2 Şubat 2022 Çarşamba

Benden Siyasetçi Olur mu?

Düz yoldan gitmekten sıkıldınız. Şöyle kasisi bol bir yerde macera arıyorsunuz. Ama bulamadınız. Size  yardımcı olmak isterim:

Konya Beyşehir Yolundan, Alemdar Caddesine giriniz. Kanal boyuna kadar ilerleyiniz. Alın size istemediğiniz kadar kasis. Yolun bir iyiliği var. Hiç ışık yok. Bu arada her kasise çıkışınızda bu hizmeti yapan belediyeyi ve bu hizmeti önerenleri de hayırla yâd edersiniz.

Size bir hatırlatma daha. Kavşağın birinde kasis yok. Sanırım unutulmuş. Ama hangi kavşak söylemiyorum. Onu da siz bulacaksınız. Zira yaptığım bu iyilik yeter de artar bile. Ayrıca bu kadar iyiliği size kimse yapmaz. Çünkü giderken içiniz dışınız kasis olur ve kasis özleminizi gidermiş olursunuz.

Bu güzergahta daha önce kasisler vardı ama ilaveleri yapılmış.

Tam menzilim olan Kanal Boyuna yaklaşmıştım ki bende bir merak başladı. Acaba kaç kasis geçtim dedim durdum. Dönüşte saymaya karar verdim.

Yanıma birini aldım arabama. Ona, araba sürerken unutabilirim. Kaç kasis geçeceğiz bir say dedim. O da kasis sayma yerine şu fıkrayı anlattı:

İsmet İnönü, Demirel’e “Yıllardır Meclistesin. Girip girip çıkıyorsun. Sana bir soru: Mecliste kaç basamak var, biliyor musun” der. “Bilmiyorum” der Demirel. İnönü, “İyi bir siyasetçi kaç basamak olduğunu bilir” deyince, ertesi günü Demirel, Meclisteki basamakları sayar ve İnönü ile karşılaşınca kaç basamak olduğunu söyler. İnönü: “Doğru evet. O kadar basamak var.” İnönü tekrar “Basamakları yoksa kendin mi saydın” diye sorar. “Evet” cevabını alınca, “İyi bir siyasetçi, o basamakları kendi saymaz. Bir başkasına saydırır” demiş İnönü.

Hasılı, yanımdaki bu fıkrayı anlatınca basamakları kendim saymak zorunda kaldım. Tamı tamına 11 tane kasis saydım. Bir 11 kasis de yolun karşısında var. Etti mi 22 kasis. Çünkü bölünmüş yol.

Bu durumda bir soru da ben sorayım: Benden iyi siyasetçi olmaz değil mi?

1 Şubat 2022 Salı

Karın Keyfini Çıkarmak Varken *

Küresel ısınmadan mıdır, eski kışları görmüyorduk nicedir. Kar yağmayınca sular çekilmiş, barajlardaki su miktarı minimum seviyeye düşmüştü. Tam susuzluk kapıda derken bu sene tüm Türkiye eski kışlardan bir kış yaşıyor. Rabbim verdikçe verdi. Hala da vermeye devam ediyor. Keremine şükür. Zira ne kadar şükretsek azdır.

Öğrenci ve öğretmenlerin tatiline denk gelen yağan bu karın, bizim ve tüm canlılar için bir bereket olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Bu durumda ne yapmamız gerekirdi? Çocuklar gibi şen olacaktık. Zorunlu işine gidecek olanlar ağır aksak işlerine gitmeye devam edecekler. Arabaları kah kayacak kah patinaj yapacak, kimi de özel arabası yerine toplu taşıma araçlarını tercih edecek. Karı gören çocuklar kartopu oynamak için kendilerini dışarıya atacak, karın içine belenecek ve kardan adam yapacak. Kimi, ince ince yağan karın altında yürüyüş yapacak, kimi evinin önünü ve merdivenleri açmak için eline küreğini alacak, kimi arabasını temizleyecek. Kimi ayakkabısının içine kar girme riskine rağmen karların üzerinden ekmek almaya gidecek. Kimi evinin penceresinden yağan karı ve oluşan manzaraları seyredecek. Kimi karda çekindiği foto ve videoları sosyal medyada paylaşacak. Kimi eşini ve dostunu arayarak yağan karın kaç cm olduğu muhabbetini yapacak. Kimi çeşmelerin donmaması için suyunu açık bırakacak, kimi donan çeşmesini açmak için sıcak su dökecek. Kimi karda nasıl mahsur kaldığını ve ne sıkıntı çektiğini anlatacak, kimi işini öteleyecek, kimi televizyonların getirdiği yurttan kar manzaralarını izleyecek vs. Kısaca karla yatıp karla kalkacağız ve karın keyfini çıkaracağız.

Biz böyle mi yaptık yani karın keyfini çıkardık mı? Pek az istisna hariç yağan kar güme gitti. Karla beraber ülkenin gündemine bir kısır tartışma peyda oldu.  Haliyle kısır tartışma ve mevzi kapma yarışına girince maalesef geleceğimiz olan bu kara sevinemedik. Tüm Türkiye fazlaca yağan bu kardan etkilenirken bir İstanbul tartışması, yağan karın önüne geçti. Sanırsınız ki kardan sadece İstanbul etkilendi ve yolları açılmayan tek şehir İstanbul idi. İstanbul mahalli idaresi ne kadar görevini yaptı veya savsakladı bilmiyorum. Bunu ancak İstanbul’da yaşayanlar bilir. Belediye yetkililerine göre hiçbir aksama yoktu. Belediyeye ait tüm yollar açıktı, trafik aksamadı, toplu ulaşım araçları sekteye uğramadı. Karşı cepheye göre ise belediye sınıfta kaldı. İstanbul halkı yollarda mahsur kaldı. Hangisi doğru söylüyor? Açıkçası savunanlar da doğru söylemiyor, eleştirenler de. Bir defa bu kadar kar yağacak ve tüm yollar aynı anda açık olacak. Bu mümkün değil. Çünkü o kadar caddelerin birden açılması olacak şey değil. Bunun için belediyenin her caddede bir kar kürüme aracı ve yeterli personeli hazır bekletmesi gerekirdi ki böyle bir şeyin olmayacağını hepimiz biliriz. Çünkü bütçemiz buna elvermez.

Yine şunu da hepimiz biliriz ki fazlaca yağan bu karda; insanların, araç sürenlerin olumsuz etkilenmemesi, bulundukları yerde mahsur kalmamaları mümkün değil. Çünkü kar her ne kadar bereket ise de kar aynı zamanda esaret demektir. Bu esaret insanı, insanın ürettiği teknolojiyi de esir alır. Diğer normal günlerdeki gibi araç sürülemez, yollar kaygan olur, her şey aksar, hava muhalefetinden dolayı bazı işler ötelenir. Çünkü kesintisiz 24 saat yağan kar, açılan yolları tekrar kapatacaktı. Durum bu iken bir taraf gözümüzün içine baka baka her şeyi güllük gülistan gösterdi. Diğer taraf öldük, bittik edebiyatı yaptı. Kara rağmen şehirler ve ulaşım sair normal günlerdeki gibi olacak beklentisi ise, kimse kusura bakmasın, karlı hayat hayatı sekteye uğratır ve hayatı esir alır. Bundan etkilenen sadece İstanbul değil, diğer kar yağan tüm şehirler etkilendi. Anadolu'daki diğer şehirler de İstanbul gibiydi. İstanbul’da aksama meydana geldiyse, diğer şehirlerimizde de aksama meydana gelmiştir. Buna rağmen biz İstanbul'u konuştuk, diğer belediyeleri es geçtik. Tamam, İstanbul, Türkiye’nin kalbidir. Diğer şehirlere göre biraz fazla konuşulsun ama yatıp kalkıp İstanbul’u konuşmak olmadı.

Hakkaniyet üzere olacaksak sadece İstanbul değil, karın yağdığı tüm belediyeler sınıfta kaldı. Bu da doğaldır. Çünkü hiçbir belediyenin araç ve insan kaynakları bu kadar yağan karla bir çırpıda mücadele edecek yeterlilikte değildir. Birileri cambaza bak, cambaza diyerek İstanbul'u gösterirken diğer şehirler tepkilerden kurtuldu. Hâlbuki herkes İstanbul'a bakıncaya kadar kendi şehrine bakmalıydı. Bırakalım, İstanbul'da yaşayanlar İstanbul'u, diğer insanlar da kendi şehirlerini konuşsun. Ki olması gereken de bu idi. Herkes sorumlu olduğu bölge ve muhitine bakmalıydı. Türkiye böyle suni gündemlerle meşgul edilmemeliydi. Ayrıca kar bereketini de küstürmemek lazım. Kar dile gelse, yağmaz yağmaz dediler. Bir yağdım, birbirlerine girdiler, demez mi? Hasılı, birilerinin birileriyle bir alıp veremediği varsa, bunu kar üzerinden yapmasın. Gidip kendilerine bir başka meşgale bulsunlar. Zira biz kardan, karın getirdiği aksaklıklardan memnunuz.

*02/02/2022 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

31 Ocak 2022 Pazartesi

Düğünde Yalnız Bir Araştırmacı

Bugün bir düğün vesilesiyle nicedir görmediğim 2014 yılının prenslerinden birini gördüm. Prensliği fazla uzun sürmedi. Şimdilerde neyi araştırıyor, bilinmez ama kendisine araştırmacı deniyor. Yani bankamatik memuru. Yattığı yerden maaş alıyor. Aklınıza, yattığı yerden maaş alabilir mi demeyin. Burası Türkiye olunca bal gibi olur. 90’lı yıllarda siyasette yer alan muhalefet partileri, iktidardakileri eleştirirken “İşe gitmeden maaş alanlar var. Tüyü bitmemiş yetimin hakkı var burada. Biz iktidara gelirsek bu bankamatik memurlarının işine son vereceğiz” şeklinde bir propaganda yaparlardı. Nedense eleştirilen, eleştirirken prim yapan ve oy getiren bu bankamatik memurluğunun bu ülkede bir türlü sonu gelmedi. Çünkü her gelen, devlette devamlılık esas prensibi gereği bu memurluğu devam ettirdi. Allah var, hepsi ölümlü olduklarını cümle aleme göstermiş oldular. Ne alaka demeyin. Çünkü kınadığı başına gelmeden kimse ölmezmiş.

Neyse biz gelelim şimdilerde araştırmacı denen, özlük hakları baki, kızağa çekilmiş 2014’ün prensine. Beyefendi düğüne gelmiş ama onca tanıdığı ve kanına girdiği kimseler olmasına rağmen kalabalığın içerisine karışmadı. Bir kenarda dikildi dikildi, ardından çekip gitti.

Konvoy gittikten sonra salona geçtik. Bizim bu eski prens de salondaydı yine. Bu sefer, sayesinde müdür olmuş bir müdür vardı yanında. Gelen misafirler, salonun ön tarafını doldururken bu ikili, en gerideki masaya oturmuşlar. Gelip geçen önce onlara bakıyor, sonra ön taraflardaki masalara geçip oturuyor. Masa dolmayınca bu ikiliye servis de açılmadı. Nihayet masaları bunları tanımayanlarla tamamlandı ve yemeğe geçebildiler. Sahi bu kişi hem düğün evinde hem de salonda niçin kenarda durmuş olabilir? İnsanları mı beğenmiyor? İnsanların içine girecek yüzü mü yok ya da ben bu hallere düşecek adam mıydım deyip kenarda durmayı mı yeğliyor? Bilinmez ama durum bu. Bu vaziyette olan birini düğününe kim çağırabilir? Olsa olsa sayesinde yöneticilik koltuğuna oturanlar vefa veya velinimet gereği çağırabilirdi. Üzüldüm kenarda-köşede durmasına. Nedense kimse de hal hatır sormak için yanına uğramadı. Halbuki elinde kalemden kılıcı varken etrafında insanlar pervane gibi dönüyordu. Bu görüntüye, ancak düşmez kalkmaz bir Allah denir.

Gizemli konuşmayı bırakayım, çoğu kimsenin ayağını kaydıran bu kalemi kanlı, kelle avcısı, benim öküz diye tarif ettiğim bu insan celladı kimdir? Kişileştirmeyeceğim ama anlatacağım bu şahsiyet size hiç yabancı gelmeyecek. Çünkü o devirde koltuğa oturanların çoğu, elde ettikleri bu koltuk sayesinde koltuğun hakkını verdi ve çoğu kimsenin hayatını kararttı. Etrafınızda vardır böyle Çingene beylerinden. (Bir tabir olduğu için bunu kullanıyorum. Çingeneleri tenzih ederim.)

Bilgisayardan ne kadar anlardı bilmiyorum ama uzun yıllar, okulunda bilgisayar formatörlüğü yapar. Kısa bir dönem müdür vekilliği verilir kendisine. Ardından geçici şube müdürlüğüne getirilir. Formatörlük ve vekilliklerden sonra böyle bir değerin, nicedir uzak kaldığı sınıflara yeniden girmesi yakışık almazdı. Bir sınav kazanıp asaleten bir koltuğa oturamasa da böyle tecrübeli biri bir koltuğa oturtulmalıydı.

Kul daralmayınca Hızır yetişmezdi. Nihayet 2014 yılında çıkarılan bir kanunla, mevcutlar eğitim uzmanı adı altında kızağa çekilip bankamatik memuru yapılınca, bizim bu muhtereme gün doğdu. Çünkü çevresi genişti. Ayağı kaydırılanlardan birinin yerine, bir merkez ilçeye müdür yapıldı.

İsmi İnternette yayımlanır yayımlanmaz önceki müdürün, personeliyle vedalaşmasını bile beklemeden mesainin başladığı sabah sekizde makamına damlar. Koltuğum da koltuğum der. Çünkü kendisi bir proje adamıydı. Yapacak çok şeyi vardı ve hız kesmeden projesini yerine getirmeliydi. Görevi devralacağı sabık müdür hızını keser ve ona: “Hocam, yıllardır birlikte çalıştığım personelimle vedalaşayım. Öğleden sonraya kadar bari müsaade et” der.

Müdür olarak atandıktan sonra yeni şube müdürleri de atanır. Müdür, yeni şube müdürleri de yenilendikten sonra sıra gelir okulların yöneticilerini de yenilemeye. Nasılsa “4 yılını dolduran yöneticilerin yöneticilik görevi sona erer ve yeniden puanlanır” şeklindeki kanunla da yöneticileri yenileme hakkı elde etmişti. Ama kendisi ve kurumuna atanan iki şube müdürü de yeniydi. Kimsecikleri tanımıyorlardı. İyi niyet olunca imdadına başka güçler yetişir. Onlar tüm müdür ve müdür yardımcılarını gözden geçirerek şu kalsın, bu gitsin; şu okulu boşaltalım, oraya sıfırdan müdür verelim şeklinde bir liste hazırlanır. Bizim prensin önüne konur. Arkasına kanunu alan bizim prens de önüne konan listenin gereğini yapar, ilçesinde görev yapan yöneticilerin kahir ekseriyetini hakkaniyet ölçüsünde puanlar yani eler, elenen kişilerin yerine mülakatla sıfırdan yönetici belirlenir. Aynı yol ve yöntem yani temizleme harekatı tüm ilçe, il ve Türkiye’de yapılır. Böylece eğitim ve öğretimin önündeki engeller bir bir kaldırılır. Burada tek problem, yaptıklarını kendilerinden başka kimse anlayamadı ama bunda da bir sorun yok. Nasılsa rüzgar ve güç arkalarındaydı. Kim ne diyebilirdi kanunun gereğini yapmalarına.

Diğerlerini boş verelim. Biz gelelim bizim prense. Tüm okullar bu şekilde dama taşı oynar gibi oynanıp yenilendikten sonra kırk kadar çiçeği burnundaki aynı okul türü müdürünün katıldığı bir toplantı tertiplenir. 7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından yapılan bu toplantıda, ilin yöneticileri ile birlikte bu prens de var. Toplantıda okul müdürlerinden bazıları “Seçim sonuçlarına göre hiçbir parti hükümeti kuracak çoğunluğu elde edemeyince, yeniden katsayı gelir endişesiyle öğrencilerimiz okullardan ayrılmaya başladı. Bu durumda ne yapabiliriz” şeklinde bir endişelerini dile getirdiler. İl yöneticileri, vaziyeti idare edecek bir şeyler söyler. Bu soruya cevap vermek üzere bizim prens söz alır ve şöyle der: “Biz bu topraklarda Müslüman doğduk, Müslüman olarak öleceğiz” cevabını vererek taşı gediğine koyar. Bu ikna edici sözün ağırlığı karşısında kimse bir şey diyemez. Gördüğünüz gibi dini bütün biri. Herkes böyle Müslüman olsa ve sorulan sorulara böyle cevaplar verilse daha ne isteriz, değil mi?

Bu mübarek zatı yıllar sonra kendi başına görünce bu anekdot aklıma geldi. Allah kimseyi bu duruma düşürmesin.

28 Ocak 2022 Cuma

Mehmet Ali ACAR

Halen Mut Sebze ve Meyve Komisyoncuları Derneği Başkanlığı ve galericilik yapan Mehmet Ali ACAR, esnaflığının yanı sıra siyasette de bölgesinde tanınan bir şahsiyetti. Bir zaman MHP Mersin il başkan yardımcılığı ve milletvekili adayı da olmuştu. 27/01/2022 gecesi, daha altmışına merdiven dayamadan hayata veda etti. Ömrü mücadele ile geçen Mehmet Ali ACAR’ı erkenden kaybetmenin üzüntüsünü yaşıyorum. Kendisine Allah’tan rahmet diliyorum. Sevenlerinin, ailesinin ve ülkücü camianın başı sağ olsun.

Yakinen tanıdığım biri hakkında kalem oynatmak zor olsa gerek. Yazmak istiyorum, elim geri çekiliyor ama ne edersiniz ki dünyanın düzeni bu.

Kendisi ile tanışıklığım 1980-1981 öğretim yılına dayanır. Orta ikinci sınıfta iken parasız yatılılık ve bursluluk sınavına girerek aramıza katılmıştı. Acısıyla, tatlısıyla bir beş yılı aynı sınıfta okuyarak geçirmiş, lise son sınıfa geçtiğimizde ise aramızdan ayrılarak son seneyi memleketinde bitirmişti.

Ayrılsak da kopmamıştık birbirimizden. Konya’daki bazı sınıf arkadaşlarımızın gayret ve özverisiyle, temmuz aylarında, piknik yapmak suretiyle 1985-1986, 7/C sınıfı olarak bir araya geldik. Bizim bu pikniğimiz covit-19 salgınına kadar devam etti.

Kendisi Mersin Mut’ta ikamet etmesine rağmen yıllardır devam ettirdiğimiz geleneksel pikniğimize aşağı yukarı hep katıldı. Gelirken de o mevsimde Mut’ta ne çıkmışsa bagajına atar getirirdi, yedirmekten hiç kaçınmazdı. Katılamayacağı zaman da telefonla arayarak mazeretini beyan ederdi.

Hangi yıldı bilmiyorum. Bir defasında yine bir pikniğimizde “Seneye de pikniğimizi Mut’ta yapalım, sizleri misafir edeyim” dedi. Konya’dan bir otobüse binerek topluca Mut’a pikniğe gitmiştik. İlgi, alaka, izzet ve ikramını bizden esirgememişti.

Aramızdan ayrılan ACAR, dört yıl önce de eşini kaybetmişti. Bundan sonra da aramızda hatıralarıyla yaşayacak.

Geriye dönüp bakıyorum. Hatıraları bir bir sıralandı gözümün önünde. Orta üçüncü veya lise birinci sınıfta iken giydiği takım elbisesi benim, benim giydiğim takım elbise de onun hoşuna gitmişti. Şakasından değişelim derken iş sonradan ciddiye bindi. Ben giydiğim elbiseyi ona, o da giydiği elbiseyi bana vererek değişmiştik. Sırtımızda eskiyinceye kadar da giydik değiştiğimiz elbiseleri.

Lise üçüncü sınıfta iken sınıfımızın başkanı idi. Bayrağı bana devretti. Devrederken de o zamanlar her öğretmenin sınıfa girer girmez, sınıf başkanlarına “Başkan, bana bir sınıf listesi hazırla” derdi. O zamanlarda e-okul, matbu sınıf listesi ve fotokopi yoktu. Herkes dersine bakarken sınıf başkanları, tek tek her öğretmen için sınıf listesi hazırlardı. Bayrağı bana devrederken özene bezene yazdığı son sınıf listesini de bana vermişti. Yazısı da çok güzeldi. O listeyi hiçbir öğretmene vermedim. Bende hatıra olarak kalmıştı. Bir pikniğimizde bu listeyi yanımda götürerek sınıf yoklaması yapmış, Acar, bu listeye bak bakalım, yazı kimin bilebilecek misin dedim. Görünce doluksudu. Bu yazı benim dedi. Listeyi hatıra olarak saklamak için istemiş, ben de kendisine vermiştim. Dün akşam vefat haberini alır almaz, sosyal medyayı tarayarak daha önce paylaştığım o listeye ulaştım.

İlerleyen yıllarda, Adana’dan dönüşte Mut’ta kendisini ziyaret etmiştim. Yemek yedirmeden salmamıştı bizi ailecek. Eşinin tedavisi için Meram Tıp Fakültesinde refakatçi olarak kaldığı zaman ziyaretine gitmiştim. Daha sonra anjiyo ve ardından açık kalp ameliyatı olduğu zaman da ziyaretçi kabul edilmemesine rağmen odasını bana açmıştı. Kalpten ameliyat olduktan sonra zaman zaman rutin kontroller yaptırırdı. Kalbi teklemeye başlayınca tekrar kontrol amacıyla Meram Tıp Fakültesine yattığını öğrenince aradım telefonla. Sesi iyi geliyordu. En son 24 Ocak günü beni aramıştı. Sesi derinden geliyordu. Dün akşam sesini duyayım diye aramıştım ki telefonuna ulaşılmıyordu.  7/C sınıf grubuna yazarak görüşen var mı diye bilgi almak istedim. Görüşenler önceki günlere aitti. Acı haberi, sosyal medyada gören bir arkadaş geç vakit paylaştı. Maalesef sınıfımızın güreşçi ferdini kaybetmiş olduk. Allah gani gani rahmet eylesin.

27 Ocak 2022 Perşembe

Gayri Kabili Kıyas *

Bugünlerde ülkede herkes ekonomist oldu. Anlayan da konuşuyor, anlamayan da. Bizi bu duruma sevk eden saik de etkisini derinden hissettiğimiz hayat pahalılığı ve yıllık çıkan yüksek enflasyon. Çektiğimiz bu hayat pahalılığı ve ürünlere gelen yüzde yüzü geçen zamlar, bu ülkenin başına ilk defa mı geliyor? Hükümetler böyle bir hayatı tasvip eder mi? Hayır. Bu ülke askeri darbeler gibi 8-10 senede bir ekonomik krizi çok gördü. Hükümetlerin birinci önceliği hep enflasyonla mücadele ile geçti. Halkımız belli rahatlama dönemleri hariç ömrünü kemer sıkma ile geçirdi. Tencere ve tavanın götüremediği hükümet yoktur sözüne bizim halkımız ve siyasetimiz yabancı değildir. Gerçekten de birçok hükümet ekonomik krizler dolayısıyla iktidarı kaybetti. Haliyle hayat pahalılığını ve yüksek enflasyonu hiçbir hükümet istemese de bu yıllarda adı konmamış bir ekonomik kriz ve hayat pahalılığı ile karşı karşıyayız. Hükümet tarafından alınacak tedbirlerle bir an evvel bu ekonomik dar boğazdan kurtulmayı temenni etmekten başka vatandaş olarak elimizden bir şey gelmiyor.

Ekonomi ile ilgili bu olağanüstü durumu yaşarken bazılarının bugünlerde başvurduğu yöntemlerden biri, mevcut durumu savunmak adına bol bol kıyas yapmakla geçiyor. Hâlbuki mevcut durumun savunulacak, bunun için gerekçe ve bahanelerin ardına sığınılacak ve başka ülkelerle kıyas yapılacak bir durum söz konusu değildir. Hele başka ülkelerle bu ülkeyi kıyaslamak insanımızın sinir katsayısını yükseltmekten öte bir işlevi yoktur. Şayet iki şey kıyas yapılacaksa, bunun kıyas tekniğine uygun olması yani kıyaslanabilir olmasına dikkat etmek lazım. İzninizle bu kıyaslardan bazılarına örnek vermek istiyorum:

-Efendim, ülkede salgın var. (Hâlbuki salgın sadece bizde değil, tüm dünyada var.)

-Salgın dolayısıyla hükümet mağdur olan esnafa yardım etti. Sıkıntı bundan. (Tüm ülkeler esnaf ve işletmelerine yardım etti. )

-Enflasyon sadece bizde değil, tüm dünyada var. ABD ve Avrupa son yılların en büyük enflasyonunu yaşıyor. (Avrupa’da yıllık enflasyon yüzde 5, ABD’de yüzde 7, bizde ise yüzde 36 çıktı. Bizdeki enflasyona göre AB ve ABD’deki enflasyon, enflasyon bile sayılmaz.)

-Hayat pahalılığı Avrupa’da çok yüksek. Birçok ürünlere katlamalı zam geldi. Üstelik onlar tedarik sıkıntısı da çekiyor. Dışa bağımlı olmamıza rağmen bizim ülkemizde doğal gaz, elektrik ve akaryakıt daha ucuz. Almanya’da benzin şu kadar EURO’dur. Bunu bizim paraya vurursan, bizdeki ucuzluğu görürsün. (Dünyada pahalılığı eyvallah. Buna hiç sözümüz olmaz. Ama AB'ye göre bizde daha ucuz kıyası, kıyas değil, kabili kıyas hiç olmaz, olsa olsa gayri kabili kıyas olur. Çünkü kıyaslanan TL ile EURO. Bir defa kıyas iki aynı cins üzerinden yapılır. 1 TL'nin karşılığı 1 EURO ise bu kıyas kabili kıyastır. O zaman Avrupa'daki bir ürünün fiyatını Türkiye'deki ile kıyaslarsın. Böyle yani TL=EURO olmadığını hepimiz biliyoruz. Bir defa bir paraya göre bir başka ülkenin parası; bir ürün, bir mal hükmündedir. Şunu da hepimiz biliyoruz ki bugün 1 EURO almak için yuvarlama 15 (eski parayla 15 milyon) lirayı saymak zorundayız. Bu demektir ki paramız EURO karşısında 15 kat daha değersizdir. Pul olmuş bu paramızı EURO ile yine de kıyaslamak istersek, bu ülke insanının geliri de AB'deki bir bordro mahkumunun geliri ile aynı olmalıdır. Şunu demek istiyorum. Avrupa'daki bir ücretli 1000 EURO alıyorsa, buradaki bir çalışan da bu paranın TL cinsinden karşılığını almalı ki karşılaştırılan ürünlerin bir anlamı olsun. Yeri geldiği zaman bizim paramız TL diyeceksin ama karşılaştırırken 15 katı bir değere sahip parayı unutup bizdeki ürünün fiyatıyla onların fiyatını karşılaştıracaksın. Böyle yapmak tek kelime ile ayıptır. Milletin aklıyla alay etmektir. Evet, tüm dünya hayat pahalılığı ve enflasyonla mücadele ediyor. Ama şunu unutmayalım ki hayat pahalılığı ve enflasyonda bizim ülkemiz, diğer ülkelere göre depremin merkez üssü mesabesindedir. Biliyorsunuz, depremde en büyük tahribat ve yıkım depremin merkez üslerinde olur. Merkez üssünden uzaklaştıkça depremin yıkıcı etkisi daha az olur. Ekonomik durumumuzu, enflasyon üzerinden depremle karşılaştırırsak, bizim ülkemiz depremde yüzde 36 şiddetinde etkilenirken ABD yüzde 7, AB ülkeleri ise yüzde 5 şiddetinde etkilenmiş olur. 

O zaman kıyas kendi cinsinden yapılmalı ki bir anlamı olsun. Değilse sadece kendimizi kandırmış oluruz. Bir şeyleri korumak adına böyle ucube kıyaslara başvurulacağına, “Bu ülke bugünkü enflasyonlu hayatı bundan 19 yıl önce gördü. Sıkı bir mali disiplin uygulamak suretiyle enflasyon tek haneye indirildi. Üstelik paradan altı sıfır atıldı. Paramızın değeri ve alım gücü arttı. Şu anda salgının tetiklemesiyle birlikte uygulanan ekonomik modeller ve cari açığımız gibi sebeplerle enflasyon yüksek ama bu ülke bunu tekrar tek haneye indirme iradesine sahiptir. Bunu bu hükümet daha önce yaptı. Şimdi de yapacak iradeye sahip” dense inanın daha inandırıcı olur.

Yazımı sonlandırırken yazımın içeriğinde kıyas, kabili kıyas ve gayri kabili kıyas terimlerine yer verdim. Bunların da ne demek olduğunu TDK’den yazarak yazımı nihayete erdirmek istiyorum:

Kıyas: 1-denk sayma, bir tutma, 2-karşılaştırma, oranlama.

Kabili kıyas: Kıyaslanabilir, karşılaştırılabilir.

Gayri kabili kıyas: Karşılaştırılamaz, ölçülemez, bambaşka.

*31/01/2022 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Evladımın Yırtması *

—Baba, yırttık.

—Neyi yırttık evlat.

—Aile şirketini ekonomik darboğazdan kurtaracağım.

—Nasıl yapacaksın bunu? 

—Öyle bir yol izleyeceğim ki işletmemize müthiş müşteri akacak. Sürümden kazanacağız. İşlem hacmimiz artacak. Paraya para demeyeceğiz. 

—Söyle artık, nasıl yapacaksan bunu. Amerika'yı yeniden mi keşfedeceksin yoksa?

—Şu bizim ürettiğimiz ürün var ya. İşte onu 14 liradan müşterilerimize vereceğim.

—Maliyetin altında değil mi bu?

—Aynen öyle.

—Zararına satış yapacaksın yani.

—Evet.

—Bizi iflasa götüreceksin demek bu.

—Tam öyle denmez. Piyasayı canlandıracağım.

—Sen şu dilinin altındaki baklayı çıkar hele.

—Şöyle: Şimdi biz ürünümüzü 14 TL'den vereceğiz. Verdiğimiz bu ürünü 26 liradan geri alacağız.

—Nedin lan sen? Sarhoş musun yoksa diyeceğim ama bilirim, içki içmezsin. Sen kendinde misin oğlum yoksa biri kafana mı vurdu? Sana işletmeyi bıraktım, sana kredi açtım diye beni pişman etme. 

—Kızma baba. 

—Kızdığım yok. Yalnız macera peşindesin. Maceradan maceraya koşuyorsun. Yetmedi mi üzerimize karlar yağdırdığın. Hele bu yeni macera tam bir felaket. Bitip tükenmemiz demektir bu. Bitmekle de kalmayız, ödeyemeyeceğimiz borç batağının içine saplanmaktır bu. 

 —Yav baba! 

—Yav deme bana. Kendinde misin sen? Aynı ürünü 14 liraya vereceksin. Ardından aynı ürünü 26 liraya alacaksın. Nereden baksan -12 içeridesin. Senin kârın nerede burada? Külliyen zarar değil mi bu? 

—Öyle görünüyor ama buradaki ayrıntıyı kaçırmamak lazım. Ben 14'e verirken peşin veriyorum. 26'dan alırken veresiye alıyorum. 

—Sonuç, kar yok ve -12 içteyiz. Bana ve aileme kötülüğün ne oğlum? Güvenmekten başka ne yaptık sana? 

—Daha bitmedi baba. 

—Anlat bakalım şu herzeni. Dinliyorum. 

—Bizden 14'e malı peşin alandan biz, 26'ya geri veresiye aldık. Bizden ürünü 14'e alan müşteri, kendi müşterilerine 20-21 vadeyle verecek. Sonra buradan kazandığını 40 lira vade ile satacak. 

—Dur hele. Yanlış anlamadıysam, senden 14'e alan geri sana 26'ya, başkasına 21'e, bir başkasına 40'a verecek öyle mi? 

—Aynen öyle. 

—Bizim kârımız nerede burada evlat? Sen kendi şirketimizi değil, 14’e verdiğin adamı kâra geçirmek için bu ticareti yapıyorsun.

—Piyasayı canlı tutmak için buna mecburdum.

—Sen piyasayı canlı tutarken kendin canlı kalabilecek misin?

—Deneyeceğim baba. Başka çare yok. Olmadı vazgeçeriz. Bu arada bir şey daha yaptım.

—Ne yaptın?

—14’e verdiğim müşteri karşı tarafa yüzde 21 ile veriyordu ya.

—Eee?

—Bunlar bu yüzde 21’den zarar ederlerse üzerini de ben karşılayacağım.

—Şaka yapıyorsun?

—Hiç bile değil. Anlaşmayı yaptım bile.

—Oğlum, senin yırtman bu mu?

—Bu baba.

—Allah’ım, sen benim aklıma mukayyet ol. Bu oğlana da akıl ver.

*05/02/2022 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

23 Ocak 2022 Pazar

Müflis kimdir?

İşleri tıkırında iken kendini yenileyemediği ve çağı okuyamadığı için önce yerinde sayan, ardından batmamak için sağa sola borç takan, borcunu ödeyemediği için iflas bayrağını çeken ama iflas ettiğini belli etmemek için kendini olduğundan farklı göstermeye çalışan, sıfırı tüketmiş kişidir.

Özellikleri nelerdir?

İflas etmiştir ama iflas ettiğini kabul etmez ve bunu belli etmez. 

Sürekli gündem değiştirir. 

Kendisi ile yüzleşmez.

Yalnız kalamaz. 

Sağa sola sataşır. 

Sakin değildir.

Çabuk ve her şeye olur olmaz kızar.

Üslubuna dikkat etmez. Kırar geçirir.

Sesini yükseltir.

Had bildirir, ayar verir. 

Hırçındır.

Hakaret eder. 

En ufak bir eleştiriye gelmez. Çünkü hepsini hakaret kabul eder. 

Alıngan ve iyi bir niyet okuyucusudur. 

Aynaya bakmaz. Başkasının aynasından da başını çevirmez. 

Prensiplere değil, kişilerle uğraşır. 

Düştüğü bataklıktan ve iflastan kurtulmak için acaba bir çıkış bulabilir miyim diye her türlü argümanı tepe tepe kullanır. Yeter ki oradan kendisine bir ekmek çıkabileceği umudunu taşısın.