24 Nisan 2022 Pazar

Fakirlerin Ne Kadarı Görüp Gözetilebiliyor? *

“Bugün bir aileye iftara gittik. Evde eski üç sünger minder, bir soba ve bir televizyon var. Baba hurdacılık yapıyor. Bir balyozu, bir demir makası ve bir üçtekerli arabası var. Araba itelemeli, hurda toplama arabası.

Sokaklardan, inşaat artıklarından demir toplayıp satıyor. Anne ev hanımı. 5, 9, 11 yaşlarında üç çocukları var.

Etli ekmek yaptırdık. Yanında ayran, kola, tulumba tatlısı alıp götürdük. Beraber iftar yaptık. Çocuklara 50’şer lira, anneye 200 lira harçlık verdik.

Adam bana ‘Yaşım 41, ilk defa evime misafir geldi’ dedi. Utandım bir şey diyemedim. Benim sigaraya verdiğim paraya onlar geçinmeye çalışıyor herhalde.

Bana en çok dokunan da ‘şimdiye kadar evime herhalde fakiriz diye hiç misafir gelmedi, ilk siz geldiniz’ demesi… Allah bizler affetsin. Hesabı çok zor veririz veya verebilir miyiz acaba?”

Yukarıdaki alıntı yaptığım yazı Meram Milli Eğitim Müdürlüğünde görev yapan bir şube müdürüne ait. Bir özel grupta paylaştığı bu duygularının ardından kendisini aradım. Bu aileyi nasıl bulduklarını sordum. Aklımda kaldığı kadarıyla şunları söyledi: Meram Kaymakamlığı, Vakıftan yardım alan aileleri, ilçesindeki kurumlara paylaştırarak bu fakir ailelerin evlerinde bir iftar yapılmasını planlar. Meram MEM’e de altı aile ve bir şehit yakını düşer. Bir tanesine de bu şube müdürü gider. Kaymakamlığın hazırlattığı ramazan paketi ve akşam yemeğinin yanında yukarıda bahsettiği gibi kendileri de etli ekmek ve yanında içecek götürürler. Verdiğiniz harçlıkları da kaymakamlık mı verdi dedim. Hayır, biz kendimiz takdir ettik, dedi.

Bu iftar programının ardından günler geçmiş olmasına rağmen ailenin durumu hala gözünün önünden gitmemiş ve merhamet duygusu tavan yapmış. Ailenin telefonunu almış. Bundan sonra bu aileyi bırakmam. Eşten, dosttan ne bulursam, bu aileyi gözeteceğim, dedi. Konuşmanın arasında aile reisinin yani itelemeli üçtekerli ile hurdacılık yaparak evinin geçimini sağlamaya çalışan baba ile geldikten birkaç gün sonra telefonla konuştuğunu, adamın en büyük hayalinin motorlu bir üçtekerli araç sahibi olmak istediğini, çünkü bu yol ile topladığı hurdaları sanayiye giderek gerçek değerine satabileceğini, bunu yapamadığı için hurdasını daha ucuza verdiğini eğer böyle bir aracı olduğu takdirde her ay kazandığından 900-1000 lira civarında bir ödeme yapabileceğini ifade ettiğini söyledi. Yani babanın istediği bana peşin para ile bir üçtekerli bulursanız, ben size her ay taksitle ödeme yaparım diyor.

Müdürlüklerine düşen diğer ailelerin durumunu dairesinden soruyor. Onların durumu da kendi gördüğü aileden farklı değil. Hepsinin acınacak hikayesi var. Şube müdürü bu aileye sahip çıkmaya çıkacak da onu düşündüren, daha bu durumda kaç ailenin olduğu, bu ailelerin kaçına ulaşılabildiği. Allah bu şube müdürü gibilerinin sayısını artırsın. Böyle bir hayra sebebiyet verdiği için Meram Kaymakamlığı da bir takdiri hak ediyor. Teşekkürler Meram Kaymakamlığı.

Konu fakire el uzatmak ve gerçek ihtiyaç sahiplerini bulmak ise bu vesileyle yardım konusunda birkaç kelam etmek isterim. Bu ülkenin il, ilçe ve mahallelerinde ne kadar fakir var? Bunların bir listesi çıkarılmış mıdır? Bu fakirlerin ne kadarı evveliyatla gözetilmesi gerekiyor? Acil yardıma muhtaç olanların hepsi aynı oranda görüp gözetiliyor mu yoksa sadece isteyen, derdini anlatanlara mı el uzatılıyor? Devlet ve diğer yardım kuruluşları bunların ne kadarına ulaşabiliyor? Ulaştı diyelim, taşıma su ile değirmen dönmeyeceğine göre ramazan vb günler dolayısıyla elden gelenle ne kadar öğün olacağı da bizi düşündürmelidir.

Gördüğüm kadarıyla özellikle ramazan dolayısıyla devlet ve halkımız şu ya da bu şekilde fakir ve fukaraya elini uzatıyor. Yalnız bu yardımların aynı oranda tüm fakirlere ulaştığı konusunda tereddüdüm var. Çünkü fakir ve fukarayı gözetmek için yardım toplayan envaiçeşit vakıf, dernek, cemaat, STK’lar mevcut. Belediyeler, kaymakamlıklar, valilikler yardım dağıtıyor. İnsanımız tespit ettiği fakirlere sosyal medya aracılığıyla yardım topluyor. Kimi de tanıdığı eş dosttan yardım almak suretiyle belirlediği fakirlere yardım istiyor. Anlatmak istediğim, tespit edilen fakirlere bu yardımlar niçin tek elden yapılmaz da herkes ayrı ayrı yardım toplar ve yardım dağıtır? Bence bu kadar çeşitli yardım toplayan kuruluşların olması, toplanan yardımların tam yerine ulaşamama sıkıntısını beraberinde getirebilir. Çünkü belki de aynı fakir her yardım kuruluşundan yardım alabiliyorken bazıları görüp gözetilmeyebilir. Fakir fakirdir. Dinine ve inancına bakılmaz ve herkese el uzatılması lazım. Keşke her ilin fakir listesi hazırlansa, özel vakıf ve derneklerin topladıkları yardımlar da kendilerinden birer temsilci olacak şekilde valilik veya kaymakamlıklar gözetiminde tek elden dağıtılabilse, bence çok daha güzel olur.

 *27/04/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır. 

Hayattan Kopuk Açıklamalar

İktidar partisinin Genel Başkan Yardımcısı Hamza Dağ, asgari ücrete ek zam tartışmalarına ilişkin, "gelen verilerin enflasyonun altında kaldığını görürsek, gerekirse müdahale yapmaktan çekinmeyiz" açıklamasını yapmış.

İyi de be kardeşim, hesap ortada değil mi? Asgari ücretliye yüzde elli zam yapılmıştı. Halihazırda yıllık enflasyon, Çavuşesku Termometresine göre yüzde 61 olduğuna göre daha ne verisi bekliyorsunuz da müdahaleden çekinmeyeceğinizi söylersiniz? Şimdiden yüzde 11 asgari ücretli alacaklı. Hele Bakan Nebati'nin açıklamasına göre Aralık ayına kadar enflasyon düşmeyeceğine göre enflasyon 8-9 ay daha yükselmeye devam edecek. Bu demektir ki bu bol enflasyonlu hayatta bu asgari ücretli, verilen bu rakamla sene sonunu getirirse, ne ala. Bunlara meşhur termometre ölçeğine göre yeniden bir zam veririz. Yok, ölüp giderlerse, bu ekonomik dar boğazda ülkeye yaptıkları katkıdan dolayı arkalarından hayır dua ederiz.

Durum bu iken yok, kimseyi enflasyona ezdirmeyeceğiz teranelerini bir tarafa bırakalım. Asgari ücretliye ek zammı acilen konuşalım.

Dersiniz ki bütçenin durumu belli. Yeni bir zammı işveren kaldıramaz. Bu, enflasyonu daha da azdırır. Biz işçimizden ve diğer sabit gelirliden sabır bekliyoruz. Önümüzdeki yıl bu mağduriyeti gidereceğiz. Bu daha makul bir açıklama olur. Değilse güven zedelenmesi artarak devam eder ve dost da acı acı söylemeye devam eder.

Siz gerçekten başta asgari ücretli olmak üzere sabit gelirliyi enflasyonun altında ezdirmek istemiyor ve bunda samimi iseniz, izleyen ayda enflasyon farkını verirsiniz. Gerisi lafı güzaftır. Yoksa ayağınıza sıkmaya devam eder ve milletin aklıyla alay ettiğiniz için gönüllü intihara doğru gidersiniz de ardınızda ağlayanınız bile olmaz.

Hasılı, yetkililerin pot kıran açıklamalarını görünce bunların ya bu toplumdan kopuk yaşadıkları akla geliyor ya da olup bitenin vahameti anlaşılmasın diye gerçekleri örtmeye yönelik açıklamalarla günü kurtarmaya çalışıyorlar. Sebep hangisi ise ikisi de vahim bir durumdur ve affı yoktur. Bu demek oluyor ki işler ters gitmeye görsün, yetkililerin nasıl pot kırdıklarını ibretle izlersin ve bu kafayla mı bunlar sadra şifa olacak dersin.

Şubat Soğuğu Bana Acıdı

Yorgun argın işten geldim. Gözüme doğal gaz faturası ilişti. Gözlerim fal taşı gibi açıldı. Oyalanmadan miktarına baktım. 710 lira okudum. Yanlış görmüş olabilirim diye bir daha baktım. Bedelden emin olunca içimi bir sevinç kapladı. Çünkü beklediğimden ve geçen aydan düşüktü.

Bir düşüncedir aldı beni. Acaba neden düşük geldi?

1. Bu ay acaba tasarruf etmiş olabilir miyiz dedim. Mümkün değil. Zira itibarımdan ne ödün veririm ne de tasarruf ederim.

2. Cemre bereketi olabilir mi dedim. Değil. Çünkü cemreler de bereketli geçen kıştan yana tavır aldı.

3. Acaba devlet yüzde 18 olan KDV'yi bana söylemeden sıfırlayarak sürpriz yapmış olabilir mi dedim. İhbarnameye yeniden baktım. Gazı bedava veririm ama yüzde 18'den vazgeçmem dercesine KDV oranı yine 18'di.

4. Kombi bana acıyıp insafa geldi de yavaş mı döndü bu ay dedim. Değildi. Zira insanda kalmayan insaf kombide niye olsundu.

5. Tüm bunlar değilse o zaman ne derken aklıma, acaba Enerya ayı doldurmadan bu ay erken okumuş olabilir mi dedim. Enerya da bunu yapmazdı. Çünkü Enerya da Allah Allah diyor ve fatura okumayı dört gözle bekliyor.

6. Sonunda jeton düştü. Bu ay şubat ayı idi. Malumunuz şubat diğer aylara nazaran az çekerdi ve şansıma bu şubat da 28 çekmişti. Hasılı bana merhamet eden ve insafa gelen şubat ayıymış.

Sonuç olarak doğal gazın bu ay beklediğimden düşük gelmesi, şubat ayından kaynaklı olduğunu sonunda buldum. Ama bu buluş, yorgunluğumun üzerine beni yordu. Ama tüm yorgunluk böyle olsun ve keşke her ay şubat gibi az çeksin ki biz de bu ekonomik dar boğazda az çekelim.

23 Nisan 2022 Cumartesi

Benim de Elektriğim Kesilmişti *

Üç aydır elektrik faturasını ödemediği için CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun evinin elektriği kesilmiş. Parası yoktu da mı ödemedi, vakit mi bulamadı? Belli ki parası da var, zamanı da. Elektriğe yapılan zamları gerekçe göstererek ödemeyeceğini açıklamıştı. Elektrik dağıtım şirketi de bu kişi bir siyasi lider, basının diline düşeriz dememiş, diğer vatandaşlara uygulanan prosedür ne ise aynısını Sayın Kılıçdaroğlu’na da uygulamış.

Bu iş nereye varır? Elektrik dağıtım şirketi prosedürü uyguladık. Bu kadarı yeter deyip elektriği açar mı? Kılıçdaroğlu gerekli tepkimi gösterdim. Bunu tüm Türkiye duydu. Artık borcumu ödeyip elektriği açtırayım ya da geri adım atmayıp karanlıkta oturmaya devam edeyim der mi? Bunu zaman gösterecek. Ama bu meselenin çözümü Kemal Bey’in elinde. Ya gidip borcunu ödeyecek. Ardından açma-kapama bedelini yatıracak ya da karanlıkta oturmaya devam edecek. Çünkü ocak ayında yapılan elektrik zammının bu aşamadan sonra geri alınmayacağı ortada. Zaten kimse de böyle bir şey beklemiyor. Milletin şu aşamada tek istediği, turpun büyüğünün heybeden çıkmaması. Basından duyduğumuzda göre Genel Başkan bir hafta karanlıkta oturup ardından biriken faturaları ödeyecekmiş.

Elektrik borcunu ödememenin sonucunda başa ne geldiğini bilirim. Bildiğim bu konuda Kılıçdaroğlu ne ilk ne de son. 91 yılında benim de başıma gelmişti. Kılıçdaroğlu ile aramdaki fark, benimki zamlara tepki gösterme sadedinde değildi. Sayacım okunmadığı için kesilmişti benim elektriğim. Öyle tepki falan benim neyime.

Şöyle ki: 91 yılında öğretmenlik yeterlilik sınavına giren son nesildik ve yedeklerde idim. Vekil öğretmenliğe müracaat ettim. Vekil öğretmen olabilmek için mülakata alındım. Komisyonda şube müdürü olarak orta üçüncü sınıfta matematik dersime giren hocam da vardı. Sayesinde, Konya’ya 70 km uzaklıktaki Obruk havzasındaki Kemerli Kolça mezrası İlkokuluna müdür yetkili vekil öğretmen olarak görevlendirildim. Bu nasıl bir unvan diyenler için okulun müdürü de sensin, 1.sınıftan 5.sınıfa kadar öğrencileri okutacak olan öğretmen de sensin, hizmetlisi de. Yani her şeyisin.

Uzak demedim, iş beğenmezlik yapmadım. İş iştir dedim ve mezraya nasıl gidilir, bir araştırma yaptım. Obruk bölgesindeki mezraları dolaşarak getirdiği yolcuları geri götürmek için Eski Garaja getiren otobüs öğleden sonra Konya’dan kalkıyormuş.

Eylül ayının 26’ında Kemerli Kolça’ya gittim. O gün kendi kendimi göreve başlattım. Başlama yazısını Karatay İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne götürdüm.

Gidiş geliş imkanı olmadığı için mecburen okulun bahçesindeki lojmanda kalıyorum.

Bir gün öğle ya da ikindi namazı için camiye gitmiştim. Çıkışta MEDAŞ’ın elektriğimi kesmeye gittiği söylendi. Koşa koşa geldim. Altlarında bir araçla Konya’dan elektriğimi kesmeye gelen iki kişiye; ne hayır, niye kesiyorsunuz? Üstelik lojmana yeni taşındım, borcum olmamalı dedim. “Borcunuz yok ama lojman kapalı olduğu için üç aydır sayaç okunmamış ve bundan dolayı elektriğinizi kesmek zorundayız” dediler. Kendilerine, elektriğimi keserseniz, Konya’ya gidinceye kadar elektriği açtıramam. Siz en iyisi elektriği kesmeyin. Keserseniz karanlıkta kalırım. Hafta sonu şehre gider, son endeksi alıp borcumu yatırırım. Yok, illa kesmeniz gerekiyorsa kesmiş gibi yapın. Çünkü bir de açmak için bu araçla 70 km.lik yolu tekrar tepeceksiniz. Devletin yakıtına yazık değil mi dedim. Gelir açarız, emir böyle dediler ve elektriğimi kestiler.

Üç dört gün boyunca kah lamba kah mum ışığında hafta sonunu getirdim. Hafta sonu şehre gidip haftanın ilk günü MEDAŞ’a uğradım. Son endeksi verdim. Borcumu hesapladılar. Ardından açma-kapama parasını da eklediler ve toplam borcumu ödedim. Aynı gün görevliler gelerek elektriğimi açtılar.

Hasılı bu devirde elimiz, ayağımız ve her şeyimiz olan elektrik yokluğunda karanlıkta oturmanın ne mene şey olduğunu ve zorluğunu bilirim. Bu yüzden Kılıçdaroğlu’nu eşekten düşen biri olarak çok iyi anlıyorum. Beni düşündüren, Kılıçdaroğlu dışında ödeme imkanı olmadığı için elektriği kesilmiş ve karanlıkta oturan bu ülkede ne kadar fakir ve fukaranın olduğudur. Temennim olmaması ve kimsenin özellikle imkanı olmadığı için ödeyemediğinden dolayı elektriğinin kesilmemesidir. Çünkü bir evde elektrik yoksa o evde hayat durur. Allah bu hayat pahalılığında kimseyi, kimseye muhtaç etmesin.

*25/04/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

20 Nisan 2022 Çarşamba

Hz Ömer ve Mum *

Tarihte yaşanmış mıdır yoksa adaletiyle nam salmış Hz Ömer'in ne kadar adil olduğunu göstermek için uydurulmuş bir hikaye midir, bilmiyorum. 

Bildiğim bir gerçek var. Dindar, mütedeyyin, İslamcı, İslamcı geçinenlerin ve İslam'dan ekmek yiyenlerin geçmişte sıkça duyduğu ve anlattığı, şimdilerde anlatılmayan ve çoğumuzca riayet edilmeyen, hepimizin bildiği bir anekdota yer vereceğim. 

Bu hikaye kamu malını yönetenlerin kamu malını nasıl görmeleri gerektiğine dair güzel bir örnektir:

Hz Ömer mumunu yakmış, gece karanlığında makamında çalışıyor. 

Sahabeden bir veya birkaç kişi kendini ziyarete gelir. Selâm verirler. 

Beklerler ki Halife selamlarını alsın, kendileriyle ilgilensin. 

Heyhat ki heyhat. Hazretin Allah'ın selamını alması geciktikçe gecikir.

Nihayet Hz Ömer işini bitirir. 

Yanan mumun yanına bir başka mum daha yakar ve önceki mumu söndürür. 

Misafirlerinin beklediği selamı alır ve kendilerine ilgi gösterir. 

Olup bitene bir anlam veremeyen ama sebebini de öğrenmek isteyen sahabe sorar: Biz selamı vereli ne oldu. Nihayet şimdi aldın. Bu yaktığın mum ve söndürdüğün mum da neyin nesi? 

Halife, söndürdüğüm mum beytülmale aitti. Onunla devlet işini yürütüyordum. Siz geldiğinizde işimi bitirmek üzereydim. Siz ziyarete geldiniz. Sizinle ilgilenmek için kamuya ait mumu söndürerek şahsi mumumu yaktım. Ardından selamınızı aldım. Tüm mesele bundan ibarettir, cevabını verir. 

Bu anekdotu duyup da etkilenmeyen Müslüman yoktur. Bu anekdotla kamu malının şahsi emeller için kullanılamayacağı işlenmeye çalışılırdı. 

Nedense küçüklüğümde sıkça duyduğumuz ve anlattığımız bu anekdot nicedir kullanılmamak üzere rafa kaldırıldı. Bugün anlatılan da bizi etkilemiyor ve bu güzelim hikaye bir nostalji olarak tarihteki yerini aldı. Çünkü bizim için kamu malı "Yağma Hasan'ın böreği", "Devlet malı deniz, yemeyen domuz" mesabesindedir. Ye ye yetmiyor maşallah. 

Şu aşamada bu hikaye, duyarlıları tarafından uygulanmayacaksa, devlet malı hoyratça kullanmaya devam edilecekse, biz bu olup bitenlere sesimizi çıkarmayacaksak, bundan dolayı artık vicdanımız sızlamıyorsa, hatta başka kötü örnekleri vererek savunur duruma gelmişsek; ya bu anekdotun aslı yoktur, uydurulmuştur ya da kusura bakmasın ama Hz Ömer de pek pintiymiş diyelim ve işimize bakalım ki deniz de bizim olsun, kumu da. 

Yiyelim, içelim, yedirelim, içirelim. Şanımız yürüsün ve vicdanımız da rahat etsin. 

Hem böylece dini ve dini anekdotları emellerimize alet etmeyerek Anayasa güvencesi altındaki laikliği de korumuş oluruz. 

En azından din ve dini değerler elimizden kurtulmuş olur. 

*23/04/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

19 Nisan 2022 Salı

Abdullah b. Sebe *

Zaman zaman münafıkların lideri Abdullah Ubey b. Selül ile karıştırılsa da İslam tarihinde başta Cemel Vakası ve Sıffın Savaşı olmak üzere her türlü fitne ve fesadın arkasında her ne hikmetse Abdullah b. Sebe ismi geçer. Siyer yazarları İslam tarihini öyle bir anlatırlar ki karşılıklı savaşan, birbirinin boynunu vuran Müslümanlara hiç toz kondurmazlar. Zira onların hiçbir günahı yok. Neredeyse tüm kötülükler, bela ve musibetler Abdullah b. Sebe kaynaklıdır. Cemel'de karşı karşıya gelen iki ordu savaşmamak üzere anlaşmışlardı ki b. Sebe taraftarları karşılıklı ok atmak suretiyle barıştan yana olan iki orduyu savaştırmışlardır. Bu adam olmasaydı, İslam tarihinde ne fitne olacaktı ne de fesat. Müslümanlar kardeş kardeş geçinip gideceklerdi. 

İşin garibi yılanın başı ve her türlü kötülüğün anası olarak piyasaya sürülen Abdullah b. Sebe'nin yaşayıp yaşamadığı muamma. Yani böyle bir kişiliğin tarihte yaşadığı meçhul. Nedense Müslümanlar birbirine düşüren bu önemli aktörün varlığı sadece bir kişiden gelen rivayetlere dayandırılır. Tüm kötülükler, olmayan ve yaşamayan bir şahsiyete niçin yıkılır? Burada, Müslümanlara özellikle sahabeye toz kondurmamak amacı güdüldüğü anlaşılmaktadır.

Geçmişte üretilmiş bu şahsiyet, tarihteki yerini almış ama tarihte kalmamış. Günümüzde de geçer akçe olarak kullanılmaktadır. Tek farkı var. Günümüzde her türlü kötülüğün menşei olarak gösterilen gerekçe ve bahanelerin adı farklı sadece. Dün Abdullah b. Sebe, bugün ise dış güçlerdir. Ekonomide sıkıntı mı yaşıyoruz? Sebebi, bizim onmamızı istemeyen dış güçlerin bize çektiği bitmez tükenmez operasyonlardır. Geri kalmışlığımızın, dünyaya dair kayda değer bir değer üretemeyişimizin perde gerisinde dış güçler vardır. Birbirimizi eleştirirken muhatabımızı, dış güçlerin aklıyla hareket ettiğini bile söyleriz. Bizden ayrılıp gidene dış güçlerin maşası deriz. Bir ülke ile bir gerilim yaşasak, dış güçlerin bitmek bilmeyen ihaneti deriz. Müslüman Müslümanı öldürse, Müslümanların içinden birbirleriyle savaşan olsa, Müslümanların içinden terörist çıksa, bunların arkasında dış güçler vardır. Yani dış güçlerle kafamızı bozmuşuz. Onlarla yatıp onlarla kalkıyoruz. Onmayışımızın tek müsebbibi onlardır. Bize kalsa yani bizi bize bıraksalar biz her şeyin en iyisini yaparız. Dünyanın en ileri devleti oluruz. Ah şu dış güçler... Hasılı Abdullah b. Sebe eşittir dış güçlerdir bizde.

Nedense tüm olumsuzlukları dış güçlere bağlayarak kendimize ve yönetimimize hiç toz kondurmuyoruz. Acaba, ekonomide, siyasette vs. yanlış politika uygulamış, kötü bir yönetim sergilemiş olabilir miyiz diye kendimizi hiç sorgulamıyoruz. 

İyi şeyleri kendimize kötü şeyleri dış güçlere bağladığımız bu yol, gerçekleri ters yüz etmekten başka bir yol değil. Gerçeklerden kaçınmaktır. Beceriksizliğimizi dış güçlere yıkmaktır. Kendimize toz kondurmamaktır. Bu izlediğimiz yolun çıkmaz sokak olduğu bilinmesine rağmen her başımız sıkıştığında bu yolu niçin izleriz? Niye izlemeyelim? “Muaviye ve Dişi Deve” hikayesinde olduğu gibi nasılsa dış güçler bahanesine inanan milyonlar var. Böyle hazır ve her şeye teşne hazır müşterimiz varsa bu yolu niye kullanmayalım. Nasılsa sorgulama yok. Ağzına yüzüne bulaştırdın diyen yok. Acaba tüm bu olup bitenlerde milyonda bir olasılık da olsa senin bu işte bir payın var mı diyen yok. Ben olsam, her devirde geçer akçe olan bu sihirli değneği ben de kullanırım. Nasılsa ülkeyi düze çıkarma gibi bir düşüncemiz ve becerimiz yok. Kullan kullan, bir daha kullan.

Abdullah b. Sebe misali her şeyi dış güçlere bağlama hastalığımızı sorgulayıp terk etmedikçe başkası bize gülerken biz bizi kandırmaya devam ederiz ve bizden bir cacık olmaz.

Şunu unutmayalım ki dün Abdullah b. Sebe kişiliğinde birileri, bugün dış güçler veya başka saikler peşimizi bırakmaz. Çünkü kimse kimsenin onmadığını istemediği gibi devletler de birbirinin onmasını istemez. Bizi zayıf düşürmek için çaba gösterebilirler. Bize düşen, gelebilecek her türlü tehlike, fitne ve fesada karşı hazırlıklı olmaktır. Onlar bir şey yapmaya çalıştığında elimiz armut toplamayacak. Hiçbir zaman tedbir elden bırakılmamalıdır. Tehlikeleri en az hasarla atlatmanın yolları bulunmalıdır. Yine unutmayalım ki tüm başımıza gelenler kendi yapıp ettiklerimizden veya yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdandır. Hiç öyle suçu başkasına yıkarak zeytin yağı gibi üste çıkmayalım. Bilelim ki biz doğru yolda isek başkasının/dış güçlerin sapıklığı bize zarar veremez.

Ne olur, Abdullah b. Sebe uydurmasında olduğu gibi her beceriksizliğimizi dış güçlere bağlama hastalığından bir vazgeçelim. Bir şeyi yapamadıysak, ağzımıza yüzümüze bulaştırmış isek bunu da söylemekten kaçınmayalım. Zira bu bir erdemdir. Erdemli biri olmak mı isteriz yoksa Rabbine isyan eden ama bu isyanını savunmacı bir refleksle gerekçe ve bahanelerin arkasına sığınarak örtmeye çalışan İblis gibi biri mi olmak isteriz? Sanırım kimse hele inanan insan, İblis'in yolundan gitmek istemez. Lütfen, ne söylersem, inanıyorlar dercesine bize inananların kredilerini şeytani mantıkla kendi emellerinize alet etmeyelim. Tek suçu bize güvenen insanların güvenini yok etmeyelim. 

*20/05/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

18 Nisan 2022 Pazartesi

Türkiye'nin İki Ayıbı *

Hasan Mezarcı, Refah Partisinden bir dönem milletvekilliği yapmış sıra dışı bir vekildi. Vekilliği döneminde hiç gündemden düşmedi. Türkiye'nin değişik illerine giderek büyük kitlelere konferanslar verdi. Konferanslarının ana konusu yakın tarih üzerine idi. Atatürk'ü eleştirmekle kalmadı, zaman zaman hakaret etti. Kürsü dokunulmazlığını bu şekilde kullandı. Yakın tarihle ilgili tartışmalı konuları Meclis gündemine taşıdı. Mecliste verdiği araştırma önergeleriyle Ali Şükrü Bey cinayetinin araştırılmasını istedi. Soyadı gibi mezardakilerle uğraştı. Onun bu konuşmaları tepki çekti. Gelen tepkiler üzerine partisi kendisini ihraç etti. Vekilliğinden sonra yargılandı ve kısa bir süre hapis yattı.

Hapis hayatı kısa idi ama etkileri belki de hayatına mal oldu. Cezaevine giren Hasan Mezarcı'dan, cezaevinden çıktıktan sonra eser yoktu ve dağlar kadar fark vardı. Savunduğu fikir ve görüşlerinden dolayı cezaya çarptırılan Mezarcı gitti, kendisini İsa Mesih gören ve bunu ilan eden biri olup çıktı. Fikirleriyle birlikte kıyafet ve şekli şemaili de değişti. Yıllarca beslendiği fikirlerinden üç aylık bir cezaevi macerasından sonra bu kadar ani dönüş olacağını söyleseler inanmazdım. Beni düşündüren, bu üç aylık cezaevi döneminde Mezarcı'ya ne yapıldığı. Ne içirildi ne yedirildi ne zerk edildi yoksa bir proje adamı mı idi? Anlayabilene aşk olsun. Beni bu yazıyı yazmaya sevk eden de son günlerde verdiği fetva ile oruçlulardan su yasağını kaldırmasıydı. Oruçlu iken su içebilirsiniz dedi. Kim oluyor da böyle bir cesareti kendinde bulabiliyor. Din konusunda kırdığı potlar sadece oruçla ilgili olanlardan ibaret değil. Bence Hasan Mezarcı'nın bugünkü hali Türkiye'nin bir ayıbıdır. Bir araştırma yapılmak suretiyle ona cezaevinde ne yapıldığının enine boyuna araştırılması gerekir. Yeter ki bu meseleyi birileri dert edinsin. Dönemin hakimi, savcısı, cezaevi yönetimi ve infaz memurlarının bilgisine başvurularak bu mesele araştırılabilir. Hükümet bu meseleye el atarsa Mezarcı'daki bu iki kişiliğin künhüne de vakıf olmuş oluruz. 

Yazımın başlığında iki ayıptan bahsetmiştim. Bu ülkenin ikinci ayıbı da cezaevi öncesi ve sonrası kişiliğinde hiçbir değişiklik olmayan, çoğu kimsenin değer verdiği, acıların çocuğu Muhsin Yazıcıoğlu'dur. 25 Mart 2009'da bir helikopter kazasına daha doğrusu cinayetine kurban gitti. Cinayetin ardından 13 yıl geçmiş olmasına, toplumun kahir ekseriyetinin cinayet olarak gördüğü bu ölümün ardındaki azmettirici faillerinin hala ortaya çıkarılamaması Türk yargısının ve siyasetinin bir ayıbıdır. Türkiye ve sevenlerinin her ölüm yıldönümünde katilleri ortaya çıkarılacak nutuklarını fiiliyata dönüştürmek lazım. Gerçekten çok mu zor bu cinayeti çözmek? Bu ülke bu kadar mı aciz? İstenirse Türkiye bu ayıptan kurtulur. Azmettiriciler de cezasını çeker. Kimsenin yaptığı yanına kar kalmaz. Öyle zannediyorum, bu olayın faili meçhul kalması, bundan ekmek yemesi birilerinin işine geliyor. İktidar bu meselenin çözülmesi için ağırlığını koyarsa öyle zannediyorum, bu mesele çözülür. Değilse bu ayıpla yaşamaya devam ederiz. 

*22/04/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.