27 Ekim 2022 Perşembe

Ülke Yönetimi

Siyaset, ülkenin içte ve dışta usulüne ve kurallara uygun ortak akılla yönetilmesi sanatıdır. Milletin teveccühüyle sandıktan çıkıp ülke yönetimini emaneten üzerlerine alanlar, içte ve dışta beklenmeyen ve umulmadık bir kriz ortaya çıktığı zaman;

Yeni bir krize yol açmayacak şekilde çözülmesi için çaba göstermekle yükümlüdür. 

Çözüm bekleyen sorunları görmezlikten gelme ve öteleme gibi lüksleri yoktur. 

Kronikleşmiş sorunları çözmek için tarafların görüşlerini almak suretiyle çözüme kavuşturmalıdır. En azından çözüm odalı irade ortaya konmalıdır.

Sorunları soğukkanlılıkla masaya yaptırmalı, çözüm için kapıyı ardına kadar açık bırakmalıdır. Yangına körükle gidilmemelidir.  

Gerilimden beslenmemeli. Gerilimi iç siyasette malzeme olarak kullanmamalı. 

Diplomasiyi kesmemeli, hamaset ve slogana yer vermemeli, diplomatik bir dil kullanmalı. En son söylenecek söz ilk başta söylenmemeli. Ülke meselelerini kişiselleştirmemeli. Mesela, bu can bu tende durduğu/ben burada durduğum müddetçe ve kitabımda geri adım yoktur denmemeli. 

Diyelim ki boşta bulunduk. En son söyleyeceğimiz sözü ilk başta söyledik. Bu hatadan nasıl döneriz hesabı yapılmalı. Bunun için ülke onurunu zedelemeden bir çıkış kapısı bulma yollarına başvurulmalı. Kırıldığı yerden kopsun denmemeli. Ülke menfaati gözetilmeli. Ülkem bundan ne fayda sağlar ne zarar görür denmeli. Ülke zarar görecekse bir orta yol bularak gerekirse geri adım atılmalı.

Sorunu aylara, yıllara yaymamalı. Meseleyi Filistin ve İsrail haline getirmemeli. Pireyi deve, deveyi pire yapmamalı. Çünkü sorunun ötelenmesi demek ülke menfaatinin zararına olabilir. Sorun ne kadar çabuk çözüme kavuşursa diye hareket etmeli. Gerekirse üçüncü bir ülkeyi devreye sokmalı. Çünkü sorunun ötelenmesi ve çözümsüzlük ülkeye telafisi güç zararlar verebilir. Nasıl ki gecikmiş adalet adalet değilse, gecikmiş çözüm de çözüm olmayabilir. Hele "Ba'dü harab-il Basra" (Basra harap olduktan sonra) türünden çözümün bu ülkeye zerre faydası olmaz.

Her sorunu enine boyuna düşünüp kritik yapmalı. Bunu tecrübe olarak hanemize yazmalı. Bir daha aynı hatayı yapmamayı kulağımıza küpe yapmalı.

Dış ülkeyi ilgilendiren hususlarda mümkün oldukça yazı dışına çıkmamalı. Çıkmamız gerektiği zamanlarda da soğukkanlılığı elden bırakmamalı. Üsluba dikkat etmeli. Yaptığımız açıklama yeni krizlere sebebiyet vermemeli. Tansiyonu düşürmeye yönelik olmalı.

Siyasetçi ve devlet adamı her konuda inisiyatif almalı. Ama her konuda açıklama yapmayı alışkanlık haline getirmemeli. Çok konuşmalı, her konuda görüşünü söylememeli. Çoğu açıklamaları yardımcılarına, sözcülerine, alt birimlere ve ilgililere havale etmeli. 

Siyasetçinin ve devlet adamının işlerin nasıl yürüdüğüne dair takip ve denetim görevi de vardır. Bunu asla ihmal etmemeli. Yetkili organlarca işlerin takibini yaptırmalı. Aksayan yerler varsa müdahale etmeli.

Siyasetçi ve devlet adamı çok çalışan, durmadan koşturan değildir. Her konuda konuşursa, her açıklamayı kendisi yaparsa, her eleştiriye kendisi cevap verirse vücut bunu kaldırmadığı gibi zihin de kaldırmaz. Bu yüzden birçok şeyleri ekibine havale etmeli. Dinlenme ve tatile zaman ayırmalı. Çünkü her tatil ve dinlenme insanı daha az hata yaptırır. Olaylara daha soğukkanlı yaklaşmasına ve daha sağlıklı karar vermesine sebebiyet verir.

26 Ekim 2022 Çarşamba

Kokuşmuşluk *

Ölüm dışında her şeyin bir çaresi var sözü halk arasında yaygın kullanılan doğru bir sözdür. Yeter ki nefes almaya devam edelim ve vücut fonksiyonlarımız tedaviye cevap verebilsin. 

Bir eşya düşünelim ki kırılmıştır. Her kırılan yapıştırılabilir. Yapışmasa da yenisiyle değiştirilebilir. 

Bir şey yırtılmış veya eskimiş olabilir. Yama yapmak suretiyle onu kullanmaya devam edebiliriz. 

Bir meyveye kurt girmiştir. Kurtlu yeri kesip atmak suretiyle geri kalan kısmı yiyebiliriz. 

İnsanoğlu hata ve yanlış yapabilir. Hangi birimiz hata yapmayız ki. Hatayı terk edip yolumuza devam ederiz. 

Pişmanlık duyduğumuz şeyler yok mu? Hayat geriye döndürülemese de pişmanlığı içimize gömer, hayatımıza devam ederiz. 

Birilerine kırılır, küseriz. Bir zaman gelir ki barışır hatta dost bile olabiliriz. 

Deneme yanılma yoluyla doğruyu bulabiliriz. 

Deli dolu yaşarız. Bir gün dinginleşiriz. 

Yoruluruz. Dinlenince yorgunluğumuz geçer. 

Uykusuz kalırız. Deliksiz bir uyku bizi kendimize getirir. 

Gördüğünüz gibi her şeyin bir çözümü var. Örnekleri de çoğaltabiliriz. Daha fazlasına da gerek yok. Burada sormak gerek. Ölüm dışında çözümü olmayan başka ne olabilir? Buna kokuşma, kokuşmuşluk demek isterim. Gerçekten kokuşmuşluğun çözümü yoktur. Buna bozulma ve yozlaşma da diyebiliriz. Bozulan ve kokmuş yemeği yemez, dökeriz. Dökmekle de kalmayız. Evden uzaklaştırırız. Et de böyledir. Kokmaya yüz tutmuşsa kurtarmak mümkün değil. 

Kokma, kokuşma, bozulma deyince akla sadece yiyecek ve içecek gelmez tabi. Mesela, 

Toplumun yozlaşması, 

Ahlaki bozulma,

Atamalarda ehliyet ve liyakati göz ardı etme,

Yargımızın adalet dağıtmaması,

Toplumda kimsenin kimseye özellikle zıt kutupların birbirine güven vermemesi,

Şüyuu, vukuundan beter durumlara rağmen adaletin, siyasetin ve toplumun sessiz kalması,

Yapanın yanına kar kalması,

Siyasetin umut vermemesi, her gelenin öncekini aratması gibi hususlar;

Toplumda, yönetimde, siyasette, adalet vb. alanlarda sınıfta kaldığımızın göstergesidir. Bunlar düzelir mi? Düzelmez diyemem ama düzelmesi çok zordur. Zira bu ve birçok alanda kokuşmuşluk, yozlaşma, savrulma had safhadadır. Bugünden yarına düzelmesine dair bir umut da yok. Çünkü bunları dert edinip çözümü için ciddi çaba göstermek gerekir. Böyle bir iradeyi de maalesef göremiyorum. 

Hasılı, ölüm dışında birçok şeyin çözümü ve alternatifi olabilir. Umutsuz değilim ama kokuşmuşluk, çürümüşlük, yozlaşma ve bozulmanın giderilmesi için kuvvetli bir irade olmazsa, çözümü, ölüm gibi bir o kadar zordur. 

 *04/11/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

24 Ekim 2022 Pazartesi

Bu Halı Başka Halı

Tüm başarısı ilkokulu birincilikle bitirmek olan zatı muhterem nihayet birileri tarafından görülür. Kendisine arayıp da bulamadığı bir görev tevdi edilir ve protokolde vali ve belediye başkanından sonra Cumhuriyet başsavcısı, adli yargı komisyon başkanıyla birlikte üçüncü sırada yer bulur. İstediği bir gözdü. Ona verildi iki göz. Daha ne istesin. 

Görevine başladığı andan itibaren hiç gündemden düşmedi. Maceradan maceraya koştu. Kırıp dökse de kimse onun bileğini bükemedi. Öyle ya ilkokulu birincilikle bitirene kim ne yapabilirdi. Kıskananlar çatlasın. Üstelik arkası da sağlamdı. 

Bu başarısına rağmen kendisini tanımamakta direnenlere kendini göstermesini de bildi. Bunun için de soru cevap yöntemini kullanarak öğretmeye devam etti ve tevazuundan hiçbir şey kaybetmedi. Onlara: Bu civarın son yıllarda yetiştirdiği en büyük alim kim diye sordu. İşinde gözü olmayanlar burunlarını ucundaki alimi nereden bilecekler? Kem küm cevapları karşısında hiç bozuntuya vermeden, bilemediniz diyerek ağzını doldura doldura bir isim söyler ki herkes ne diyeceğini şaşırır. Çünkü beyefendi kendi ismini söyler, ... diyeceksiniz diyerek ismini iki defa söyler. Bir alimle çalıştıklarından dolayı öyle zannediyorum, personel mutluluktan uçmuştur. Ayrıca moral depolamışlardır. Bu alim olduysa, biz hayli hayli oluruz demişlerdir ve ilme yönelmişlerdir. 

Gel zaman git zaman nasıl ki günler, aylar, yıllar birbirini kovalarsa, bu da maceralarına devam eder. Her bir macerasına rağmen kendisini hala koltukta oturur görünce, var bende bir şeyler zehabına kapılır ve kendisini hala tanımayan zevat ve devlet erkanı var mı diye düşünür. İmdadına şehre yeni atanan mülki amir gelir. Evet, ona kendini göstermeliydi. 

Şehirde darülaceze ziyaret edilecektir. Mülki amirle beraber oraya katılır. Oranın sakinleri kendi el emeği göz nuru halılarından bir tanesini mülki amire hediye ederler. Hediye edilen halı sıradan bir halı değil. Daha önce bu halıya muhteremin eşi göz dikmiş meğer. Bu halının mülki amire hediye edilmesini görünce hanımefendi, "Ben size bu halıyı kaldırın dememiş miydim" diyerek mülki amirin yanında bir tartışma başlatır. Ama mülki amir halı benimdir artık diyerek halıya sahip çıkar.

Hanımefendi bu işi burada bırakmaz. Evde ne olduysa artık. Öyle zannediyorum evde kıyameti koparır. Muhterem eli mahkum, halının peşine düşer. Mülki amire danışmanını ve yardımcısını gönderir. Ellerine de üç halı verilir.

Muhteşem ikili, emir demiri keser misali, koltuk altlarında üç halı ile birlikte mülki amirin huzuruna çıkarlar ve "Efendim, size verilen halı x kişiye hediye edilecekti. Yanlışlıkla size verildi. Bunun yerine size üç halı getirdik. Bunlardan birini seçip o halıyı bize verseniz" derler. Mülki amir halıyı vermediği gibi üç halıdan hiçbirini de seçmez. Bunun üzerine ikisini verelim derler. Hayır cevabı alırlar. Bu sefer üçünü birden verelim derler ama mülki amir Nuh der, peygamber demez. 

Bir işi halledemedikleri için muhterem yardımcısına bir şey yapamasa da daha önce mükarrabünden kıldığı ve birden fazla makamla donattığı danışmanını kızağa çeker. Çünkü bir halıyı alamadı. Normal mi bu? Bence çok normal. Muhteremin eşi üzüleceğine kendisinin göreve getirdiği kişi üzülsün. Görevlerinden kızağa almada da sakınca ve sıkıntı yok. Zira zaten o getirmişti. Veren de o, alan da. Verirken iyiydi de alırken mi kötü olacak. Sorgusu bile abes. O da verilen görevi yerine getireydi. Sonra kendisi o göreve liyakatinden dolayı mı getirilmişti?

Sonra mı? Mülki amir halıyı vermediği gibi olayı yukarıya taşır. Yukarı bu meseleyi tereyağından kıl çeker gibi çözer. İlkokul okul birincisi ve civarın en büyük alimi demez, üstünü çizer ve istifa edin denir. Çünkü muhteremin itibarı söz konusu burada. O da baktı ki pabuç pahalı. İstifa eder. Pardon af talebinde bulunur. Gördüğünüz gibi eski dil alışkanlığımı hala terk edemedim. Hasılı şehrin bu krizi böylece çözülmüş olur. Verirdin vermezdin şeklinde bir arbede yaşandı mı, inanın bilmiyorum. Bunu ancak Suudi Konsolosluğuna sormak lazım. 

Uğruna koltuğundan eden meşhur halıyı görmedim ama yine de ne halıymış demekten kendimi alamadım. Ömrüm olur, mülki amir halıyı duvarına asar, beni de makamına kabul ederse, muhteremi makamından edecek şekilde krize sebebiyet veren bu halıyı görmek isterim. Burada muhteremi de tebrik etmek lazım. Hediye ettiği halıyı geri alamadı ama eşi için verdiği mücadele takdire şayan. Kim ne derse desin, akıllı adammış, vesselam. Eşiyle arası bozulacağına makamı terk edebildi. Öyle ya aile huzuru bozulduktan sonra makam ne işe yarardı. Umarım, eşi kocasının kendisi için giriştiği mücadelesini takdir etmiştir. Bir halıyı geri alamadın. Beceriksiz. Makamın da elinden gitti demez. 

Sonuç olarak, siz siz olun. Bir makama bir hediye götürmeden önce hanım, ben bu hediyeyi götürmek istiyorum. Ne dersin diye sorun. Değilse burada olduğu gibi başınıza iş açmış olursunuz. Demedi demeyin. Yoksa sizi ben bile kurtaramam. 

20 Ekim 2022 Perşembe

Saygı Duymuyorum

*Ömrünü birilerine şakşakçılık yaparak ve başkasını kötüleyerek geçirenlere,

*Bir kişinin, bir düşüncenin, bir kişinin sorgusuz sualsiz trollüğünü yapanlara,

*Akıl nimetini başkasına kiraya verenlere, 

*En ufak bir eleştirinin yapıcı olanına dahi tahammül edemeyip ağzını ve kalemini bozarak hakaret edenlere,

*Hayata tek gözlükle bakıp hayatı kendinden ibaret görenlere,

*Sevdiklerinin birçok konuda çelişkileri ayan beyan ortaya çıkmasına rağmen vardır bir hikmeti deyip yanlışı savunmaya devam edenlere veya çelişkiye sessiz kalanlara ya da çelişki yok deyip eleştirip ayıpladıklarını dün dündür aymazlığına yatanlara, 

*İşini çıkarmak amacıyla her devrin adamı rolünü üstlenenler kendini belli etmesine rağmen bu tiplere prim verenlere,

*Kiminle ve nasıl biriyle çalışacağına dair elinde seçme iradesi olduğu halde çevresini, yeteneksiz ve ehliyetsiz çapsız insanlarla dolduranlara,

*Kendisini başkasını kötüleyerek ifade edenlere,

*Yapamadıkları ile ilgili bin bir türlü mazeret, gerekçe ve bahanenin ardına sığınarak kendisine hiç toz kondurmayanlara ve bu gerekçelere inanıp savunanlara, 

*Her şeyde dış güçler parmağı paranoyasına inananlara, 

*Kendisi gibi düşünmeyenlere hain, nankör diyenlere, 

*Perşembenin gelişi çarşambadan belli olmasına rağmen gözünün içine baka baka hayatı toz pembe göstermeye çalışanlara, 

*Olup biten ve düzgün gitmeyen her şey için dünyada da böyle deyip biz yine iyiyiz diyenlere,

*İşini ve her şeyini algılar üzerinden yürütenlere,

*Kendi mahallesine toz kondurmayanlara,

*Bu konuda ben ne yapabilirimden ziyade Mehdi bekler gibi kurtarıcı bekleyenlere,

*Varlığını zayıf rakiplerinden alanlara,

*Sevgi ve nefrette aşırı giderek dün söylemedik söz bırakmayıp bugün kol kola girenlere,

*Dün birlikte iken öküz öldükten sonra ortaklığı bozanlara ağır ithamlarda bulunanlara,

*Bazı şeylerin şüyuu mide bulandırmasına rağmen kılını kıpırdatmayanlara…

18 Ekim 2022 Salı

Basın Yasası Sansür Yasası Olmasın *

Basın kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair 7418 sayılı Kanun, 13 Ekim 2022 tarihinde Meclisten oy çokluğuyla geçti. 17 Ekim 2022 tarihinde de Cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak 18 Ekim tarihli Resmi Gazetede yayımlandı. Kanunun girişinde amacının, basın özgürlüğü ve bu özgürlüğün kullanımı ile basın kartına ilişkin usul ve esasları belirlemek olduğu açıklanmaktadır. Tartışmalara sebebiyet veren bu kanunun basın camiasına ve sosyal medya kullanıcılarına hayırlar getirmesini temenni ediyorum.
Basından okuduğum kadarıyla yasalaşmış olmasına rağmen hakkında hala tartışma yapılan bu kanunun sadece iktidar partisine mensup partilerin oylarıyla değil de oy birliği ile yasalaşmasını gönül isterdi. Çünkü kanunun "basın özgürlüğü ve bu özgürlüğün kullanımı..." şeklindeki amacı kulağa hoş geliyor. Bir yerde özgürlük varsa bu kanunla ilgili niye tartışma olsun, öyle değil mi? 
Tartışmanın fitilini ateşleyen, kanunun "Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır." 29.maddesidir. Bu maddenin içeriğine bakıldığı zaman içerikte de sıkıntı yok. Zira kimsenin gerçeğe aykırı bir bilgiyi, ülkenin iç ve dış güvenliğini tehlikeye atacak şekilde yaymak suretiyle kamu düzenini ve sağlığını ve kamu barışını bozmaya; halk arasında endişe, panik ve korku yaratmaya hakkı yoktur. Gerçekten algı oluşturmaya yönelik gerçeğe aykırı haber ve bilgi yayan kimseler fazlasıyla cezasını çekmeli.
Bu içerik ve bu haliyle bu kadar tartışma niye o zaman? Açıkçası bu 29.maddeye ben de rezerv koyuyorum. Çünkü maddede belirtilen beş şart, içkinin şişede durduğu gibi durmuyor. Bu kanunun bir de uygulama boyutu olacak. Çünkü bu ülkede en büyük sorun uygulamada çıkar. Şimdilerde unuttuğumuz 141, 142, 163 ve 312.maddelerden bir zamanlar birçok insanın mağdur edildiğini, siyasi yasaklı yapıldığını, cezaevine girdiğini, düşünce suçlusu muamelesi yaptığını çok iyi bilir. Saydığım bu maddeler de özü ve içeriği itibariyle sorunsuzdu. Ama okunan bir şiir bile 312.maddenin kapsamına alınarak muhtar bile olamaz dendi. Niçin? Çünkü somut kıstası konmayan ve sağa sola çekilip yorumlanan maddelerdir bunlar. Kanun koyucular en iyi kanunun içerisine öyle maddeler eklerler ki birilerine had bildirilmek istendiği zaman hakim ve savcılarca sündürülebilsin. İşte yeni kanunun 29.maddesi de böyle. Bizim gibi asgari müştereklerde buluşamayan, zıt kutbu bol olan, bir doğru da bile buluşamayan, kişi ve zihniyetlere göre doğru ve yanlışın değiştiği, gücü ele geçirenin orantısız güç kullandığı ülkede bu kanun çoğu kimseyi yok yere mağdur edebilir.
Kanun yasalaştı. Şu aşamadan sonra hakim ve savcıların 29.maddeyi uygularken bugün kimsenin hayırla yad etmediği 141, 142, 163 ve 312.maddelerin geçmiş sabıkasından ibret almaları, kimseden emir ve direktif almadan adına ve amacına yaraşır şekilde yasayı uygulamalarıdır. Çünkü bu kanunun basın kanunu olarak anılması uygulamaya bağlı. Değilse bu kanunun adı bazılarının şimdiden dillendirdiği gibi "sansür yasası" olarak anılır. Herhalde bu şekil anılmasını da kimse istemez. Bu yüzden yargıya büyük görev düşüyor. 

*21/10/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

16 Ekim 2022 Pazar

İlk İntiba

—Beni tanıyor musun? 

—Teşehhüt miktarı kadar. 

—Yani yeterince tanımıyorum diyorsun. 

—Aynen öyle. 

—Ama benim hakkımda kanaat belirtmişsin. 

—Doğrudur. Hakkınızda konuştum. 

—Halbuki ben size hep iyi davrandım. 

—Doğrusu hep iyi ve nazik davrandınız ve değer verdiniz. 

—O zaman mesele ne? 

—Konuştuklarım benim meselem değil. Efkarı umumiyenin derdine tercüman olmak istedim. 

—Sen onların avukatı mısın? 

—Değilim ama bigâne de kalamazdım. Çünkü aynı ortamda yaşıyor, aynı havayı soluyoruz. 

—Yeterince tanımadığın biri hakkında konuşmak doğru mu? 

—Hem doğru hem doğru değil. Yeterince tanımıyorum. Bu yönüyle hakkında ileri geri konuşmam doğru değil. Tanımama rağmen hakkında konuşma yapmamın doğruluğuna gelince, yaptığım kanaattir. Bu, ilk intiba demektir. Kanaat ve intiba tanıdıkça değişebilir. 

—Bak, gördün mü? Bu, yanıldığının itirafı değil mi? 

—Ama değişmeyebilir de. 

—O zaman erken hüküm vermemek en doğru olan değil mi? 

—İnsani bir durumdan bahsediyorum. 

—İnsanilikle ne alakası var? 

—Bir insanı ilk gördüğünde ve teşehhüt miktarı hasbihal ettiğinde, hakkında olumlu ya da olumsuz bir kanaat edinir insan. Hatta bununla ilgili "İnsanlar kıyafetleriyle karşılanır, fikirleriyle uğurlanır" da denir. Yine "En iyi dostluklar kavgayla başlar" da denir. Bu iki söz bile kişiler hakkında ilk intibaların olduğunu, bu intibaların daha sonra değişebileceğine işaret eder. Sizinle ilgili kanaat ve intibaya gelince, bunu kompozisyona da benzetebiliriz. Bildiğin gibi kompozisyonlar giriş, gelişme ve sonuç bölümünden oluşur. Hakkındaki kanaatim halihazırda giriş bölümünden ibarettir. Takdir edersin ki kompozisyon giriş bölümünden ibaret değildir. Gelişme ve sonuç bölümü, girişe uygun devam edebileceği gibi değişebilir de. Derim ki yaptıklarından dolayı X kişi hakkında şöyle şöyle düşünmüştüm. Şimdi aynı kanaatte değilim. Yanılmışım derim. Aynı şekilde sizin de beni yeterince tanıdığınızı sanmıyorum. Ama bir kanaat sahibisiniz. Yani sizin durumunuz da benden farklı değil. Bunu ayıplamıyorum. Çünkü doğal olan bu. İnsanlar ilk intibadan sonra daha fazla beraber oldukça birbirlerini daha iyi tanır. Halihazırda ikimiz de birbirimizi yeterince tanımıyoruz. Zamana ihtiyacımız var. Zira zaman her şeyin ilacıdır. Üstelik birbirimizi tanıyacak yolları daha yaşamadık. Ne yolculuk yaptık ne komşuluk yaptık ne de alışveriş. İnsan tanıma yolları diyebileceğimiz bu üç kaideyi belki yaşamayacağız ama işte çalışırken de pekala birbirimizi daha iyi tanıyabiliriz. Yeter ki ilk intibada saplanıp kalmayalım. Şunu unutmayalım ki hiçbir insan özünde kötü değildir, kötü olayım da demez. Ben şöyleyim demekle de kişi tanınmaz. Kişi ne olursa olsun, niyeti ne kadar iyi olursa olsun, o kişi çevrenin tanıdığı ve anladığı kadardır. Yanlış tanınıyorsa, bunda kişinin de payı vardır. Çünkü kişi ne dediğinden, ne yaptığından çok, karşı tarafın anladığı kadardır. Son söz iletişim çoğu kapalılıkları giderir. Yeter ki bu yolu açık tutalım. 

15 Ekim 2022 Cumartesi

Grizu Patlaması ve Biz *

Bartın'da meydana gelen maden faciası 41 cana mezar oldu. Ateş düştüğü yeri yaksa da acımız büyük. Bu faciada vefat edenlere Allah'tan rahmet, yaralılara acil şifalar, vefat edenlerin ailelerine başsağlığı diliyorum. 

Temennim, bu tür maden facialarının son bulması. Ama temenniden öteye geçmiyor bu dileğim. Çünkü geçmişte benzerlerini çok gördük, şimdi de gördük, böyle giderse yarınlarda da görme ihtimali yüksek.

Patlamanın olduğu andan itibaren eksik olmasınlar, devlet ricali Bartın'da idi. Ne zaman bir deprem, sel baskını, maden faciası olsa devlet ateşin düştüğü yerde oluyor. En azından acılarınızı paylaşıyoruz demektir bu. Ailelerin acılarını yok etmese de birtakım yardım ve destek açıklamaları da olay yerinde sıcağı sıcağına yapılıyor. 

Devletin olay yerine gidip birinci elden açıklama yapması, süreci yönetmesi, devletin tüm imkanlarını seferber etmesi, yaralı ailelere yardım ve destek açıklaması takdire şayan ama tüm bu yapılanlar yeterli mi? Bence yeterli değil. Yapılanları önemsemekle beraber bu tür patlamaların bir daha olmaması için devletin her türlü tedbiri alması gerekiyor. Olaylara ve yazılıp çizilenlere savunmacı anlayışla yaklaşanların, devlet elinden geleni yapıyor, daha ne yapsın diyebilir. Varsın desinler. Müsaadenizle devlet neler yapabilirdi sorusuna cevap aramaya çalışacağım. Niyetim suçlu aramak, suçu birilerinin üzerine atmak değildir. Bir daha böyle facialarla karşılaşmamaktır temennim. 

Bu tür maden faciaları neden bu ülkede oluyor? Başka ülkelerde grizu patlaması olduğunda onlarda ölen olmuyor da niçin bizim ülkemizde onlarca canı madene kurban ediyoruz? Patlamaya ve can kaybına "kader" demek, sorumluluğumuzu Allah'a yüklemek olmaz mı? Farz edelim ki bu tür facialar bir kaderdir. Allah'ın bu kaderi başka ülkelerde ölümle sonuçlanmıyor da neden bu ülkede cereyan ediyor? Derdi nedir Allah'ın bu ülkenin yerin 300-350 metre altında rızkını temin için didinen madencilerle? Bu sorularıma sadece haşa, sümme haşa derim. Bu tür maden kazalarını kadere yüklemeyi de Allah'a atılmış bir bühtan görürüm. Suçu kadere yıkmak suç bastırmaktır. Hele bu şeyi ve her şeyi kaderle ilişkilendirmek her olup bitende "dış güçler" parmağı aramaktan başka bir şey değildir. Zira maden kazasının kaderle zerre alakası yoktur. Olsa olsa sorumsuz davranışlarımızdır. Geliyorum diyen kazaya tedbir almamaktır. Kazayı kadere yüklediğimiz kadar bilerek veya bilmeyerek kazaya sebebiyet vermeyi sorgulamamız gerekiyor. İlk açıklama, "varsa sorumluları gereği yapılacak" demek iş değil. Zira burada sorumlu ya da sorumlular var. Araştırma, inceleme ve soruşturma inceden inceye yapılmalı. Ucu kime dokunuyorsa, yargılanıp en ağır cezayı almalı. İçimizden, ceza veriliyor diyeniniz çıkabilir. Kusura bakmayın ama ben bugüne kadar bu tür patlamalarda ceza alan ocak sahibine, düzgün denetim yapmayan bürokrata doğru dürüst ceza verildiğini görmedim. Veriliyorsa da caydırıcılığı yok ki bu facialar devam ediyor. Ölen öldüğüyle kalıyor, çocuğu öksüz, hanımı da dul kalıyor, o kadar. Gerçi olayı kadere bağlamak yargılamayı düşürür. Ne de olsa ortada bir takdiri ilahi var, öyle değil mi? 

Olayın sıcaklığıyla bunları yazmak istemezdim. İstediğim bu vesileyle biraz ciddiyet. Bu ülkede çalışan insanın değeri bu kadar ucuz olmamalı. Yetmedi mi grizu patlamalarına ve göçüklere verdiğimiz kurbanlar? 

*17/10/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde "Grizu Patlaması" başlığıyla Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.