8 Şubat 2022 Salı

Bazılarının Ederi *

Bir sendikaya giriyorum.

Hayırdır, nereden çıktı bu sendika üyeliği şimdi?

Aklın varsa, sende gir.

Fikirlerini destekleyen, özlük haklarını koruyan bir sendika mı çıktı ortaya?

Değil.

Değilse ne? Çünkü sen sendikaları sarı sendikacılık olarak değerlendiriyordun,  yaptıklarından ve yapamadıklarından dolayı eleştiriyordun daima. Yoksa hatır için mi giriyorsun ya da kafa yapına uygun bir sendika mı buldun.

Hiçbiri değil.

O zaman ne değişti hayatında?

İşin doğrusunu söylemek gerekirse 400 lira için gireceğim. Biliyorsun, 2022-2023 sözleşme dönemi için sendika üyelerine sözleşme ikramiyesi olarak devlet üç ayda bir bu parayı verecek ve bu paradan sendikalı olmayanlar faydalanamayacak. Bence sen de gir.

400 lira bu zamanda iyi para. Kim kime verir bu zamanda bu kadar parayı. Sendika kesintisinden sonra arta kalan para önemli ama para her şey değil. Yani bu para ve daha fazlası için bir sendikaya girmem.

İşin ucunda 400 lira var diyorum. Bu parayı duyanın çoğu gidip bir sendikaya üye oldu.

Anladım kardeş. İsteyen girer. Ben ise para için bir sendikaya girmem. Prensiplerime aykırı. Bir sendikaya girecek olsam bile para ön planda değil benim için.

Üye olanlar için ne dersin?

Herkesin kararını kendisinin verebileceği bir şey bu. Kimseye bir şey demem. Yalnız bu 400 lira gündemde değil iken bir sendikaya üye olanlara saygı duyarım. Sendika üyesi değil, bir sendikaya girmem deyip de 400 lira ikramiyeyi gördükten sonra gidip bir sendikaya üye olanlara ise kusura bakmasınlar ama saygı duymam. Çünkü sebep her ne olursa olsun, bu tip kimselerin para için sendikaya girdiği anlaşılır. Bu tipler, yarın kim daha fazla verirse oraya giderler. Bir insan miktarı ne olursa olsun, para için gidip bir sendikaya üye olmaz. Üstelik ortada 400 lira da yok. Üyelik kesintisinden sonra kişinin kendisine kalacak olan para, aşağı yukarı 270-280 lira dolaylarında. Yukarıda demiştim, tekrar söyleyeyim. Para önemli ama her şey değil. Kişi inanmadığı yere sırf parası için girmemeli.

Nasıl bir sendika istiyorsun?

Sendika dediğin hangi işkoluna hitap ediyorsa;

*O işkolunun çalışma imkanlarının daha iyi olmasına, çalışanlarının ve üyelerinin özlük haklarını iyileştirmeye yoğunlaşmalı.

*Siyasi partilerin arka bahçesi gibi bir işlev üstlenmemeli, çalışanların hakkını korumak için gerekirse siyasi partilerle mücadele etmeyi göze alabilmeli, onlarla paslaşmamalı. Önceliği, bir siyasi partiyi değil, üyelerini memnun etme olmalı.

*Üyeleri ile arasında bir aidiyet duygusu aşılayabilmeli.

*Üyelerinin makam ve mevki beklentilerine kulak asmamalı. Burası atama yeri değil, yanlış yere geldin diyebilmeli.

*07/03/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

MEB İlk Atama *

MEB, eylül ayında ilk atama yoluyla aldığı 20 bin öğretmenin ardından şubat ayında da çeşitli branşlardan 15 bin öğretmenin atamasını yaptı. Öncelikle atanan öğretmenlere ve öğretmenlerin atandığı okullara hayırlı olsun.

İlk atamalarda dikkatimi çeken, birkaç seferdir MEB, 2021-2022 öğretim yılı hariç, şubat ayında yani eğitim ve öğretimin yarısında öğretmen alımı yapar oldu. Bu alımlar niye eğitim ve öğretimin başladığı eylül ayında değil de şubat ayında yapılıyor? Acaba öğretimin başında öğretmen ihtiyacı yoktu da bu ihtiyaç şubat ayında mı ortaya çıktı? Eğer şubat ayında ihtiyaç ortaya çıktı ise MEB’in bu şubat ataması doğru ve yerinde. Şayet bu ihtiyaç eylül ayından beri vardı da MEB, 4-5 ay sonrasında bu atamaları yapıyorsa, burada oturup bir düşünmek lazım.

35 bin öğretmen ihtiyacı olmasına rağmen MEB'in, 20 binini eğitim ve öğretimin başında, geri kalan 15 binini ise dönemin ortasında atamasında, öyle zannediyorum, Hazine ve Maliye Bakanlığının 35 bin kadroyu aynı anda vermemesinden kaynaklanıyor olsa gerek. Çünkü bütçe imkanları elvermemiş olabilir. Bu anlaşılabilir ama 4-5 ayda ne değişiyor? Pekala, iyi bir planlama ile zamanında bütçe ayrılarak bu öğretim yılında ihtiyaç duyulan 35 bin öğretmenin ataması aynı anda, eğitim ve öğretimin başında yapılabilirdi.

Burada, öğretmen ihtiyacının bir kısmının şubat ayına sarkmasının ne zararı var diye düşünebilirsiniz. Bence şubat atamaları başlı başına bir sorundur ve eğitim ve öğretimin mantığına terstir. Çünkü eğitim ve öğretim demek; hedef, amaç, plan, program ve uygulama demektir. Daha işin başında öğretmen, derslik, donatım, ders malzemelerinin hazır olması gerekir.

15 bin öğretmen zamanında yani eğitim ve öğretimin başında atanmadığına göre bazı okullar eğitim ve öğretime öğretmensiz başlamış demektir. Öğretmen ise bir inşaatta kullanılan harç gibidir. Harç yoksa inşaat paydos olur. Okullar inşaat gibi paydos olmamıştır ama bu ihtiyaç çoğu okullarda ücretli öğretmen görevlendirilmek suretiyle giderilmiştir. Ücretli öğretmenlere verilen ücret ise girdikleri her bir dersten aldıkları ders saati ücretinden ibarettir. Yani bugünün şartlarında asgari ücretin altında bir rakama çalışıyor bu ücretliler. Hem ücretleri yetersiz hem geçici çalışıyorlar. Üstelik haydi deyince taşrada branşında ücretli öğretmen bulmak da zor. Çoğu zaman branş dışı kişilere görev verilmek suretiyle eğitim ve öğretim devam ettirilmeye çalışılıyor. Öğretmen atandı mı işlerine son veriliyor. Ek ders ücreti karşılığında ve geçici olarak çalışan bu ücretli öğretmenlerin -istisnalar hariç- girdikleri derslerde ne kadar ehil ve verimli oldukları tartışılır. Bunu ancak sahada olanlar bilir.

Ehil olmasından geçtim, ücretli öğretmenlere nöbet ve sınıf öğretmenliği görevi de verilemiyor. Düşünün ki bir okulda az sayıda öğretmenle eğitim ve öğretim yapmaya çalışan bir okulda birden fazla ücretli görevlendirilmişse bu okul müdürü nöbeti kime tutturacak, sınıf-rehberlik görevini kime verecek?

Burada olan kime oluyor? Üzerinde titrediğimiz öğrencilerimize oluyor. Sonra da bu çocuk niye başarılı değil diye çocuklarımıza kızıyoruz. Çocuklarımıza kızmaya hiç hakkımız yok. Çünkü bu çocuklar çoğu yerlerdeki çocuklar gibi eşit şartlarda yarışmıyorlar.

*25/02/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

7 Şubat 2022 Pazartesi

Hatasız Dost Arayan Dostsuz Kalır *

—Bir zamanlar yanında çokça arkadaşın vardı. Arkadaşlıktan da öte bir kardeşlik hukuku idi sizdeki. Herkes gıpta eder, rakiplerin ise şaşırırdı bu dostluğunuza. Arkadaşlarının çoğu da şu ya da bu şekilde tanınmış kişilerdi. Şimdi kahir ekseriyeti yanından uzaklaştı. Mesela falan niye uzaklaştı sizden? 

—O mu? Boş ver. Yaramaz o. 

— Ya şu? 

—Hain o. 

—Ya bu? 

—O, nankör. 

—Şuna ne dersin? 

—O makam düşkünü. 

—Bu? 

—Beklentileri gerçekleşmedi de ondan. 

—Ya falan? 

—Rakiplerimi tercih etti. 

—Buna ne dersin?

—Ona ben yol verdim. 

—Şu? 

—Sözümü dinlemedi. 

—Bu? 

—Dediğimi yapmadı. 

—Eğer böyle ise arkadaşlarının çoğu kötü kişilermiş. 

—Aynen öyle. 

—Arkadaş seçiminde tercihlerin isabetli değilmiş o zaman. İnsan sarrafı değilsin sanki. 

—Ne münasebet. 

—Baksana, ya kötü diye sen yol vermişsin ya da senden uzaklaşıp gitmişler. 

—Nankörler de ondan. 

—Peki, bunda hiç senin suçun yok mu? 

—Niye olsun ki... Benim yaptığım iyiliği onlara kimse yapmaz. İyilik yaramıyormuş demek ki. 

—Ha ne bileyim. Tüm suçu bir tarafa atmak insafsızlık olur. Çünkü bir yerde anlaşmazlık varsa yüzde yüz bir taraf suçlu olmaz. Suçun oranları farklıdır, o kadar. 

—Yani siz bana da suç yüklemek istiyorsunuz. Bunu asla kabul etmem. 

—İster kabul edin, ister etmeyin. Görünen bu. Bu kadar arkadaşınızdan birkaç kişi sizden uzaklaşsa, dersin ki bunlarda bir sorun var. Ama çoğu sizden uzaklaşmışsa, burada acaba bende de bir sorun var mı diye sorgulaman gerekir kendini. 

—Bunu asla yapmam.

—Sen bilirsin ama şunu bil ki hatasız dost arayan dostsuz kalır.

*21/03/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

6 Şubat 2022 Pazar

Yetki Devri

—Nere giden habersiz. 

—Hiç, şöyle dolaşıp geleceğim. 

—Dolaşma zamanı değil. Şu yazdıklarım alınacak. Alışverişi de yap gel. İnsan çıkarken alınacak bir şey var mı der. Giderekten değişip gidiyorsun. 

—Dün yaptım ya alışverişi. Hem o dediğin sormalar eskidendi. 

—Dün sadece çay aldın. Çay, bir şeyler yendikten sonra içilir. Tek başına karın doyurmaz. 

—Bu yazdıkların acil mi? 

—Hem de çok acil. Akşama yemek istiyorsan hemen al gel. 

—Bu yazdıklarını alırsam, biterim. Bütçemiz sarsılır. Biraz azaltamaz mısın? 

—Yağın, tuzun, mercimeğin, pirincin hangisini çıkarayım? Hem ne oldu sana böyle? Ne zaman alışveriş desem, suratın asılıyor. 

—Hanım, benden duymuş olma da durum bildiğin gibi değil. Ne kadar kaçarsam kâr diyorum şimdi. 

—Ne varmış durumda? Aile reisi sensin. Gelecek ki ben de pişireceğim. Madem öyle, ver alışverişi ben yapayım bundan sonra. 

—Canıma minnet. Al şu kredi kartını. Şu da dünden aldığım dört paket çaydan kalan 20 kuruş. Bu ise benim maaş kartım. 

—Tamam. 

—Bundan sonra ben alışverişe karışmayacağım. Eve ne ihtiyaç bundan sonra senin işin. Evin tüm geliri ve gideri sende. Faturaları ödemeye gitmene gerek yok. Hepsi otomatik ödemede. Yalnız gelir ve gider dengesini bozup da aile huzurumuzu bozma. Her ay gelir ve gider dengesini dengele. Senden bir şey istemem. Sen de benden bir şey isteme. Şu lazım, bu ihtiyaç diyerek, nasılsa karta çektireceğim deyip kartı doldurma. Bil ki son ödeme tarihinde hepsinin ödenmesi lazım. Öyle asgarisini ödemek yok. Benim gibi yapacaksın. Gelir, gideri karşılayacak. Asla öbür aya sarkmış borç hele Türkiye bütçesi gibi bir bütçe istemiyorum. Ayağını yorganına göre uzatacaksın. Alışverişe giderken de bir isteğin var mı diye sormanı isterim. Bir ay sonra da al, ben bu işi yapamayacağım mazereti istemiyorum. Şimdi ve bundan sonraki alışverişlerinde sana başarılar diliyorum.

—...

—Oh be dünya varmış. Bu devir benim çok hoşuma gitti. Zira üzerimden büyük bir yük kalktı. Bundan sonra Karadeniz'de gemin batmış gibi düşün dur. Şimdiden Allah yar ve yardımcın olsun. Bu da benim son sözüm.

5 Şubat 2022 Cumartesi

Cepli Bot

Yolda yürürken peşim sıra ayak sesleri duydum. Kenara çekildim, geçsinler diye. Baktım, karşıt cins bir ikili.

Önümden yürürlerken kızımızın botu dikkatimi çekti. Dikkat çekmesi kadar doğal bir şey olamaz. Çünkü insanların başına bakmam.

Bot, bildiğim botlardan değildi. Arka sol tarafında yama var gibiydi. Ayıp değildi ama bu zamanda yamayı garipsedim.

Dikkatli bakınca sağ tarafta da gördüm aynı yamadan.

Biraz daha dikkatli bakınca yama sandığım cepmiş. Çünkü fermuarı da var. El kart, bozuk para  vs. koymak için birebir. Özellikle cep taşımayanlar için iyi düşünülmüş. Ama bu ceplere bozuk para konsa, ayakkabının ağırlığının yanında bir de bu paraların ağırlığı olacak. Üstelik biraz seri yürüse, cepteki bozuk paralar ses çıkarır durur. 

O zaman cebi yok bu kızın demeye kalmadan kızımızın sırtında sırt çantası da var. O zaman bu ayakkabıdaki cepler neyin nesi der demez kendime kızdım. Pek cahil kalmışsın be kardeşim, bu senenin modası cepli bot olmalı dedim.

Kendime kızdım ama nereden bilebilirdim bunun moda olduğunu. Hiç moda rakip etmedim ki. Bugüne kadar ne bulduysam onu giydim.

Sonrasında var mı bu modaya uyanlar dedim. Zafer'den geçtim. Ayakkabılara daha dikkatli baktım. Bir kişide dahi görmedim. Demek ki bu moda ya tutmadı ya da daha ilk piyasaya sürülmüş. İlk giyen de benim gördüğüm kızımız.

Bozuk para koymak için ideal dedim ama bu da mantıklı gelmedi bana. Çünkü bir alışverişte bozuk para vereceğinde, dur bir saniye deyip eğilecek, elini ayakkabının arkasına götürecek, fermuarı açacak, para çıkaracak vs. Zor iş. Olsa olsa süs olarak yapılmış olmalı. Bu süsün bedeli de ağır olmalı.

Not: Yusuf Gökhan hemşerimin bu ayakkabı türüyle ilgili şu yazısı, benim cepli ayakkabılı yazımı boşa çıkardı: 

"Hocam keşkem bunları yazmadan bana bir sorsaydın. CV'ne kötü puan yazacak bu durum...

Kızın ayağındaki botun, fermuarlı cebinde batarya bulunmaktadır. Bot içine döşenen bir ısıtma sistemini çalıştırıyor. Ayrıca karanlıkta kaldırımda değil de yolda yürürken botun arka ve önüne monte edilen lambalar var. İkaz mahiyetinde yanıp sönüyor..." Teşekkürler.

3 Şubat 2022 Perşembe

MEB’in Özrü *

Eğitim ve öğretimin önünde aşmamız gereken engeller çoktur. Bunların başında da en büyük engel MEB’in kendisi. Çünkü aşağı yukarı tüm yıla yaydığı öğretmen atamaları, eğitim ve öğretimi sekteye uğratan en büyük etkendir. Şu iki atama bile problemin kaynağının MEB olduğunu gösterir. Bunlar, öğretmen özür atamaları ve ilk atamalar. İzninizle bu iki atamayı ele alacağım bu yazımda.

Bu ülkede özür atamaları ikisi yaz, diğer ikisi de yarı tatilde olmak üzere dört defa idi. Sonradan biri yaz, diğeri de şubat olacak şekilde ikiye indirildi. Ömer Dinçer’in bakanlığa gelir gelmez çıkardığı 652 sayılı KHK’nin 37.maddesinin 3.fıkrası da özür atamalarına ayrılmış ve şu şekilde düzenlenmişti: "Öğretmenlerin Bakanlıkça belirlenen hizmet bölge veya alanlarında en az üç eğitim öğretim yılı görev yapması esastır. Bunların yer değiştirme suretiyle atamaları her yıl yapılan atama plan ve programları çerçevesinde eğitim öğretim faaliyetlerini etkilemeyecek şekilde sonuçlandırılır. Bakanlıkça belirlenen özür gruplarına bağlı yer değiştirmeler ise yaz tatillerinde yapılır”. Buna göre senede iki defa yapılan özür atamaları sadece yaz döneminde yapılacak şekilde teke indirilmişti. Bu düzenlemeden dolayı Dinçer, sesi çok çıkanlar tarafından çok eleştirilmişti. Bu tepkileri göğüslemek ve tarafları ikna için Ömer Dinçer, değişik platform ve TV konuşmalarında bu maddeyi savundu: "Şubat döneminde özür ataması olduğu takdirde özürden giden öğretmenin yerine öğretmen veremiyoruz. Çocuklarımız öğretmensiz kalıyor. Burada çocuklarımız mağdur oluyor. Ara dönemde öğretmeni gittiğinden dolayı çocuğunun gözü yaşlı kalmasını hangi biriniz ister? Bu yüzden atamaların yaz döneminde yapılmasını önemsiyoruz. Aynı zamanda aile birliğini de önemsiyoruz. Bunun için eşin gideceği yerde norm yoksa veya puanı yeterli gelmiyorsa üç yılı geçmeyecek şekilde aylıksız izne ayrılmak suretiyle bu öğretmenimizi valilik emrine verebiliriz. Tayin istenen eşin, şehrine atanma durumu yoksa illa o şehre değil, onu eşinin bulunduğu şehre nakledebiliriz. Bu da mümkün olmazsa, iki eşi alıp ihtiyaç olan üçüncü bir şehirde birleştirebiliriz” şeklinde izahatta bulundu. Ama kimseyi özellikle eş durumuna ihtiyacı olanları ve kendi partisini memnun edemedi. Siyasi iktidar, şubat özrü vermesini istedi. Dinçer, çıkardığı KHK’nin arkasında durdu. 7 Haziran 2015 seçimlerine doğru giderken bu madde delindi. Partisiyle belki de ilk kırılganlığı bu zaman başladı. Sonrasında da partisinden kopup gitti.

Şu anda hatırlamıyorum ama bildiğim kadarıyla Dinçer’in özür atamaları ile ilgili 37.maddenin üçüncü fıkrası hiç uygulanmadı. Yine şubat döneminde özür atamalarına devam edildi. Sonrasında Anayasa Mahkemesinin 6/02/2013 tarihli yazısına binaen yeniden düzenleme yapılarak 3.fıkranın sonuna “…Bakanlıkça belirlenen özür gruplarına bağlı yer değiştirmeler ise yarıyıl ve/veya yaz tatillerinde yapılır” ilavesi yapıldı. Hala da şubat özür atamaları yapılmaya devam etmektedir.

Aile birliği önemli, şubat atamasında ne sakınca var diyebilirsiniz. Aile birliğinin önemine kimsenin diyeceği olamaz. Ama aile birliği önemli diye eğitim ve öğretimi engellemeye hakkımızın olmadığını düşünüyorum. Bu şubat döneminde yapılan özür atamalarıyla birlikte taşradaki birçok ilçe milli eğitim müdürlüğü, ilçesinden öğretmen göçü verdiğinden dolayı çoğu branşlarda öğretmene ihtiyaçları var ve yerine atama yapılmadığı için ücretli öğretmen arayışına girdi ve çoğu da ücretli öğretmenlik yapacak personel bulamıyor. Bulsa da ehil değil. Ne de olsa geçici. Halbuki öğretim yılı başında yapılan planlama yaz dönemine kadar devam etseydi, eğitim ve öğretim sekteye uğramayacaktı. Üstelik eşinden ayrı yerlerde çalışan ve gidiş geliş yapamayan birçok öğretmene il milli eğitimler, geçici görevlendirme yapmak suretiyle yardımcı olmuştu. Bence bir şeyi yaparken bir başka şeyi yıkmamak gerekirdi.

İlk atama konusuna yerimiz kalmadı. Bunu da bir başka yazımızda ele almak isterim.

*23/02/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

Şivlilik

—Baba, bugün de elin boş geldin.

—Nasıl gelmem gerekirdi.

—Yarını unuttun galiba.

—Ne var oğlum yarın?

—Şivlilik. 

—Deme ya!

—Unuttun mu yoksa?

—Ne unutması evlat. Baban, 1975 yılında ablasına dünürlüğe gelenlerin içerisinde müstakbel enişte adayının abisinin nasıl su içtiğini bile unutmadı daha.

—O zaman niye almadın?

—Boş ver evlat. Zaten Şivlilik adı altında üretilenler çok da kaliteli değil.

—Tamam, kaliteli olmadığını ben de biliyorum. Ama önceki yıllar alırdın.

—Doğru, alırdım almaya ama fiyatların yanına varılmıyor evlat bugünlerde. Bundan Şivlilikler de nasibini almış. Daha bu iyi günlerimiz. Bugünlerin kıymetini iyi bilmek lazım.

—“Bu daha iyi günlerin" sözü bir başkasına söylenmemiş miydi?

—Ben de öyle sanmıştım. Ama kızım sana söylüyorum, oğlum, sen dinle hesabı hepimiz kastedilmiş sanırım. 

—Bu durumda ne yapacağız Şivlilik için kapıyı çalanlara? 

—Sabah Şivlilik için gelenlere kapıyı açmayacaksın. Onlar, çalar çalar giderler. Herhalde biliyorum, içeridesiniz. Açın kapıyı demez biri. 

—Ayıp olmaz mı böyle yaparsak? 

—Niye ayıp olsun evlat. Ayıbı biz işlemedik. Utanılacaksa başkası utansın. 

—Tamam, böylesi içine siniyorsa benim için hava hoş. Ha içinden birkaç tane yiyordum, onu da yemem, olur biter. Ama senin yüzün gülmüyor hala.

—Nasıl güleceksin evlat. Üç aylar, Regaib derken bir bakmışsın, iki ay sonra ramazan. Babanı düşündüren de bu.

—Orucun neyini düşüneceksin baba? Orucumuzu tutup bir de üzerine sevap kazanacağız.

—Sevap kazanmaya kazanacağız ama evlat ramazan bu. Zor mu zor. İşte şimdiden beni düşündüren de bu.

—Ama daha iki ay var.

—Var da sayılı günler çabuk geçer sözü bunun için söylenmiş sanki.