünüyor ki bu okullara kötülük yapıldı. Bu da sevenleri ya da sever görünenler eliyle oldu.

Verdiğim bu iki örnek dışında doğru dürüst öğrencisi olmadığı halde Kur’an kursu açılması, cemaati olmayan yerlere cami yapılması, aşağı yukarı her hafta muhtelif cami ve Kur’an kurslarına camilerde para toplanması, kendi seyrinde devam eden hafızlığın abartılması vb. durumlar sessiz çoğunluğun dikkatinden kaçmıyor. Mesele dini olunca kimse sesini çıkaramıyor.

Kimsenin niyetini sorgulamak değil niyetim. Sonuçları itibariyle bakıldığı zaman her şeyin aşırısı da zarar, azı da. Bir şeyi aşırı abartmak o şeyin içini boşaltıyor vesselam.

5 Kasım 2023 Pazar

İktidarın En Büyük Payandasıydı *

Partisinin genel başkanı, hakkında çıkan kaset skandalının ardından istifa edince partisine 2010 yılında genel başkan oldu.

2023 yılında Cumhurbaşkanı adayı oluncaya kadar hem milletvekili hem de partisinin genel başkanlığını yürüttü.

Bu zaman zarfında 2023 yılında yapılan kurultay hariç partisinin genel başkanlığını hep kazandı. 

2019 mahalli seçimlerinde, partisinin kazandığı Ankara ve İstanbul belediyesi dışında 2010 yılından 2023 yılına kadar ana muhalefet genel başkanı olarak girdiği tüm yerel ve genel seçimleri kaybetti.

İktidarın ve destekçilerinin biz bu seçimi kaybettik havasına girdikleri 2023 Cumhurbaşkanlığı ve vekil seçimini bile kaybetme başarısını gösterebildi. 

Her seçimi, Ekmelettin İhsanoğlu'nu çatı aday göstermesi gibi bir maceraydı. 2023 seçimlerinde kendisini aday göstertmesi de hakeza. Oy karşılığı olmayan partileri yanına alması, onlara bol bol vekil kontenjanı vermesi, kazanamayacağı halde kendisini aday göstertmesi için birer rüşvet olduğu anlaşıldığında atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmişti.

İyi bir hesap adamıydı. Başkasını kazanacağım diye kendi partilisini küstürdü. Ava giderken hep avlandı. Pirince giderken evdeki bulgurdan oldu hep. Hesaptan anladığı da bu imiş.

Yüzde 25 oy aldı her defasında. Mutlu azınlık olarak Mecliste hep boy gösterdi. 

Ne umut oldu ne umut verdi ne de benimle olmuyor diyerek koltuğu boşalttı. 

İktidara karşı yerel ve genel hep kaybetmesine rağmen koltuğunda kalma başarısı gösteren genel başkan olarak tarihe geçeceği muhakkak. 

Genel başkanlığı kaybetmesine en fazla üzülen kesim iktidar ve iktidarın destekçileri olacak. Çünkü sayesinde iktidar hiç değişmedi. Tıpkı kendi genel başkanlığı değişmediği gibi. 

Koltuğu devrettiği yeni genel başkan ne derece başarılı olur, şimdiden bir şey denmez ama kendisi, 13 yıl boyunca iktidarın en büyük payandası idi. İktidar çarkının önemli bir ayağı idi. Sayesinde iktidar hep kazandı, kaybedeceği seçimi bile kazandı. O yüzden sayesinde hep iktidar olan iktidar ve destekçileri kendisini çok arayacak.

13 yıldır hiçbir faniye nasip olmayacak şekilde 13 seçim kaybederek genel başkanlığı koruyan kişi olarak tarihe geçti.

Atatürk gelse onu koltuğundan edemez. Çünkü delege yapısı belli deniyordu. Atatürk’e gerek kalmadı. Kendi seçtiği genel başkan yardımcısı kendisini genel başkanlıktan etti.

Bu aşamadan sonra vekil de olmadığına göre ne yapar ne eder bilinmez. Herhalde köşesine çekilir, torunlarına siyasetin inceliklerini, seçim kaybetmenin yollarını bir bir anlatır.

*08/11/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır