11 Ağustos 2022 Perşembe

İptal Edilen KPSS Üzerine (1) *

Merkezi sınavlarda alınan sıkı tedbirlerle bina içinde ve bina dışında bireysel kopya çekilmesine geçit verilmediğini; sınava girenler, sınavlarda görev yapanlar ve çocuğu sınava giren anne babalar çok iyi bilir. Bırakın kopyayı, teşebbüsü bile mümkün değil.

ÖSYM'de soru hazırlama faslının nasıl olduğunu kamuoyu yeterince bilmemekle beraber bu tür komisyonlarda görev alıp isminin açıklanmasını istemeyen bir akademisyenin bu konuda yazdıklarına kulak verelim:

"2015-2017 yıllarında özellikle de 15 Temmuz’dan sonra birkaç defa ÖSYM’de soru hazırlayan ekipte yer alan biri olarak yazıyorum:

-Soruları hazırlayanlar kesinlikle üniversite hocalarıdır.

-ÖSYM binasına girişte göz id’si alınır. Onunla tüm şifreli kapılar açılır. -Telefonlar teslim alınır. 

-Üzerinizdeki kağıt kalem hepsi toplanır ve bir dolaba kilitlenir.

-Saat 10.00 ile 16.00 arası sadece zihinlerde olan sorular üretilir.

-Bu hazırlanan sorular bir üst komisyon tarafından dil ve diğer tüm yönleriyle ikinci defa onaylanır.

 -Soru hazırlayanlar her dönemde değişir.

 -En önemlisi; bir sonraki imtihanda soru hazırlayanların yakınlarının bu tür imtihanlara girip giremeyeceklerine dair yazılı etik onayı alınır. 

-Soru hazırlarken kullanılan kağıtlar, çıkışta kağıt öğütme makinasında öğütülür.

-Soru havuzundan kura ile soru seçilir. Eğer sizin hazırladığınız soru, sınavda sorulmuşsa yani değerli bulunmuşsa size telif ücreti ödenir. 

Kısaca çok sıkı kurallar var. Soru hazırlayan kendini afişe etmediği sürece hiç kimse bilmez. 

Bu son olayda; soru hazırlayan kişilerden birisi daha önce yayınlanmış soruları ezberlemiş ya da hazırlayıp yayınladığı soruları zihninden soru veri tabanına yazmış olabilir. 

Ya da en son editörlük yapanlar bir hinlik yapmış olabilirler..."

Görüleceği üzere soru hazırlama faslında sorular zihinde üretiliyor. Kullanılan kağıtlar da öğütülüyor. Yani burada da sıkı tedbirler var. İçeriden dışarıya sorunun çıkması, dışarıdan içeriye sorunun girmesi de söz konusu değil. Çünkü sınav sonrasında ortaya çıkacağı kuvvetle muhtemel olan bu işe yeltenmek cesaret ister. O zaman sorun nerede? İptal edilen KPSS sınavı ile ilgili inceleme ve soruşturma sonuçlandığı zaman sorunun nereden kaynaklandığı ortaya çıkacak. Biz yine de ihtimaller üzerine fikir jimnastiği yapalım. Bunu da diğer yazımızda ele alalım.

*12/08/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

9 Ağustos 2022 Salı

Kim Demiş Bu Araba Muayeneden Geçmez Diye *

İki seferdir ağır kusurlu muameleye maruz kalan aracım, cebimde sıkışan fazlalığı sanayiye bırakmanın ardından muayene tekrarıyla hafif kusurlu olarak trafik vizesi alabilmişti. Eski modeldi ama her seferinde gıcır gıcır yıkamıştım halbuki. Gönlümden, bu model bu arabayı bu yıla ve buraya kadar getirmiş, üstelik bize değer vermiş, ele güne karşı ayıp olur demiş, aracını da bir güzel temizlemiş. Kendisinin ahı gidip vahi kalsa da bu garibi daha fazla üzmeyelim, ahir ömründe biraz sevindirelim, hafif kusurla gönderelim derler mi diye geçmedi değil. Ama acımadılar. Neyse geçen geçti. Şimdi gelelim günümüze.

İki seneyi çok uzun sanırdım. Meğer göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Aracın muayenesi tekrar geliverdi. Bir hafta öncesinden randevumu aldım. Bereket geçen seferlerde olduğu gibi plakamı, adımı, soyadımı çifter çifter yazmadı sistem. Tek seferde randevumu alabildim.

Aracıma hiç bakım yaptırmadan, sol çamurluğa vurup izini kaybettirenin bıraktığı izi kaportacıya götürmeden, arabamın içini ve dışını yıkamadan randevu günü muayene istasyonunda buldum kendimi. Niye yıkayacaktım ki. Hem kadir kıymet bilmiyor TUVTURK hem de aracımın camına "Beni yıka" yazılmamıştı daha. Aracım geçer mi diye bir tereddüt de yaşamadım. Bir güzel muayene edeceklerdi nasılsa. Üstelik ikidir beni tanıyorlardı. Muayene sonrası öğle sonrasını da sanayiye ayırdım. Nasılsa “Amca, şunları şunları yaptır gel” diyeceklerdi. Ben de soluğu sanayide alacak, cebimdeki fazlalığı orada bırakacak, piyasanın hareketliliğine bir katkıda daha bulunacaktım.

Aracımı park ettikten sonra numara-matikten sıramı alacaktım ki baktım, aracım km.ini de istiyor. Geri dönüp aracın km.ini not ettim. Üç beş dakika sonra sıram geldi. Veznedeki görevliye 507 TL 40 kuruş ödemeyi çekmesi için kredi kartını uzattım kendimden emin bir şekilde. Çünkü önceki yıllardaki randevu bilgilerinde, kredi kartı ile ödeme yoktur yazarken bu sefer kredi kartı ile ödeme yapabilirsiniz yazıyordu. Görevlinin pek hoşuna gitmedi bu. Yüz hattı, post cihazı bulundurmayan ya da cihazı havlunun altına saklayan bazı eski esnaf gibiydi. Bu tip küçük esnafa kredi kartını uzatınca o zaman fiyat şu olur derlerdi. Görevli, bu tip eski esnaf misali, "Kredi kartı ile ödeme yaparsanız, 10 lira 20 kuruş fark biniyor. Bu durumda 517,60 kuruş çekmemiz lazım dedi. Fark problem değil ama bunu pekala randevu bilgisinde belirtebilirdiniz dedim. Cevap yok. Aslında tek çekim bir alışverişte veya takside fark uygulanıyorsa peşin ödeme yaparım. Ama bu durumda yapılacak bir şey yok. Zira cebimde nakit getirmemiştim. Gönülsüz olunca ancak iki denemede ödemeyi alabildi. Ben yine şanslı imişim. Zira muayene beklerken biri, "Nakit de getirmemiştim. Sistem çekmiyor dediler. Ta neredeki bankamatikten para çekip geldim" şeklinde dert yandı. TUVTURK önceki yıllara oranla kendini geliştirip post cihazı koymuş derken hem fark alıyor hem de sistem izin vermiyor diyerek vatandaşın iki ayağını pabuca sokuyor. Firma madem bunu yapacak. En azından bahçenin uygun bir yerinde ATM'lere de yer verse iyi olacak. Ayrıca tüm Türkiye’ye hükmeden bu büyük firmanın bu kadar küçük hesap yapmaması lazım. Çünkü büyük olmak ve bu alanda ebedi olmak bu küçük hesabı yapmamasını gerektirir.

İsmimin anons edilmesiyle birlikte gönül rahatlığı içinde kirli aracımı görevliye teslim ettim. Görevli, "Aracımda kıymetli bir şey olup olmadığını" sordu. Bulursan, haberim olsun dedim. Arka tarafa geçerek dört gözle aracımın muayenesinin bitmesini beklemeye koyuldum. Altına üstüne, sağına soluna bir güzel baktı eleman. Bu arada bir iyilik de yaptım. Muayeneden çıkan bir kamyoneti çalıştıramamışlar. Biri şuna bir yüklenelim dedi. İkimiz birden aracı itekleyerek çalışmasına yardımcı oldum. Bunun adı vurdurma imiş bu arada. Kısa günün karı. Sevap sevaptır.

Nice sonra görevli aracımı çıkardı. Sonra içeri geçerek kepengi kapattı. Hacı yolu bekler gibi yeniden beklemeye koyuldum. Dur bakalım, tıraşım şimdi ortaya çıkar derken bir kız çocuğu ismimi okuyarak yanıma geldi. “Aracınız geçti, hayırlı olsun” dedi. Evrakı uzattı. Teşekkür ederek evraka göz gezdirdim. Hafif kusur varmış aracımda. Olsun o kadar. Hem bu kadar kusur kadı kızında bile olur dedim. Sanayiye doğru çevrilmiş aracımı tamircilere yeni bir katkı sunamadan ters istikamete çevirdim. Böylece ihtiyaten boşalttığım öğleden sonram da boşa çıkmış oldu.

Buraya kadar üşenmeyip okuduğunuza göre kadı kızında bile olabilecek hafif kusurlarım nelermiş, bir bakalım:

-Motor NO’su araç üzerinde okunabilir değilmiş. (Keyfim yerinde ya. İçimden sen o gözlerine baktır deyiverdim.)

-Debriyaj pedalının üst lastiği yokmuş. (Ayağımı acemi şoförler gibi sürekli debriyajın üzerinde tutunca lastik nasıl dayansın.)

-Yakıt/gaz deposunun donanım kapakları yok ya da hasarlı imiş. (Ne olduğunu, neyi kastettiğini anlamadım ama neyse.)

-Yakıt/gaz boruları uygun olarak serilmemiş. (Nerem düzgün ki yakıt borusu düzgün serilsin.)

-Sıvı gaz sisteminin camlar üzerinde ikaz etiketi yokmuş. (Bu devirde kim cama bakar ki…)

-Egzoz askı bağlantısı eksik/gevşek/kırık yazılı. (Eksik mi, gevşek mi, kırık mı? Hangisi anlayamadım.)

-Motorda yağ kaçakları varmış. (Bu kusur bende her seferinde banko.)

-Şanzımanda yağ kaçakları varmış. (Sanırım bu yeni kusur.)

-İlk yardım çantası yok. (Diğerleri de ihmale gelmez ama bunu yapmamam lazımdı.)

Gördüğünüz gibi bu kadar kusurla geçtim. Anlayacağınız halihazırda gemisini kurtaran kaptanım. Araç muayenesinde sizlere başarılar dilerim. TUVTURK görevlilerine de nezaketlerinden ve hızlarından dolayı teşekkürler. Benim bu kadar kusuruma, TUVTURK’ün kredi kartı ödemesine 10 lira 20 kuruş eklemesi de onun hafif kusuru olsun.

*29/08/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

8 Ağustos 2022 Pazartesi

KPSS Önerim *

Öğretmenliğimin son yirmi yılında yaptığım sınavlar için şöyle bir yol izledim:

1. İki hafta öncesinden sınav tarihini öğrencilerime duyuruyorum. 

2.Sorumlu tutacağım üniteleri açıklıyorum. Şu sayfadan, şu sayfaya sorumlusunuz. Sınava bir hafta kala sınava hazırlık soruları vereceğim diyorum.

3. Duyuruyu yaptıktan sonra her akşam veya hafta sonu bilgisayarın başına oturuyorum. Bir Word sayfası açıyorum. Sayfayı iki sütuna bölüyorum. Başlığına da girdiğim sınıfların şubelerini yazarak X, Y, Z üniteleri tarama testi yazıyorum. Bir sayfaya daha çok soru sığdırmak için sayfa yapısını düzenliyorum. Yazı puntolarını da yerine göre 9-10'a düşürüyorum. 

4. Başlıyorum ders çalışmaya. Açıyorum kitabı (son yıllarda bilgisayardan kitabın PDF'ini). Kitabı bir güzel tarıyorum. Sorumlu tuttuğum kısımları satır satır okuyorum. Her paragraf sonrası buradan nasıl bir soru çıkarabilirim üzerine düşünüyorum. Öyle paragraflar var ki o paragraftan 8-10 kadar soru çıkardığımı hatırlıyorum. Çıkardığım her bir soruyu Word sayfasına test usulü yazıyorum. Girdiğim sınıflar ortaokul ise 4, lise ise 5 seçenek koyuyorum. 

6. Soruların bir kısmı bilgiye dayalı olmakla beraber çoğu soruda paragrafa yer veririm. Parçadan hangisi çıkarılabilir, hangisi çıkarılamaz gibi anlamaya yönelik sorular hazırlarım. 

7. Sorumlu tuttuğum yerden ne kadar soru çıkıyorsa o kadar soru hazırlıyorum.  Hazırladığım soru adedi ünitesine göre 80, 100, 150, 200, 250'yi de bulduğu olur. 

8. Hazırladığım bu soruları sınava bir hafta kala, ilk zamanlarda öğrenci adedince çoğaltıp her bir öğrenciye veriyordum. EBA ile birlikte tüm öğrencilerin ulaşabileceği şekilde elektronik ortama çalışma testi diye yüklüyorum. Kimin çözüp çözmediğini de EBA'dan takip ediyorum. 

9. Öğrencilere sınavda bu sorulardan çıkacak diyorum. Bazen cevap şıklarını da veriyorum bazen uğraşsınlar diye cevabı kendilerinin bulmasını istiyorum.

10. Sınavda çıkacak soruları öğrencilere vermekle işim bitmiyor. Derslerine girdiğim zaman yapamadıkları soruları derste soruyorlar. Dersim yoksa teneffüste beni nerede yakaladılarsa ellerinde çıktı olduğu halde koşarak yanıma geliyorlar. Öğretmenim, şu soruyu çözemedik diyorlar. Çıktılarda altı çizilmedik satırın kalmadığını görünce bu hummalı çalışma hoşuma gidiyor. Cevabı birden söylemiyorum. Mantık yürüterek öğrenciden kendisinin bulmasını istiyorum. Bazı zamanlarda da konuyu erken bitirince EBA'ya yüklediğim soruları açıp sınıfta çözüyoruz.

11. Öğrenciler verdiğim sorulara çalışadursun. İkinci kez tekrar bilgisayarın başına oturuyorum. Daha önce hazırladığım sorulardan A ve B grubu olacak şekilde soru seçiyorum. Soruların uzunluğuna göre her sınavda 25, 35, 50 soru hazırlıyorum. Sınav kağıdı, öğrencinin kodlayacağı cevap kağıdı da aynı kağıtta olacak şekilde önlü ve arkalı iki sayfayı geçmiyor.

12. Belirlediğim tarihte aynı ders saatinde girdiğim tüm sınıfları (bazen 12 şube olduğu da olur) verdiğim sorulardan sınav yapıyorum.

13. Sınavın ardından hazırladığım cevap anahtarına göre ertesi gün dersine gireceğim şubelerden başlamak suretiyle sınav kağıtlarını okuyorum. Okurken elime de kırmızı tükenmez kalemi alıyorum. Her bir kağıdı tek tek elden geçiriyorum. Yanlış sütunlar kırmızı kalemle işaret koyuyorum. (Antrparantez cevap anahtarını sigarayla delmiyorum. Örgü makinesinden kalma delgeç ile açıyorum). 

14. Burada, tüm kağıtları okumana gerek yok. Nasılsa herkes 100 alacak diyebilirsiniz. Öyle değil. 15 puandan 100 puana kadar envaiçeşit puan alan oluyor. Bu arada 100 almaları da hoşuma gider. 

15. Tüm sınav kağıtlarını okuduktan sonra 100 alan var mı, bir bakıyorum. Varsa öğrencilerin aldığı puanı aynen e okula giriyorum. Diyelim ki en yüksek alan öğrenci 96 aldı. Bu 96'yı yüz puana tamamlıyorum. Gerideki tüm öğrencilere 4'er puan ekliyorum.

16. Sınav sonuçlarını derste okuyorum. Yanlışlarını görsün, bir daha yanlış yapmasın diye ismini okuduğum her öğrenciye, yazılı kağıdını veriyorum. Öğrenciler doğru işaretleyip işaretlemediğimi, doğru sayısının doğru olup olmadığını, puanlamayı doğru yapıp yapmadığımı kontrol eder. Yanlışlık varsa düzeltirim. Kimi masanın üzerinde duran cevap anahtarını alarak cevap kağıdını kontrol eder.

17. Tüm hazırladığım sorular özbeöz kendi mahsulümdür. Hiçbir yardımcı kaynaktan ve sanal alemdeki çıkmış sorulardan alıp kağıda geçirmem. Vaktimi alıyor ama özgün olmak ve emek sarf etmek hoşuma gidiyor. Bana bu süreçte o kadar hazır soru var. Kendine eziyet ediyorsun. Hem niye böyle delip okuyorsun. İnternette programlar var. Oradan indirip testi okutabilirsin diyenlere de hiç aldırış etmedim. 

18. Sınavlarımda kopya çeken olmuş mudur? Azami gayret göstermeme rağmen birkaç soruyu arkadaşından ve daha önce verdiğim sorulardan bakarak yapmış olabilir. Yani kül yutmaz değilim. Ama tüm öğrencilerime adaletin gereği olarak eşit imkan sunduğunu söyleyebilirim. Soru vermek uygun değil, soru verdikten sonra sınavın bir anlamı kalmaz diyeniniz de çıkabilir. Ben aynı kanaate değilim. Tüm konuları tarayarak hazırladığım soruları çözen zaten sınava hazırlanmış, sorumlu olduğu kısmı öğrenmiş olur. Bunun için öğrencinin dersimden dershaneye, kurs ve etüt merkezine gitmesine, çeşit çeşit yardımcı kaynak almasına gerek kalmaz.

Kendi yaptığım sınavlara gördüğünüz gibi uzun bir bölüm ayırdım. Buradan KPSS veya ÖSYM'nin yaptığı diğer merkezi sınavlara gelmek istiyorum. İsterim ki sınava hazırlık sadedinde bin bir emek sarf ederek hazırlayıp öğrencilerime verdiğim sorular ÖSYM'ye de örnek olsun. ÖSYM hangi konulardan sınav yapacaksa o dersle ilgili 1.000 ila 10.000 arası soru hazırlasın. Sınavda bu sorulardan çıkacak desin. Oluşturduğu bu soru havuzunu ücretsiz olarak öğrencilerin istifadesine 3-6 ay veya 1 yıl önce sunsun. Her aday bu soru havuzuna kolayca girebilip çözebilsin. Sınava girecek tüm adaylar daha önce çözdüğü bu sorulardan sınava girsin. ÖSYM de bu soruların içerisinden seçerek sınavını yapsın. 

Niye böyle bir şey istiyorum? Merkezi sınavlarda kopyanın önüne geçmek için. Çünkü her öğrenci soruları daha önce gördü. Ayrıca kopyaya ihtiyaç duymaz. Burada daha düzenli ve bilinçli çalışan adaylar daha iyi puan alacaktır. Böylece her sınav sonrasında kopya çekildi, sorular çalındı şayiası ortaya çıkmayacak, herkes aldığı puana gönül rahatlığı içinde razı olacaktır. Soru bankası tüm adaylara açılacağı için bu sınav adil bir sınav olacaktır. Bilgiye ulaşma yönünden tüm adaylar aynı imkandan yararlanmış olacaktır. Böyle olduğu takdirde ölüm kalım sayılan merkezi sınavlara hazırlanmak için hiçbir aday yüklü paralar yatırarak dershaneye, kurs merkezine ve etüt merkezine gitme gereksinimi duymayacak, yardımcı kaynak almayacaktır. Talep olmadığı için bu sektörler de kendilerine başka iş arayacaktır. Anne babalar ayrıca masrafa girmeyecektir.

Bu önerim denenmeye değer. ÖSYM'ye ve yetkili erkana duyurulur. 

*10/08/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

4 Ağustos 2022 Perşembe

Bir ÖSYM Klasiği Daha *

MEB’in yaptığı birkaç sınav dışında bu ülkede merkezi sınavları ÖSYM yapar ve yapacağı sınavların kılavuzunu yayımlar. Bu sınavlara milyonlarca gencimiz girer. Hepsinin umudu ve amacı kamuda bir görev almak. Kim bu sınavlara girmek için müracaat etmişse günler ve aylar öncesinden hazırlanmaya başlar. Çoğunluğu kurs merkezlerine kayıt yaptırır. Buralara dünyanın parasını öder. Kimileri de değişik yayınevlerinin hazırlamış olduğu konu anlatımlı ve soru bankalarını alarak evinde hazırlanır.

Her sınavın kılavuzunda ve sınav giriş belgelerinde ÖSYM’nin katı kuralları göze çarpar. Bunlar yasaklar listesidir. Adayların sınav salonlarına kaçta, ne şekilde, nasıl gireceği, cebinde nelerin olmayacağı bir bir anlatılır. Sınav salonlarına giren adaylar tek tek alınır, kontrolden geçer. Tabir yerinde ise elbisesi dışında her şey sınav salonunun dışında kalır. Salona giren adayın hangi sırada oturacağı bile bellidir. Soru kitapçıkları sadece A ve B kitapçığından oluşmaz. Ön, arka ve yan taraftakinin kitapçığıyla aynı olmayacak şekilde kitapçıklar dağıtılır. Bu kurallar ve yasaklar adayların garibine gitse de alınan gerekli ve gereksiz tedbirler herkesin gönlüne su serper. Çünkü görüntü kopya çekmeyi ve çektirmeyi önleme adına yoğurdun üflenerek yendiği ve herkesin hak ettiğini alacağı bir sınav görüntüsüdür. Bu görüntüye göre kopya şüphesi bile olamaz.

Aylar ve yılları bulan sınava hazırlanma süreci, saatlerce süren bir merkezi sınavın ardından biter. Sınav stresi, heyecanı ve tempoyu bitiren çocuklarımız derin bir nefes alacağı yerde bir tartışma başlar: Sorular çalındı mı, sorular başkasına verildi mi, sınavda kopya çekildi mi, kaç soru yanlış, iptal edilecek soru olur mu, sınav iptal edilebilir mi şeklinde iddialar dile getirilir. Bazen bu iddialar ciddiye alınmaz. Bazen de incelenir, birkaç soru iptal edilir ama sınav iptal edilmez. Geçmiş yıllarda iptal edilen ve ertelenen sınavlar da oldu.

Geldik 2022 yılı 31 Temmuz günü yapılan KPSS sınavına. Milyonlarca gencin ter döktüğü bu sınavın akıbeti de öncekileri aratmadı. Sınavda çıkan 10-20 arasındaki sorunun, bir yayınevinin denemesinde yer verdiği sorularla noktası virgülüne ve doğru seçeneğine varıncaya kadar aynı olduğu iddiaları sübut bulunca sınav iptal edildi. ÖSYM Başkanı da görevinden alındı. ÖSYM’nin açıklamasına göre sınav ileri bir tarihte tekrarlanacak ve adaylardan sınav ücreti alınmayacak. Tüm bu olup bitenlerden dolayı yeni ÖSYM Başkanı özür açıklamasında bulundu.

İddiaların sübut bulmasının ardından sınavın iptal edilip yenilenecek olması, adaylardan yeni sınav ücretinin alınmaması ve özür dilenmesi yerinde bir karar. Adalet de bunu gerektiriyor. İvedi bir şekilde soruların ilgili yayınevine nasıl verildiği, kimin/kimlerin verdiği, soruların dışarıya nasıl sızdırıldığı vs. incelenmeli ve sorumlular hakkında gerekli yasal işlem yapılmalı, gerekli ceza verilmeli, yapanın yanına kar kalmamalı. Başkasına da ibret olmalı. Sonuç da şeffaf bir şekilde kamuoyu ile paylaşılmalı.

Gelelim yenilenecek KPSS sınavına. Bu sınavın masrafını kim çekecek? Adaylardan yeni ücret alınmayacağına göre öyle zannediyorum, bu masraf ve maliyeti devlet çekecek. Daha doğrusu tüm bu masraflar milletin sırtına binecek. İtirazım buna. Niye birilerinin sorumsuzluğunun ceremesini bu millet çeksin? Adalet, bu masraf ve maliyetin, 31 Temmuz KPSS sınavının iptal edilmesine sebep olan sorumlulara ait olmasını gerektirir. Soruları alan, çalan, veren, görmezden gelen, ihmali bulunan vs. kim varsa, masraf bunların üzerine yıkılmalıdır. En büyük ceza da budur. Bu cezayı verelim. Bundan sonra kimse böyle bir kopyaya yeltenemez.

Diyelim ki yeni sınavın maliyetini sorumlular karşıladı. Sınava dair her şey telafi edildi. Ne yapsak memnun edemeyeceğimiz kesim, bu sınava giren gençler. Çünkü onca emek, çaba, zaman, heyecan ve stresleri heba oldu. Umutları tükenen bu gençlerin umutlarını kim geri verecek? Var mı bunun telafisi? Çünkü sil baştan sınava hazırlanmaları ve tekrar kapanmaları gerekecek. Aynı derse, aynı konulara tekrar çalışmak kadar zor bir şey yoktur. Kaç genç bu sınava yeniden odaklanabilecek ve motive olabilecek. Motive oldular diyelim. Bu gençler kime, nasıl güvenecek? Yeni yapılacak sınavın güvenilirliğini bunlara kim garanti edebilir? Çünkü bizim içimiz dışımız kopya ve hırsızlık olmuş. Bu da ta ortaokul sıralarında iken başlıyor bizde. O yaşlarda iken masumane ve amatörce başlayan bu kopya çekmeler büyüyünce profesyonelleşerek paraya tahvil ediliyor. Gençler adına en büyük endişem, bu gençlerin ülkem ve insanı adına umutlarını tüketmeleri riskidir. Öyle ya, nasıl güvensizler bize. Baksanıza, bir sınavı dahi doğru dürüst yapamıyoruz. Yazık gerçekten. Sözün bittiği yerdeyiz. Maalesef her şeyi kokuttuk.  

*06/08/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

3 Ağustos 2022 Çarşamba

Hekim Göçü *


Türk Tabipler Birliği’nin (TTB) yayımladığı tabloya göre 2012 yılından 2022 yılı ağustos ayına kadar yurtdışında çalışma vizesi sayılan iyi hal belgesi alan hekim sayısı 6731 kişi. Tablo incelendiği zaman 2012-2013 yıllarında 100’ün altında belge alan hekim sayısı 2014’den itibaren artmaya başlamış, 2019 yılında 1000 rakamını geçmiş. 2021 yılında 1400 sayısını aşarken 2022 yılı temmuz itibariyle bir önceki yılın toplam belge alan hekim sayısını yakalamış. Bu yılın sonu itibariyle bu rakam nerelerde durur, bilinmez. Ama tüm yılların rekorunu kıracağı yılın ilk yedi ayından belli. 

TTB'nin açıklamasına göre hekimlerin iyi hal belgesi almasında;

- "Sağlıkta şiddet olaylarının artması, çalışma şartları ve artan kira fiyatlarının etkili olduğu,

-Yurtdışına gitmek isteyen hekimlerin de genellikle Avrupa Birliği ülkelerini, İngiltere'yi ve ABD'yi tercih ettiği,

-Bu belgeyi alanların içerisinde sadece pratisyen hekimlerin olmadığı, uzmanlığını almış doktorların da olduğu belirtiliyor.

İyi hal belgesi alan 6731 kişiden kaçı yurtdışına gitti, kaçı bu belgeyi aldığı halde gitmekten vazgeçti, kaçı gittikten sonra geri döndü? Bunlarla ilgili elimizde bir veri yok. Tabloya göre 2012'den bu yana her geçen yıl ülkeden ayrılan hekim sayısındaki artışı görünce, durumun vahim ve ülkem adına üzüntü verici olduğunu söyleyebilirim. Çünkü burada göz göre göre bir hekim göçü daha doğrusu bir beyin göçü söz konusu. Beyin göçü diyorum. Çünkü bu ülkede tıp fakülteleri en yüksek puanla öğrenci alan fakülteler. Üniversite sınavında ilk yirmi bine girenler bu bölümleri seçiyor ve en az 6 yıl okuyor. Mühendisliğin bazı bölümleri gibi tıp fakültesini okumak zor mu zordur. Burada okuyanlar sosyal hayatı terk ederek durmadan ders çalışmak zorunda. Tıp okumak hem aileye hem de devlete maddi yönden ayrı bir yüktür. Bir yere tıp fakültesini kurmak, burada okumak, buradan mezun olmak başlı başına bir bedel ister.

Yüzdelik dilimlerine ve başarı sıralamasına göre istediği bölüme girebilecek iken bu başarılı çocuklar; toplumdaki itibari, diğer meslek gruplarına göre daha fazla getirisinin olması, okulu bitirince iş aramadan iş garantisi olması nedeniyle bu fakülteleri seçiyorlar.

Zorlu maraton tıbbı bitirmekle bitmiyor. Herhangi bir dalda uzmanlaşmak için TUS dediğimiz zorlu sınava hazırlanmak gerekiyor. Bir taraftan da pratisyen olarak hastane ve toplum sağlığı merkezlerinde mecburi hizmet yapıyorlar. Mecburi hizmet devam ederken TUS'ta başarılı olmuşlarsa bölümüne göre 4-5 yıl daha okuyorlar. Sonra tekrar mecburi hizmete gidiyorlar. Tüm bu süreçte bir koşuşturma varken bir de her geçen yıl artan şiddete maruz kalıyorlar. Özlük haklarının iyileştirilmesi ve uğradıkları şiddet dolayısıyla aldıkları her eylem toplum nezdinde büyük tepki çekiyor. En yetkili ağızdan, beğenmiyorlarsa çekip gitsinler, yerine başkasını istihdam ederiz deniyor. Her şeyleri para bunların deniyor. Halk bir taraftan devlet bir taraftan tu kaka yapıyor. Seslerini duyuramayan ve dertlerini anlatamayan hekimler hiç olmadığı kadar kendilerini dışlanmış hissediyorlar. Çünkü gelen vuruyor, giden vuruyor. Güya bu mesleği itibarlı meslek diye seçmişlerdi. Parasını, çalışma şartlarını ve tu kaka yapılmalarını hazmedemeyen, yabancı dili halledip ver elini yurtdışı. Belki oralarda kadir ve kıymetim bilinir, emeğimin hakkını tastamam alırım diye düşünüyor olmalılar. Öyle zannediyorum, eğitim maratonunun başına dönebilseler kahir ekseriyetinin tercihi doktorluk olmaz.

O kadar emek verdiğimiz, yetişmeleri için büyük bütçe ayırdığımız bu çocukları, alın siz faydalanın dercesine başka ülkelere altın tepsi içerisinde sunuyoruz. Gidişat, 10 yılda kaybettiğimiz 6731 doktorla sınırlı kalmayacak. Çünkü halihazırda çalışan doktorların çoğu yabancı dil kursuna gidiyor, kimi de özel ders alıyor. Dili hallederlerse onlar da gidecekler. Durum bu iken burnumuzdan kıl aldırmıyoruz. Binbir emek verdiğimiz bu doktorları ülkede nasıl tutarız hesabı yapmıyoruz. Giderlerse gitsinler. Çok da tın. Beğenmeyene daha kapı diyoruz. Aslında bu yaptığımız, başı kapalı olarak okumak isteyen çocuklara zamanın Cumhurbaşkanı'nın Arabistan'a gitsinler demesinden farkı yok. Dün Arabistan’a diyenler laik-seküler kişilerdi, bugün gidin diyenler ise dindar ve mütedeyyin insanlar. Demek ki aktörler değişse de zaman geçip gitse de bizim zihniyetimiz değişmiyor. 

Hasılı, başta hekimler olmak üzere bu ülkeden beyin göçüne geçit vermemek, bunları bu ülkede tutmak için tedbirlerin alınmasında fayda var. Ne istiyorlarsa verelim, yapalım demiyorum. En azından dinleyelim, onları anlamaya çalışalım. Onlara değer verelim. Değilse ceremesini biz çekeriz. Çünkü böyle giderse bu ülkede ameliyat yapan, bizi muayene eden doktor kalmayacak. Unutmayalım ki insan değer verilen ve kadir-kıymetinin bilindiği yerde kalır. Gerçi bizim için fark etmiyor. Her şeyi ithal ettiğimiz gibi doktor da ithal ederiz. Yanına da bir tercüman veririz, olur biter.

*05/08/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Hiçbiri *

SONAR Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Bayrakçı, 16 araştırma şirketinin anket ortalamasını baz alarak bir sonuca varıyor. Buna göre;

-Mevcut partiler içerisinde yüzde otuzu geçen parti yok.

-En yüksek yüzdeye sahip iktidar partisi bile yüzde 30’un altında.

-İktidar adayı CHP'nin oyu yüzde 25 civarında.

-İYİ Parti yükselişte. 

-HDP yüzde 10 dolaylarında. 

-Mevcut aday ve partilere oy vermem diyerek hiçbiri seçeneğini işaretleyenlerin ortalaması ise yüzde 29-30 civarında.

Bayrakçı’nın ortaya koyduğu veriler ne derece gerçeği yansıtıyor, bilinmez. Ama eldeki veri bu olunca ben de bu veriler üzerine değerlendirmede bulunmak istiyorum:

Bu verilere göre seçmenin üçte birine yakını hiçbiri seçeneğini işaretlediğine göre Türkiye'nin halihazırdaki en büyük partisi yüzde 29-30 ortalaması ile kararsızlar partisi. Bu demektir ki seçmen mevcut siyasi partilerden sıdkını sıyırmış; iktidardan memnun değil, iktidar alternatifi diğer partilere de güvenmiyor ve tüm partilere kırmızı kart göstererek hiçbiri seçeneğini işaretliyor. Halihazırda partiler ittifaklarla yüzde 40’lara ancak varabiliyor. Görünen o ki iki ittifakta da yer almayan HDP 2023 seçimlerinde kilit parti. HDP seçmeni hangi ittifaka yönelirse o ittifakın adayı cumhurbaşkanı olacak. 

İktidarın oy düşüklüğünün izahı yapılabilir. Ne de olsa 20 yıldır iktidar. Yaptıklarından ve yapamadıklarından dolayı iktidarların yıpranması anlaşılabilir. Ya her seçime iktidar olmak için giren ve yüzde 25’in üzerine çıkamayan partiye ne demeli? İktidardan umudunu kesen seçmen normal şartlarda bu partiye yönelmesi gerekir. Ama seçmen kararsızlığı seçiyor, yine bu partiye yanaşmıyor.

İktidarı ve muhalefetiyle partilerin bu görüntüsü 2000 öncesi siyasi parçalanmışlığı gösteriyor. Maalesef hiçbiri seçmene umut ve güven vermiyor. Seçmenin kafasının bu kadar karışık olmasında en büyük pay, siyasi partilerin kendisindedir. Demek ki halkı ikna edemiyorlar. Kimi müşteri kaybediyor, kimi de aralık yerde dolaşan ve güvenilir bir liman arayan müşteriyi yanına çekemiyor. Buna rağmen siyasi partiler bu seçmeni yanımıza nasıl çekeriz, biz nerede hata yapıyoruz diye düşündüğünü sanmıyorum. İşleri, güçleri birbirlerini daha aşağıya çekmek için ayaklarından aşağıya asılıyorlar ve kayıkçı kavgası yapmaya devam ediyorlar. Herhalde iktidar nasılsa bu seçmen hep bizi seçti. Biz yine birinci partiyiz. Zira bizim alternatifimiz yok. Onların bize elleri mahkum. Gidip şuna mı verecek diye düşünüyor. Ana muhalefet ise yüzde 25 garanti. Halk yine bize ana muhalefet görevi verecek. Biz mutlu azınlığımızla, hiçbir sorumluluk almadan bir beş yıl daha günümüzü gün edeceğiz diye düşünüyor. Ana muhalefetteki bu görüntü diğer küçük partilerde de olmalı. Onlar da nasılsa bir ittifaka yaslanırız. Biz onları, onlar bizi destekler. İmkanlardan bize de bir pay düşer diye düşünüyor olmalı.

Yeniden yüzde 30’luk kararsız seçmenin hiçbiri seçeneğine gelirsek, siyasi partilerin vatandaşa kızmaya hakları yok. Bu kadar kararsız seçmen siyasi partilerimize ayıp olarak yeter de artar bile. O yüzden siyasi partilerimiz önce kendilerine baksınlar ve paçalarını kurtarmaktan önce paçalarını toplasınlar ve bu kararsız seçmen ne istiyor, bunun üzerine bir araştırma yapsınlar ve gereğini yapsınlar. Çünkü onlara iktidarı getirecek olan kemikleşmiş seçmenleri değil, bu kararsız seçmendir. Bunlar ne tarafa yönelirse, o ittifak iktidar olacaktır. İyi ki kararsızlar var.

*08/08/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

1 Ağustos 2022 Pazartesi

Özden Önce Söz *

Eski Türk filmlerinin bazı sahnelerinde din görevlilerine yer verildiğini, bu sahnelerde din görevlileri için genelde "çember sakallı, iri göbekli, menfaatçi, üfürükçü, problem çıkartan, kaba-saba..." şeklinde bir profil çizildiğini, yabancı filmlerdeki papaz ve rahip sahnelerinde ise "nazik, kibar, yardımsever, göbeksiz" bir profile yer verildiğini hepimiz biliriz. Din görevlilerine ait bu iki farklı sahneye İslamcı camia itiraz eder: "Türk filmlerinde din görevlileri kötü gösteriliyor. Görevliler üzerinden halk İslam'dan soğutulmaya çalışılıyor. Niyetleri İslam düşmanlığı" şeklinde eleştiri getirirdi. 

Din görevlilerini kötü gösteren sahnelere yön verenlerin niyetlerinin olumsuz din görevlisi imajı vermek olup olmadığını bilemem ama filmlerimizdeki din görevlilerine verilen rol hoşuma gitmezdi. Kilisede yapılan nikah merasimlerinde Hristiyan din adamlarının verdiği evrensel mesaj da hoşuma gider, bizim hocalara biçilen rol niye böyle olmaz derdim. 

Din görevlilerimizin hepsi film sahnelerindeki gibi midir? Hayır. Zira içlerinde görevini layıkıyla yapıp çevresine örnek olanlar olduğu gibi film sahnelerinde gördüğümüz kötü imaja sahip görevlilerin de olduğu aşikardır. Tüm Hristiyan filmlerinde olumlu imajla seyircinin karşısına çıkan Hristiyan din adamları içerisinde olumlu imaj verme yanında olumsuz imaj verenler de vardır. Bu da normaldir. Zira din görevlileri büyük bir camiadır. Büyük camialar içerisinde de çürük elmalar mutlaka çıkar. Bundan hareketle hepsi iyi hepsi kötü demek toptancı anlayışa girer ki yanlıştır.

Geçmiş imajlardan ve Hristiyan dünyasındaki rahip algısından, Müslüman din görevlilerinin günümüz imajına gelince, çoğunluğunu tenzih ederim ama bazıları söz ve eylemleriyle hem kendini hem de kurumunu tartışmaların içine çekiyor ve gündemden düşmüyor. Eylem kararı alan hekimlerle ilgili bir imamın cuma hutbesinde "...vatandaş iğne vurduracak, doktor eylemdeyiz diyecek. Böylelerine sövmeyip de ne yapacak, öldürmeyip de ne yapacak…" şeklindeki sözleri, Ankara'da görev yapan medyatik bir hocanın kadınların giyim kuşamıyla ilgili "Bak sokaklar ne hale geldi! Kasap dükkanı gibi. Et görmekten içimiz dışımıza çıkıyor artık" demesinin ardından, gelen tepkiler üzerine “…Ya hiç kıskanmıyor musunuz lan…” yazabiliyor. Bir siyasi, onu dönüşü olmayan tek biletle Afganistan’a göndermeye kalkıyor. O ise ortamı yumuşatacağı yerde sosyal medyada cebelleşme yolunu seçiyor.

Gündemde olduğu için bu iki din görevlisinin konuşmasını değerlendirirsek, bir defa doktorlar eylemde olsa bile hastanelerin acilleri, yoğun bakımları, acil ameliyatlar eylemde yer almaz. İğne vurdurmak için gelen bir hasta polikliniğe değil, acile gider. Acilden de iğnesini vurdurur gider. Yani acilde görev yapan hiçbir doktor ve hemşire iğne vurmaktan içtinap etmez. Bunu herkes bilirken imamın hutbede sövme ve öldürme ifadelerini kullanarak doktorları hedef göstermesi kabul edilemez. Kadınların giyim kuşamı ile ilgili açıklıktan şikayet eden hocamız ise çıplak giyinen kadınları kasap dükkanına benzetmesi hiç hoş değil. Haydi irticalen konuştu, bu şekil bir teşbih yaptı. Ardından yaptığı paylaşımda kullandığı “lan” ifadesi hiç yakışık almamıştır. Çünkü lan argo bir kelimedir. Bir din görevlisi böyle bir ifade kullanmamalı.

İmamın açık ve saçıklıktan dem vurmasında, bunu vaaz kürsüsünde konu edinmesinde bir sakınca yoktur. Sakınca; üslubunda, konuyu ele alışında, teşbihinde ve kullandığı argo kelimededir. Burada hocanın kullandığı bu üslubu, aynı şekilde lan kelimesini çoğu kimse kullanıyor diyebilirsiniz. Herkes kullansa da hocanın, özellikle kürsüde kullanmaması lazım. Kullanırsa ne olur? İşte böyle tepki çeker. Pekala hocamız, güzel bir üslupla açık giyimden rahatsızlığını dile getirebilirdi. Buna da kimse bir şey demezdi.

Şimdilerde unutulmaya yüz tutmuş olsa da “pamuk tıkama” ifadesini sosyal medyada kullanan Ayasofya eski İmamı da çok tepki çekmişti.

Verdiğim bu üç örnek tüm din görevlilerini temsil etmese de icra ettikleri görev itibariyle din görevlilerinin sarığı beyazdır, leke götürmez. Bundan dolayı din görevlileri sosyal medyanın, mikrofonun ve kürsünün cazibesine kapılmadan görevlerini ifa etme yoluna gitmeli ve nebevi tebliğ dediğimiz peygamberi metottan ayrılmamalı. Nezaket ve tatlı söz birincil düsturları olmalı. Özden önce söze dikkat etmeliler. Çünkü sözün büyüleyici etkisi vardır. Sözü halledemeyenlerin öze girmemesi çok iyi olur. Sözüne ve üslubuna dikkat etmeden yapılan konuşmalar öze zarar verdiği gibi bulundukları makamı da tartışılır hale getirir. Tartışmaların odağındaki imamların niyeti bağcıyı dövmekten ziyade üzüm yemekse, pekala bunu güzel bir üslupla ifade edebilir. Çünkü usul asıldan, söz özden önce gelir. Usul; neyi, nerede, kimlere ne şekilde ifade edilmesi gerektiğini bilmektir. Öze girmeden önce konunun ne şekilde ifade edileceğinin kafada planlanmasıdır. En güzel konu, kötü bir anlatımla berhava olabileceği gibi en zor ve kötü bir konu da güzel bir anlatımla tepki çekmeden ele alınabilir. Bu tip din görevlileri ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar, yol ve yordam bilmeden öze dair söz söylememeliler. Her cümlesi kırıp dökecekse, insanları kutuplaştıracaksa, mevzuyu asıl konudan başka mecraya çektirecekse, kendini ve çalıştığı kurumu tartışmaların odağına oturtacaksa, bu tipler bunu Allah rızası için yapıyorlarsa, ne olur Allah rızası için sussunlar. Mümkünse hiç konuşmasınlar. Çünkü usul olmadan vusul olmaz. Zira vusulsüzlüğümüz usulsüzlüğümüzdendir.  Usulle ilgili burada şunu da söyleyeyim: "Zekiysen nerede, nasıl konuşman gerektiğini; akıllıysan, nerede susman gerektiğini bilirsin". Ha kürsü dokunulmazlığımız var. Biz her şeyi söyleriz derlerse, inanın, üsluplarına dikkat etmeden bu tiplerin yaptıkları her konuşma, İslam'a ve Müslümanlara zarar verir. 

Son sözü de üslubundan dolayı tepki çeken bu tip hocalara, "X hoca yalnız değildir" etiketiyle destek olanlara söyleyeyim: Sizler de bunu Allah rızası için yapıyorsanız, Allah rızası için bunu yapmayın. Lütfen, sözünden dolayı özü tartışmaya açan bu tiplere destek olmayın. Çünkü kem söze ve sahibine destek olunmaz. Bu tiplere önce edebini topla. Sana bu üslup yakışmaz. Bu üslubunla değil yarar, İslam'a hazırında zarar verirsin denmeli. 

*03/08/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.