5 Kasım 2021 Cuma

Kendisini ‘Amerikan Domuzu’ Kurtardı *

 Bir lisede görev yapan bir okul müdürü yanıma geldi. Aramızda şu diyalog geçti:

—Devlet FETÖ ile mücadele ediyor ama nasıl ve kiminle mücadele ediyor, bir türlü anlayamadım.  

—Hayırdır? Bildiğin bir şeyler olmalı. 

—Aktif Sen üyesi dört öğretmen vardı okulumda. Üç tanesi KHK ile ihraç oldu. Bir tanesi görevinde kaldı. Atılanlar niye atıldı, kalan niye kaldı. Bunu anlayabilmiş değilim.

—Devlet yeterince araştırıp incelemiştir. Demek ki atılmaması gerektiğine kanaat getirmiş olmalı. 

—Atılacaklarsa ilk önce halen görev yapan atılmalıydı. Çünkü bunun yanında diğerleri masum kalır. Neden dersen, bu arkadaş sendika üyeliğinin yanında okulda yapının temsilcisi olarak tanınır. Kendi de kendini öyle tanıtırdı. 17-25’ten sonra bile öğrencileri yapının dershanesine kayıt ettirmeye çalışırdı, onların gazetesinden her gün okula iki tane getirirdi. Odam öğretmenler odasının karşısındaydı. 17-25 olaylarından sonraki günlerden birinde, gelen gürültünün üzerine öğretmenler odasına vardım. Bu kişi başka bir öğretmenle tartışıyor. Geldiğimi görünce seslerini kestiler. İkisini birden odama aldım. Nedir derdiniz dedim. Biri iktidarı, diğeri yapıyı savunmuş. Sonunda sesler yükselmiş ve birbirlerini kırmışlar. İktidar değişirse hepiniz sürüleceksiniz demiş yapının temsilcisi. Bu yaptığınız yakışıyor mu? Burada eğitim ve öğretimde kaliteyi nasıl yakalarız üzerine kafa yoracağınıza biriniz bir parti, diğeriniz bir hareketi savunuyor. Size ne partiden, size ne hareketten. Size ben kurul toplantısında fikrinizi, zikrinizi, cemaat bağınızı ve ideolojisini dış kapının önünde bırakacaksınız demedim mi şeklinde konuştum. Bir daha böyle bir şeye tevessül etmeyeceklerine söz verdiler. Benden ve birbirlerinden özür dilediler. Olay kapandı.

Gel zaman git zaman yapının temsilcisi dediğim öğretmen, öğretmenleri Aktif Sen üyesi yapmaya çalışırken bir gün sendikasından istifa ettiğine dair bir formla odama geldi ve Eğitim Bir Sen sendikasına geçeceğini söyledi ve geçti de. Bu ne şimdi dedim. Babamların yaşadığı yere tayin istedim. Tayinim çıkmadı. Şimdi de özür grubundan tayin isteyeceğim. Kendi sendikamdan çıkıp bu sendikaya girmezsem tayinimi yine yapmayacaklar dedi. 

—Çıktı mı tayini? 

—Çıktı, o yıl (2014) nakil olup gitti. 

—Sonra? 

—Darbe teşebbüsünden sonra bu öğretmenin üye yaptığı üç Aktif Sen üyesi öğretmen KHK ile ihraç oldu. Yapının temsilcisi öğretmen ise hala öğretmenliğine devam ediyor. 

—Nasıl kalmış? 

—Nasıl kaldığını bilmiyorum. Bir gün durumu nedir diye sosyal medyadan bu öğretmeni araştırdım. Gördüm ki daha önce sosyal medya kullanmayan bu öğretmen kendisine bir sosyal medya hesabı açmış. Bir lisede halen çalışıyor. Tek paylaşımı nedir biliyor musun? 

—Nedir? 

—Çok sevdiği, uğruna meslektaşlarını karşısına aldığı Fethullah Gülen'in domuza benzetildiği bir resmi paylaşmış. Resmin üstüne de "Amerikan domuzu" yazmış. 

—Böylece nasıl hala görevde kaldığı belli oldu. Bu işler böyle. Öğretmen işi biliyormuş bu arada. Çünkü küfredenler kaldı görevinde. 

*26/03/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

4 Kasım 2021 Perşembe

Doğrucu Davutlara Ne Çok İhtiyaç Var

Kutuplaşma ve ötekileştirmenin arttığı, 

Önyargıların tavan yaptığı, 

Prensiplerin değil, kişi sevgi ve nefretinin havada uçuştuğu, tarafların bundan rahatsız olmadığı gibi nemalandığı,

Gidişatın bir fotoğrafını çekme yerine fotoşopla gözlerin ve beyinlerin uyuşturulduğu,

Yarından endişe duyan insanların arttığı,

İnsanların hiç olmadığı kadar geçim derdine düştüğü ve gelecek kaygısı yaşadığı,

Zengin ve fakir arasındaki sosyal adalet dengesinin iyice açıldığı,

Zamların masum gösterilmeye çalışıldığı, gerekçe ve mazeretlerin havada uçuştuğu, tek geçer akçenin zam olduğu, gelen her zammın başka ülkelerle kıyaslandığı, biz yine iyiyiz dendiği, 

Aşırı sevgi ve nefretin aynı kapıya çıkacak şekilde gözleri kör ettiği, feraset ve basiretlerin bağlandığı,

İş, güç ve siyasetin algılar üzerine yürütüldüğü,

Yandım, bittim diyenlere hain, nankör damgasının vurulduğu,

Eleştiri, kritik ve tespitlerin karşılığının olmadığı,

Pansuman tedbirlerle peynir gemisinin yürütülmeye çalışıldığı ve günün kurtarılmayı çalışıldığı, 

Kimsenin ne olacak böyle, nereye gidiyoruz diyemediği, demeye kalkanların söyleyip söyleyeceğine pişman edildiği,

Herkesin, özellikle mahallelerin birbirine karşı körler ve sağırlara oynadığı,

At izinin, it izine karıştığı,

Doğruya doğru, yanlışa yanlış demenin bedelinin olduğu,

Söz ve eyleme değil de sözü kimin söylediğine bakıldığı,

Ekip ruhunun değil, kişilerin prim yaptığı, istişarenin hiç olmadığı kadar terk edildiği, 

Kimsenin kendi gözündeki merteği görmediği,

En iyi savunma saldırıdır prensibinin prim yaptığı ve hayatın toz pembe olduğunun gösterilmeye çalışıldığı, 

Sevdiğimize halel gelmesin diye tüm değerlerin iç edildiği,

Tüm hayatın sesi gür çıkanlardan ibaret olduğunun sanıldığı, sessiz çoğunluğun sessizliğe büründüğü, bu sessizliğin memnuniyet sanıldığı, 

Bol bol laf edilip içinin doldurulmadığı,

Herkese aba altından sopa gösterilerek korku dağlarının pompalandığı... vs. 

Yer ve zamanlarda her şeyi olduğu gibi söyleyen ve aktaran, ne oradan ne de buradan olduğunu söyleyebilen yiğitlere yani doğrucu Davutlara ve Davut doğru söylüyor diyenlere ne çok ihtiyaç var.

3 Kasım 2021 Çarşamba

Nükleer Tıp ile Yolunuz Kesişti mi Hiç? (2)

Kötü haber tez duyulur misali, sabah 10 gibi oğlan aradı. Baba, yarın için müsait misin nükleer tıptan randevu alacağım, dedi. Olur dedim. Ardından randevuyu aldım. Şu andan itibaren çay içmeyi bırakman lazım dedi. Bardağımdaki son yudumu içerek tamam, şu andan itibaren çaya veda ettim dedim. İçim gitse de akşama kadar çay içmedim. Bana tek faydası tuvalete gitme ihtiyacı hissetmedim.

Akşam eve gelince baktım evde maden suyu var, gidip marketten iki adet küçük süt aldım. Göğüs tıraşımı da olarak hazırlığımı yaptım. Akşam da gözümün içine baka baka ev halkı çay içti. Ben de onların içişlerine bakarak çay ihtiyacımı gidermiş oldum.

Nevalemi poşetin içine koyarak nükleer tıp bölümüne doğru yaya olarak yola çıktım.

08.25 idi ilgili bölüme vardığım. Elimdeki kağıdı uzatarak giriş yaptırdım. Giriş yaptırdıktan sonra  sanmayın ki çalışanlar seni bekliyor. Senden önce gelenler bulduğu koltuğa oturup bekliyorlarsa sen de bekleyeceksin. Araya kaynak yapayım falan yok. Zira biri kadın, biri erkek iki görevli var. Nazik mi nazikler. İbadet aşkı içerisinde bir oraya bir buraya koşturuyorlar. Eforlarına hayran kaldım. Zira bal yapan arı gibi çalıştılar.

Sıram gelince ismimle çağırdılar. Tansiyon, şeker var mı dediler. Sol kolum 14-9 imiş dedim. Sol kolumdan tansiyonum ölçüldü. Damar yolu açıldı. Göğsümü açarak ağırlığı göğsüme olmak üzere 10 tane daire şeklinde beyaz bir şey yapıştırıldı. (Bunun adı ne diye düşünün durun.) Açılan damar yolundan bir ilaç döktüler. İlaç dedimse radyasyonmuş döktükleri. Az sonra çağıracağız, bekleme salonuna geçin dendi. Bekleme salonuna vardığım zaman 8-10 kadar bekleyen gördüm. Yanına oturduğum, elinde maden suyu ve süt olduğuna göre kalpten sıkıntın olmalı dedi. Öyle dedim. Belli ki beyefendi buranın müdavimlerinden. Kim ne yapacak ve kime ne yapılacaksa anons ederek duyurdular: Falan falan, sütünüzün bir tanesini içip bekleyin lütfen, az sonra çağıracağız. Bereket, sütünüzü için ve yatın demiyorlar. İsmi anons edilen, herkesin baktığı bir ortamda kıyameti koparmak istercesine sütünü bir güzel çıkarıp höpürdete höpürdete içiyor. Az sonra bir başkasının ismi zikredilerek “Maden suyunuzu için lütfen, az sonra çağıracağız, deniyor. Maden suyunu duyunca bakalım nasıl açacaklar diye beklerken oranın gediklileri kapıda açacak var dediler. Baktım iki tane birden. Gördüğüm kadarıyla her şey düşünülmüş.

Öğleye kadar sırası gelene belirli aralıklarla bir süt ve bir maden suyunu içirdiler. Her içişin ardından ismi çağrılan kişi, MR’a benzeyen bir aletin içine yüzüstü ve sırt üstü yatırılarak kamera çekimi yapılıyor.

Öğleden önceki işlemi bitene, öğleden sonra 13.00'da burada ol. Bir kase çorba içebilir, yanında bir dilim ekmek yiyebilirsin, su da içebilirsin ama çay içmeyeceksin, deniyor. Bunu her işi bitene söylediler. Anlamadığım, çayla işleri ne bunların. Ne zararı var çayın. Bir türlü anlamadım ama yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik. Dünden beri çaysız bir hayat yaşıyoruz. Elbette geçecek bu çaysızlık. Söz bir gün çay içmemenin telafisini yapacağım. Şükür ki çorba için dediler ve kaç saatlik açlığı bu şekilde giderecektik. Anlamadığım, niçin bir dilim. Çaya koydukları rezerv gibi ekmeğe de koydular diyeceğim ama bir dilime izin veriyorlar. O zaman bunlar Canan Karatay gibi ekmek düşmanı değiller. İyi de çorba ekmeksiz yenir mi? Bir dilim dediğin nedir ki. Eh buna da şükür. Ya çay içmeyeceksiniz dedikleri gibi ekmek de yemeyeceksiniz deselerdi, ne yapacaktık. Öyle değil mi? olduğu gibi aynı zamanda bunlar ekmek düşmanı

Öğleden sonra da belirli aralıklarla geriye kalan süt ve maden suyunu içirip kamera 2 odasına davet ediyorlar sırası geleni. Orada seruma benzer küçük bir torbadan damar yoluyla ilaç veriyorlar. Bilgisayar ile görüntü alınıyor. Buradaki ilaç, biraz sıkıyor, insanın içini daraltıyor. Belki de verdikleri yine radyasyondu.  Ardından kamera 1 odasına alıp önce sırtüstü sonra yüzüstü olacak şekilde sabahki kameraya alma işi tekrarlanıyor. Sonra damar yoluna açtıkları enjektörü çıkarıyorlar ve sonuçları beş gün sonra muayene olduğunuz yerden alabilirsiniz, geçmiş olsun denerek gönderiyor görevli. 

Burada yazımı sonlandırmadan önce birkaç hususa daha değinmek istiyorum. Radyasyon verdikten sonra bekleme odasının dışına çıkarmıyorlar. Haliyle bahçeye bile çıkamadım. Öğleden sonraki müdavimler de sabahki müdavimler idi. Sabahleyin birkaç erkek vardı. Süt ve maden suyu ortaklığının dışında demek ki bazılarına farklı işlem yapılmış olmalı ki öğleden sonra bekleme salonunda erkek olarak bir ben kaldım. Onlar konuştu. Telefonla sağa sola giren ben, mecburen onları dinledim. Konuşmayıp da ne yapacaklardı? Sabahtan beri dilleri şişmişti ne de olsa. Karaman’dan gelmiş ikisi. Diğerleri Konya’dan. Havadan sudan derken iş geldi hastalıklara. “Yediğimiz içtiğimiz doğal değil. Hastalanmayıp da ne yapacağız” dedi biri. Bir diğeri, “Ben hep doğal besleniyorum ama yine kalbimde sıkıntı var. Niye oluyor bilmem ki. Bu kaçıncı gelişim” dedi. Bir başkası, “Hayat pahalılığı aldı başını gidiyor. Ne olacak böyle. Bundan sonra yiyecek sıkıntısı da baş gösterecekmiş. Çin şimdiden stok yapmaya başlamış. Biz de yapmalıyız. Kilerleri yeniden faaliyete geçirmeliyiz” dedi. Aferin be kadına, ilim Çin’de de olsa gidip alınız dedikleri bu olsa gerek. Kadın Türkiye gündemini bırakmış, Çin’i de takip ediyor dedim, tabii içimden. Biri konuştu, diğeri sözü aldı. Bu arada gelen anonsları da duyamaz oldular. İsim zikredildikçe sabah ses iyi geliyordu. Şimdi anlaşılmıyor dediler. Biri de demedi ki burayı kadınlar matinesine çevirdiniz. Ondan duyulmuyor demedi. Ben desem, ayol sen bizi mi dinlerdin diyeceklerdi, neme lazım.

Hasılı, sabah 8.30'da başlayan nükleer tıp maratonum 15.30'da bitti. Çıkarken hep kameraya alan, anons eden, bir odadan diğer odaya gidip birden fazla işi ağzına yüzüne bulaştırmadan yapan, her çağırdığına da kibarca izahat yapan hanımefendiye çıkışta, siz akşam da nöbetçi misin dedim. Evet dedi. İşler yoğun, iki kişi hastaları aramızda paylaştık, başa çıkmaya çalışıyoruz dedi. İşiniz gördüğüm kadarıyla riskli ve zor. Bir de sabahı bekleyeceksiniz burada. Allah yardımcınız olsun dedim, ayrıldım nükleer tıptan.  

İşim bittikten sonra kuş gibi hafiflemiştim. Yavaş yavaş evime doğru gelirken önünden geçtiğim bir lisenin müdürünü aradım. Çayın var mı bu saatte dedim. Yeni demledik, bekliyoruz dedi. Bir sevindim bir sevindim. Nasılsa çay yasağım da kalkmıştı. Onlar getirdi ben içtim. Üç duble bardağı boşalmışım mideme. Israr ettilerse de daha fazlasını akşama saklayayım dedim.

Bu arada görevlilerin bir gün boyunca çocuk, hamile ve kalabalık ortamlardan uzak durmam uyarısına riayet ettiğimi söylemek isterim.

Nükleer Tıp ile Yolunuz Kesişti mi Hiç? (1)

Nükleer tıp nedir bilir misiniz? Daha önce gittiyseniz bu bölümde neler yapıldığını bilirsiniz. Hiç yolunuz düşmedi ise nereden bileceksiniz? Ben de hastanelerde bu bölümü kapısı kapalı, pek gireni ve çıkanı olmaz bir şekilde görür. İşlevi nedir bilmez, çalışanı varsa işleri kebap olmalı deyip önünden geçer giderdim. 

Gel zaman git zaman bugün yolum düştü nükleer tıbba. Beni oraya düşüren sebep de oğlanlar. İlla kalpten bir kontrolünü yaptıralım dediler. Ben de bir şey yok desem de erken teşhis için önemli imiş. 

Bir hafta sonu özel bir hastanenin yolunu tuttum.  EKG, MR derken kalp duvarlarında hafif  bir kalınlaşma gördü kalp doktoru. Tansiyonun var mı, tansiyondan olabilir dedi doktor. Yok dediysem de tansiyonumu ölçtü. Sağ, 12-8, sol ise 14-9 çıktı.

Doktor, beni muayene etmeye ve daha önce aile hekimine verdiğim tam sayım sonuçlarına bakmaya devam ede dursun. Muayene koltuğunda anamın söylediği aklıma geldi. Ne zaman gözlüğü koyduğum yeri unutup gözlük arayışına girsem, "Kuzum, sende tansiyon var, sen ondan ararsın gözlüğü" derdi. Anamla aramdaki bu diyalog birkaç defa oldu. Aslında evde gözlüm aramam çok oldu ama oda oda gözlük aramama, anam; kuzum, ne aran demesine rağmen yok, bir şey dedim, gözlük aradığımı söylemedim. Çünkü söylesem, neler işiteceğimi iyi biliyorum. Muayene koltuğunda işte bu geldi aklıma. Koca uzman doktorun EKO, MR ile koyamadığı teşhisi, benim mektep medrese görmemiş, okuryazar olmayan anam, elinde hiçbir malzeme yokken teşhisi şıp diye koymuştu. Neyse doktor tansiyon başlangıcı olabilir, her ihtimale karşı düşük dozda bir ilaç yazayım. Yalnız sebebini öğrenmek için teferruatlı bir çekim gerekiyor. Bu da bizim hastanede yok. Siz en iyisi Selçuk ya da Meram Tıptan şu filmi çektirin, dedi.

Tıp Fakültesi kardiyoloji bölümüne görünerek istenen film için nükleer tıbba gitmem söylendi. Nükleer tıp böylece gündemime girmiş oldu. Şimdi size nükleer tıpta neler yapıyorlar, bunu kısaca anlatayım ki buranın ne işe yaradığını daha önce burayla yolu kesişmeyenler benden öğrenerek tecrübelensinler. 

Nükleer tıptan randevu aldınız. Randevum var diye elinizi kolunuzu sallayarak gitmiyorsunuz. Gitmeden önce şunları yapmalı ve temin etmelisiniz:

-Dört saat önceden yemeyi bırakıp aç olacaksınız. (Aç kalacağına öl daha iyi ama başka çare yok. Aç gideceksin.)

-Bir gün önceden çay, kahve ve kola içmeyi bırakıyorsunuz. (Kahve pek içmem. Kola ile de işim olmaz ama çaydan ne istersiniz? Garibanın elinden çayını niye alırsınız? Bir de bir gün öncesinden 4 paket çay siparişi vermiştim.)

-Gelirken 2 adet sade maden suyu ve 2 adet küçük süt getireceksiniz. (Üstüme iyilik sağlık. Ne yapacaklarmış maden suyunu ve sütü? Bana orada süt ve soda banyosu yaptıracak olabilirler mi yoksa benim memurum işini bilir hesabı orada çalışanların canı bunları mı çekti? Acaba bana içirecek olabilirler mi? Daha neler! Orası kafe mi mübarekler? Bu çalışanların süt fabrikaları ve soda işletmecileri ile ortaklığı olabilir mi? Aklıma neler geldi neler. Varınca göreceğiz artık. Bana içireceklerse haydi sütü açıp içtim ya sodayı nasıl açacağım? Ya kantine gidip şunu bir açıverin diyeceğim. Bundan da kantinci pek haz almayacak. Ya bazılarının yaptığı gibi çakmakla açmaya çalışacağım ya bir duvarın çıkıntısına veya masanın kenarına dayayıp açmaya çalışacağım. Artık maden suyunu mu açarım yoksa masayı mı kırarım. Test etmeden bir şey diyemem.)

-Erkekler, göğüs tıraşı olup öyle gelecekler. ( Hoppala, Ne istersiniz erkeğin göğüs kıllarından? Başka bir emriniz var mı?)

Tüm bunları yapıp ve hazırladıktan sonra 08.30'da nükleer tıpta olacaksınız. (Gördüğünüz gibi daha nükleer tıbbın içine giremedik. İçerisini de diğer yazımızda ele alalım.)

2 Kasım 2021 Salı

Belirli Gün ve Milli Bayramlarımız *

Katılımcıları, “öğrenci, öğretmen, okul yöneticileri, daire amirleri, kaymakam/vali, belediye başkanı, garnizon komutanı, parti başkanları, muhtarlar, şehit yakınları, gaziler, çocuğu şiir okuyacak veya dereceye girip ödül alacak birkaç veli... vs.”; içeriği, “"Saygı duruşu, İstiklal Marşı, günün anlam ve önemine binaen yapılan konuşma, bol bol şiirler, slayt gösterimi, oratoryo, dereceye girenlere ödül ve kapanış.”

Katılımcısını ve içeriğini verdiğim bu liste neyin nesi diye sormayacağınızı adım gibi biliyorum. Zira hepiniz bilirsiniz ki bu bir milli bayram programıdır. Çünkü bildim bileli milli bayramlar bu içerik ve bu katılımcılarla kutlanır.

Burada "Efendim bu bayramlar bizim bayramlarımızdır. Bugünlerde çok önemli şeyler olmuştur. Bize armağan edilmiştir. Çok görkemli kutlamalıyız" gibi sözler yazarak hamaset yapmayacağım. Kimse de yazdıklarımdan, bunun milli bayramlarla derdi var niyet okuyuculuğu yapmasın. İnkar etmiyorum. Bu bayramlar tıpkı dini bayramlar gibi bizim bayramlarımızdır. Bu bayramlarla ilgili bir sorunum da yok. Bayram bayramdır ama nedense içerisinde halkın olmadığı bayramlardır bu bayramlar. Halk ve diğer devlet memurları nerede burada? Yok. Çoğu, bu bayramlarda upuzun yatıyor ya da ver elini deyip tatile çıkıyor. Sen, ben, bizim oğlana kalıyor bu bayramlar. Yükünü de ağırlıklı olarak milli eğitimler ve okullar çekiyor. İçerisinde halk yoksa halkın katılmadığı bu bayramlara bayram denir mi?

Zorunlu katılımın olduğu bu bayramlar da bir formaliteyi yerine getirmekten öte bir anlam taşımıyor. Katılanlar içeriğini de merak etmiyor. Bu yüzden sıkıcı mı sıkıcı. Zira önceki yılların tıpkısının benzeri. Bir o kadar da stresli, özellikle programı hazırlayan ve sunan milli eğitimler nezdinde. Çünkü baştan sona bir bayram havası veren ve günün anlam ve önemine binaen yapılan bir bayram değil. Adeta kurallar bütünüdür. Protokolde kimin nereye oturacağı, kimin nerede duracağı, hediyeleri kimin vereceği bile bellidir. Programı hazırlayıp sunan okul bir hata yapmayalım, protokole katılanların hışmına uğramayalım diye diye hop oturur hop kalkar. Protokolden birini, konuşmasını yapmak üzere kürsüye mi çağıracak ya da çelengini mi koyduracak. Askeri nizam çerçevesinde cümlesini arz ederim ile bitirmek zorunda. Çoğu zaman eleştirilmekle beraber yapılan ve sarf edilen onca emek için bir kuru teşekkür bile çok görülür. Çünkü marabaya ve emir erine teşekkür edilmez. Zira okulların görevi, protokolü ve amirlerini memnun etmektir. O yüzden okul ve milli eğitimler, her tören ve bayram programından sonra derin bir oh çeker. Şükür kazasız belasız bu bayramı da atlattık diye. Ardından sevinçleri uzun sürmez. Bir sonraki bayram programını düşünmeye başlarlar.

Burada okul müdürleri için de bir parantez açmak isterim. İrapta mahalleri olmayan bu garibanların, protokolde yeri yok ama bunlar her bayramın ve çelenk törenlerinin gediklileridir. Öğrencileri olsun veya olmasın, bunlar bayramlara ve çelenk törenlerine kalabalık etsin diye çağrılır. Bayramlarda kaymakam ve daire amirleri otursun diye hazırlanan seyyar oturma yerinde boş koltuk kalırsa, bir başkası gelince yerini vermek üzere o koltuklara otururlar.

Tekrar bayramlara gelelim. Bilmem kaçıncı yılını kutladığımız, daha da kutlayacağımız bu bayramları halkın ve yetkililerin bir masaya yatırmasında fayda var. Bayramların mevzuatta yeri ve belli kuralları olsun ama bunu abartmamak lazım. Çünkü mevzuatla bayram kutlanmaz. Kutlanırsa da dostlar alışverişte görsün ve yasak savma babından olur. Bu bayramlara bir işlerlik ve farklılık kazandırmak gerek. Ama nasıl? Bunun üzerine kafa yorulması lazım. Bayrama heyecan katmak için içerik değiştirilebilir. Tıpkı dini bayramlar gibi halkın katılımı sağlanabilir. Bu bayramlar birçoklarının nezdinde tatil ise bu tatilden herkes faydalansın. Öyle belli kurum, kuruluş ve kişilerin üzerine yüklenerek bayram kutlanmaz. Kutlansa da bayram havası vermez.

Burada bir parantez de kutlanan milli bayramlar ve belirli gün ve haftalara açayım. Bir bayram veya belirli gün illa gününde mi kutlanmalı? Bu bayram veya belirli gün hafta içinde uygun bir gün ve saatte kutlanamaz mı? Adı üzerinde gün ve bu gün mutlaka gününde kutlanmalı diye düşünebilirsiniz. Buna eyvallah ama bayram ve günlerin zorunlu katılımcıları herkes tatil yaparken bu günlerde niçin programa katılmak zorunda kalsın? Yeri geliyor bu gün veya bayramlar hafta sonu tatiline denk geliyor. İki saatliğine bile olsa bayrama katılanın tüm günü gidiyor. Bu kişilerin tatil veya ailesine zaman ayırma hakkı yok mu? Pekala, tatile denk gelen bayram ve günler için mevzuata, “Bu bayram veya günler, hafta sonu tatiline denk geldiği zaman kutlama ve çelenk töreni ilk iş günü yapılır” şeklinde bir madde eklenebilir. Hele bazı günler için yapılan çelenk törenlerini anlamakta zorlanıyorum. Bildiğiniz gibi her yıl 19 Eylülde çelenk töreni yapılan Gaziler Günü bu sene pazar gününe denk geldi. Daire amirleri pazar pazar çelenk töreni için geldiler. Pekala bu çelenk töreni ilk iş günü yapılabilirdi.

Sözün özü, bayram ve belirli günler konusunda almamız gereken çok mesafe var ve bir ayar verilmesi lazım. Bunu birilerinin yapması lazım ama kim?

*05/11/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

 

1 Kasım 2021 Pazartesi

Kallavi Zammış!

2 Ekimde 71 kuruş, 21 Ekimde 22 kuruş gelen otogaz zammının ardından bu geceden (2 Kasım) geçerli 48 kuruş daha zam gelecekmiş. Okuduğum internet gazetesi bu haberi kallavi zam diye duyurmuş. Kuruşla gelen zammın neresi kallavi oluyor? Bu gazetecileri de anlamış değilim. Halbuki gelen bu kuruşa küçük, mini zam demeleri gerekiyordu. Felaket tellalları ne olacak. Ülkenin en büyük sorunu pireyi deve yapan bu gazeteciler. Amma ne yapacaksın. Elimizdeki basın bu. Gazeteciler, siz önce kallavi zam ne demektir onu öğrenin, ondan sonra gazeteciliğe soyunun. Bir defa kallavi zam Osmanlı tokadı gibi bir şey. Bir de bu tür küçük zamları niye haber diye verirler bilmem. Haber dediğin sıradışı olmalı. Vakayı adiyeden olan, otomatiğe bağlanmış ve gün aşırı gelen şeylerin haber değeri olamaz. Basın ne yazarsa, zammı ne şekilde duyurursa duyursun, ben bir zamma bakarım bir de zammı duyurana. Kuruşu görünce fena değil, bunun bir de beteri lira var diyorum ve oh be deyip rahatlıyorum. Zammı duyuranları zaten ciddiye almıyorum. Allah onları bildiği gibi yapsın. 

Bana gelince, yağmur gibi gelen bu zamlardan memnun olduğumu söyleyebilirim. Hatta hiç felaket tellallığı yapmadan ve karamsarlığa düşmeden bu "iyi günler"in tadını çıkarmak istiyorum. Çünkü;

*Azar azar gelen zamlar, kişideki bağımlılığı artırır. Vücut her türlü tehlikeye karşı daha dayanıklı olur. İnsana ölmedim, hala ayaktayım dedirtir. Ölmüş eşek kurttan mı korkar atasözünü hatırlatır. 

*Beni benden fazla düşünen devletim benim alım gücümü biliyor ki bu zamları yansıtıyor. Var demek ki bende para. Ne yapsın yani. Bedava mı versin, zarar mı etsin yakıttan.  Hem o değil mi ki beni enflasyona ezdirmeyen zamları veren. Bana zam verirken iyi, yakıta zam yaparken kötü. Nerede görülmüş almadan vermek. Bilelim ki almadan vermek bir Allah'a mahsus. Benden kepçe ile alacak ki bana kaşıkla zam verebilsin. 

*Bu arada Enerji ve Tabiat Bakanı, zammı yansıtmıyor, gelen zamları ÖTV'den karşılıyoruz diyor. Buna rağmen çığlığı basıyoruz. Bir de yansıtsa görürüz o zaman dünyamızı. 

*Zam gelsin ki devletim ayakta dursun. Devlet giderse zamsız hayat çekilir mi? Unutmayalım, bu ülkede huzurlu yaşamanın ve atılan her bir merminin bir bedeli var. Bedel ödenmeden ülkenin kıymeti bilinmez. 

*Fiyatların yerinde sayması durağanlığa işarettir. İnsanı uyuşturur. İnsan konu sıkıntısı çeker. Canı sıkılır. Her zaman petrolün yanından geçerken aynı fiyat insanı bezdirir ve uyuşturur. Fiyatlar değişecek ki petrolün önünden geçerken yeni fiyat farklılığını insan hissedecek. Fiyatı görünce feleğini şaşıracak. Uykusunu kaçıracak. Vay anasına, yine mi zam dedirtecek ve ağzına geleni kendi kendine saydıracak. Yani kendi kendine konuşacak. Bu da uyuşukluğu giderdiği gibi buz gibi havada insanı ısıtacak ve insan üşüdüğünü bile bilemeyecek. 

Şayet gelen zamlara ısınamadınız ve zamlar sizi ısıtmadı ise istasyondaki etiket ile AB etiketini karşılaştırın. Göreceksiniz ki AB'dekilere göre biz yakıtı bedavaya alıyoruz. Ya hükümet, ben yakıt fiyatlarını AB standartlarına çıkaracağım derse, o zaman ne yaparız? Bunu bir düşünün ya da TL ile değil, Euro ile yakıt alacaksınız dense, işte o zaman ayıklarız pirincin taşını. 

Durum bu iken benim gibi bazı kötü niyetliler hala gelen bu kuruş zamlarını ağzına dolayıp gününüzde iyi bir gün mü göreceğiz. Zamdan başka bir sermayeniz kalmadı mı? Ben bu zamları hazmedemiyorum şeklinde kem küm  ederse, kimse bu tipleri illa araca binin, araç kullanın diye zorlamıyor. Kişi isterse aracını yollara vuracağına kendini yollara verebilir. İstediği yere yürüyerek gider gelir. Üstelik bir maliyeti de olmaz. 

Hasılı, uzatmayayım, işe yani zamlara iyi niyetle yaklaşmak lazım, vesselam. Zira değer mi akıl sağlığımızı bozmaya...

Yeşil Sermayenin Hazin Sonu *

Yimpaş, İttifak, Kombassan doksanlı yılların kar ve zarar ortaklığına dayalı çok ortaklı öncü holdinglerdendi. Bu holdinglerin piyasadan iyi para çektiğini gören niceleri, üç beş kişi bir araya gelerek aynı usulle çalışan holdingler kurdular. Kısa zamanda holding sayısı sadece Konya bölgesinde 50 sayısına ulaştı. O günün basınının ve devlete hakim olan güçlerin yeşil sermaye adını verdiği bu holdingler kısa zamanda adından söz ettirdi. Arka arkaya sermaye artırımlarına gidildi. Holdinglerin en büyük sermayedarları da ağırlığı Avrupalı gurbetçiler olmak üzere Anadolu'nun mütedeyyin insanları oldu. Daha işin başında döviz ve altın bazında yüzde 20-30 kar verilmesi ve ortakların hep kar etmesi sebebiyle bu holdinglere paralar su gibi aktı. Kendi holdinglerine para çekmek için bilmem ne ile mücadele edeceğiz denerek din bolca kullanıldı. Holdingler, gelen parayı yatırıma dönüştürmeden yeni giriş yapan sıcak parayı ortaklarına kar payı olarak dağıttı ve bir saadet zinciri oluşturdu.

Holdinglerin kısa zamanda büyümesi, gücüne güç katması, Türkiye sermayesini elinde bulunduranları ve sermayeye yön verenleri korkuttu. Doğru ve yanlış bilgilerle holdinglerin üzerine gidildi. Battı-batıyor derken bu holdinglere sermaye girişi yani sıcak para kesildi. Sermayedarlar paralarını çekmek istedi. Yeni para girişi olmayınca adını zikrettiğim üç holdingin dışındakiler battı. Bu üçü de parasını isteyen ortaklarına para vermedi/veremedi ya da sınırlandırdı. Haliyle üyeler mağdur oldu. Öyle zannediyorum, hala parasını alamayan ortaklar var. Kar-zarar ortaklığına bağlı holdinglerin parlayan yıldızı da bu şekilde sönmüş oldu.

Çok ortaklı ve kar-zarara bağlı holdingler niçin bu akıbete uğradı ve kötü bir iz bıraktı?

*Holdingler, temellerini mevzuata uygun yani işlerini sağlam yapmadı. Gelen sıcak parayı yatırıma dönüştürmeden yüksek kar payı olarak dağıtma yoluna gitti. Kar-zarar hesabı yapmadan gördüğü işe atladı. Batak firmalara yüksek meblağlar ödedi, karlı yatırıma imza atmadı. Bünyesinde çalıştıracağı personel için bir kıstas koymadı. Holdingde parası olanın önerdiği kişiler işe alındı. Eleman alımında ahbap çavuş ilişkisine gidildi. Kalifiye eleman alma yoluna gidilmedi. Dün işe giren kişi ertesi günü en basitinden kasiyer koltuğuna oturtuldu.

*Holdinglerin temelleri sağlam olmamasına rağmen devlet sesini çıkarmadı. Siz biraz büyüyüp palazlanın, ben sizin kökünüzü kuruturum siyaseti güttü. Bu durum, öğrencisi kopya çektiği halde biraz daha yazsın, az sonra canını yakarım diyen öğretmenin durumuna benzer. Devlet holdingleri yasal zemine oturtmadı. Sıkı bir denetimden geçirmedi.

*Holdinglerin döviz ve altın bazında yüksek kar verdiğini gören insanımızın çoğunluğu, bu musluğun suyu nereden demeden gidip parasını bu holdinglere yatırdı. Yatırırken de kar etmeyi kafasına koyarak işin zarar kısmını unuttu. Holdingler para veremeyince de holding yetkililerine veryansın etti.

Hasılı, çok ortaklı ve kar zarar ortaklığına dayalı holdingler birçok mağduriyeti arkalarında bırakarak iflas etti. Parasını yatıranlar üzerine bir bardak soğuk su içmiş oldular. Holdingler belleklerde iyi bir imaj bırakmadı. Halkın kendilerine olan güvenini yok etti. Bildiğim kadarıyla ilk öncü holdinglerden Kombassan, İttifak ve Yimpaş’tan ilk ikisi holding faaliyetlerine hala devam ediyor. Yimpaş’ın son durumunu bilmiyorum. Kombassan sanırım genel merkezini İstanbul’a taşıdı. İttifak el değiştirmiş olabilir.

Kimsenin içini bilemem ama bugün kar ve zarar ortaklığına dayalı özelliği kalmasa da hala bu üçünün varlığına devam etmesi, bunların kuruluş aşamasındaki samimiyetlerini gösterir. Bunlara bakarak piyasaya giren diğer holdinglerin bugün esemesi okunmuyor. Bu üç holding keşke zamanında işi sıkı tutsaydı, çok açılmayıp ayaklarını yere sağlam bassaydı, ticaretin tüm kurallarını uygulayarak gıdım gıdım ilerleseydi, bu şekil bir ortaklık belki bugün Türkiye’ye güzel bir örnek olabilirdi. Ama olmadı.

Bu konuda yazılıp çizilecek ve söylenecek çok söz var ama sözü fazla uzatmadan son cümlelerimi de Haşim Bayram’a ayırmak istiyorum. Çünkü Kombassan denince Haşim Bayram, Haşim Bayram denince de Kombassan akla gelirdi. Hem kurucusu hem de onunla özdeşleşmişti. Öğretmen kökenli Bayram’ı Konya ve havalisinde tanımayan yok. Açtığı dershanede anlattığı kimya derslerini öğrencileri anlata anlata bitiremez. Ondan hep hayırla yad ederler. Ama kötü Kombassan tecrübesi ile Haşim Bayram karizmayı çizdirdi. Şimdi diyorum ki keşke Haşim Bayram ticarete atılacağına, öğretmen olarak kalıp öğrenci yetiştirmeye devam etseydi… Günahıyla sevabıyla Haşim Bayram vefat etti. Allah rahmet eylesin.

*03/11/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.