8 Kasım 2023 Çarşamba

Bir Şeyi Gözden Düşürmenin Yolu

Bir şeylerin içini boşaltmanın, önemsiz ve değersizleştirmenin, batırmanın, ayağa düşürmenin, o şeyin kalite ve niteliğini düşürmenin yolu için çok bir şey yapmaya gerek yok. Yapılacak iş, ihtiyaç veya değil, o şeyden bol bol açmaktır. Açılması gereken şeyi sevmekle veya nefret etmekle bir ilgisi yoktur. Hoş, aşırı sevmekle aşırı nefret etmek aynı kapıya çıksa da aşırı nefret o şeyin değerini koruduğu gibi belki de yükseltir. Çünkü aşırı nefrette kenetlenme, sahiplenme ve sahip çıkma söz konusudur. Aşırı sevgide ise o şeyin içini boşaltmak söz konusudur. Denebilir ki aşırı sevginin verdiği zarar, aşırı nefretin verdiği zarardan daha çoktur. O yüzden bir şeyin içini boşaltmayı göze alanlar, bu işi aşırı seven ya da aşırı sever görünen eliyle yerine getirir. Buna, şeytanın kişiye sağdan yaklaşması diyebiliriz. Şeytan soldan yaklaşsa, kişi tedbirini alır, kendini korur. Sağdan yaklaşan şeytan ise iyilik meleği gibi göründüğü için kişiyi alt etmesi daha kolaydır. 

Ne demek istediğimi anlatmak için örnekler vereceğim. Mesela, 

Bir zaman terzilik mesleği revaçta idi. Hem temiz iş hem de parası iyi diye birçok aile çocuğunu bir terzinin yanına çırak olarak verirdi. Bir terzinin üç beş tane bu şekil çırak ve kalfası olurdu. Bunların her biri usta oldu. Ustasının yanına terzi dükkanı açtı. Sıra sıra dükkanlar terzi dükkanı oldu. Bu şekil dükkan açanların çoğu sinek avladı, pek iş yapamadı. Bunda konfeksiyonculuğun ön plana çıkması da etkili oldu ama esas sorun terzi fazlalığı idi. Çünkü normalin ötesinde terzi vardı. Bazı bölgelerde adeta yer gök terzi idi. Terzilik ayakaltına düşünce, çoğu dükkanını kapattı, konfeksiyonda çalıştı ya da sigortalı bir işe girerek sanayide işçi oldu. Çoğunluk terzilikten kaçınca kenar ve köşede az sayıda terzi kaldı. Bu terziler şimdi iyi iş yapıyor. Terzilik yeniden gözde meslek oldu. 

Bir örnek de okul türüne verelim. İmam hatip okulları bu ülkenin bir gerçeği idi. Her il ve ilçede birer tane İHL vardı. Çoğu küçük ilçede bu okul yoktu. İlçesinde okul olmayanlar bu okullarda okumak için gerekirse yurtta kalmayı tercih ederdi. Çocuğunu bu okullara veren aileler hem dinini diyanetini öğrensin hem de üniversitelerin iyi bir bölümünü kazansın isterdi. Bu okulları tercih edenlerin çoğu bilinçli ailelerdi. İl ve ilçede sayısı fazla olmadığı için pek dikkat de çekmezdi. Mezunlarının çoğu üniversitelerin iyi bölümlerini kazanırdı. Bu okul türlerinin açılmasına devlet pek sıcak bakmazdı. O yüzden çoğu okul binaları vatandaşın yardımlarıyla yapılırdı. 

İHL'ler çoğu hükümetler zamanında üvey evlat muamelesi görse de çoğu illerdeki İHL'lerin yakaladığı kalite ve mezunlarının geldiği yer göz doldurdu. İHL'lerin bu gidişi 28 Şubat süreciyle birlikte meslek liselerine katsayı engeli getirilmek suretiyle meslek liselerinin önü kesilmek istendi. Öğrencilerinin gözde bölümlere gitmesi engellendi. 

Katsayı engelinin kaldırılmasıyla, meslek liselerine uygulanan bu ayrımcılık kaldırıldı. Uzun süre bu katsayı engeliyle bu okullar ölüme ve yokluğa terk edildiği için katsayı kaldırıldıktan sonra bu okullar uzun süre kendine gelemedi. Eski kalite yakalanamadı. Öncelik bu okullar eskisi gibi yine aranan okullar olması için kaliteyi yükseltmek gerekirken 4+4+4 sistemiyle birlikte özellikle İHL enflasyonu yaşandı. Mevcutlara ya yenisi yapıldı ya da mevcut okullardan İHL’ye dönüştürüldü. Artık bu okulları da devlet yapar oldu. Okullar arasındaki özlük ve üveylik kaldırıldı. Hatta İHO ve İHL’ler öz evlat muamelesi görmeye başladı. İHL ile de yetinilmedi. İmam hatip ortaokulları da aynı hızla bolca açıldı. Çoğu il ve ilçelerde birbirine yakın o kadar İHO ve İHL var ki bu kadarına da ihtiyaç var mıydı dedirtir noktaya geldi. Yetmedi kız ve erkek İHL’ler açtık. Çoğunu proje okullara dönüştürdük. Hafız İHO ve İHL’ler açtık.

Geldiğimiz nokta itibariyle ihtiyaç ve vatandaş istiyor denerek gerekli ve gereksiz açılan onca İHO, İHL ve proje kapsamındaki okulların çoğu bekleneni veremedi. İstenen ve beklenen kalite az sayıdaki okul dışında yakalanamadı. Bazıları öğrenci yokluğu gerekçesiyle kapatılmak ya da başka bir okul türüne dönüştürülmek zorunda kaldı.

Aslında İHO ve İHL’ler normalin ötesinde açılmayarak bu okulların diğer okullar gibi olması sağlanabilir. Mevcut İHO ve İHL’ler kaliteyi yakaladıkça yerine yenileri açılabilirdi.

Tüm bu olup bitenlerden göze batacak şekilde bolca açılan bu okullara iyilik mi yapıldı, kötülük mü? Öyle görünüyor ki bu okullara kötülük yapıldı. Bu da sevenleri ya da sever görünenler eliyle oldu.

Verdiğim bu iki örnek dışında doğru dürüst öğrencisi olmadığı halde Kur’an kursu açılması, cemaati olmayan yerlere cami yapılması, aşağı yukarı her hafta muhtelif cami ve Kur’an kurslarına camilerde para toplanması, kendi seyrinde devam eden hafızlığın abartılması vb. durumlar sessiz çoğunluğun dikkatinden kaçmıyor. Mesele dini olunca kimse sesini çıkaramıyor.

Kimsenin niyetini sorgulamak değil niyetim. Sonuçları itibariyle bakıldığı zaman her şeyin aşırısı da zarar, azı da. Bir şeyi aşırı abartmak o şeyin içini boşaltıyor vesselam.

5 Kasım 2023 Pazar

İktidarın En Büyük Payandasıydı *

Partisinin genel başkanı, hakkında çıkan kaset skandalının ardından istifa edince partisine 2010 yılında genel başkan oldu.

2023 yılında Cumhurbaşkanı adayı oluncaya kadar hem milletvekili hem de partisinin genel başkanlığını yürüttü.

Bu zaman zarfında 2023 yılında yapılan kurultay hariç partisinin genel başkanlığını hep kazandı. 

2019 mahalli seçimlerinde, partisinin kazandığı Ankara ve İstanbul belediyesi dışında 2010 yılından 2023 yılına kadar ana muhalefet genel başkanı olarak girdiği tüm yerel ve genel seçimleri kaybetti.

İktidarın ve destekçilerinin biz bu seçimi kaybettik havasına girdikleri 2023 Cumhurbaşkanlığı ve vekil seçimini bile kaybetme başarısını gösterebildi. 

Her seçimi, Ekmelettin İhsanoğlu'nu çatı aday göstermesi gibi bir maceraydı. 2023 seçimlerinde kendisini aday göstertmesi de hakeza. Oy karşılığı olmayan partileri yanına alması, onlara bol bol vekil kontenjanı vermesi, kazanamayacağı halde kendisini aday göstertmesi için birer rüşvet olduğu anlaşıldığında atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmişti.

İyi bir hesap adamıydı. Başkasını kazanacağım diye kendi partilisini küstürdü. Ava giderken hep avlandı. Pirince giderken evdeki bulgurdan oldu hep. Hesaptan anladığı da bu imiş.

Yüzde 25 oy aldı her defasında. Mutlu azınlık olarak Mecliste hep boy gösterdi. 

Ne umut oldu ne umut verdi ne de benimle olmuyor diyerek koltuğu boşalttı. 

İktidara karşı yerel ve genel hep kaybetmesine rağmen koltuğunda kalma başarısı gösteren genel başkan olarak tarihe geçeceği muhakkak. 

Genel başkanlığı kaybetmesine en fazla üzülen kesim iktidar ve iktidarın destekçileri olacak. Çünkü sayesinde iktidar hiç değişmedi. Tıpkı kendi genel başkanlığı değişmediği gibi. 

Koltuğu devrettiği yeni genel başkan ne derece başarılı olur, şimdiden bir şey denmez ama kendisi, 13 yıl boyunca iktidarın en büyük payandası idi. İktidar çarkının önemli bir ayağı idi. Sayesinde iktidar hep kazandı, kaybedeceği seçimi bile kazandı. O yüzden sayesinde hep iktidar olan iktidar ve destekçileri kendisini çok arayacak.

13 yıldır hiçbir faniye nasip olmayacak şekilde 13 seçim kaybederek genel başkanlığı koruyan kişi olarak tarihe geçti.

Atatürk gelse onu koltuğundan edemez. Çünkü delege yapısı belli deniyordu. Atatürk’e gerek kalmadı. Kendi seçtiği genel başkan yardımcısı kendisini genel başkanlıktan etti.

Bu aşamadan sonra vekil de olmadığına göre ne yapar ne eder bilinmez. Herhalde köşesine çekilir, torunlarına siyasetin inceliklerini, seçim kaybetmenin yollarını bir bir anlatır.

*08/11/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır

Gelmez Böylesi

Hep dışa kaybetse de içte başarılıydı. Onun başarısı 13 yılda 13 yarışı kaybetmesine rağmen dimdik ayakta kalmak oldu. 

Yeryüzünde kimseye nasip olmayacak bir başarıydı bu. Tarihte, bu alanda elde etmiş olduğu başarılarla anılacak. Çünkü bundan önce olmadığı gibi bundan sonra da onun bu başarısını egale edecek bir babayiğidin ortaya çıkacağını sanmıyorum. 

Yine devam edecekti bu yenilgi serisine. Tek yapacağı, her zamanki yaptığı olacaktı. Bu da onun için çocuk oyuncağı idi. Dışta yenilgi için içten destek almak gerekti. 

Bunun için kolları sıvadı. Hep ve daima yenilgi için bir kez daha yetki istedi. Sonra çekilip kenara oturacağım dedi. Yalnız ben beni değil, siz beni aday göstereceksiniz. Buna istemem, yan cebime koy da diyebilirsiniz. Sonrasında helal süt emmiş, geçmişi temiz birine bırakacağım bu bayrağı. Şimdi çıksın biriniz benimle yenilgi rekabetine dedi. 

Rakip de çıktı tam dişine göre. Bu rakip falan ne ki. Daha önce ne dişli rakipleri egale etmişti. Bu da hep yenilgi için bir rutini yerine getirmekti. 

Gün geldi çattı. Taraflar yerini aldı. Çoğunluk kendisindendi zaten. Daha önce destek açıklaması da yapmışlardı. Yapacağı tek şey eline mikrofonu alıp şiir okumaktı. Pardon konuşmaktı. Ardından gelsin destekler.

O da ne? Sonuç beklediği gibi gitmedi. Çünkü evdeki hesap salonda tutmadı. Aslında hep olduğu gibi yine kaybetmişti ama bu sefer dışarıya değil, içeriye karşı. 

Bu nasıl oldu demeyin. Sırtından hançer yiyen biri nasıl başarılı olabilirdi.

Aslında yine başarılı sayılır. Çünkü hep kaybederek başarıyı yakalamıştı. Yine öyle oldu. Üstelik kendisi kaybetti ama rakibi de ilk turda alamadı.

Bundan sonrasını o değil, başkası düşünsün. Çünkü o olmayınca;

Kim yürüyecek bir ilden diğer ile?

Adalet diye bir derdimiz olacak mı?

Ezeli rakibine karşı her rekabette kim kaybedecek?

Hep kaybetmesine rağmen kim hep başkan olarak kalacak?

Meydanlara çıkıp kürsülerde kim şiir okuyacak?

Masadakilere kim hep verecek?

Kendisini destekleyen herkese istediğimi kim verecek?

Hasılı kıymeti bilinmedi. 

Gelmez böylesi bir daha. 

Öksüz bıraktı sevenlerini.

3 Kasım 2023 Cuma

Kim, Kime Çalışıyor?

Gerçeklerin er veya geç su yüzüne çıkma gibi bir özelliği var denir. Biz buna inansak da bu her gerçek için olmasa gerek. Mesela faili meçhuller, siyasi cinayetler, kolay kolay ortaya çıkmaz. Çünkü faili meçhul ve siyasi cinayetlerde amaç, öldürülenin kim vurduya gitmesi ve suçun başkasının üzerine yıkılmasıdır.

Türkiye'nin geçmişi siyasi cinayet ve faili meçhullerle doludur. Özellikle 2000 öncesi meşhur biri öldürülünce ertesi günün gazeteleri bunu falan kesim öldürdü manşetleri atardı. Oklar o kesime dönünce katil ve azmettiriciler öyle zannediyorum, kıkır kıkır gülerdi. Bu tür faili meçhul cinayetleri kimin yaptığını bilmek için bu cinayetin kimin işine yaradığına bakmak lazım derdi Rahmetli Mahir Kaynak.

Burada kavga ve savaşlara gelmek istiyorum. Çünkü çoğu kavga ve savaşlarda da kim, kimin yanında görüntüsü zaman zaman yanıltıcı olabilir. Buna geçmeden başımdan geçen bir anekdota yer vermek isterim. Şimdilerde çok yoğun bir şekilde olmasa da eskiden trafiği felç edecek şekilde çarşının en işlek yerlerinde seyyar satıcılar olurdu. Belediyeler zaman zaman göz açtırmaz, çoğu zaman da görmezden gelirdi. Bir gün zabıta daire başkanı ile karşılaştım. Hoşbeşin ardından arabasıyla beni evime kadar götürdü. Yolda, bu seyyar satıcılara niçin çözüm bulmazsınız. Bir ara cadde ve sokaklarda seyyar satıcı kalmamıştı. Şimdi her yerde seyyar satıcı kaynıyor dedim. Abi, haklısın. Yalnız kendi haline bıraktık. Çoğu esnaf ikili oynuyor. Sonuçta biz seyyar satıcı ile papaz oluyoruz. Bu tip esnaf ise iyilik meleği oluyor dedi. Ne demek istiyorsun dedim. Esnaf belediyeyi arıyor. Dükkanımın önümde tablacı var. Elektrik, su, kira ödüyoruz. Bize yazık değil mi? Kaldırın şunu buradan diyor. Biz gelip seyyar satıcının tablasına el koyarken az önce telefonla arayan esnaf, dükkanının önüne çıkarak "Şu Allah'ın garibinden ne istiyorsunuz. Yazık değil mi? Sizde vicdan yok mu. Bırakın üç beş kuruş kazansın. Çoluk çocuk geçindiriyor" deyince, bizim zabıtalar ne yapacağını şaşırıyor. Bu bir değil, iki değil. Kaç defa başımıza geldi. O yüzden bırakıverdik ucunu dedi.

Bu anekdotta esnaf kimin yanında? Tablacıdan şikayetçi olarak belediyeyi harekete geçiriyor. Tablacının yanında da tablacıdan yana görünüyor. Buna ikili oynama denir.

Gelelim kavga ve savaşlara. Mesela Filistin-İsrail meselesine. Tanıdığım biri var. Ne zaman bu coğrafyada gerilim tırmansa, icraata dönüşmeyen ve mangalda kül bırakmayan sözleriyle İsrail'i yerden yere vuruyor. İsrail'e katil, terör devleti diyor. Öyle bir görüntü veriyor ki Filistin'in tek hamisi. Bu tavır bir değil, beş değil. Defalarca tekerrür etti. 

Sonuçta kim kazandı ve kazanmaya devam ediyor derseniz, sonucu hepimiz biliyoruz. Hep İsrail kazanıyor, hep Filistin kaybediyor. Her gerilim ve savaşta çoluk çocuk, sivil demeden Filistinli ölüyor. İsrail topraklarını biraz daha genişletiyor. Üstelik mesele sadece İsrail ile Filistin'den ibaret değil. Gelinen nokta itibariyle İsrail'in etrafında İsrail'i tehdit eden, tehdit olma potansiyeline sahip ne kadar ülke varsa, hepsi yerle bir edildi. Bugün eski gücünden ne Mısır kaldı ne Irak ne Suriye ne Libya. Hepsi ya borçla uğraşıyor ya da iç savaşla. Yani bu saydığım hiçbir devletin kendi iç sorunları dışında İsrail'e tehdit olma durumu yok. Velhasıl Ortadoğu’da İsrail’den rahatı yok bugün. Kala kala Gazze kaldı. Onu da öyle görünüyor ki yiyip bitirecek.

Kimsenin iç halini bilmem. Şuna çalışıyor demem. Ama görüntü ve sonuç, bizler Filistinlinin yanında İsrail’e ağza alınmayacak sözler söylerken  İsrail kazanıyor, Filistin kaybediyor. Sanki birileri, kapısının önündeki tablacıdan şikayetçi olan sonra da tablacının yanında yer alan esnaf gibi davranıyor. Yani Filistinlinin yanında ama İsrail’e çalışıyor.

Hac Bana Göre Değildi Zaten

2013 yılında hacca müracaat etmiştim. 2024 yılı hac kurasıyla birlikte katıldığım kur'a sayısı 12 olmuş. Hacca gitmeye hak kazanamamışım. Sıralamada 53063. olmuşum. Konya'dan gitmeye hak kazananların sayısı 3217 olduğuna göre böyle giderse hacca gitmek şimdilik pek ufukta görünmüyor. 

"2024 yılı hac için kura sonucuna göre kesin kayıt hakkı kazanamadınız" sonucu 12 yıldır böyle. Sonuca bakmak için e devlete girmeden önce acaba hac çıkar mı diye içim küp küp attı. Kazanamadınız sonucunu görünce insan kazanamamaya sevinir mi? Hiç olmadığı kadar sevindim. Hanım üzülürken benim keyfim yerine geldi. 

Niçin sevinmedim? Çünkü bu zamanda hacca gitmek cesaret ister. Daha doğrusu para ister. O da bu garibanda yok. 

Param yok da ne işim vardı kurada? Dövizin fırladığı 2018 özellikle 2022, 2023 yılında hacca gitmek zor mu zor. Çünkü 2023 döviz kuruna göre iki kişilik normal oda için nereden baksanız, bir 200 bin lazım. Diğer masraflarla birlikte üç yüzü gözden çıkarmak gerek. 

Türk lirasının pul olmadığı, dövizin yatay seyir izlediği, normal seyrinde gittiği eskiden ise hacca gitmek kolaydı. Hiç parası olmayan kurada hac çıkınca, eşten dosttan borç bulup gidebiliyordu. 

Şimdi de borç bulunup gidilmez mi? Borç bulunabilir. Yalnız dövizin nerede duracağı kestirilemeyen bugünlerde hatta bu yıllarda döviz ya da altın borç almak cesaretin yanında bedel ister. Döviz kurunun düşük ve yerinde saydığı eski zamanlarda alınan borcu ödemek kolaydı. Zengin olmayan biri bile bu borcu zorlanmadan ödeyebilirdi. Şimdi ise dövize endeksli hacca gitmek zenginlik ister. Zenginlik ise hiç yanımdan geçmedi. Kazara hac çıkıp borçla hacca gitmiş olsaydım, geriye kalan borcu ödemek için ömrümün geri kalan kısmı yeter miydi, bunu hiç kestiremiyorum. 

Hasılı "Yol bulabilenlerin" gitmekle yükümlü olduğu haç, eskiden zengin işi bir ibadet kabul edilirdi. Dövizin düşük olduğu zamanlarda zengin fakir fark etmeden herkesin gidebildiği hac son yıllardan itibaren yeniden zengin ibadeti oldu. 

Ben iyi ki çıkmadı. Nasıl giderdim hesabı yaparken eşim üzülmeye başladı. Yine çıkmadı dedi durdu. Mübarek, para pul yok. Nasıl giderdik dedim. Yeter ki çıksın. Borç bulup giderdik dedi. Öyle ya borç yiğidin kamçısı, bu borcu da ben ödeyeceğime göre hanım borca niye üzülsün. Yeter ki hac çıksın. Nasılsa biri öderdi. Bizim ki biri davet olunca, davet var diye sevinirmiş. Diğeri bunun karşılığı var diye üzülürmüş hesabı.

Hasılı hacdan daha doğrusu borçtan bu sene de kurtuldum. Seneye zengin olacağıma dair ufukta hiç umut görünmüyor ise de Allah kerim. Bu işi şimdilik bir sene ötelemiş olduk.

2 Kasım 2023 Perşembe

Ne Duydum Ne Gördüm *

İslam dünyası kadar 

Aciz, 

Çaresiz, 

Elindeki petrol ve doğal gaz gibi güç ve imkanları silah veya caydırıcı olarak kullanmayan veya kullanamayan,

Öfke ve hamasetten gayri bir şey yapamayan, 

Bir araya gelemeyen, kendi aralarında inanç, bölge ve coğrafya birlikteliği kuramayan, birbirlerine güvenmeyen, birbirlerine güven vermeyen, 

Haksızlık ve zulümleri durdurmak için Batı'dan ve ABD' den medet bekleyen,

Miting, protesto ve boykottan başka bir şey bilmeyen, 

Olayların perde gerisini aralayamayan, olayların künhünü anlamayan, sonunu hesap etmeyen, 

Dua ve lanetin ötesine geçemeyen, 

Öfkesini ve içtenliğini sosyal medya üzerinden mücahitlik yaparak gösteren; yaptığı tespit, öneri, hakaret, beddua ve lanetlerden dolayı kısıtlama görünce, sosyal medyanın sahiplerine kızıp köpüren, böylesi durum defalarca başına gelmesine rağmen kim kendine ait sayfa ve platformunda kendisine hakaret ettirir, ben olsam ben de aynısını yaparım demeyip sosyal medya sağlayıcılarına kızmaya devam eden, madem öyle, biz de kötü komşu mal sahibi yapar sözü gereği, alternatif sosyal medyamızı kurarız diyemeyen, bunun için çaba sarf etmeyen, bunun yollarını aramayan, 

Her şeyin ucuzculuğuna kaçan,

düzgün iş yapmayan,

Rahatına düşkün, 

Birbiri ile uğraşmaktan düşmanla veya şeytanla mücadeleye fırsat bulamayan, 

Üretmeyen, 

Ürettiğini dünyaya pazarlayamayan,

Marka değeri olan ürünler ortaya koyamayan, 

Ürettiği katma değerle itibar kazanarak bey gibi yaşamak varken üretenlerin pazarı olmaya devam eden,

Çağı okuyamayan, çağın ruhunu yakalayamayan, geçmişte yaşamak suretiyle yaşadığı çağa dair söyleyecek sözü olmayan, daima eziklik çeken, bu ezikliğini burun kıvırarak kamufle etmeye çalışan vs.

Bir başka millet, ümmet, alem ve dünya ne gördüm ne de duydum.

Allah bizi, İslam dünyasını ve Müslümanları bildiği gibi yapsın.

*06/11/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır

1 Kasım 2023 Çarşamba

Eğitim ve Öğretimde Senaryo Dönemi *

Eğitim ve öğretim alanında 100 yıllık Cumhuriyet döneminde denemediğimiz sistem kalmadı. Aşağı yukarı her hükümet zamanında sistem değişikliği yapıldı. Hatta aynı hükümetin bakanları değiştiğinde bile zaman zaman değişiklikler oldu.

Kah ders saatleri artırıldı kah azaltıldı. Bazı dersler kondu bazıları kaldırıldı. Bazısının ders saati azalırken bazısının artırıldı. Sınıf geçme sistemi zaman zaman hep değişti. Sadece ilkokul zorunlu, diğer kademeler isteğe bağlı iken önce 8 yıl kesintisiz zorunlu eğitime geçildi. İlkokul ve ortaokul kademesi ilköğretim şeklinde birleştirildi. Liselerin önüne kah hazırlık kondu. Hazırlık artı üç yıl oldu. Sonra hazırlık kalktı. Liseler 4 yıla çıkarıldı. Zorunlu eğitim 8 yıldan 12 yıla çıkarıldı. 4+4+4 sistemine geçildi. Sınav sistemini söylemeye gerek yok. Değişiklikten hep nasibini aldı. Büyük umutlarla yeni okul türleri açıldı. Bu okullar gözde okullar oldu. Sonra bu okullar kaldırıldı. Proje okullar bu yıllarda revaçta. Yabancı dil kah kaldırıldı kah kondu. Sonra ilkokul 2.sınıf seviyesinde iken okutulmaya başlandı. Kredili sistemi gördük. Meslek listelerini katsayı ile yok ettik. Çok sonra katsayı kalktı ama meslek liselerini diriltemedik. Öğretmen alımları sürekli değişti. Sonunda kaybetmezsek mülakat sistemini keşfettik. Daha neler neler. Yeter ki siz izlemeye devam edin. Yeter ki kobay olmayı kabul edin. Yeter ki hesap sormayın. Yeter ki eleştirmeyin.

Her değişiklik bir öncekinin devamı olsa ya da bir öncekinin üzerine konsa hiç gam yemeyeceğim. 

Büyük umutlarla yapılan sistem değişiklikleri tam uygulanmadan ve oturmadan vazgeçildiği de oldu.

Onca değişikliğe rağmen eğitim ve öğretimde çok mesafe kat edildiği, olumlu yönde gelişme olduğu söylenemez. Çoğu kimse ne olacak bu eğitim ve öğretimin hali demekten kendini alamıyor. 

Vatandaş eğitim ve öğretimde muzdarip olsun, farklı sistem ve sınav türlerinden mezun olup üniversite bitirdikten sonra istihdam sıkıntısı çekiyor ve okuduğuna pişmanlık duyuyor olsun, MEB ve üniversiteler ne işe yarayacak demeden fire vermeden seri üretim gibi işsiz lise ve üniversite mezunu veriyor. Eğitim ve öğretimin kalitesinin yükselmesine dair kılını kıpırdatmıyor. Hoş, istese de beceremezler. Çünkü yatalak hastayı ayağa kaldırmak gibidir bizim maarif meselemiz.

Üniversitelerin ağlanacak halini bir tarafa bırakıp MEB’e dönersek, MEB sınav sistemini değiştirmedi ama merkezi sınavlar dışınd,  okullarda yapılan sınavlarda test usulü sınav çeşidini kaldırdı. Eskiden, dönemde bir tanesi test yapılabiliyorken şimdi tamamen klasik oldu. Merkezi sınavlarda da test usulü sınav kaldırılıp klasik sınav yapılsa, dersin ki okul ve merkezi sınav usulünde bir uyum var. Öğrenci ortaokul ve lise boyunca çoktan seçmeli sınav yüzü görmeyecek ama lise ve üniversiteye girişlerde ve üniversite sonrası gireceği KPSS türü sınavlarda çoktan seçmeli sınav olacak. Bu çelişkiyi izah mümkün değil.

Okullarda yapılacak sınavlarda sadece çoktan seçmeli yasak değil. Eşleştirme ve doğru/yanlış şeklinde de sınav yapmak yok.

Tüm bu değişikliğe dersin ki öğrenci test tekniğinde hazıra alışıyor, düşünüp doğru cevabı kendi versin, yorumlayabilsin. Buna da eyvallah. Bununla kalsa iyi. Bir de senaryo çıktı. Üstelik bir değil, iki değil, üç senaryo birden. Öğretmen, il, ilçe, Bakanlık, sınavlar yapılmadan önce tablo hazırlayacak. Öğrenciye önceden duyuracak. Diyecekler ki çocuğum, sınavda şu üniteden sorumlusun. Sana bir kopya da vereyim. Sorular kazanımlardan çıkacak. Sana kazanımları da veriyorum. Bitmedi daha. Kaç kazanım varsa, onları tek tek yazıyorum. Kazanımların karşısına da o kazanımdan kaç soru soracağını belirtiyorum. Önümde üç senaryo var. Bu senaryolardan birincisini seçtim. Birinci kazanımdan üç, ikinci kazanımdan, üç, üçüncü kazanımdan iki soru soracağım. Hasılı seçtiğim senaryoda kaç soru sormam gerekiyorsa, bu soru sayısını aşmayacağım. Bu kıyağımı da unutma diyeceğim ama kıyak benim değil, Bakanlığın kıyağı. Kısaca öğrenciye hangi kazanımdan kaç soru derken kazanımın olduğu sayfayı gösteriyorsun. Şuraya çalış, üç soruyu hallet vs. diyeceksin.

Ben bu sınav şekline eğitim ve öğretimde senaryo dönemi diyorum. Çünkü her sınav döneminde öğretmenin önünde üç senaryo olacak. Öğretmen o senaryolardan birini hayata geçirecek. Burada Bakanlık, il, ilçenin ürettiği üç senaryoya öğretmenin ilaveten dördüncü bir senaryo üretip üretemeyeceği muamma. Bu senaryo döneminin mucidi bu probleme de bir açıklama getirir yakında. Zira çözüm merkezi ne de olsa.

Bu arada bu tür sınav türünde senaryo diye bir bölüm açmak küçümsenemez bir buluş. Kimin aklına gelirdi bu kavram. Mucidini Nobel’e aday göstermek lazım. Öyle ya gerçekleri bırakıp senaryo üretiyoruz. Senaryo dönemine geçtik bu sayede.

Uzattım ama şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Senaryo senaryo dedim durdum. Size bir iyilik daha yapayım. Türk Dil Kurumu senaryo kelimesine ne anlamlar vermiş, bir bakalım:

1.Tiyatro oyunu, sinema, film, dizi filmi vb, eserlerin sahnelerini ve akışını gösteren yazılı metin. (isim)

2.Herhangi bir konuda düşünülüp tasarlanan olaylar dizisi, (isim, mecaz)

3.Bir olayı başka bir yöne, bir amaca yöneltmek için uydurulan yalan (isim, mecaz).

Yeni sınav sisteminin içine senaryoyu dahil eden mucit, ümit ediyorum ki 2. anlamından esinlenerek senaryo demiştir. 1.anlamını kastetmemiştir. 3.anlamını hiç düşünmemiştir. Bunu aklıma bile getirmek istemem. Çünkü eğitim ve öğretimimiz yalan olduğu gibi senaryosu da yalan denirdi.

*03/11/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır