3 Ocak 2023 Salı

Alternatifsiz Olma Durumu

İster ekonomi ister ticaret ister siyaset hangi alanda olursa olsun, bir alanda iş yapmak için yola çıkanların tek istediği, çıktıkları bu yolda başarılı olmak, daima kazanmak, en fazla kazanmak, karşısında rakibin olmasını istememek ve alanında aranan olmak ve bu alanda ölümsüz olmaktır.

Bu anlayış "Bir vadi dolusu altını olsa, insanoğlu ikinci vadiyi ister. Gözünü ancak toprak doyurur" sözünde olduğu gibi insanın açgözlülüğüne, hırsına ve kazanca doymadığını ifade etmektedir. İstisnalar kaideyi bozmamakla beraber insanoğlu bu tıynettedir. 

Daha fazla kazanmak ve hep kazanmak arzusu bu uğurda yola çıkanlar için istenen bir şey olsa da hayatın her alanında alternatiflerin olması gerekir. Değilse oturmuş bir sistem, bu sistemi kontrol eden ve denetleyen bir mekanizma olmazsa yani o saha, alternatifsiz olanın insafına terk edilirse, bu alternatifsizlik;

Alternatifsizi tembelleşir, yeniletmez ve geliştirmez. Yerinde saydırır ve gerisin geri gitmesine zemin hazırlar. 

Kişiye başına buyruk hareket etme yolunu açar. 

Başkasının nefesini arkasında hissettirmez. Çünkü sahanın tek hakimi olma rahatlığıyla hareket ettirir. 

Kişiye empati yaptırtmaz. 

O alan o kişi ya da kişilerin insafına terk edilir. 

Rekabet ortamını oluşturmaz. 

Kaliteli ürün ortaya çıkartmaz. 

Tekelciliğe yol açtırır. 

Müşteri memnuniyetini göz ardı ettirir. 

Müşteriye iyi davranılmaz. Nasılsa müşterinin eli mahkum anlayışı hakim olur. Zira gidecek yerleri yoktur. 

Kişileri ve toplumu kaderine terk eder.

Bu durum yani alternatif üretmeme ve üretememe durumu o alana girmeye cesaret edemeyenlerin acizliğini gösterir. Bu da alternatifsiz olana yapılabilecek en büyük kötülüktür.

Buna bir örnek vermek istiyorum. Süper ligimizi gözümüzün önüne getirelim. Bu ligde şampiyonluğu arada bir Anadolu takımları alsa da yıllar yılı 3-4 büyük ve köklü kulüplerin şampiyonluğu göğüslediği bir ligdir. Büyük takımlar nasılsa bu sezon olmazsa bir sonraki sezon şampiyonluk bizim diyerek lige gerektiği gibi hazırlanmıyor. Ligdeki bütün takımlar şampiyonluğa aday olsa, takımlar arasında büyük rekabet olacaktır. Böyle bir rekabet olmadığı için yıllardır ne Avrupa ne de dünya kupasında yer alabiliyoruz.

O yüzden hangi alan olursa olsun, hayatın her alanında rekabet ortamının oluşması için çok sayıda alternatiflere şiddetle ihtiyaç vardır.

Yağma Hasan'ın Böreği

Yağma Hasan'ın böreği bir deyimdir. Her deyimin de bir hikayesi vardır. Bu deyimle ilgili şu açıklamalara yer verilir. 

Fatih'in 1881 yılında Gebze'de vefatıyla birlikte İstanbul'da kıyamet kopar. Fırsat bekleyen yeniçeriler İstanbul'a dağılacak her yeri talan eder. Paşa ve zenginlerin konaklarına da yağmalarlar. Gözleri hiçbir şey görmez. Börekçilik yapan aynı zamanda kendileri gibi yeniçeri olan Hasan ismindeki börekçi dükkânına da girerler. Bu dükkanın sahibinin bir yeniçeri olduğunu öğrendikleri zaman 'oldu bir kere. Yağma Hasan'ın böreğidir' deyip yemeye devam ederler. (Milat gazetesi) 

Börek ustası Hasan Kılıç'ın börekleri çok lezzetli imiş. Seyyar arabasıyla Karamürsel sokaklarına çıktığı andan itibaren ilçe halkı arabanın etrafına toplanarak börekleri yağmalarcasına kapışırmış. (karamürsel.bel.tr) 

2.Dünya Savaşı yıllarında, ekmeğin karneyle satılması fırıncılar zora sokar. Çok sayıda fırıncı iş bırakır. İş bırakmayanlardan Karaköy'deki börekçi Hasan, beğenmediği börekleri sokağa döker. Bu börekler halk tarafından kapışılır. (egitimsistem.com)

Deyimin hikayesinin kaynağı hangisi ise de her üç hikayede de ortak olan Hasan isminde börekçilik yapan birinin böreklerinin yağmalanmasıdır. Buradan hareketle bu deyim, "Hakkı olanın da olmayanın da kolayca faydalandığı, sahipsiz, hiç kimsenin korumadığı mal ve mülk" anlamında kullanılmaktadır. 

Görüleceği üzere Yağma Hasan'ın böreği deyimi olumlu anlamda kullanılmıyor. Alın terletmeden başkasının malının karşılığını vermeden haksız yere elde etme anlaşılmaktadır. Bunun da ne örfümüzde ne de değerlerimizde yeri vardır. Bir kişinin malını, mülkünü veya emeğini sahibinin gönlü olmadan, habersiz bir şekilde elde etmenin vebali büyüktür. En hafifiyle emek hırsızlığıdır. Kul hakkıdır. Böyle bir durumda malın sahibini bulmak, gasbedilen veya yağmalanan malın değerini o günün değerinden vermek ve o kişiden helallik dilemek gerekir. 

Burada sözü kamu malına getirmek istiyorum. Çünkü tüm kamu malı milletin ortak malıdır. Bu malda tüyü bitmemiş yetimin hakkı vardır. O yüzden kamu malı yetim malı gibidir. Millet adına kamuyu yönetenlerin bu duyarlılıkla olması gerekir. Çünkü onlar bu amme malının emanetçileridir. Yerken, yedirirken, dağıtırken çok hassas olmaları gerekir. Bu konuda Hz. Ömer'in beytülmalde mesai yaparken makamına gelenlerin selamını almadığı, az sonra yanan mumu söndürerek başka bir mumu yaktıktan sonra selamlarını aldığını, bu durumu garşpseyen ziyaretçilere, "Az önce kamu işini icra ediyordum. Yanan mum da devletin mumu idi. Siz benim ziyaretime geldiniz. Kamu mumunu söndürerek kendi şahsi mumumu yaktım. Selamınızı da o yüzden geciktirdim" dediği şeklindeki anekdotu içimizde bilmeyenimiz yoktur. Özellikle dindar ve mütedeyyin insanlar arasında bu hikaye meşhurdur. Belki de bunun piyesini bile izlemişlerdir geçmişte. Mum da bile bu hassasiyet gösteriliyorsa, diğer harcamalarda da bir özenin gösterilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Buradan iktidarıyla, muhalefetiyle ülke yöneten ve yönetmeye talip siyasilerimize ve kamu görevlilerine sözü getirmek istiyorum. Özellikle seçim atmosferine girildiği zamanlarda seçim kazanmak amacıyla bütçede karşılığı olmadığı halde kamu maliyesini zora sokacak şekilde kesenin ağzının açılması, olmaz denenlerin yapılması ve vaatler çok sıkıntılıdır. Bu tür tasarruflar ülkenin geleceğini yok etmek demektir ve vebaldir. Sonra helalleşmek istersiniz de karşınızda helalleleşecek kimseyi bulamazsınız. Çünkü kamunun sahibi 85 milyondur. 

Eleştirel Yazılarıma Gelen Tepkiler

03.01.2022 tarihinde sosyal medyada şöyle bir paylaşım yapmışım:

"Değerli dostlar! 

Bu alemi kendi halinde aktif kullanan biriyim. Olaylara eleştirel yaklaşırım. Eleştiri yaparken göz çıkarmamaya çalışırım. Bir konudaki hoşnutsuzluğu kendi üslubumca işlemeye çalışırım. Yazdıklarımı düşüne taşına, silip silip yazan biri değilim. Bir araştırma mahsulü değil. Acizane o anda çalakalem yazdığım duygu ve düşüncelerimden ibarettir. Sadece beni bağlar. Herkes yazıp çizdiğimi tasvip edecek diye bir şey yok. Yazdıklarım kesin doğru diye bir iddiam hiç olmadı.

Yazılarım dokundurmalı, adrese teslim yazılardır. Fincancı katırlarını ürkütmeyeyim diye bir niyetim yok. Kırmadan, dökmeden dokunduruyorum. İsabet eder veya etmez. Birilerini düzelteyim diye bir iddiam yok. Ben kendimi düzeltemedim ki başkasını düzelteyim.

Bir bloğum var. Adı da "dilinkemigiyok.blogspot.com.tr.". Her konuda haddim olmayarak yazarım. Bugüne kadar 3400 yazı yazmışım. Hepsi de beni bağlar.

Bu yazıyı ele almamın sebebi, her yazımdan birilerinin kendine pay çıkarıp olduğundan fazla alınganlık göstermesi, hemen savunmaya geçmesi. 

Sizden, özellikle her şeyden nem kapan arkadaşlardan istediğim, hangi alanda yazayım hangi alanda yazmayayım? Bana bu konuda yardımcı olursanız sevinirim. Sizden bunu özellikle istiyorum."

Bu paylaşımın altına takipçilerimden bazılarının yazdığı yorumları buraya alıyorum: 

"Güceniklik bize, gönül almak sana." Meyve veren ağaç taşlanır, sayın hocam. Zülfiyare dokunmaya devam. (H. A.)

Aldırma, sen yaz kardeşim. İlgiyle takip ediyorum. Hiçbir değişikliğe gitme. Böyle iyi. (N. A.) 

Hiçbir konuda yazıp her konuda yazmasan herkes çok memnun olur ama biz her konuda yazıp hiçbir konuyu es geçmemeni istiyoruz. (S. M. İ.) 

"Sen hal-i dilin söylemesen nola Fuzuli

El Fehim kılar çak-i giribanını görgeç"

Abi sen konuyu yaz. 'Siz anladınız onu' de yeter. Biz anlarız. Selamlar. (M. Ş.)

"Dünyanın  bir körler ülkesine dönüştüğü sevginin, dostluğun, insanlığın bir emtia olarak pazarlandığı, kanıksanmış "mış" gibi bir zaman tünelinde, arada bir havalandırma kanallarını açıyorsunuz ya ... Teşekkürler  hocam." (M. Ö.)

"Hocam yarası olan gocunur. Boşver gitsin. Her şeyden alınan gocunan tipler o kadar çok çoğaldı ki. Çünkü onlar yaptıklarını kamufle etmek için her kılığa girenler. Her buluttan nem kaptanlar. Aynen devam. (M. D.)

"Eskiden İHL'de okutulan arapça kitabında bir hikaye vardı, siz bilirsiniz hocam. Bir adamla oğlunun eşekle pazara gitmesini anlatır. En sonunda adam oğluna, insanların istekleri ulaşılmaz bir gayedir der... Boş ver hocam, hesabı insanlara değil i, Allah'a vereceğini unutmadıktan sonra  istediğini yaz. Biz zevkle okuyoruz." (V. K.)

"Sayın hocam, gerektiğinde suya sabuna da dokunur insan. Eleştiri böyle bir şeydir. Alınganlık gösterenler yorum yapma yanında kendi görüş ve düşüncelerini de açıkça medyada/sosyal medyada yazarak paylaşsınlar, paylaşsınlar ki görelim bakalım ne kadar tutarlı düşünebiliyorlar ve birikimleri ne kadar? Bazıları çiçek, böcek, ayet meali paylaşır ama okumuşlarımızın da yazıp paylaşacak birikimi neredeyse yok denecek kadar az ve yaptığı sadece  kesin inançlılığına dokunan yerde parmak sallamak. Görüşü sadece onay ya da yadsıma!" (M. Ç.)

"Sevgili hocam, bitaraf olan bertaraf olur. Elbette herkesin tarafı olur. Din tahsili yapmış bizler elbette inancımız doğrultusunda giden,  bizimle saf tutan insanların yanındayız. Tarafsız kalmak için herkese gülücük dağıtacak halimiz yok. Bize yakışan,  eleştirirken yapıcı olmak, eksik kalanları belirtmek, yeni öneriler sunmaktır. Ayasofya'nın açılmasını, taksim camiinin yapılmasını çok bekledik. Beş yaşında çocuklarımıza Kur'an öğretilmesini, her okulda Kur'an ve siyer derslerinin verilmesini, tukaka edilen imam hatip mezunlarının bürokraside görevler almasını, özetle bu günleri çok bekledik. Bu imkanları ve özgürlükleri sağlayan siyasetçilere bir teşekkür etmek bir vefa borcu değil mi, bu insanlara destek olmak yanlış mı, tarafgirlik mı? Gaza gelmeden yazmaya devam diyorum. Sen benim kadim dostum, duygudaşımsın, o yüzden yazdım." (R. Ö.)

"Hakikat, kalabalıklarda barınamaz. Kalabalıkların hakikati kaldırabilecek gücü de yoktur. O yalnızdır. Ona talip olmak risktir. Bu riski göğüslenecek önce şahsiyet, sonra da yürek gerek. Paylaşımlarınızla can sıkıyorsanız, hakikat yolundasınız. Ne demişti Şeriati: "Sizi rahatsız etmeye geldim." (Z. Ö.)

Tüm yorumlara teşekkür ediyorum. Zira yorumların her biri güzel, değerli ve benim için ufuk açıcı. Sona aldığım yorumun, nazarımda değeri bir başka. Çünkü yalnızlara oynadığım zamanlarda acaba yanlış yolda mıyım dediğim anlar olmuştur. Bu yorum imdadıma yetişti. 

Yazılarına Kızıyorum

—Sana kızıyorum. 

—Niye? 

—Daha doğrusu yazılarına. 

—Ne var yazılarımda? 

—Hep eleştirel yaklaşıyorsun. 

—Bir şeyler iyi gitmiyorsa, eleştirmek gerek miyor mu? Ki eleştiri kişiyi mükemmelleştirmek için değil mi? 

—Öyle de bunu biz bize yapsak. 

—Kol kırılsın, yen içinde kalsın diyorsun. 

—Aynen öyle. 

—İyi de mızrak çuvala sığmaz hale geldiyse olup biteni sağır sultan duyduysa da mı? 

—Mızrak çuvala sığmaz ne demek? 

—"Herkesin gözünün önünde olan ve net bir şekilde bilinen gerçeklerin gizli tutulması, yokmuş gibi davranılmasının imkansız olduğu" kastedilmektedir. 

—Öyle de olsa dost var, düşman var. Bunu bizim söylememiz lazım. 

—Bu, kafayı kuma gömmek olmuyor mu? Böyle yapınca kendimizi kandırmış olmuyor muyuz? Hem bu dilsiz şeytan olmak değil mi? Hani biz bir kötülük gördüğümüzde elimizle, gücümüz yetmiyorsa dilimizle, buna da gücümüz yetmiyorsa kalbimizle buğzetmeyecek miydik? 

—Başkası çok mu iyi yapıyor? 

—Başkası senin hocan mı ki onlar da yapıyor diyorsun? 

—Ama hep muhalifsin. Hiç mi iyi yanımız yok?

—Varsa da olumsuzlukların içinde kaybolup gidiyor. Sonra muhalif olduğumu nereden çıkarıyorsun? Senin sorunun eleştirel bakış ile muhalifliği karıştırmak. 

—Yine de kızıyorum yazılarına. 

—Kızmaya kız da ben senin istediğin gibi yazmak zorunda mıyım? Senin noterin miyim ben? Ayrıca ben yanlış yazıyorsam, senin istediğin gibi yazmıyorsam, benimle uğraşacağına, bugün ne yazmış diyeceğine otur yaz doğrusunu. Elinden alan mı var? 

—Eleştiri eleştiri... Nereye kadar? 

—İşler düzelinceye kadar. O zaman baba da iş kalmaz. 

—Eleştiriden niye korkuyorsun? 

—Ha ne bileyim? 

—İyi şeyler duymak ister insan. 

—Çocuğun var mı? 

—Ellerini öper, üç tane. 

—Onları hiç eleştirdin mi? 

—Çok.

—Niye eleştirdin?

—İstediğim gibi değiller. 

—Sen onları eleştirerek onların kötü olmasını mı istemiş oluyorsun? 

—Aksine. Daha iyi olsunlar istiyorum.

—Benim yaptığım da bu.

—İyi de başkasını niye eleştir miyorsun?

—Sen kendi ailen ve çocukların dururken başkasının çocuklarını eleştirir misin?

—Ne münasebet. Onlardan bana ne?

—Kusura bakma da ben de senin yaptığını yapıyorum.

—Peki, yazılarından dolayı kendine özeleştiri yapıyor musun?

—Yapmaz olur muyum? Benim her yazım bir nevi özeleştiri zaten.

—Yine de kendimi alamıyorum sana kızmaktan.

—Ben eleştirilerime devam edeceğim, sen de kızmaya devam et. En azından bir mesleğin olur: Kızma mesleği.

—Aslında bir itirafta bulunayım. Eleştirdiğin her konuda bir sorun var. Sadece bunlar söylenmesi istiyorum.

—İşleri istediği gibi gitmeyen böyle ister. Bununla da yetinmez, alkış ister. Bunu ben asla yapmayacağım. Çünkü alkış insana kendini unutturur. 

2 Ocak 2023 Pazartesi

Kim Kazanır?

Yazıma, bir konuda hep kimin dediği olur diye bir soruyla başlamak istiyorum. Kimin olduğunu söylemeyeceğim. Sadece örneklere yer vereceğim. Örneklerden sizler bulacaksınız. Zira size tarif gerekmez. 

Küçük çocuklarıyla beraber markete giden bir aile düşünün. Anne baba alışveriş yaparken ihtiyaç olmayan ve evde olan bir şeyi çocuk istediğinde önce aile çocuklarını evde var, sonra alırız, şimdi müsait değiliz, paramız yeterli değil şeklinde ikna etmeye çalışır. Bazı çocuklar bununla ikna olsa da bazıları vardır ki basar çığlığı. Gerekirse yuvarlanır. Markettekiler ne oluyor diye bakışmaya başlar. Burada kazan kim olur? 

Evde küçük çocuğunuz veya kardeşiniz varsa, evdeki bir şeyi yeter ki istesin. İstediğiniz kadar olmaz deyin. Sonunda kimin dediği olur, bir düşünün. 

Bizim akran bir tanıdığım vardı. Mızıkçı biri idi. Epilepsi hastasıydı. Her oyunun üzerine gelir. Kimse onu oyuna almak istemese de bağırarak çağırarak oyunu bozarım diyerek istemeye istemeye oyuna dahil edilir. Oyuna almakla kalsa, yenildiği zaman kıyameti koparır, ağzından köpükler çıkararak oyunu bozar. Şunu yaparım, bunu yaparım, evimizin camını kırarım tehditleri yapar. Ki dediklerinin şakası da olmazdı. Kaç evin camını kırmıştır. Böyle bir oyunu kim kazanır? 

Bir başka akranımız daha vardı. O da futbol oyununun üzerine gelir. Girmedin, giremezdin tartışması fazla sürmez. Çünkü koşarak topu alır, ta uzaklara vurur. İstenmeyen kişi olmasına rağmen oyuna alınır. Oyun da centilmence sona ermez. İyi oynayan kazanmaz. Burada kim kazanır? 

Tilkinin yüz planı olurmuş, bu planın doksan dokuzu horozu haklamak üzerine olduğunu hepimiz bilirsiniz. Tilki akşam sabah horozun zaafını kollar. Çünkü işi bu. Bugün olmazsa yarın mutlaka bir gedik bulur. Burada da kim kazanır? 

Üst daima haklıdır, bilhassa haklı olduğu anlarda sözü gereğince bu müsabakayı kim kazanır? 

Küçükler böyle. Adı üzerinde küçük. Mızıkçılık yapmada, bencil davranmada, dünyayı kendilerine ait görmede üstlerine yoktur. Bu yola çıkarken de en büyük silahları ağlamaktır. Ağlamanın açamayacağı kapı yoktur. 

Tilkiyi söylemeye gerek yok. Adı üzerinde tilki. Bir şey elde etmek için hile, hurda, desise ne ararsanız, var onda. 

Ast üst ilişkisi olan iki kişi arasında bir niza varsa, üst karşısında astın hiç şansının olmadığını söylemeye gerek yok. 

Küçükler böyle de ta büyükler nasıl? Büyükler de küçüklerin vücutça büyümüş şeklidir. Fiziken ne kadar büyüse de ruhen küçükten farklı değiller. Herkes için aynı şeyi söyleyemem ama bazıları nedense hiç büyümüyor. Her alanda hep kazanmaya alışmıştır. Küçücük bir kayba tahammülü olamaz ve bu yenilgiyi hazmedemez. Tüm hesapları kaybettiğini elde etme üzerine kurar. Bunun için her türlü planı yapar, her imkanı değerlendirir. Plan yapmada tilki gibidir. Ne yapıp ne edecek, kaybettiğini yeniden elde edecek. Bunun için en büyük silahı her yolu mubah görmesidir. Bu konuda en büyük yardımcısı da sessiz yığınların sessizliğidir. 

Evlilik Sözleşmesi

Kız isteme, söz kesme, nişan, kına, düğün ve nikah yapmak suretiyle evliliklerimizi birleştiriyor.  

Başlıklar halinde saydığım bu evlilik aşamalarında tatlı yorgunluğun ötesinde düğünler, ağırlığını erkek tarafı çekmek suretiyle taraflara büyük maddi külfet getirmektedir. Bu külfet dolayısıyla aileler haydi deyince düğüne kalkışamıyor. 

Düğün ve evlilikler büyük maddi külfet getiriyorsa da burada düğünlerden ve düğünlerin getirdiği maliyetleri işlemeyeceğim. Taraflar zorlansa da düğünler bir şekil olup gidiyor. Ya düğün sonrası? Hep cicim ayları şeklinde mi devam ediyor? Buna kimse evet diyemez. Çünkü bazı evlilikler başlar başlamaz, bazısı evliliğin üç beş yılında bitiyor bazısı da uzatmalarla bir süre devam ediyor. Anlatmak istediğim değişik gerekçelerle boşanmaların arttığı. 

Evlilik kadar tasvip edilmese de boşanmalar da haktır. Geçinemiyorlarsa, elbette yollarını ayıracaklar. Yalnız en ufak bir anlaşmazlıkta ayrılmak için mahkeme kapısına başvurmak da doğru değildir. Çünkü her boşanma çoğu insanın bir ömür boyu yaşayacağı, psikolojisinden kurtulamayacağı şekilde onulmaz yaralar açabiliyor. Hele bir de arada çocuk varsa, en büyük sıkıntıyı da çocuk çekmektedir. Bu yüzden evlilikleri birden bitirmemek gerekir diye düşünüyorum. 

Evlilikleri birden bitirmemek için de evlilik aşamasında nikahtan önce veya nikahla birlikte hayatını birleştirecek eşlerin aralarında bir evlilik sözleşmesi yapmalarında fayda var. Bu sözleşme, eşler arasında bir sorun ortaya çıktığı zaman soruna nasıl yaklaşacaklarına dair bir yol haritası olacaktır. Evliliği sağlam temeller üzerine kurmak için eş adaylarının bir araya gelerek inceden inceye düşünmek suretiyle bir sözleşmeye imza atamalarında fayda var. Burada eşlere ufuk açıcı olması için sözleşmeye dair bazı örneklere yer vermek istiyorum:

1.Alacağımız kararları birbirimizle istişare ederek alacağımıza, ortak karar olmadan bir şeyi almaya kalkmayacağıma,

2.Konuştuğumuz konuda hemfikir olmadan tek başına karar vermeyeceğimize,

3.Konuşurken bağırmadan, çağırmadan, şiddete başvurmadan nazik ve kibar bir şekilde saygı ve sevgi çerçevesinde davranacağımıza,

4. Yanımızda bir başkası ve çocuk varken sesimizi yükselterek konuşmayacağımıza,

5. Bir isteğimizin olması için dayatma yapmayacağımıza, isteğimizi sık sık tekrarlamayacağımıza, 

6. Birbirimizin ailesine gereken ilgi, alaka ve saygıyı göstereceğimize, 

7. Ailelerimizi kıyaslamayacağımıza,

8. Bir konuyu konuşmak için uygun ortamı bekleyeceğimize, birimiz sinirli ve gergin olduğunda konuyu başka bir zaman görüşmek üzere erteleyeceğimize,

9. Ev ortamında aramızda olup bitenleri başta ailelerimiz olmak üzere kimseyle paylaşmayacağımıza,

10.Sorunlarımızı kimseye duyurmadan kendi aramızda zamana yayarak çözmeye çalışacağımıza, sorun çözülemediği takdirde aileleri çağırarak sorunumuzu masaya yatıracağımıza, 

11. Birbirimizin kalbini kırdığımız ve üzdüğümüz zaman özür dileyeceğimize,

12. Birbirimizin kırmızıçizgisine saygı göstereceğimize,

13.İyi ve kötü günde sırt sırta vereceğimize, problemin üstesinden birlikte geleceğimize,

14. Birbirimizle hiçbir zaman iletişim ve diyaloğu kesmeyeceğimize... vs.

İşbu sözleşme şahitler huzurunda taraflarca imza altına alınmıştır.

1 Ocak 2023 Pazar

Acınası İnsanlar

Bazı insanlar vardır ki kızıyorum. Sonra kızdığıma kızıyorum. Kızmak yerine bunlara ancak acınır diyorum. Evet acınasılar. Çünkü acınası olduklarını bilmekten de acizler. Hallerini, kapasite ve çaplarını bilmeden her konuda söz söylemekten de geri kalmazlar ve başkasını ayıplarlar. Güçleri yeterse ayıplamakla kalmazlar. Bir kaşık suda boğarlar. Çünkü bunlar;

Hayata tek gözlükle ve başkasının penceresinden bakarlar. 

Kendilerine ait bir duruşları yoktur. Aidiyet duygusuyla güce yaslanarak kimlik sahibi olduklarını sanırlar.

Görüş ve düşünceleri varsa bu fikirlerini değiştirmeden hep aynı düşündüklerini övüne övüne söylerler. 

Dini yaşantıları nasıl bilmiyorum ama kendilerini din konusunda uzman görürler. Hayata hep bu gözle bakarlar. Savundukları din de toplumda kabul görmüş örfe dayalı bir dindir. Geçmişte yazılıp çizilenler günümüzde geçerliliği olmasa dahi bunlar için yol haritası niteliğindedir. Üzerine toz kondurmazlar. Kondurmaya kalkana karşı ağızlarını bozarlar. Bir din dışına atmadıkları kalır. Körler ve sağırlar olarak birbirlerini ağırlarlar. Kendileri gibi düşünmeyene iyi gözle bakmazlar. Dini kendi tekellerinde görürler. 

Kendilerini yenilemeyi zül addederler. 

Okumazlar ve araştırmazlar. Tüm okudukları, sınıf geçmek için okudukları ders kitaplarıdır. Üzerine hiçbir şey koymadan bir ömür boyu satmaya çalışırlar.

Elleri kolay kolay cebe gitmez. Boş mezar bulurlarsa hayır demezler. 

Çoğu sabah akşam siyaset yapar. Kendileri gibi düşünmeyenler nankördür, satılmıştır, yabancıların uşağıdır. Ülkenin tek sahibi ve yerli unsuru olarak görürler kendilerini.

Hayatlarını başkasından korkarak geçirirler. 

Slogan ve hamaset diz boyu.

Konuştuklarıyla, yaptıklarıyla, hal ve hareketleriyle kendi gibi düşünmeyen insanların içerisinde gülünç duruma düştüklerinin de farkında değiller.

Sevdiklerinin gözündeki çöpü görmezken başkasının gözündeki merteği görürler.

Aşırı saldırgan ve savunmacıdırlar.

Ne çağı okuyabiliyorlar ne yeni neslin ne istediğinden haberdarlar.

Ne yazık ki dünyaya ve dünyanın gittiği yöne doğru söyleyebilecekleri bir şeyleri yoktur.