7 Ocak 2022 Cuma

Hadi İyisiniz

Hadi iyisiniz. Devlet hep size çalışıyor. 27,47 ile iyi zam yaptı, değil mi? Üzerine de bir 2,5 ekledi. Etti mi 30,50 zam.

Evet, öyle.

İyi de ekonomi bu durumda iken ne zammı bu şimdi?

Bunun yüzde 5’i toplu sözleşme gereği ilk 6 ay için devletin verdiği rakam. Geri kalanı ise geçtiğimiz 6 aylık enflasyon farkı.

Geçen sene geçti artık. Devlet geriye dönük zam mı veriyor?

Evet. Devlet toplu sözleşme gereği.

Toplu sözleşmede ne vardı?

Devlet, 2021 Temmuz-Aralık arası memurlara yüzde üç zam vermişti. Enflasyon bu süreçte bu oranı geçerse enflasyon farkını da vereceğini taahhüt etmişti.

27,47’lik zamdan 2022 zammı olan yüzde 5’i çıkardığımızda 22,47’lik bir enflasyon farkı ortaya çıkıyor. Bu demektir ki devletin enflasyon öngörüsü tutmamış. Bunu nasıl açıklarsın?

Devletin enflasyon öngörüsü tutmadığı gibi epey de şaşmış. Ama bu kadar hata kadı kızında bile olur. Koskoca devlet yönetiliyor ne de olsa.

Devletin her öngörü ve planlaması böyle midir?

Aşağı yukarı.

2022 enflasyon taahhüdü ne kadar?

Yüzde 10 zam verdiğine göre demek ki yüzde 10’luk bir enflasyon bekliyor.

Tutar mı?

Ya tutarsa.

Son soru. Devlet bu enflasyon farkını vermesi ne anlama geliyor?

Memurunu enflasyona ezdirmemiş oluyor.

İnsanın memur olası geliyor.

Erken Seçim İhtiyacı

2023 Haziranında yapılacak seçimin erken yapılacağı yönünde, zaman zaman sesler çıksa da iktidar tarafı, seçimlerin zamanında yapılacağını üstüne basa basa söylüyor. Hükümet böyle söylese de kamuoyunun bir kesiminde ve muhalefette bir erken veya baskın bir seçim olacağı yönünde bir beklenti var.

Adı baskın veya erken olsun, seçimlerin öne çekilmesine prensip olarak sıcak bakmıyorum. Seçimler normal zamanında yapılmalıdır. Çünkü her seçim hem zaman kaybı hem de bütçeye ağır bir yük getirmektedir. Buna rağmen ülkemizin şartlarından mıdır, seçimlerin belirlenen tarihlerde yapıldığına pek şahit olmadım. Demek ki erken seçim şartları oluşmuş olmalı ki seçimler hep öne çekilmiştir.

Erken veya baskın seçim, istenen bir şey olmasa da bazen belirsizlikleri giderebiliyor. Buna örnek 2015, 7 Haziran seçimleri. Hatırlarsanız, Cumhurbaşkanlığı sisteminden önce yapılan bu genel seçimde, hiçbir parti hükümet kuracak çoğunluğu elde edememiş, partiler koalisyon kurmaya yanaşmamıştı. Bu belirsizlik, alınan erken seçim kararıyla 1 Kasımda giderilmişti.

Hâlihazırda Türkiye’nin bir erken seçime ihtiyacı var mıdır? Erken seçim şartları oluşmuş mudur? İzninizle bu konuyu ele almaya çalışacağım. Bazılarına göre orta yerde bir hükümet krizi yok. Hükümet işinin başında ve iyi yönetiyor diyor. Bazılarına göre ise hemen bir erken seçime ihtiyaç var. Çünkü ekonomi yürütülemiyor, ekonomik veriler iyi değil diyor. Ben de ikinci görüşte olanlardanım. Türkiye’nin acil bir seçim kararı alması lazım. Çünkü gerçekten ekonomik veriler iyi değil. Piyasalar allak bullak. Kimse önünü göremiyor. Yarın ne olacağını kestiremiyor. Vatandaş, 19 yılın en yüksek enflasyonuyla karşı karşıya. Hiper enflasyona doğru gidiyoruz. Kimse zamdan başını alamıyor. Dövizin bu şekilde duracağına kimse inanmıyor. Kur garantili TL mevduatının bütçeye ağır yük getireceği endişesi dile getiriliyor. Kur garantili TL’ye ise yeterince rağbet olmadı. Parasını dövizde tutan mevduat sahipleri yüzdesi hala yüzde 60’lar seviyesinde. Kısaca ekonomik durumumuz bu. Bu durum bize erken seçimi gerekli kılıyor. Neden derseniz, ülkeyi erken seçime götüren etmenlerin başında ekonomi ve ekonomik krizler gelir.

Peki, erken seçim ekonomiye merhem olur mu? Piyasa erken seçime hazır mı ve olumlu tepki verir mi? Bundan emin değilim. Çünkü uygulanan ekonomik politikaya, piyasa olumlu tepki vermiyor, seçim sonrası gelmesi muhtemel partiler de umut vermiyor. Bir kısım seçmen mevcut ekonomiden dolayı iktidardan uzaklaşırken bu seçmen, iktidar alternatifi partilere de gitmiyor. Her geçen gün kararsız seçmen sayısı daha da artmaktadır. İktidarın güven kaybettiği, alternatiflerin de güven vermediği bir ortamda seçim çözüm olacak mı derseniz, acizane bir erken seçimin piyasayı rahatlatacağını düşünüyorum. Bu, hem mevcut hükümetin hem hükümet olmak isteyenlerin hem de ülkenin lehine bir durumdur.

Neden derseniz? Ekonomimizin bir güzel masaya yatırılıp ameliyat edilmesi gerekiyor. Önce sorunlar tespit edilecek, teşhis ve tedavi için yollar aranacaktır. Bunu mevcut hükümet yapamaz. Çünkü seçime bir buçuk yıl kala hiçbir hükümet radikal kararlar almaz. Geçici pansuman tedbirlerle ülkeyi seçime götürmeye çalışır. Bu da ekonomik sorunları daha da derinleştirir. Seçim kararı alınıp seçim yapıldığı takdirde hakem olan seçmen yine mevcut hükümete sandıkta geçit verebilir. Güven tazeleyen hükümet ekonomiye daha ciddi eğilir. Mevcut hükümet bir erken seçimle değişirse, piyasa ne yapıp ne edeceğini görmek için yeni hükümete belli bir süre kredi verir. Yani darda kalanın imdadına Hızır yetişir  misali, bir erken seçimin ülkenin derdine derman olacağını düşünüyorum.

3 Ocak 2022 Pazartesi

Güven

Bu ülkenin sorunu çok. Birini çözersin, başkaları sırada bekliyor. Çoğu zaman bir sorunu çözerken başka sorunlara da kapı aralandığı olur. Bazen sorunu çözüyoruz derken her şeyi ağzımıza ve yüzümüze bulaştırdığımız da olur. Bazen de var olan sorunu, sorun yokmuş gibi davranmayı da iyi beceriyoruz. Bazı sorunlarımızı pansuman tedbirlerle gidermeye çalışırız bazen de halının altına süpürürüz. Bu anlatmaya çalıştıklarımın bu ülkede fazlası var, eksiği yok.

İnsanımıza bugünlerde bu ülkenin en büyük sorunu ne dense kahir ekseriyetin ekonomi olduğu cevabını alırız. Bu, doğru bir cevap olur. Çünkü gerçekten yarının ne olacağını kestiremediğimiz bir ekonomimiz var. Yıllardır kronikleşmiş bu ekonomik sorun aşılır. Bugün göremesek de daha iyi günleri bile görebiliriz. Bu uğurda bedel ödenmesi gerekirse millet olarak çok bedel ödedik, yine öderiz. Ama bana göre bu ülkenin en büyük sorunu, ekonomiden de öte şeffaflık, hesap verebilirlik ve güven problemidir. Bunlar aşılmadan bu ülkede başta ekonomi olmak üzere hiçbir şey düzelmez. Zaten güvenin olmadığı yerde her şeyimiz tastamam olsa ne yazar. Çünkü güvenin olmadığı yerde huzur ve barış olmaz, kaos ve endişe hakim olur. Kimse önünü göremez.

Evet bu ülkenin en büyük sorunu güvendir. Kimse kimseye güvenmiyor. Kürtler Türklere, Türkler Kürtlere, Aleviler Sünnilere, Sünniler Alevilere, sağcılar solculara, solcular sağcılara; dindar-mütedeyyin ve İslamcılar laik ve sekülerlere, laik ve sekülerler İslamcılara, vatandaş devlete, devlet vatandaşa, iktidar muhalefete, muhalefet iktidara, esnaf vatandaşa, vatandaş esnafa, din adamları halka, halk din adamlarına, bir cemaat diğer cemaatlere, bir kesim diğer kesime vs. güvenmiyor ya da güven vermiyor. İşin garibi herkes de kendisini güvenilir, karşı tarafı güvenilmez buluyor. Çünkü herkes yekdiğerine göre sütten çıkmış ak kaşık. Bu kadar ak kaşığın içerisinde bu kadar güvensiz ortam nasıl oluşuyor? Bunu anlamakta zorlanıyorum.

Halihazırda yaşadığımız, her geçen gün etkisini daha fazla hissettiğimiz ekonomik krizin; cari açık, döviz, yeni ekonomik modeller, ekonomi yönetiminde yapılan sık değişiklikler, salgın, tedarik sıkıntısı, enflasyon gibi sebeplerin üzerine bir de güvensiz ortam eklenince ekonomimiz de alınan tedbirler ve yapılan konuşmalara rağmen güven vermiyor. Güven yoksa diğerlerini saymaya zaten gerek yok. Çünkü her konuda olduğu gibi ekonomi de güven üzerine tesis edilir. Stokçuluk, fahiş fiyatlar da bunun bir göstergesidir.

Ekonomide bu güven ortamını sağlamak, piyasayı rahatlatmak kimin görevidir? Oluşan bu güvensiz ortamda her birimizin az veya çok payı olmakla beraber kaybolan bu güvenin tesisinde, devlete yön verenlerin ve ekonominin direksiyonunda oturanların payı daha büyüktür. Bu, öncelikli olarak bunların görevidir.  Bunu nasıl yaparlar bilmiyorum ama sorumluların ne yapıp ne edip piyasaya güven vermeleri gerekiyor.

Kaybolan güveni yeniden etmek kolay mı? Çok zor. Çünkü güven dediğimiz birden olan, kaybolan, alınıp ve satılan bir şey değildir. Gördüğüm kadarıyla piyasayı rahatlatma ve güveni yeniden tesis etme konusunda piyasa, ne mevcuda güveniyor ne de alternatif görünenlere güveniyor. Hasılı milletçe işimiz zor mu zor. Allah yardımcımız olsun.

31 Aralık 2021 Cuma

CHP'nin Din ve Dini Değerlerle İmtihanı *

Zaman zaman oranlar değişse de Türkiye siyasetinin % 70’i sağ, % 30’u da sol seçmenden oluşur. 1950’ye kadar iktidar olan Tek Parti İktidarını bir kenara bırakırsak 1977 ve 1999 seçimleri hariç bu ülkede hep sağ partilerin iktidar veya iktidarın büyük ortağı olduğu görülecektir. Bu demektir ki bu ülkede parti isimleri farklı olsa da bu ülkeyi hep sağ iktidarlar yönetmiştir. Böyle giderse yine sağ partilerin iktidara gelmesi kaçınılmazdır.

Ülkenin bu şekil sağ partiler tarafından yönetiliyor olması, alternatifsizlik sorununu beraberinde getirmektedir. Her alanda olduğu gibi bir alanda tek olmak yani alternatifsiz olmak ülkenin en büyük sorunudur. Aslında bir partiyi veya herhangi bir alanı birine veya bir kesime bırakmak o partiye, ülkeye ve ülke insanına yapılabilecek en büyük kötülüktür. Niçin derseniz? Alternatifsiz olanlar, nasılsa vatandaşın başka bir tercihi yok, bize vermeyip de falana mı versinler, elleri mahkum bize verecekler deyip kendilerini geliştirip yenilemezler, özeleştiri yapmazlar, hatalarıyla yüzleşmezler, bulundukları yerde rehavete kapılırlar, güç zehirlenmesi yaşarlar, var mı bize yan bakan derler, savrulur giderler ve bozulurlar. Bu özellikleri taşıyan uzun süreli bir iktidar olduğunda, iktidardan ziyade iktidar adayı olamayanlara kızmak lazım. Çünkü iktidar dediğin, iktidar adayının nefesini arkasında hissetmesi lazım ki hata yapmasın, kılı kırk yararcasına hareket etsin. Hata yaparsam, bu nimeti halk benden alır, başkasına verir endişesini taşısın, işini iyi yapsın. Ama bizde bu işler böyle olmuyor. Herkes kendi liginde ve sırasında siyaset yapıyor.

Ne demek istediğimi biraz açayım. 5 dönemdir ülkeyi milliyetçi, muhafazakar ve mukaddesatçı bir parti yönetiyor. İlk seçiminde yüzde 34 alan bu parti, takip eden seçimlerde tek başına yüzde elliyi aştı. Kendisini iktidar adayı olarak gösteren parti ise beş seçimdir, ikinci parti ve yüzde 25 bandını aşamadı. Bir istikrar abidesi gibi yerini ve oy oranını koruyor. 20 yıla yaklaşan bir süreçte hep kazanan iktidar partisinin genel başkanı değişmedi. Ki kazanan parti liderini niye değiştirsin. Ana muhalefetin genel başkanı da değişmedi.  

Ana muhalefet iktidar olmayı düşünmüyor mu? Konuşmalarına, hal ve hareketlerine bakarsanız, iktidar olmak için pek hevesliler. Hatta zaman zaman iktidar olmuş gibi bile konuşuyorlar. Bana sorarsanız, ana muhalefetin pek değil, hiç iktidar olma gibi bir düşüncesi yok. Çünkü yerini seviyor. Nasılsa yerleri garanti, genel başkan ve çevresindeki A takımı Meclise giriyor ve vekilliğin verdiği her nimetten faydalanıyor. Tek görevleri, iktidarın yaptığını ve olup biteni eleştirmek. İşin bu kolay tarafı varken ne diye iktidar olmak istesinler. Çünkü iktidar olmak sorumluluk ister ve memleketin birikmiş sorunlarını çözme iradesi ister. Ne diye taşın altına ellerini koysunlar.

Burada, ana muhalefetin iktidarı istemediğini nereden biliyorsunuz derseniz, ana muhalefetin bazı yetkililerinin konuşmalarına bakın, ne dediğimi anlarsınız. Halktan kopuk, halkın değerlerine yabancı oldukları söz ve eylemlerinden belli oluyor. Fazla öteye gitmeden en son güncel bir örnek vermek istiyorum. Alabildiğine yorgun ve ekonomiyi çözemeyen bir iktidar varken ekonomiye dair çözüm önerileri getirip halka güven verecekleri yerde, ana muhalefetin bir sorumlusu, ülkenin başka sorunu yokmuş gibi Kur’an Kurslarındaki 4-6 yaş çocuklarının eğitimine kafayı takmış. Kur’an kurslarında sorun yok mu? Var. Ama bu, bu günün konusu değil. Bu örnek bile ana muhalefetin iktidar olmak istemediğine bir örnek. Bu ana muhalefet, yüzde 70’i muhafazakar olan bu halkın hassasiyetini ve yumuşak karnını bir bilse inanın böyle konuşmaz. Bu halkın yumuşak karnı başörtüsü, İHL, Kur’an kursu, kat sayı vs. Bu ana muhalefet sorumluları böyle konuştukça bu halk onları iktidara getirmez. Genel başkanları partisini ne kadar dönüştürmeye kalkarsa kalksın, partiden böyle çatlak seslerin çıktığını gören halk, “Bunların genlerinde dinle ve dinin değerleriyle uğraşmak var. Bunlar iktidara bir gelirse neler yapabileceklerine bu bile bir örnek” demeye başlıyor. Bu endişede de haksız sayılmaz halk. Çünkü sağ partilerin çok ekmek yediği, hala yemeye devam ettiği 38-50 arası o günün tek parti iktidarı iyi bir imaj bırakmamıştır.

Türkiye’nin ikinci partisi olan ana muhalefet, şayet iktidar olmak istiyorsa, ilk önce geçmişiyle yüzleşecek, birilerinin gömleği çıkardığı gibi gömleği gerekirse tüm elbisesini çıkaracak, yeni elbise giyecek. Geçmişte partimizin şu şu yaptığı icraatları tasvip etmiyoruz. Bunlardan dolayı mağdur ettiğimiz insanlardan helallik isteriz diyecek. Beğensin veya beğenmesin, bu halkın değerleriyle uğraşmayacak. İnsanımıza açık çek verecek. Dinle ve dinin değerleriyle derdi olmadığına dair samimiyet sınavını geçecek. Halkın içerisine girerek halkın derdiyle uğraşacak, ülkenin kronikleşmiş sorunlarını çözmek için kafa yorup çözüm önerileri getirecek. Değilse sittin sene iktidar yüzü göremezler ve iktidarı alternatifsiz bıraktıkları için bu ülkeye de en büyük kötülüğü yapmaya devam etmiş olacaklar.

*08/01/2022 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

30 Aralık 2021 Perşembe

Mülayim Sert ve Mülayim Ters *

Kemal Sunal’ın başrolünü oynadığı 1979 yapımı “Korkusuz Korkak” isimli bir komedi filmi var. Bu filmi izlemeyenimiz yoktur. Burada bu filmi anlatacak değilim. Defalarca izlemişsinizdir. Zaten film dediğimiz anlatılmaz, izlenir.

Sadede gelmek için filmin bir bölümüne, aklımda kaldığı kadarıyla kısaca değinmek isterim. 79 yılının ekonomik sıkıntılarının da işlendiği filmde, biri başrolde oynayan 32 yaşındaki Mülayim Sert isimli karakter, diğeri de yaşını başını almış yaşlı biri. Bunun adı da Mülayim Ters. Mülayim Sert, daha önce yaptırdığı test sonucunu alıncaya kadar perhiz uyguluyor. Her yemeği yiyemiyor. Bu arada belki köşeyi dönerim diye piyango bileti alıyor, 7. ayda ikramiye almak için gün sayıyor.

Sıra geliyor, tahlil ve tetkiklerinin sonucunu almaya. Bu arada kendini de çok iyi hissediyor. Fakat doktordan, 6 aylık ömrünün kaldığını öğrenince yıkılıyor. Mülayim Sert’in ardından tetkik sonucunu almak için iki kişinin koltuğunda güç bela doktorun karşısına getirilip koltuğa oturtulan, yaşını başını almış ve ölümle pençeleşen Mülayim Ters isimli karakter ise doktordan, “Tetkiklerinin çok iyi olduğunu, bu tetkiklere göre daha 100 yıl yaşayacağını çünkü turp gibi olduğunu” öğrenince olduğu yerde hayata veda eder.

Mülayim Sert isimli karakteri oynayan ve altı aylık ömrü kaldığını öğrenen Kemal Sunal ise sayılı günler çabuk geçer hesabı kendini çılgınlığa verir. Öldürmesi için kiralık katil tutar, patronlarına kafa tutar, herkesin korkup kaçtığı saatli bombayı eline alır… Tüm derdi altı ay ömrü kalan ömrünü daha da kısaltmak. Hayattan umudunu kestiği anda kendisine, çıkmaz dediği piyango da çıkar ama buna sevinemez. Çünkü her geçen gün ölüme yaklaşıyor. Film bu şekilde devam ediyor.

Filmde sorun, Mülayim Sert ile Mülayim Ters’in isim benzerliğinden tetkiklerinin karışmış olması. Dosyalar karışınca haliyle sağlam adama ölüm, ahı gitmiş vahi kalmış adama ise sağlam teşhisi konmasıdır. İnanmayan tetkik sonuçlarına baksın. Çünkü dosyalar isim benzerliğinden karışsa da evrak yalan söylemez.

Buradan nereye gelmek istiyorum. Ekonomiye gelmek istiyorum. Ekonomimiz ne durumda? Mülayim Sert’in durumuna mı benziyor yoksa Mülayim Ters’in durumuna mı? Bu konuda da tıpkı iki Mülayim’in dosyaları karıştığından yanlış teşhis konduğu gibi ekonomimizin gidişatına dair söylenen iki farklı görüş var. Bir kesime göre “Ekonomimizin temelleri sağlam. Kısa zaman içinde 10 güçlü ekonomiden biri olmaya doğru ilerliyoruz. Ekonomik verilere göre ikinci ve üçüncü çeyrekte Çin’den sonra ekonomisi en fazla büyüyen ikinci ülkeyiz…”. Yani korkulacak bir durum yok. Sevinilecek bir durumla karşı karşıyayız.

Diğer bir kesime göre ise “Ekonomimiz iyi değil, can çekişiyor, hayat pahalılığı almış başını gitmiş, fiyatlar her gün insanımızı daha zorluyor ve fakirleştiriyor. Döviz ve altın durdurulamıyor. Merkez Bankamız eksi rezervde ve swap anlaşmalarıyla günü kurtarmaya çalışıyor…”.

Size, ekonomi iyi ve kötü diyenlere ait iki görüşü verdim. Hangisi daha doğru? Bu konuda hangi görüşte olduğumu söylemeyeceğim. Filmle bağlantı kurarsak, ekonomimiz 6 aylık ömür biçilen ama ölmeyip sapasağlam yaşayan Mülayim Sert’e (Kemal Sunal) mi benziyor yoksa sağlam teşhisi konan ama daha doktorun odasından çıkmadan, koltuğunda ölüp kalan Mülayim Ters’e mi benziyor? Karar ve takdir sizin. Ümit ediyorum ki ekonomimiz altı aylık ömür biçilen Kemal Sunal’a benzer. Diğer karaktere hiç benzemesin.

*01/01/2022 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Göz Gözü Görmeyen Sisli Havada Yolculuk

Sabah kalktınız. Hava karanlık ama karanlığın dışında başka bir anormallik daha var. Haydi, hayırlısı deyip arabaya bindiniz ve çalıştırdınız. Önünüz kapalı. İçeriden buharlandı deyip havlu ile sildiniz. Bana mısın demedi. Dışarıdan olmalı dediniz. Sileceği çalıştırdınız. Nafile. Klimayı çalıştırıp ısıyı cama verdiniz. Yine açılmadı. Açılmaz. Gözlük buharlandı dediniz. Gözlüğe baktınız. Yok, öyle bir şey. Gözüm mü görmüyor deyip gözlüğü çıkararak çıplak gözle baktınız. Bir an için acaba gözlerim görmez mi oldu dediniz. Merak etmeyin. Gözünüzde bir sorun yok. Çünkü sorun camda, camın buharlanmasında, göz ve gözlüğünüzde değil, hava sisli. Üstelik öyle böyle sisli değil, göz gözü görmeyen cinsten bir hava var. Bu durumda yapacağınız tek şey, arabayla gitmeye mecbur değilseniz, arabayı yerinden hiç kıpırdatmadan kontağı kapatıp toplu taşımaya çıkacaksınız. Hem böylece belki de ilk defa toplu taşımayı kullanıp insanımızı göreceksiniz ve halktan biri olacaksınız ya da sisin biraz aralanmasını beklemek için işe gitmeyi öteleyeceksiniz.

Yok, ne halktan biri olmak istiyorum ne de işime geç kalırım, arabayı kullanmaya da mecburum diyorsanız, bu havada araba sürmek akıl karı değil ama siz istediniz. Sizden tek istediğim tecrübenize güvenmemeniz. Çünkü bu havada tecrübe kar etmez. Acemi şoförün yaptığı tüm manevraları yapmaya hazır olacaksınız.

Yola çıktınız. Önünüzde birden fazla yol seçeneği varsa yapacağınız tek şey, her zaman gidip geldiğiniz; çukurlarını, dönüşlerini, kavşaklarını, ışıklarını vs. sular seller gibi ezbere bildiğiniz yolu takip etmektir. Çünkü göz kararı ve el yordamıyla gideceksiniz. Arabanın kısa farlarını açacaksınız. Gerekirse dörtlüleri yakacaksınız. Bir ayağınız debriyajda, diğeri her an frene basacak gibi gazda, iki eliniz direksiyonda; gözünüz, görmediğiniz bir öne bir arkaya ve aynalara bakacak. Yavaş yavaş kaplumbağa hızı ile süreceksiniz. Sürerken yoldan çıkıp çıkmadığınızı teyit için şeritlerden gözünüzü ayırmayacaksınız. Öndeki araba ile arkadaki araç için takip mesafesini diğer zamanlardakinden daha fazla açacaksınız. Bu havada araç ile yolculuk yapmada sana moral verecek tek şey, trafiğe çıkmış başka araçların da olması. Onlara bakıp bakıp benden başkaları da varmış demektir.

Kaplumbağa hızıyla giderek her ışıkta durdunuz. Dur kalk yaparak şehir içinin yoğun trafiğini kazasız belasız atlattınız ama menzilinize daha varamadınız. Çünkü sizin için yol daha yeni başlıyor.

Şehir dışına çıktıkça, araç yoğunluğu yok denecek kadar azalıyor. Araçlar tek tük yola devam ediyor ama sis alabildiğine daha da bastırmış, göz gözü görmüyor. Ha gözü kapalı yolculuk yapıyorsunuz ha açık, durum değişmiyor. Bu durumda yapacağınız, seni sollayıp geçen bir aracın arkasına takılmak. Ne çok yaklaşacaksın ne de kendinden uzaklaştıracaksın. Çok yaklaşırsan öndeki ani bir fren yaparsa gider ona vurursun. Çok yavaş gidersen, öndeki çeker gider. Onu bırakmayacaksın ve onun güç bela görünen farlarını takip edeceksin. Bu araç kamyon ya da tır bile olabilir.

Başka yapacağım var mı dersen, bu yolculuk esnasında bildiğin tüm duaları dönüp dönüp okumaktır. Ya Rabbi, hele gideceğim yere bir varayım diyeceksin. Yani bu yolculuk esnasında el, ayak, göz, vücut, dil ve kalp hep birlikte çalışacak. Menziline güç bela vardıktan sonra ya Rabbi, kazasız belasız geldim diyerek ellerini açıp şükredeceksin. Beterinden sakla diyeceksin.

Bu arada geçmiş olsun.

29 Aralık 2021 Çarşamba

Hayat Garantili Projelerim *

Gündeme dair yazılar yazıyorsunuz. Siyaseti de es geçmiyorsunuz. Bu da siyasetle ilgilendiğinizi gösterir. Sanki siyasete göz kırpıyor gibisiniz. Genelde eleştirel yaklaşıyorsunuz. Bu yolu seçtiğinize göre yani eleştirdiğinize göre çözüm yollarını da biliyor olmalısınız. Farz edin ki ülke yönetimini ele aldınız. Ülkeye dair ne gibi öneri, çözüm ve projeleriniz var?

Halihazırda proje üretmeye kalkmam, doğmamış çocuğa don biçmek gibidir. Hele ülke yönetimi bana bir teslim edilsin, ne yapacağıma sonra bakarız.

Olur mu öyle şey. Proje olmadan, çözüm önerileri olmadan siyasete soyunulur mu?

Niye olmasın. Senin ki de laf yani. Dediğinden, gören de bu ülkede oturmuş bir devlet yönetimi var sanır. Bizde kervan yolda düzülür denir. Ben de kervanı yolda düzeceğim. Bu düzme esnasında çoklarının canı yanacak, ülkenin anası ağlayacak ama bu uğurda binlerce can feda.

Ciddi söylüyorum.

Hiç şaka yapar tarafım var mı? Ben de ciddiyim. Ben öyle derinlemesine düşünmem. Anlık, günlük proje ve çözüm üretirim. Ortaya sorun çıktı mı, o an çözüm üretirim. Akşamında da vazgeçerim.

Ama devlet bundan zarar görmez mi?

Bu devlet ve içinde yaşayan halk, siyasilerin her türlü macera ve serüvenine dayanmış, hala ayakta ise demek ki acı ve dertlerle bezenmiş ve sınavı hakkıyla geçmiştir. Üzerlerinden tır geçse fark etmez. Benim çözüm önerilerim de onlara vız gelir. En kötü ihtimalle, bu da öncekiler gibiymiş denir. Başkasını denemeye kalkarlar, tabi beni yerimden edebilirlerse. Yeni gelenden de sıdklarını sıyırırlar, başkalarına yönelirler. Unutma ki bu ülke halkı deneme tahtasıdır. Bunlara gelen vurur, giden vurur ve ceremesini kendileri çeker. Bu da biz siyasilerin suçu değil, olsa olsa kaderleri böyledir.

Neyse demagoglukta üstüne yok. Mevcut siyasileri aratmıyorsun. Şimdi sadede gelelim. Mesela ülke yönetimine geldin. Şu anda müzmin sorunumuz ekonomi ile başımız dertte. Ekonomiye dair önerilerini alabilir miyim?

Seve seve. Ekonomi tam bana göre. Zira çocuk oyuncağı. Hani kitabını yazdım denir ya öyle bir şey. Anlamadığım yok anlayacağın. Her alanın piri olduğum gibi ekonominin de piri benim. Ekonomi dediğin denizden bir katre. Ben hayatın kitabını yazmış adamım.

Tamam, övünmeyi bırak. Seni bir başkası övsün. Ekonomiyi nasıl düzelteceksin?

Elimde bir formül var. Bunu da bu yaşımda yeni öğrendim. Bu öğrendiğimi tatbik edeceğim.

Nedir o formül?

Garantili formül.

Mesela?

Hayata dair her şeye garanti vereceğim. Tebaam benimle gurur duyacak, hatta yaşa, var ol diye hep benden konuşacak.

Mesela dedim.

Kimin ne isteği olursa ona garanti vereceğim. Tüm bunları yaparken de mücadeleyi elden bırakmayacağım. Mesela, biri dese ki ben paramı faize yatıracağım. Al sana garanti. Üstüne de kur garantisi vereceğim. Bu deneme işe yaramazsa enflasyon garanti vereceğim. Adam iş yeri mi açacak. Riskten mi korkuyor. Aç bu dükkanı. Kârın benden diyeceğim. Adam, kaza yaparım diye arabaya mı binmek istemiyor. Ona kaza yapmama garantisi vereceğim. Arabam var ama yakıtım yok diyene; bin, gez, dolaş, yakıtın benden diyeceğim. Demem odur ki idaremde herkese iş, herkese aş, herkese para garantisi vereceğim. Kısaca hayatlarına garanti vereceğim.

Parayı nereden bulacaksın? İşsizliğe çare olabilecek misin?

Para en kolayı. Emrimdeki darphane üç vardiya çalışacaktır. 7/24 para basılacaktır. Öncelikli olarak 500 ve bin liralık banknotlar piyasaya süreceğim. Sonrası Allah kerim. Para basma işine çok adam lazım olacak. Buraya alacağım işsizlerle işsizliği çözeceğim. Hiç işi olmayan, içeride para tomarlarını eline alıp saysın dursun. Sayılanı bir daha saysın.

Para basınca enflasyon azmayacak mı?

Azarsa azsın. Enflasyon bu. Bir bakmışsın çıkmış, bir bakarsın inmiş. Sonra enflasyon bu ülkenin hep sorunu. Kim çözmüş ki ben çözeyim. Görevi devrederken dikili bir ağacım olarak haleflerime bunu devretmek isterim. Biliyorsun, devlette devamlılık esastır.

Senden korkulur.

Korkmakta haklısın. Sadece benden değil, tüm siyasilerden korkmalısın. Ki korkunun ecele faydası yok. Ölürseniz, kurtulursunuz. Ölmemek için direnirseniz, size sürünme garantisi veriyorum.

Bu işten kurtuluş yolu yok mu?

Madem beni seçtiniz. Sandıktan ben çıktım. Önünüze sandık gelinceye kadar dayanacaksınız. Sandığa kadar her istediğimi yaparım. Çünkü sandık demek her şey demektir. Yalnız, benden kurtularak şükretmeyin. Çünkü benden sonra gelecek olan da ananızı ağlatmaya devam edecek. Hasılı biz siyasiler keyif çatacağız, ceremesini hep siz çekeceksiniz. Dünyanın düzeni bu. Ben bu düzeni değiştiremem. Size tavsiyem, beni değiştirmeye kalkmasanız, iyi olur. Zira ben tecrübeliyim. Benden sonra gelecek olan bu işe sıfırdan başlayacak. Bu, acemi kasabın elinde koyunun işkence çekmesi demektir. Siz siz olun, bu dünyanın, olmayan kurulu düzenine çomak sokmaya kalkmayın.

*07/01/2022 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.