19 Haziran 2022 Pazar

Güle Oynaya Camiye Gel Kampanyası

Konya Büyükşehir Belediyesi, Konya ve ilçelerinde ikamet eden 9-10 yaş grubundaki çocuklar için Güle Oynaya Camiye Gel kampanyası başlattı. 25 Hazirana kadar başvuru yapılabilecek. 1 Temmuz ila 31 Ağustos arası 40 gün boyunca sabah namazına gelecek çocuklara bisiklet hediye edilecek. 

Burada amaç küçük yaşta bu çocuklara namaz alışkanlığı kazandırmak olduğu aşikar. Bu kampanyaya imza atan ve geçit verenlerin de bu amaca hizmet etmeyi murat ettiklerini düşünüyorum. Niyet hayır, akıbetin de hayır olmasını dilerim.

Bisiklet kampanyası hakkında verdiğim bu kısa açıklamanın ardından, izninizle bu kampanyayı masaya yatırmak isterim:

1. Belediye başkanı olsam, ben böyle bir kampanyaya imza atmazdım. Hele bisiklet hiç vermezdim. Belediye olarak kültürel etkinlikler çerçevesinde böyle bir harcama kalemi olsa da bu bütçeyi bu şekil harcamazdım. Belediyenin birikmiş ve yapılacak diğer işlerine bakardım. Milletin çocuğuna bisiklet vermek, onları namaza alıştırmak belediyenin işi değil. İlla yapacaksam, kimin çocuğu sabah namazına gelirse, hediyesini ailesinden alırdım. Ahmet amca, çocuğunu namaza başlatacağım. Haydi pamuk eller cebe. Kampanya benden, para senden derdim. Bırakalım da aileler karşılasın masrafı. Çocuğunu namaza başlatacak ailenin kendisi değişik yollar da deneyebilir. 

2. Niçin sabah namazı? Niye diğer vakitler değil? Çünkü en zor namaz sabah namazıdır. Küçük büyük, kim olursa en çok fireyi sabah namazında verir. Herkes uykusunu alıp kalkamaz. Farkında iseniz, kampanya tarihleri yaz dönemi. Yani gecelerin kısa ve insanların uykusunu almada zorlandığı mevsim. Büyükler bile zorlanırken küçük çocuk nasıl sabah namazına gidebilsin. Gitse de nasıl güle oynaya gidebilsin. Sabah uyku semesi uykudan kalkacak, uykulu uykulu camiye gidecek. Giderken de kimsecikler olmadığı o karanlıkta gülüp oynayacak. Gören ne der? Bir düşünün. Madem bu işe koyuldunuz. Niçin kolayından başlamıyorsunuz? Amaç zorlaştırmak ve gelenle gelmeyen belli olsun mu isteniyor? Bence sabah namazı kriteri hiç pedagojik değildir. Bu iş yapılacaksa öğle, ikindi ve akşam namazları şartı koşulabilirdi. Çünkü parkta, bahçede arkadaşlarıyla oynayan çocuklar bu vakitlere güle oynaya ve bir başına gidebilir. O zaman bu kampanya, adına uygun olur. Bakın siz bir vakit dediniz. Ben size üç vakit öneriyorum. Amaç, çocukları namaza alıştırmak ise bu önerim daha makul.

3. Kampanyalardan maksat, sonuç alabilmektir. Bildiğim kadarıyla belediye çocuklar için bu hizmeti önceki yıllarda da uyguladı. Geçmiş yıllarda bisiklet veya bir başka ödül dolayısıyla camileri dolduran kaç çocuk kampanya bittikten yani hediyeye konduktan sonra sabah namazına gelmeye ve namaza devam etti? Görüntü, kimsenin kalmadığıdır. Çünkü amaç bisiklet idi. Maksat hasıl olunca niye camiye gidilsin. Durum bu iken yani kampanyalardan istenilen sonuç alınamamışken niçin bu kampanyalara devam edilir, niçin masraf yapılır? Belediyenin kasası dolu, hiç borcu yok, harcayacak yer arıyorsa içime sinmese de sözüm olmaz. Ama biliriz ki belediyeler borç sarmalında. Önce borcunu ödemeli. Borcu varken ağalık işimiz olmamalı. Belediye illa bu parayı harcayacaksa, umumun faydalanacağı yerlerde harcamalı. Mesela su fiyatlarını indirebilir, emlak vergisinin asgarisini alabilir. 

4. İbadete ödül olur mu? Bence olmaz. Olacaksa da sembolik olmalı. Biliyoruz ki ibadetlerin ödülü Allah'tandır. Karşılığı da ondan beklenmelidir. İlmihal kitaplarında, ibadetin Allah Allah olduğu için Allah emrettiği için Allah rızası için cennet ve cehennem korkusuyla yapıldığı yazarken cennet karşılığında yapılması pek tasvip edilmez. Bugün bisiklet isteyen, yarın motosiklet sonrasında da taksi ister. En azından bir beklenti içerisine girer. O yüzden ödülleri abartmamak lazım.

Hasılı, belediye belediyeliğini, çocuk çocukluğunu, anne babalar anne ve babalığını bilsin ve gereğini yapsın. Birinin yapması gereken işi üzerimize vazife edinmeyelim. Hele kamu sırtından ağalık ve babalık hiç yapmayalım.

Biliyorum, bu yazıdan birileri hoşlanmayacak. Problem değil. Ben buyum işte. Ayrıca hoşa gidecek yazı yazacağıma ne zaman söz vermiştim ki şimdi yerine getireyim. Neyi dert ediniyorsam onu demiştim bu işe başlarken. İşte bu da onlardan biri. 

18 Haziran 2022 Cumartesi

TYP’den Niçin Vazgeçildi? *

İlk, orta ve lise düzeyindeki okulların en büyük problemi okulu açıp kapatacak, okulun kaloriferini yakacak, temizliğini yapacak bir yardımcı personelden mahrum olmasıdır. Çünkü kadrolu çalışan sayısı ya yoktur ya da yeterli değildir. Kadrolu olanların çoğunluğu da devletin yurtlarında yetişmiş kişilerden oluşur. Bunların içerisinde az sayıda istisna olanları çıkarırsak büyük çoğunluğu kendisiyle ve çevresiyle barışık değil. Kendilerinden yeterince verim alınamıyor.

Okullar, okullarının temizlik işlerini gidermek için geçmişte değişik yollara başvurmuştur. İmkanı olan okullar okul-aile birliği aracılığıyla temizlikçi çalıştırmış. Bazı okullar velilerden para toplama yoluna gitmiş, bazıları velilere nöbetleşe temizletmiş, bazıları da sigorta yapmadan sadece maaşını vermek suretiyle geçici eleman çalıştırma yoluna gitmiştir. Herhangi bir şikayet söz konusu olduğu zaman sigortasız görevli çalıştıran çoğu okul müdürü SGK’den ceza yemek zorunda kalmıştır ya da para toplandığı için müdürler soruşturma geçirmiştir.

Okulların müstahdem meselesi 2008’den itibaren TYP ile çözüldü. TYP: “İşsizliğin yoğun olduğu dönemlerde veya yerlerde doğrudan veya yüklenici eli ile toplum yararına bir iş ya da hizmetin gerçekleştirilmesi yoluyla özellikle istihdamında zorluk çekilen işsizlerin çalışma alışkanlık ve disiplininden uzaklaşmalarını engelleyerek işgücü piyasasına uyumlarını gerçekleştirmek ve bunlara geçici gelir desteği sağlamak amacıyla İŞKUR tarafından uygulanan programlardır” (İŞKUR). Toplum yararına program demektir.

10 aylık geçici olarak istihdam edilen bu TYP çalışanları sayesinde okullarımız daha temiz ve bakımlı oldu. Sigortasız işçi çalıştırmadan dolayı birçok okul müdürü cezadan kurtuldu. TYP çalışanlarından azami derecede istifade edildi. Ki bunlar kadrolu çalışanlardan daha verimli oldular. Asgari ücrete ibadet aşkıyla çalıştılar. Okulların hizmetli sorunu bu yol ile çözmüşken nedense Ocak 2022’de gönderilen bir yazı ile olağanüstü durumlar hariç TYP yoluyla geçici istihdama son verildi. Bu demektir ki devlet bu kararını gözden geçirmezse veya yerine başka bir program uygulamazsa 2022-2023 öğretim yılından itibaren okullarımız hizmetli ihtiyacı ile karşı karşıya kalacaklar. Bu da eskiye dönüş demektir. Hangi sakıncasından dolayı devlet bu uygulamadan vazgeçti. İnanın, buna akıl sır ermez.

Devletin ne yapıp ne edip TYP uygulamasına devam etmesi gerek. Bu programda sakıncalar ortaya çıkmışsa, sakıncalar giderilmeli ya da başka bir uygulamaya geçilmelidir. Devlet hiçbir şey yapmayacaksa, okulun büyüklüğü ve öğrenci sayısına göre okullara hizmetli normu vermelidir. Bu norma göre ödenek gönderilir. Okullar da gelen bu ödenekle bir veya birkaç kişiyi sigortalı olarak çalıştırma yoluna gider. Bu aşamada yapılacak olan en güzel uygulama budur. Hatta bu, TYP’den daha verimli olabilir. Çünkü TYP’den gelen bir kişi 10 ay görev yaptıktan sonra bir daha TYP kanalıyla çalışamıyor. Bu da kalifiye eleman kaybı demektir. Gelen ödenek marifetiyle çalıştırılan kişiden, okul memnunsa aynı kişi her yıl aynı okulda 10 ay çalışabilir. Verim alınamayan kişi ile de yollar ayrılır, bir başkasına bakılır.

Hülasa, 2021-2022 öğretim yılı sona erdi. TYP çalışanları 17 Hazirandan itibaren çalıştığı okullarından ayrıldılar. 2022-2023 öğretim yılı başlamadan hükümet okulların hizmetli ihtiyacını bir şekilde çözmelidir.

*24/06/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Hayaller de Hayal Oldu *

Başka ülke insanını bilmem ama bu ülke insanını az buçuk bilirim. Her anne babanın ve sorumluluğunu almış her gencin hayalinde iş-güç sahibi olmak, dişinden-tırnağından artırdığını kenara atmak, başını sokacak ev-bark sahibi olmak suretiyle kiradan kurtulmak, at-araba almak, çocuğuna en iyi imkanları sunmak, onları okutmak ve baş-göz etmek vs. ideal ve hayali vardır. Bunları elde edince insanın isteği veya derdi biter mi? Bitmez bitmeye de en azından bir mesafe kat etmiş olur. Bu çaba ve uğraşı içerisinde düşe kalka ve borçlanarak çokları muradına erer. Asli ihtiyaçlarını karşılaması tek başına huzur getirmese de tüm çaba, namerde muhtaç olmama ve daha iyi imkanlarda yaşama çabasıdır. 

Günümüzde durum nedir? Yani plan, program, idealler ve hedefler ne alemde? Dün olmaz denilenler er veya geç olurken yarınını göremediğimiz bugünlerde ise ev sahibi olmak hayal olduğu gibi kirada oturmak da hayal oldu. Çünkü ev fiyatları uçtuğu gibi kiralar da uçtu. Doğru dürüst ne satılacak ev bulunabiliyor ne de kiralık ev. Yeni evlenecekler ya da evden çıkması gerekenler akşam sabah günlerce kiralık ev arıyor. 5 bin liranın telaffuz edildiği kiralık evleri tek maaşlı ve asgari ücretli bir aile nasıl tutabilir ve oturabilir.

Şöyle modellisinden bir araç sahibi olmak da hayal oldu. Aracı olanların çoğu da nasıl binerim diyerek yakıt hesabı yapıyor. Hız bile yapamaz oldu araç sahipleri.

Ailelerin belini büken bir başka husus da evlilik çağına gelmiş çocuklarını baş göz etme çabasıdır. Bugün gelir durumu iyi olmayan aileler düğün masraflarının altından nasıl kalkabilsin. Düğüne kalktı diyelim, kaç düğün sahibi yemek verebiliyor. Yemek vermezsek olmaz, en azından yakınlara verelim hesabı yapanlar ya yemekli veya yemeksiz iki ayrı kart bastırıyor ya da davetiyede yemek yazmamasına rağmen yemeğe çağıracağı kişileri sözlü çağırıyor. Düğünden sonra ayrılma, yemeğimiz var deniyor. Davetlilerin yemekli-yemeksiz şeklinde ayrılması hoş olmasa da düğün sahibinin eli mahkum. Başka türlü altından kalkamıyor. Çünkü bir kişinin yemek maliyeti 60-80 lira arasında dolaşıyor. Bazılarının yemeğe çağrılması düğünde veya düğün sonrasında yemek söylenmeyenler tarafından duyuluyor. Bu da kırgınlığa sebebiyet verebiliyor.

Örnekleri çoğaltabiliriz ama gerek yok. Anlatmak istediğim, halihazırda yaşamış olduğumuz ekonomik kriz bugünden yarına geçeceğe benzemiyor. Bu da geçmişte her ailenin güç bela gerçekleştirebileceği ev ve araba sahibi olmayı, düğün yapabilmeyi zora sokacaktır. En azından önünü görünceye kadar öteleyecek ve bir başka bahara denecektir. Fazla abartılmazsa düğünler belki yapılabilir, son model olmasa da belki araba da alınabilir ama ev almak hayalden öte oldu. Zira ev alacak bir serveti gözden çıkarması gerekir. Buna da bu toplumda kaç kişi nail olabilir. Bu yüzden buna ben hayaller de hayal oldu diyorum.

*27/06/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

17 Haziran 2022 Cuma

Jim Collins’in Yönetim Felsefesi Kitabından *

1.Başarıdan Doğan Hubris. Yunan mitolojisine ait bir kavram olan Hubris, “Tanrı pozu takınmak” demektir. Türkçeye “Küçük dağları yaratmak” şeklinde çevrilebilir belki. Collins’in kısa açıklaması şu: Başarı, büyük işletmeleri ortamdan yalıtır; yöneticileri mağrur ve duyarsız hale getirir. Liderler kendilerini başarıya götüren faktörleri unutuverir ve her şeyi kendi güçlerine hamlederler. Akıl ve kabiliyetlerinin etkisini abartırlar.

 

2.Disiplinsiz Daha Yok mu Arayışı. Başarının yol açtığı gurur, yöneticileri “girecekleri her işi mutlaka başaracakları yanılgısına” sürükler. Böylece esasta anlamadıkları ve başaramayacakları alanlara disiplinsiz dalışlar yaparlar. “Bir organizasyon, anahtar koltuklarını doğru insanlarla doldurma kabiliyetinin ötesinde büyüdüğü zaman, uçurumun eşiğine gelmiştir. Devlerin düşüşünü en iyi özetleyen kelime, hadsiz genişlemedir. (overreaching).”

 

3.Risk ve Felaketin İnkarı. İşletmeler bu evreye girdiklerini çoğu zaman fark etmez, ortaya çıkan sorunları “geçici”, “o kadar da kötü değil”, “çevrimsel (bütün dünya yaşıyor)” ve en kötüsü “temelde yanlış olan bir şey yok” gibi ifadelerle geçiştirirler. Liderler olumsuz verileri hafifser, olumlu birkaç veriyi şişirir ve “sorumluluğu üstlenmek yerine dış güçleri suçlarlar”.

 

4.Kurtuluş İpine Sarılmak. Üçüncü aşamadaki sorunların geçici değil de ciddi olduğu kısa zamanda görülmeye başlar. “Bu aşamada kritik soru şudur: Yöneticiler kısa vadeli hızlı çözüm peşine mi düşecek; yoksa onları başarıya götürmüş olan disiplinlere mi dönecekler?” Kısa yolu tercih edenler karizmatik liderlere, oyunun kurallarını değiştirebilecek büyük çaplı bir alım ve ittifaklara veya bunlara benzer sihirli değneklere bel bağlar. Ancak hiçbir kalıcı başarı sağlayamazlar.

 

5.Eller Yukarı (Çaptan Düşüş yahut Ölüme Teslim Olmak). Şirket dördüncü evrede ne kadar uzun süre kalır ve şipşak sonuç vereceği sanılan sihirli değnekleri denerse, aşağı düşüşü o kadar şiddetli olur. "Pahalı yanlış girişimler hem finans hem de moral gücünü o kadar aşındırır ki yöneticiler geleceğe dair bütün umutlarını yitirirler." 

*18/06/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

 

15 Haziran 2022 Çarşamba

Çocuğunuz Yazın Ne Yapacak? *

İlk, orta ve lise öğrencileri uzun bir yaz tatiline hazırlanıyor. Çocuklar oh be okul bitiyor, uzun bir tatil beni bekliyor diye sevine dursun. Anne ve babalar şimdiden çocuğuna yer ve iş arayışına girdi. Çoğu da çocuğu için yerini ayarladı bile.

Aile yapısına göre ve bölgeler arasında değişiklik göstermekle beraber genelde aileler, çocuğum yazı boş geçirmesin istiyor. Bunun için kimi Kur’an öğrensin diye Diyanet’e bağlı kurslara kimi vakıf ve cemaat kurslarına yazdırıyor. Kimi de yüzme başta olmak üzere diğer sportif faaliyetlere yazdırıyor. LGS veya YKS’ye hazırlanmak için etüt merkezlerine ve kurs merkezlerine yazdırılanlar da var. Pek azı da biraz zanaat öğrensin diye sanayiye veriliyor. Bir kısmı da açılsın, biraz görgü öğrensin diye bir esnafın yanında getir götür işlerine veya tezgahtarlık gibi işlerde değerlendiriliyor. Kimi de hiçbir yere gitmeyip şu sokak senin, bu sokak benim diyerek üç beş arkadaş mahalleyi arşınlıyor. Özellikle yazı evinde geçiren çocuklarla annelerin pek anlaşabildiğini düşünmüyorum. Çocuk her eve geldiğinde anneden; hep geziyorsun, hiçbir iş yapmıyorsun, derslerine bakmıyorsun, kitap okumuyorsun gibi lafları aşağı yukarı her gün işitir.

Anne babalar yazı değerlendirsin diye her ne yapıyorlarsa çocuğunun iyiliği için yapıyorlar. Bunda şüphe yok. Çocuk kendilerinin. Her neye karar verirlerse kendileri bilir. Çocuk da tüm bir yaz dönemini başıboş geçirmesin. Dozajını ayarlamak suretiyle vaktini bir şeylerle değerlendirsin. Yalnız tüm bunları yaparken çocuğun psikolojisini göz ardı etmemek gerektiğini düşünüyorum. İzninizle bu konuda yazmak isterim.

Eğitim ve öğretimi beğenelim veya beğenmeyelim, çocuğumuz 8-9 ay boyunca her gün okula gitti geldi. Akşam eve gelince zaman zaman ödevini yaptı, okul sınavlarına çalıştı. Okul derslerini değerlendirdi veya değerlendirmedi. Bilelim ki sabahtan akşama sınıf ortamında ders dinlemek zihin yorgunluğuna sebebiyet verir. Bu zihnin yeni bilgi alması için boşalması gerekiyor. Bunun yolu da tatil ve istirahattir. Yani çocuğunuzun iyi bir dinlenmeye ihtiyacı vardır. Okullarımızda zaten eğitim yapılmıyor, yapılan da öğretimden ibaret. Bunu da çok iyi yapamıyoruz. Eğitim ve öğretim sezonunda bilgi, yazın bilgi, dolu beynin üzerine bilgi yüklemek gibidir. Nasıl ki tok insan, tokluğun üzerine yediği zaman yediğinden içtiğinden haz almıyorsa dolu beyin de bilgi almada zorlanır. Çünkü boş ya da boşalan beyin de aç mide gibidir. Bırakalım çocuğumuz gezerek, dolaşarak, sportif faaliyetlere giderek zihnini biraz boşaltsın. Hele ilkokul ve ortaokulun ilk iki sınıf seviyesi çocuklar için oyun dönemidir. Bu yaştaki çocukların bilgiden ziyade oyun oynamaya ihtiyacı vardır. Çocuk oyunla büyüsün, oyuna doysun. Gerekli ve gereksiz bilgilerle çocuklarımıza küçük yaşta iken gücünün üzerinde yük yüklemeyelim. Bugünün dünyasının en büyük eksiği bilgi değildir. Aynı zamanda bilgiye ulaşım eskisi gibi zor da değildir. Çocuk ne zaman ihtiyaç hissederse bilgi eksikliğini giderir.

Küçük yaştaki çocuklara özellikle anasınıfı, ilkokul ve ortaokul seviyesindeki çocuklara bu yaş seviyelerinde verilebilecek en güzel sorumluluk davranış olmalıdır. Onlara bu yaşta iken akranlarıyla birlikte yaşamayı, paylaşmayı, çevreyi kirletmemeyi, çevreye ve eşyalara zarar vermemeyi, arkadaşlarıyla iyi geçinmeyi, nazik konuşmayı, görgü kurallarını vs. bilincini aşılamak lazım. Ağaç yaş iken eğilir sözü de bunu açıklıyor. Lütfen öğrenime verdiğimiz önemin daha fazlasını davranışa verelim.

*17/06/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Nasıl Anmam Anamı Şimdi *

Halen kaldığım evde oda çok. O odadan bu odaya girip çıkıyorum. Kah terastayım kah oturma odasında kah mutfakta, üç katın arasında dolaşıp duruyorum. Aşağıya inmişim, üçüncü katta bir şey unutmuşum, çık yukarı. Yukarı çıkmışım, aşağıda bir şeyim kalmıştır, in aşağı. Bol merdivenli bir ev anlayacağınız. Bir ara kaç basamak var diye saymıştım. Sayısını unuttum. İki yıldır bilfiil günübirlik yürüyen benim için inip çıkmak zor gelmiyor. Bir nevi antrenman oluyor. 

Uzağı gösteren bir de gözlüğüm var. Bir zamanlar sabah kalkar kalkmaz gözümde idi. Onsuz bir yere çıkmazdım. Yaş 45’i bulduğundan itibaren uzak gözlüğe pek ihtiyaç duymuyorum. Sadece dışarı çıkacağımda ve uzağa bakacağımda lazım oluyor. Yakın gözlüğü lazım ama uzak için kullandığım gözlüğü çıkarınca kitabımı okuyabiliyor, telefonuma bakabiliyorum. Bundandır ki bir yere oturup göze ihtiyaç duyan bir işle meşgul olduğumda ilk işim, gözümdeki gözlüğü çıkarmak oluyor. Önceleri saçlar varken başımın üstüne yerleştirirdim gözlüğü. Saçların kısalması ve dökülmesiyle birlikte kafada gözlük durmaz oldu. Sağıma, soluma, önüme, arkama, masaya vs. yerlere rastgele koyuyorum. Bir yerde oturup kalmıyorum. Lavabo, mutfak, oturma odası, yatak odası dolaşıyorum.

Ardından dışarı çıkmam gerektiğinde elimi gözüme bir atıyorum. Gözlük yok. Benim işim bundan sonra başlıyor. Tüm girip çıktığım yerleri bir hızla kontrol ediyorum. Baktığım yere bir daha bakıyorum. Yok bir yerde. Uçup gitmiş sanki. Eskiden böyle miydi halbuki. Neyi nereye koyduğumu bilir, hiç aramadan koyduğum yerden alırdım. Bazen de nereye koyduğumu, gittiğim ve oturduğum yeri zihnimden geçirerek bulurdum. Yaşın ilerlemesinden midir, şimdi gözlük arıyorum durmadan. Bazen de gözümde gözlük varken gözlüğü aradığımda olur.

Gözlük aramama birkaç defa annem de şahit oldu. Ne aran kuzum dedi. Gözlüğümü arıyorum dedim. Nereden söylediysem, oğlum sende tansiyon var da ondan aran dedi. Ne tansiyonu ana? Yapma Allah aşkına. Tansiyon kim, ben kim. Kan vereceğimde tansiyonumu ölçerler, hep 12-8 çıkar. Yani tam kıvamında tansiyonum dedim. Ben dedim ama anam durur mu, ne zaman bir şeyler arandığımı hissetsin. Lafı yapıştırdı, sende tansiyon var diye. Oymuş, bir daha gözlük aradığımı belli etmemeye çalıştım. Yeter ki odasına girmiş olayım. Ne aran diyor ama söyler miyim? Yok, bir şey diyorum.

Gel zaman git zaman, sabah baş ağrısı ile uyanmaya başladım. Elimi yüzümü bir güzel soğuk su ile ovuyor, başımı ıslatıyorum. Nedense eski tedavi yöntemlerim baş ağrısını gidermeye yetmedi. Ağrı kesici ile işim olmaz zaten. Duş aldım, gezip dolaştım, yürüyüşümü yaptım, yine olmadı. Şimdi geçer, az sonra geçer derken çoğu zaman akşamı yaptım baş ağrısı ile. Ağrının yanında kafamda bir yük taşıyor gibiyim. Gözlerim kararıyor, eskisi gibi net göremiyorum.

Sonunda acaba bende tansiyon olabilir mi, gidip bir ölçtüreyim dedim. 15-9 çıktı. Bir hafta bir ölçelim dendi. Her gün ölçtürüyorum: 14-9, 13-9, 14-9 şeklinde bir sonuç çıkıyor. Dört gündür bu aralıklarda gezindiğine göre belli ki geçici ve aniden yükselen bir tansiyon değil bendeki tansiyon. Öyle zannediyorum, bu hastalık kalıcı olacak.

Bu durumu hanımla paylaştım. Çocuklara söyleyeyim mi dedi. Hayır dememe rağmen bu bilgi çocuklara yetiştirilmiş. Baba, tansiyon var da niye söylemedin diyecek gibi oldular, bir hafta ölçüm sonucunda bir hastaneye gidelim dediler. Bakarız dedim ama ardından oğlum, babaanneniz 90’ına merdiven dayamış, ilkokul yüzü görmemiş, okur yazarlığı bile yok. Siz ise okudunuz, bu işin öğrenimini gördünüz. Sizin farkına varmadığınız tansiyonumu anam bildi dedim, gülüştük.

Hasılı dostlar, bir tansiyon hastasıyım. Bu hastalık ise strese gelmezmiş, maazallah tansiyonu fırlatırmış. Sizden istediğim, tansiyonumu yükseltecek moral bozucu şeylerden uzak durmanız.

*25/06/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

12 Haziran 2022 Pazar

Kiralık Katil mi, Kiralık Akıl mı? *

Çocukluğumuz ve gençliğimiz Yeşilçam’da çevrilen Türk filmlerini seyretmekle geçti. İzlediğimiz filmlerin başrolünde yer alan oyuncular ve filmlerin isimleri farklı olsa da konuları genelde birbirinin kopyası şeklinde idi. Ağırlıklı olarak ya kan davası ya aşk konusu ya tecavüz sahneleri ya da parasızlık ve geçim derdi vs. konusu işlenirdi.

Fazla olmamakla beraber bazı Türk filmlerinde de kiralık katile yer verilirdi. Kiralık katil için kötüler başroldeki oyuncuyu seçerler. Çünkü hem işini temiz yapar, gözü pek biridir hem de mecburdur kiralık katil olmaya. Zira oğlu, kızı veya hanımı ölümcül bir hastalığa yakalanmıştır. Tedavisi ülkede yapılamadığı için yurtdışına gitmesi gerekir. Bunun için de çok para gerekir. Katil olmaya zorlamak için bazen de çocuğu kaçırılır. Başroldeki oyuncu kiralık katil olma teklifini duyar duymaz beyninden vurulmuşa döner. Teklifi reddettiği gibi kapıyı pencereyi yumruklar, gelenleri kapı dışarı eder. Oyuncumuz eşinden, dostundan, çevreden borç para ister ama bulamaz. Sonunda naçar kalır, kiralık katil olma teklifini kabul eder.

Başroldeki oyuncu işi beklendiği gibi bitirir. Önerilen parayı alır. Çoluk çocuğunu tedaviye gönderir. Bu tedavi de işe yaramaz. Çünkü çocuk ölmüştür. Kendisi de içeri girer. Ya aftan yararlanır çıkar ya da cezasını çeker çıkar. Cezasını çekse de tövbekar olsa da herkes onu katil bilir, kimse iş vermez, aşık olduğu kız kiralık katil olduğunu öğrenince yüzünü çevirir. Bazen de vadedilen para verilmeyince ve sözler tutulmayınca hapis sonrası oyuncumuz elini kana bulayanlara döndürür tüm okları. Film genelde bu minval üzere devam eder.

Kiralık katillik başta başrol oyuncu olmak üzere toplum tarafından tasvip edilmez. Buna rağmen bu fiil işlenmiştir. Çünkü oyuncu maddi sıkıntıdan veya başka sebeplerden dolayı buna mecbur kalmıştır. Oyuncumuz her ne kadar katil olmaya mecbur kalsa da burada sorgulanması gereken, kişinin aklını kullanmadığıdır. Ama bir hakkı teslim edelim, kiralık katil de olsa bu eylemi yaptıktan sonra pişmanlık duyar, uykudan kabus görerek uyanır ve vicdanını rahatlatmak için öldürdüğü kişinin ailesine yardım etmeyi, onları koruyup kollamayı kendine vazife bilir... Gel gör ki son pişmanlık fayda vermez. Zira olan olmuştur. Ama şu var ki hayatının geri kalan kısmını zevksiz ve tatsız geçirir, pek huzur bulmaz. 

Aklını kullanmayanlar sadece kiralık katil olanlar mıdır? Keşke bununla sınırlı kalsaydı. Piyasada öyle aklını kullanmayanlar vardır ki say say bitmez. Adına parti disiplini derler. Vekili de belediye başkanı da içine sinse de sinmese de siyasi parti liderinin dediğini yerine getirir. Meclis buna en güzel örnektir. İçeriğini bilmese bile vekil grup başkan vekilinin tavrına göre hareket eder. O parmak kaldırırsa kaldırır, karşı çıkarsa karşı çıkar. Aynı şekilde bir cemaat veya tarikata bağlı biri de cemaat liderinin her yaptığını, her söylediğini hikmet olarak görür. Yine toplumda çokları, siyasi ve dini bir konuda veya sosyal bir konuda nasıl tavır alınacağını sevip saydığı siyasi lidere göre belirler. Olay ilk vuku bulduğunda; gözü kulağı, sevip saydığının ne söyleyeceğindedir. Çünkü onun için tek doğru onun söylediğidir. Hatta bazıları bir olayın ardından bir görüş belirtse bile liderinin tavrına göre görüşünü yeniler. O ne dediyse doğru odur, yanlış da odur. Kimilerine göre doğru ve yanlışın ne olduğu, sözü kimin söylediği ile orantılıdır. Sevdiği söylediyse yanlış da olsa doğrudur. Nefret ettiği söylediyse, doğru da olsa yanlıştır. 

Kiralık katil ile aklını kiraya verenlerin ortak noktası her ikisinin de aklını kullanmaması. Farkları ise;

Kiralık katil aklını kullandırdığını biliyor, diğerleri ise gönüllü oldukları için aklını kullandırdığını bilmiyor. 

Kiralık katil bundan dolayı pişmanlık duyuyor ve üzülüyor. Diğerleri ise hayatlarından memnun. Hatta dört köşeler. Niye böyle olmasınlar? Nasılsa düşünme, analiz, kafa yorma, acaba gibi dertleri yok. 

Kiralık katil bu duruma mecburiyetten girmiş. Diğerleri ise gönüllü fedai. Bu fedailik sayesinde aidiyet duyguları tavan yapıyor ve bu sayede kişilik kazanmış oluyorlar. Başkasının aklıyla hareket ediyorsun desen bunu kabul etmezler. Bu benim görüşüm derler. 

Kiralık katil bedel öder. Diğerleri ise bedel ödemezler. Bedeli tüm millete ödetirler...

*22/10/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.