1 Eylül 2023 Cuma

Neresi Kolaylıkmış Bunun?

Şu bulaşık makineleri ne büyük kolaylık değil mi? Bulaşık yıkama derdinden kurtulduk. 

Tam kurtulduğumuz söylenemez hatta iş yükümüzü artırdı diyebilirim.

Ne münasebet! Makine kendi kendine yıkarken başka işini yapabiliyorsun. Üstelik sudan da tasarruf ediyorsun. Elle yıkayınca dünyanın suyunu akıtıyorsun.

Öyle denir de kazın ayağı öyle değil.

Nasıl?

Mübarek, tüm mesele kirli kapları makineye doldurmaktan ibaret değil ki...

Mesela?

Kirli kapları makineye koymadan önce mutfak lavabosunda hepsini tek tek elden geçirerek kaba pisliğini aldıracaksın. Aslında kaba pislik deniyor ama bildiğin yıkama bunun adı. Tasarruf dediğin suyla yapıyorsun bunları. 

Kaba pisliğini aldırdıktan sonra ne anladım makinenin yıkamasından? 

O zaman makine temiz yıkamazmış. 

Devam edelim. 

Sonra hepsini tek tek makineye yerleştiriyorsun. Bunu basite alma. Zira yerleştirmek ince iş ister. Hangi kabı nereye koyacağını iyi bileceksin. Makinede yıkanmayacak kapları ayırıyorsun. Bunları elle yıkıyorsun. Makine  dolmadı ise kapatıp bekliyorsun. Sair öğünlerde çıkan bulaşıkları koyuyorsun. Şayet doldu ise deterjanını koyup çalıştırıyorsun.

Sonra?

O kendi başına suyunu alır, uzun süre yıkama yapar. Bittikten sonra yıkanan kapların kurumasını bekleyeceksin. 

İşte bitti ne güzel. Taş attın da elin mi yoruldu?

Dur hele. Tüm mesele bundan ibaret değil. Esas mesele bundan sonra. 

Nasıl?

Yerleştirdiğin gibi o kapları tek tek çıkarıyorsun. Makine güzel yıkamış mı, leke bırakmış mı, tabakların sarılığı gitmiş mi tek tek bakacaksın. Şayet kirli yıkadı ise onları musluğun önüne koyuyorsun. Onları elinle yıkıyorsun.

O zaman ne anladım ben bu işten. 

Ben de onu diyorum ya. Neyse devam edelim. Makinenin yıkadığı kapları tek tek çıkarıyorsun. 

Çıkardın diyelim. 

Hangi kap hangi rafa konacak arayışına giriyorsun. Şurada mı, burada mı, tüm kapaklı rafları açıp açıp kapatıyorsun. Kabın yerini bulunca, ya Rabbi şükür diyorsun. Bulamayınca daha önce baktığın raflara bir daha bir daha bakıyorsun. Makine ve raf... Gidip gidip geliyorsun. Her gidiş gelişte ya sabır çekiyorsun. Bir daha makinede yıkar mıyım, ne zormuş. Şimdiye kadar elle kaç defa yıkardım diyeceksin. Bunu yani son pişmanlığı her yıkama ve kaldırmadan sonra yapıyorsun ama bu son pişmanlık yaşadığın müddetçe hep devam edecek. Çünkü bulaşık makinesi demek pişmanlık demektir. Bakma adına kolaylık dediklerine. Makinen iyi yıkamamaya başlamışsa ya makineyi ya da deterjanı değiştireceksin. Bir de zaman zaman makineyi öne çekip makinenin arkasını temizleyeceksin. Bunları biliyorsun. Söylemeye gerek yok...

Niye İyilik Yapayım?

Babacığım,  eskiden iyilik yapardın,  şimdilerde ise nicedir zararın dokunuyor. Bu değişikliğe niçin ihtiyaç duydun?

Oğlum,  ben ne yaptığımı biliyorum. Ben iyilik yaparken de kazanıyorum, zararım dokunurken de.

Nasıl yani? Hep iyilik yapsaydın da bu iyiliğini görenler seni takdir etseydi,  olmaz mıydı? Şimdi ne işe yaradı?  Bak,  böyle gidersen takdir tekdire dönecek.

Hiç endişe etme. Ben her halükarda kazanırım. Bu konuda örnek aldığım biri var.

Kimmiş o?

Kemal Sunal.

O ne yapmıştı ki?

Hani bir filmi vardı, yağmurun yapacağını bilen,  kötürümleri iyileştiren... Halkın yanında yer alarak halk onu belediye başkanı seçmişti. Yaptığı bu hizmetler fırsatçıların işine gelmedi tabi. 

Eee!

Sonunda bir gün bir rüya gördü. Rüyasında şu gün şu saat öleceksin dendi kendisine. O ise daha gencim. İşlerimi bitiremedim deyince,  gaipten,  Allah iyi ve sevgili kullarını böyle erken alır dendi. O da bundan sonra iyilik yapmayacağım,  kötülük yapacağım dedi ve güç bela yürüyen,  topallayan birine arkadan bir tekme vurdu. Kötürüm adam yere yuvarlandı ama ayağa kalkınca sakatlığının geçtiğini gördü. Bu duruma çok sevinen bu aksak adam Kemal Sunal'a bir çuval dua etti. Allah senden razı olsun dedi. Kemal Sunal,  ne kadar dua etme dediyse de adam duaya devam etti. 

Bu filmde de gördüğün gibi Kemal Sunal iyilik yaparken de kazandı,  kötülük yaparken de. İşte ben de bu hayat felsefesini düstur edindim. Sonra her kötülüğümde  bir hikmet aranıyorsa,  niye iyilik yapayım ki. Sonuçta kazanıyorum zaten. 01.09.2022

31 Ağustos 2023 Perşembe

Fakirlikle İlgili Hadisler

Fakirliği Yeren Hadisler:

Fakirlik, iki cihanda da, yüz karasıdır. [R. Nasıhin]

Fakirlik, dünya ve ahiret yoksulluğudur. [Deylemi]

Fakirlik küfre sebep olur. [Beyheki]

Ya Rabbi, fakirlikten sana sığınırım. [Nesai]

Fakirliği öven hadis-i şerifler:

Fakirlik, dünyada mümine hediyedir. [Taberani]

Fakir, Allah’a Teâlâ’nın dostudur. [Deylemi]

Cennet sultanları fakirlerdir. [İbni Mace]

Cennettekilerin çoğu fakirlerdir. Hor görülen fakirler Cennetliktir. [Buhari]

Ya Rabbi, Müslüman fakirlerinin hürmetine zafere kavuşmayı nasip et. [Taberani]

Fakirlerin dua ve namazları ile bu ümmete yardım edilir. [Nesai]
Fakirlerinizin gönlünü alarak bana yaklaşın. [Tirmizi]

Fakirleri hor görmeyin. Onların hürmetine yardım görüyor ve rızıklanıyorsunuz. [Buhari]
Ya Ayşe, bana kavuşmak için fakir yaşa! [Tirmizi]

Fakirleri sevin, onları seveni, Allah’ü Teala sever. [Deylemi]

Allah’ü Teâlâ’nın takdirine razı olan fakirden üstünü yoktur. [İ.Gazali]

Ya Rabbi, fakir yaşayıp, fakir olarak ölmeyi ve fakirlerle haşrolmayı nasip eyle! [Buhari]

Yoksulları doyurun! Çünkü kıyamette onların üstünlüğü olacak, "Dünyada iken, bir hatadan dolayı nasıl birbirinize özür dilediyseniz, şimdi de fakirlerden özür dileyin!" denilecektir. [Ebu Nuaym]

Alıntı yaptığım bu hadisleri “dinimizislam.com” sitesinden aldım. Dikkat ettiyseniz hem fakirliği yeren hem de öven hadislerle karşı karşıyayız. Bu hadisleri görüp okuyan, dinimize göre fakirlik iyi midir, kötü müdür ikilemi yaşaması kaçınılmazdır.

Fakirlik tasvip edilmeyen bir şey ise fakirliği öven hadisleri ne yapacağız? İyi bir şey ise fakirliği yeren hadisleri nereye koyacağız? Dindar ve mütedeyyin insanlar peygamber şunu kastetmiştir, bunu kastetmiştir şeklinde bir izah getirmeye çalışsa da dine mesafeli kişiler, peygamber birbirine zıt sözler söylemiş diyecektir.

Peygamberin bir konuda birbiriyle çelişen şey söylemeyeceğine göre rivayet edilen bu hadislerin ya fakirliği övenlerinde ya da fakirliği yerenlerinde bir sorun var. Sorun derken bu sözlerden bir kısmının peygambere atfen sonradan uydurulmuş olabileceğidir. Bu rivayetlerin bir kısmının sahih hadis kitaplarında geçmesi, bu hadisleri sahih yapmaz. Kişinin kendi kendine yetmemesi diyebileceğimiz fakirlik tasvip edilecek bir durum olmadığına göre fakirliği öven hadislerde bir sorun olduğunu düşünebiliriz.

Ki fakirlik ayıplanacak bir şey değildir. Kişi çalışır ama kazancı kendine yeterli gelmeyebilir. Ayıp olan çalışma imkanı olduğu halde çalışmayıp başkasına muhtaç yaşamaktır. Her fakirde de zengin olma isteği ve hayali vardır. Zengin olma isteği olsa da herkesin zengin olması mümkün değil. Çünkü bu dünya düzeni zengin ve fakir üzerine kurulmuştur. Zengin fakire, fakir de zengine muhtaçtır. Her ikisi de elindeki olanla veya olmayanla imtihan halindedir. Çünkü burası bir imtihan dünyasıdır. (Bir sonraki yazımda da zenginlikle ilgili hadisleri ele alacağım.)

29 Ağustos 2023 Salı

Cerci Hocadan Bir Kesit

Bir önceki yazımda cer ve cerre çıkmanın ne olduğunu, tarihçesini, olumlu ve olumsuz yönlerini ele almıştım. Cerrin geldiği noktayı göstermesi bakımından şu anekdot çok ilginçtir:

Bildiğiniz gibi cerci hocalar cami cami dolaşıp cemaate ateşli vaazlar verirmiş. veren ateşli hocalar varmış. Vaazlarında cemaati ağlatır, coşturur, ardından sergi açılır, toplanan hasılat alınır, sonra başka camilere gidilirmiş. Bu hocalar geçimini bu şekil sağlarmış.

Cerci hocalardan biri, bir cami kürsüsünde vaaza çıkar. Vaaz dinleyen cemaat içerisinde Ahmet b. Hanbel ve Yahya b. Yamer de var. Vaiz o kadar etkili konuşur ki cemaati coşturur. Konuşmanın etkisinden, cemaat hüngür hüngür ağlar.

Vaaz bitiminde adet olduğu üzere para toplanır. Parayı veren cemaat çıkar. Ahmet b. Hanbel ile Yahya b. Yamer yerinden kalkmadan cemaatin boşalmasını bekler. Cami boşalınca, cerci hocayı yanlarına çağırırlar. Yanlarına çağırdıklarına göre bu ikisi daha zengin olmalı, daha fazla para verecekler diye düşünür cerci hoca. Sevinçle koşarak yanlarına gelir. Ahmet b. Hanbel cerci hocaya, “Ahmet b. Hanbel benim. Bu yanımdaki de Yahya b. Yamer. Sen ikimizden hadis rivayet ettin. Halbuki biz böyle bir hadis rivayet etmedik. Niye yalan hadis rivayet ettin. Allah’tan kork” deyince, cerci hoca “Ben ikinizin ahmak olduğunuzu biliyordum ama bu kadar da ahmak olacağınızı bilmiyordum. Çünkü ben sizden başka yedi tane Ahmet b. Hanbel ile Yahya b. Yamer tanıyorum” cevabını verir. ve umduğu parayı alamadan çeker gider.

Bu anekdot Osmanlı zamanında olmadı ama cerrin geldiği noktayı göstermesi bakımından önemli diye düşünüyorum. Kıssadan anladığım, cerci hocalar köy köy dolaşıp vaaz veriyorlar. Kendilerini denetleyen de olmadığı için kürsüde ağzına geleni söylüyorlar, bol keseden atıyorlar, halka aslı astarı olmayan menkıbe ve dinî kıssa anlatıyorlar. Halkı etkilemek için hurafeye başvurmaktan, yalan hadis uydurmaktan geri kalmıyorlar. Halkı o kadar etkilemeliler ki vaazlarının sonunda toplanacak hasılat iyi olsun.

Öyle zannediyorum, Başlangıçta halkı bilgilendirme, halka dini öğretme gibi iyi niyetle başlanan bu cer uygulaması, gerektiği gibi denetim olmadığı için yozlaşmış. İş tamamen para toplamaya dönmüş.

İş para toplamak, birileri yolunu bulmakla kalsa iyi. Uydurma ve menkıbe üzerinden anlatılan yalan, yanlış bilgiler halkın belleğinde yer etmiş. Halk, ayakları yere basmayan bu dini doğru din bu sanmış ve bu din algısı nesilden nesle aktarılmış, günümüze kadar gelmiş ve hala devam ediyor. Kıssa üzerine dayalı çoğu İsrailiyat olan bu tür vaaz anlatımını halkımız çok sever. Ninni gibi dinler. Biraz da mucize ve kerametlerden bahsedilirse bu tür gizemi de çok sever.

Bağırıp çağırmadan, parmak sallamadan, meydan okumadan sakın ve yumuşak bir ses tonuyla, hikaye ve menkıbelere yer vermeden vaaz verilemez mi? Olur, niye olmasın. Zaten olması gereken de budur. Yalnız ses yükseltilmeden, elini masaya vurmadan, birilerine çatmadan yapılan vaazların pek dinleyicisi olmuyor. (Güzel bir üslupla, ayet ve hadise yer vererek anlatılan vaazların pek alıcısının olmadığına ve hangi tür vaazların alıcısının olduğuna diğer yazımda yer vermek istiyorum.)

28 Ağustos 2023 Pazartesi

Emekliler Yaşadı *

Yaklaşık 16 milyon emekli içinde emekli maaşı 7.500 olan 5 milyon emeklimiz varmış. En düşük memur maaşının 22 bin liraya çıkarıldığı zaman emeklilere de yüzde 25 zam verildi. Gelen zam kök maaşa geldiği için bu beş milyon emekliden çoğu yine 7.500 liradan emekli maaşı almaya devam ediyorlar.

Bu yüksek enflasyonda, asgari ücretin çok altında kalan bu emekli maaşı ile geçinmenin mümkün olmadığını, memurlara verilen seyyanen zamdan kendilerinin de faydalandırılması gerektiğini emekliler sosyal medyadan çok dile getirdiler. Bu sese hak veren çok oldu ama bugüne kadar bir iyileştirme olmadı. İyileştirmenin yıl sonunu bulacağı belirtiliyor.

Kısaca yıl sonuna kadar bizden bir şey beklemeyin, başınızın çaresine bakın, sabredin. Yaşarsanız, yeni yılda sizi göreceğiz demektir bunun Türkçesi. 

Günümüzde en düşük maaşa talim eden bu 7.500'lükler, taleplerinde yerden göğe haklılar. Çünkü aldıkları, oturacakları bir kirayı dahi karşılamıyor.

Bu statüdeki emeklilere bu maaş reva değil, büyük haksızlık derken bereket, imdada Cübbeli yetişti. Cübbeli'ye göre "Durumuna sabreden fakirler; namaz kılan, zekatını veren zenginden beş yüz yıl önce cennete girecekler". Bu müjdeyi duyunca, emeklilere 7.500 lirayı reva gören yetkilileri takdir ettim. Ben de bunlar emeklileri gözden çıkardılar, ölmelerini bekliyorlar diye kızıyordum. Meğerse sevdiklerinden emeklileri göz ardı etmişler. Fakirlerin bir an evvel cennete gitmelerini, bu dünyada görmedikleri imkanlara orada kavuşmalarını istiyorlarmış da anlık yaşayan ben bunu düşünememişim. Kim istemez cennete daha önce gitmeyi. Fakirler adına özellikle 7.500 lira gibi günümüzde yaşanması mümkün olmayan bir maaşla geçinmeye çalışan emekliler adına sevindim. Hatta onlara gıpta ettim. Daha doğrusu onları kıskandım.

Bundan sonrasını paraya para demeyen, yediği önünde yemediği arkasında kalan, para derdi çekmeyen, yaşam gailesi yaşamayan, tek derdi para ve zenginlik olan zenginler düşünsün. Dile kolay, fakirlerden 500 yıl sonra cennete girecekler. 

Nasılsa cennete girecekler, 500 yılın lafı mı olur, sonunda girecekler ya demeyin. Toplamda 70-80 yıl variyet içerisinde yaşayan bu zenginler tüm bu mutluluklarının ceremesini bir beş yüz yıl bekleyerek geçirecekler. Zenginler gelene dek fakirler cennette yiyip içecekler, dünyada yaşayamadıkları sahte cenneti hakiki olarak yaşayacaklar. Yaşadıkça iyi ki dünyada fakirlik çekmişiz. Dünyaya yeniden gelsek, yine fakir oluruz diyecekler.

Bu duruma zenginler üzülmeyip de ne yapsınlar? En hafifinden vara zengin olmasaydık, biz de fakirler gibi yiyecek ekmeğe muhtaç olsaydık, aylık 7.500 lira alan emekliler gibi iki ayağımız bir pabuca girseydi de şu cennete bir beş yüz yıl önce girmiş olsaydık pişmanlığını her daim çekecekler. Ama son pişmanlık fayda etmez.

Hasılı, başta 7.500 lira maaşla geçinmeye çalışan emeklilerimiz mevcut durumlarından hiç dert yanmasınlar. Hatta ocak 2024’te maaşlarına yapılacak iyileştirmeyi de istemiyoruz. Biz mevcut halimizden memnunuz. Bir an evvel öbür dünyaya gidip cennete kapağı atalım. Orada felekten bir gün çalalım desinler.

Zenginlerimiz de elde, avuçta neleri varsa kısa yoldan elden çıkarmaya ve fakir olmaya baksınlar.

*01/09/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

27 Ağustos 2023 Pazar

Hutbelerde Atatürk *

Türkiye, her konuda olduğu gibi Atatürk konusunda da ortadan yarılmış karpuz gibi iki parça. 

Bir kesim için Atatürk, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, Türk'ün atası, milli mücadelede gösterdiği başarılar ve kazanımlarıyla bize bu ülkeyi bahşeden kişidir. O olmasaydı, bugün ülke olmazdı. Biz de olmazdık.

Diğer bir kesim daha var ki Atatürk, dinle mücadele etmiş, çıkardığı devrim yasalarıyla dini yaşayışa müdahale etmiş, adeta dini yok etmeye çalışmış biridir.

Kimine göre Atatürk dinsizdir ve din düşmanıdır. 

Kimine göre ise dindar biridir. Hutbe okumuşluğu vardır. Diyanet İşleri Başkanlığını da o kurmuştur.

Kısaca bir kesim dinsiz ve din düşmanı göstermeye çalışıyor, diğer kesim ise dindar. 

Bir kesim alabildiğine ve ölümüne Atatürk'ü savunup severken diğer kesim ise Atatürk'e düşman.

Bir kesimin her referansı Atatürk iken diğer kesim için Atatürk'ün esemesi okunmaz.

Türkiye iki kutuplu olarak böyle yoluna devam ederken, son yıllarda hutbelerde belirli gün ve haftalara yer veren Diyanet, Atatürk üzerinden tartışma konusu. Ne zamanki Çanakkale Zaferi, 30 Ağustos, 19 Mayıs gibi milli günler hutbe konusu olsa, bir kesim "Hutbede Atatürk'ün ismine yine yer verilmedi" deyip Diyanet'i topa tutuyor.

Aslında bu tür belirli günlere ait hutbelerde "Bu zaferi milletimize bahşeden şehit ve gazilerimizi minnetle anıyoruz" şeklinde isme yer vermeden bir teşekkür söz konusu. Bir kesim için isme yer vermeden bu şekil teşekkür yeterli gelmiyor ki bu konulara dair her hutbe iradının ardından tartışma söz konusu. 

Milli bayramların işlendiği hutbelerde, Atatürk'ün ismine yer verilmeli mi? İsme yer verilip verilmemesinde bir sakınca yok bana göre. Yalnız cemaatten gelebilecek tepkileri göze almak lazım. Nasıl tepki olur? Hutbede Atatürk'ün ismine yer verildiği takdirde cemaatten bazıları "Şükür bugünleri de gördük. Atatürk hutbelere de girdi" deyip mutluluktan uçacak. Diğer bir kesim ise buna tepki göstererek cuma namazını kılmadan camiyi terk edecek. Bu da birlik ve beraberliğin olması gereken camilerde ikilik çıkması demektir.

Kısaca Atatürk’ün ismine cuma hutbelerinde yer vermek, bitmek tükenmek bilmeyen tarafgir ve bağnazlığımızı körükleyecektir. Bu durum biline biline her milli gün ve haftada bu konuyu kaşımanın bu topluma hiç faydası olmaz.

Bu konunun önüne geçecek olan da Diyanet İşleri Başkanlığıdır. Diyanet’in kafasını kuma gömüp tartışmaları görmezden gelme ve üç maymuna oynama lüksü yoktur. Diyanet ne yapabilir bu konuda? Pekala hutbelerde belirli gün ve haftalara yer vermeyerek bu konuda ortaya çıkan tartışmalara bir son verebilir. Bu işi ilgili kurum, kuruluş ve STK’lere bıraksın. Diyanet’in görevi, hutbelerde belirli gün ve haftaları takip etmek değildir. Konu sıkıntısı mı çekiyor ki dönüp dönüp her yıl belirgi gün ve haftalara hutbelerde yer veriyor?

*30/08/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

26 Ağustos 2023 Cumartesi

Yeni Meram Tıp Fakültesi Hastanesi *

Bir zamanlar Göğüs Hastalıkları Hastanesi olarak açılmıştı. Akyokuş onu, o Akyokuş'u seyreder dururdu. Buraya şifa bulmak için gelenler de Akyokuş'u görerek seyir zevkini giderirdi.

Daha sonra burası Meram Tıp Fakültesi Hastanesine dönüştürüldü. 

Zamanla yeni bölümlerin açılmasıyla birlikte ihtiyacı karşılamak için iç içe, yan yana, karşı karşıya yeni binalar yapıldı. Tek bloktan ibaret eskilerin Göğüs Hastanesi diye bildikleri hastane, büyük bir komplekse dönüştü. Bildiğim kadarıyla alfabenin son birkaç harfi dışında tüm harfler A, B, C,...S şeklinde bloklara verilmişti. 

En son gördüğümde onkoloji bölümüne ait bina yapılıyordu. 

Sonra ne olduysa yeni bina arayışına girildi. Selçuklu sınırları içerisinde bugünkü yerine taşındı.

Yazımın bundan sonraki kısmında Meram Tıp Fakültesinin yeni yeri hakkında kanaatlerimi aktarmak isterim:

1. Hastanenin yeni yeri genişlemeye müsait değil. Önü yol, yola paralel kanal, binanın arkasında ise dağ var. Yakın bir zamanda ek binaya ihtiyaç olursa nereye bina yapılacak?

2. Hastanenin bazı bölümleri eski yerinde kaldığına göre yeni bina tüm bölümleri içine alacak şekilde büyük değil. “Hastamız Meram Tıp Fakültesi Hastanesinde” dendiği zaman, vatandaş hangisinde? Eskisinde mi yenisinde mi diye sormak zorunda kalıyor. 

3. Adı Meram Tıp Fakültesi Hastanesi olan hastane Meram ilçesi sınırlarında değil. Selçuklu sınırları içerisinde. Meram’da hastane yapılacak uygun yer bulunamadı mı ki başka ilçe sınırları içine bu bina yapıldı? Bu hastane eski yerine yapılsaydı daha uygun olmaz mıydı? Üstelik eski yer alan bakımından çok müsait.

4. Yeni binanın bulunduğu yerin altından veya yakınından fay hattı geçtiği söyleniyor. Konya’da büyük şiddette deprem olmuyor ama şehir o kadar genişliğine rağmen fay hattı üzerine bina yapmanın bir anlamı olabilir mi?

5. Mevcut park yerleri yeterli değil. Bu bina yapılırken binanın altına yeraltı park niçin düşünülmedi?

6. Diyelim ki eski yeri esintinin bol olduğu havadar ve havası temiz bir yerdeydi. Yeni yeri de öyle. Küçük de olsa burası uygun görüldü. Hastanenin arkasındaki yüksek katlı binalara ne demeli? Bu binaların yapımına niçin izin verildi? Ne zararı var derseniz? Dağın yamaçlarına boydan boya yapılan yüksek katlı binalar, görünen dağları görünmez kılmış. Hastaneye gelen geçen yüksek dağları seyredip seyir zevkini giderseydi daha iyi olmaz mıydı? Dağın yamaçları bu şekil imara açılacaksa, buralar ileride genişlemesi elzem olan hastanenin ek binaları için bekletilmez miydi?

7. Hastane açıldıktan sonra hastaneye giden yolun bir müddet “Özel mülk girilmez” yazısıyla iş makinesiyle kapatılması, hastaneye intikalin bir süre servis yolundan sağlanması da düşündürücü.  

Anlatmak istediğim, Meram Tıp Fakültesi Hastanesinin yeni yeri; kimin aklı, kimin fikri, kimin onayı ile yapılmışsa, kanaatimce isabetli olmamıştır. Hele hastanenin arkasındaki dağların görüntü ve görkemini kapatan binaların yapılmasına izin ve onay verilmesinin bir izahını bulamıyorum.

*28/08/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.