24 Ekim 2021 Pazar

Ülkenin Ülkeyi Sevenleriyle İmtihanı *

Ben bu ülkeyi sevmeyeni görmedim. Çünkü kime sorarsan ülke sevdalısı. Elbette sevilecek. Zira başka ülkemiz yok. Yalnız kim ne kadar ve içten seviyor, bunu bilmiyoruz. Zira elimizde bir kıstas ve içlerini okuyacak bir alet yok.

Sayıları ne kadardır bilmiyorum ama bu ülkeyi gerçekten seven samimi insanlarımız var. Kiminin ülke sevgisi kuru gürültüye yani sözde bir sevgi. Bunların oranı epey fazla. Kiminin de ülke sevgisi kedinin ciğeri sevmesi gibidir. Bunların çoğu da sorumluluk sahibi kişiler. 

Ülkesini içten seven insanlar, ülkesinin kalkınması için çalışırlar. Bunun için ellerinden geleni artlarına koymazlar. Ülkeye verdikleri katma değerden daha azıyla nasiplenirler. Fedakardırlar. Gerekirse uğruna ölürler. Ülkesini zarara sokacak eylemlerden kaçınırlar. Bilerek veya bilmeyerek zarar vermişlerse de bedel ödemekten kaçınmazlar. En azından nedamet duyarlar ve bunu itiraf ederler. 

Kuru gürültüye ülke sevgisi edebiyatı yapıp mangalda kül bırakmayanların foyası zor zamanlarda ortaya çıkar. Zoru gördüler mi bunları orada göremezsin.

Kedinin ciğer sevmesi gibi ülkesini sevenlere gelince, bu tür sevgiye sahip olanlar genelde sorumluluk makamında olan kişiler. Bunların sesleri fazla ve gür çıkar. Bunlar ülkeye hizmet ediyor görünürler. Ama ülkeye mi hizmet ediyorlar, ülke mi bunlara hizmet ediyor, burası muamma. Bunların rakipleriyle ülke adına kavgasına ve çabasına bakmayın. Bunlar ülkenin altını oymakla meşguller. Kırarlar, dökerler, ağızlarına ve yüzlerine bulaştırırlar. Ceremesini de az bir mutlu azınlığın dışında tüm halk çeker. Bedel ödettikleri halkı ne kadar seviyorlar bilinmez ama bunların özellikleri kendilerini halka sevdirmiş olmalarıdır. Önemli olan da bu değil mi? Halka kendini sevdirdikten sonra bu halkın ekmeğini elinden alsan sesini çıkarmaz. Çünkü ağzına yüzüne bulaştırsa dahi her yapılanda hep bir hikmet aranır ve vardır bir hikmeti denir. Halbuki halkın sevdiği kadar bunlar halkı ve ülkeyi sevmiş olsalardı, bu ülkeye bu kadar kötülük yapmazlar ve bugün bu ülke her yönüyle bu kadar içler acısı duruma düşmezdi. Yaptıklarına bakarak keşke bunlar bu ülkeyi bu kadar sevmeseler diyorum. Çünkü ülkeye sundukları tek hizmet yalancı bahardır. Bu da diğer mevsimlere göre göz açıp kapayıncaya kadar bir süredir. Sonrası tufan.

Kendilerini bulunmaz Hint kumaşı sanan bu zevat, ülkeyi sevmede samimi ise -bir an için öyle kabul edelim, onların ülke sevgisi, ayının efendisini sevmesine benzer: “Efendisini çok seven bir ayı, onun etrafından hiç ayrılmaz. Onu esen rüzgardan bile kıskanmaktadır. Sevgisi  o kadar aşırı ki gözünün önünü göremeyecek şekilde aşkı onun gözünü kör etmişti. Onun sevgisi efendisinin de hoşuna gidiyordu. Yine bir gün efendisi, dinlenmek için ağacın altında istirahat etmeye çekilmişken onu rahatsız eden karasineği ayı, eliyle kovalar. Sinek bu. Kovaladıkça tekrar tekrar gelir. Sonunda sinek, gözü gibi koruduğu efendisinin alnına konar. Ayı, efendisini bir daha rahatsız etmesin diye eline koca bir kaya parçası alır. Sineği öldürmek için efendisinin alnındaki sineğe hedefler ve taşı atar. Sonuç mu? Tam isabet: Sinek ölür, efendisi de tabii."

Ülkesini gerçekten seven, ülkenin aleyhine olacak durumlar için söz ve eylemlerden uzak durur, ülkesini ateşe atmaz, soğukkanlı olur, ateşe körükle gitmez, ateş kendi halinde yanarken iyice alevlensin diye durmadan çomak sokmaz, ateşi söndürmek için çaba sarf eder. 

Az ve öz, yerinde ve zamanında konuşur. Konuşurken sözlerini dikkatli seçer. Kırıcı olmaz, hakaret etmez. 

Kendi başına buyruk hareket etmez. Ortalıkta çok dolaşmaz. Her yerde boy göstermez. Ulu orta her şeye karışmaz. Herkese laf yetiştirmez. Taş bile yerinde ağır sözünü unutmaz. 

Zarar gördüğü ve zarar verdirdiği deliğe defalarca girmez ve girdirmez. Yanlışta inat etmez. İnadım inat demez. Burnunun dikine gitmez. 

Her daim şeffaf olur. Kelime oyunu yapmaz. Hiçbir şeyi gizlemez. Durmadan kıyas yaparak olup biteni olduğundan farklı göstermez. 

Hata ve yanlış yaptığında bunda ısrar etmez. Çünkü hatadan dönmek erdemdir. Bir şartla “u” dönüşü yapabilir. Önceki yaptığının yanlış olduğunu söylemek suretiyle. 

Dünyanın merkezine kendisini koymaz. Kendisini bulunmaz ve vazgeçilmez Hint kumaşı olarak görmez. Tevazuyu elden bırakmaz. Kendisine saygı beklediği kadar başkasına da saygı gösterir. 

Ülkesine katma değer üretmeye çalışır, ülkenin kaynaklarını har vurup savurmaz.

*15/11/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

20 Ekim 2021 Çarşamba

Biz Yine İyiyiz *

"Kardeşim, ben zamdan etkilenmiyorum. Çünkü her defasında 50 liralık yakıt alıyorum demeyi bırak. Bu esprin bayatladı artık." 

"Farkındayım. Değiştirmeye değiştireceğim ama aklıma başka bir espri gelmiyor. Sence nasıl bir espri yapayım?" 

"Bence hiç espri yapma. Çünkü espri zamanı değil. 

“Ama duramıyorum ki." 

"Bence dursan iyi olur. Çünkü millet burnundan soluyor." 

"İşte ben de bu yüzden milleti rahatlatmak istiyorum."

"O zaman rahatlatacak bir şeyler söyle."

"Mesela?"

"Mevcut halin beterini söylersen, millet beterin beteri varmış. Bereket biz öyle değiliz desin."

"Yani?"

"Mesela, Avrupa'da yakıt daha pahalı. Onlar bize gıpta ediyorlar. Çünkü en ucuz yakıt bizde. Gelip bizden alıyorlar. Eskiden Avrupa'dan gelenler ülkeye girmeden depolarını fulleyip gelirlerdi. Şimdi çıkarken depolarını ülkemizden dolduruyorlar. İnanmıyorsan Avrupa'daki yakıt fiyatlarıyla bizdeki fiyatları bir kıyasla. Haydi, bundan geçtim. Avrupa tedarik sıkıntısı çekiyor. Avrupalı yakıt yokluğundan aracına yakıt bile alamıyor. Bizde yakıt ve tedarik sıkıntısı var mı? Yok. Şükretmek lazım buna gibi şeyler söyle. Seni dinleyen yakıt alırken morali bozulmayacak, kara kara düşünmeyecek ve oh be biz daha iyiyiz diyecek. İçi ısınacak. Moralli bir şekilde trafiğe çıkacak. Bu da kaza riskini azalttığı gibi trafik canavarlarıyla yok yere atışmasının önüne geçecek."

“Yeterli olur mu bu?”

“Muhatabın ikna olmamışsa, ona 2023’ü hatırlat. Şurada ne kaldı 2023’e. Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik. Hele biraz sabır. Zira 2023’de tüm dertler bitecek, diyebilirsin.”

“Ama espri nerede burada?”

“Bırak şu espriyi. Biraz ara ver. Bu gerginlikte espri gitmez. İnsana somurtmak da lazım.”

*25/10/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Dereyi Görmeden Paçaları Sıvamak *

Anne-kız birlikte yaşıyorlar. Annenin en büyük muradı kızının mürüvveti. Ama kızımızın talibi yok. Yaşı geçmiş olmasına rağmen bugünden yarına ufukta bir talipli çıkacağa da benzemiyor. Yani kızımız evde kalmış anlayacağınız. Ama bu, dünyanın sonu mu? Hayır. İlk evlenmeyen bu kız mı? Hayır. Üstelik evlenmeyince masraf da yapılmaz. Çünkü bu devirde düğün yapmak, çeyiz düzmek cep yakar.

Neyse biz gelelim anne kız ikilisine.

Anne dışarıda bir gün. Eve gelip kapıyı bir açmış ki kızı hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Merak, korku, endişe hepsi belirir annede. Ne de olsa anne yüreği. Yürek mi dayanır buna. Sorar kızına.

"Ne oldu kızım sana? Biri bir şey mi yaptı?"

"Yok anne"

"O zaman niye ağlıyorsun, neyin var yoksa hasta mısın?"

"Hayır anne"

"O zaman seni bu derece ağlatan ne?"

"Ben ağlamayayım da kimler ağlasın. Of of, olur mu hiç"

"Kızım söyle artık. Ben senin annenim. Söyle ki derman olayım."

"Tamam anne"

"Hah şöyle. Ağlamayı da bırak. Tane tane anlat."

"Anne, sen yokken ne düşündüm biliyor musun?”

“Ne düşündün kızım?”

“Ben evlendiğimde, çocuğum olacak ya"

"Tamam olacak. "

"Biz yine burada yaşamaya devam edeceğiz."

"Elbette"

"Çocuğumuz bu evde büyüyecek. "

"Evet"

"Ben ağlamayayım da kimler ağlasın."

"Kızım söyle artık. Ağlanacaksa birlikte ağlayalım. Zaten benden başka ağlayacak olanın mı var?"

"Şimdi bizim bu çocuk yani senin torunun; yürüyecek, koşacak, kapıyı açıp dışarı çıkacak."

"Elbette, çocuk bu."

"Düşündüm de of of...Şu kapının ardındaki asılı balta var ya"

"Evet, yıllardır asılı orada" 

"İşte o baltaya ağlarım."

"Kızım, neyine ağlarsın baltanın?"

"Çocuğum tam kapıdan çıkarken o balta çocuğumun boynuna düşüverip boynunu keserse, ne yaparım? İşte buna ağlarım."

Anne bir kapıya, bir kızına bir kapının ardındaki asılı baltaya bakar. Torunu da gözünün önüne gelir. (Nedense damat hiç gözlerinin önüne gelmez. Nasılsa damatlar dış kapının mandalı.) Sonra düşünüyor düşünüyor ve kızına hak veriyor. Gerçekten ne yapacaktı bu durumda? Anne de bu durumdan vazife çıkarır ve oda başlar ağlamaya. Anne-kız salarlar seslerini. Biri oğlum oğlum, diğeri biricik torunum diye ne kadar ağladılar, bilinmez.

Şimdi siz, anne ve kızdaki bu içten ağlamayı garipsediniz. Ne alaka? Zaten evde kalmış, taliplisi yok. Çocuğu nasıl olur, kız nasıl anne olur? Kızı evlenmeyince anne de torun sahibi ve kaynana olamaz. Önce evlenin de çocuğun ve torunun boynunu baltanın kesmesini düşünün, öyle dereyi görmeden paçayı sıvamak olmaz. Zira ortada fol yok, yumurta yok, dediniz. Ben de bu durumda sizi ayıplarım. Bir defa buna umut denir, hayal gücü denir, geleceğe umutla bakmak demektir. Ne belli, birinin dönüp şaşıp kapılarını çalmayacağı. Ayrıca ne zararı var umutla beklemenin ve dereden önce paça sıvamanın. 

Sonra sadece bu anne ve kız mı geleceğe umutla bakan ve paçaları sıvayan. Başkaları yok mu? Mesela sayısını unuttuk bir siyasinin kaç seçim kaybettiğini. O da hiç umudunu kaybetmedi bugüne kadar. Hele bugünlerde hiç olmadığı kadar kendisi umutlu olduğu gibi seçmenlere de umut dağıtıyor. Durmadan vaat veriyor. Hatta bir tarihi milat belirleyerek bürokrasiye bile aba altından sopa gösterebiliyor. Bence bu da haklı. Ne desin, olmayacak böyle hep kayıp hep kayıp mı diyecek. Sonra bunun kime, ne faydası olur. Umut dünyası değil mi bu dünya. Bakarsın talih kuşu konar başına. 

Siz siz olun, umutla yaşayın ve dereyi görmeden paçaları sıvayın.

*22/10/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

19 Ekim 2021 Salı

Paramız Pul Olmasın mı Diyorsunuz? *

Korkarım, bu gidişle bu millet yetkiyi bana verecek. Hem de adaylık, sandık ve rakip olmadan. Geç başa, al şu ülkenin mührünü, tüm yetki sende. Yeter ki bu ülkeyi sıkıntılardan kurtar diyecek.

Halktaki bu irade ve kararlılığı gören Erdoğan, madem öyle, buyurun boyunuzun ölçüsünü ve ne haliniz varsa görün deyip kenara çekilecek. Erdoğan'ın çekildiğini gören karşı cephe, Erdoğan bile çekildiğine göre biz buna hiç rakip olamayız, pes deyip evlerinin yolunu tutacak.

Verin yetkiyi bana, görün gününüzü demeden, miting meydanlarında koşturmadan, TV ekranlarında görünmeden, kısaca terlemeden ülkenin tüm yetkisi şimdi bana verildi mi? Bakın siz ondan sonrasını. Millet; hayret, ibret, tedirginlik ve heyecan artık ne varsa, nefeslerini tutarak bakalım ne yapacak deyip beni izlemeye koyulacak.

Ve ben ya Allah ya bismillah deyip kolları sıvayarak işe girişeceğim. Girişirken tüm sorunlara birden eğilip işleri ağzıma yüzüme bulaştırmayacağım. Bir öncelik sırası belirleyeceğim. Önce milletin belini büken ekonomiye el atacağım.

İlk işim, uçan rüzgardan etkilenen, öksürükle komaya giren, döviz karşısında eridikçe eriyen, gavur parasıyla beş para etmeyen Türk Lirasından kurtulmak olacaktır. Yerine, paramızı pul eden parayı getireceğim. Bu, dolar olur ya da EURO. Tepki çekmeyecek miyim? Birileri paramıza dokundurmayız eylemleri yapacak. Varsın yapsınlar. Buna hiç pabuç bırakmayacağım.

Varacağım bu eylemcilerin yanına. Açın cüzdanınızı diyeceğim. Cüzdandan çıkan dövizleri diğer eylemciler de görsün diye yere saçacağım. Sonra bunlar ne lan diyeceğim. Onlar; şey… dolar, Euro efendim diyecekler. Ben ne yapıyorum, fiiliyattakini yani cebindekini resmiyete döküyorum. Böylece paranız değerini koruduğu gibi döviz almak için döviz bürolarına da gitmeyeceksiniz. Her gün her saat her saniye döviz ne oldu diye gözünüz döviz kurlarına gitmeyecek, TV’de dizi seyrederken ekranın sağ alt köşesinde dolar şu kadar, EURO bu kadar oldu demeyeceksiniz. Çünkü bunlara ihtiyaç kalmayacak. Dizinizi, dizinize vurmadan bir güzel seyredeceksiniz. Akaryakıt istasyonları döviz kurundan kaynaklı fiyat ayarlaması yapmayacak. Siz de istasyona giderken benzin/mazot/LPG şu kadar olmuş diye fiyatlara bakmayacaksınız. Esnaf/ işletmeler, dolar şu kadar oldu, girdi fiyatları bu kadar oldu, tedarikte sıkıntı çekiyoruz deyip ürünlerine zam yapmayacak. Piyasa zamlardan etkilenmeyecek. Kimse Avrupa’da şu kadar, bu kadar kıyaslaması yapmayacak, bittik demeyecek.

Gördüğünüz gibi paramızı dolar/EURO’ya döndürünce en azından kur farkı kalkacak. Hayat normale dönecek. Piyasadaki rahatlamayı gören eylemciler, zamanında boşu boşuna eylem yapmışız. En iyisi bu, bundan iyisi can sağlığı. Bu adam can simidi gibi imdadımıza yetişti. Şimdiye kadar neredeydi böyle diyecek ve yanıma tıpış tıpış, utana sıkıla gelecek ve emrindeyiz ağabey diyecek.

Para sorununu böyle çözdüğümü gören maşeri vicdan, bu adam bu işi yani en zor işi böyle çözdü ya… diğerleri bunun için çocuk oyuncağı diyecek, ardındayız, öl de ölelim diyerek ardımda saf tutacak. Ondan sonra görsün dış güçler bizi…

*23/10/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Makamların Yuttukları *

Kayseri'de iki yıl aynı sınıfta okuduğum Sivaslı bir arkadaşım aradı 10-15 yıl önce. Hal hatır derken kimlerle görüşüyorsun dedi. Birkaç kişinin ismini saydım. Tokatlı bir arkadaşın da adını söyledim. Numarasını bir ver. Bir de ben görüşeyim dedi. Numarayı verdikten sonra aradığında kendini tanıtma. Ankara'dan aradığını, Tokat'taki başarılarını takdir ettiklerini, size Ankara'dan bir yöneticilik vermek istediğini söyle. Bakalım ne diyecek dedim ve görüşmeyi sonlandırdık.

Bir iki hafta sonra Tokatlı arkadaşı aradım. Telefonu açar açmaz "Bu sensin değil mi, tabii ya. Nasıl düşünemedim. Bunu senden başkası yapamaz." dedi. Ne oldu, hayırdır dedim. Başladı anlatmaya: Beni Ankara'dan aradı biri. Çalışmalarımla Tokat'ta göz doldurduğumu, beni Ankara'da bir makamda yönetici olarak değerlendirmek istediklerini söyledi. Ben de kendisine benim sınav puanım yok. Yönetici olmak için sınav puanı gerekiyor. Bu durumda ben yönetici olamam. Çünkü şartlarım tutmuyor, dedim. Sınav bizim için çocuk oyuncağı. Sen yeter ki he dedi. Ben de tamam o zaman. Mademki bu iş sınavsız da oluyor. O zaman beni Tokat'ta bir okulda değerlendirseniz olmaz mı dedim. Olur tabi. Sen yeter ki müdürlüğü boş bir okul söyle dedi. Ben de falan falan okullar boş. Bunlardan birine atayın dedim. Karşımdaki gülmeye başladı. Meğerse kendisini Ankara'dan bir bürokrat olarak tanıtan bizim Sivaslı E.... imiş. Beni işletti. Ama bunu yaptığınıza sevindim. Böyle yapmakla bendeki makam sevgisi ve hırsı ortaya çıkmış oldu. İçimdeki zaaf ortaya çıktı. Hemen atladım. Amma da seviyormuşum makamı. Allah beni af etsin, dedi. 

Anekdotun sahibi harbi bir arkadaş. Ne ise odur. Kendisine yaptığımız şakayı kaldırdığı gibi bir özeleştiri yaparak içindeki makam sevgisi ve beklentisinin olduğunu açıkça ifade etti. Bu arkadaşın samimi itirafını yapamayan çok aramızda. 

Yazımın bundan sonraki kısmını adını vermeden bu meslek grubunun para ve makamla imtihanına ayıracağım. Elbette her meslek grubu içinde para hırsı ve makam beklentisi içerisinde olanlar var ama bir meslek grubu var ki para ve makam konusunda bu meslek grubunun eline hiçbir meslek grubu su dökemez. 

Bir zamanlar okullarda ders yükü en az olan, doğru dürüst maaş karşılığını dolduramayan genellikle tek maaşla çalışan ve yönetici görevlerinden uzakta olan bu kesimin serüveni, istisnalar hariç bilgisayar formatörlüğü ile başladı. Her ne kadar bilişim laboratuvarı olan okullarda öncelikli olarak bu görev bilişim teknolojileri öğretmenlerine ait ise de her okulda bu branşta öğretmen olmadığı için bu meslek grubu okullarda bilgisayar formatörlüğüne müracaat etti. Yeter ki bilgisayarı açıp kapamayı bilsin. Karşılığında da 18 saat ek ders ücreti aldılar. Bir nevi idari görev gibi olan bu görevde biraz tecrübelenince bu kesim, vekaleten yöneticiliğe terfi etti. Okul müdürlüğü ve yardımcılığı, il-ilçe şube müdürlüğü ve milli eğitim müdürlüğü, öğretmenevi müdürlüğü vs. Yani nerede boş bir makam varsa bunlar öncelikli olarak vekil tayin edildi.

Vekaletler bu kesimi kesmedi. Zira ne de olsa geçici bir görev. Bu idari tecrübelerini mutlaka bir yerlerde değerlendirmeleri gerekirdi. Çünkü o kadar tecrübe boşa gidecekti. Bu da düşünüldü. 2014 yılında çıkarılan bir torba kanunla, okullarda dört yılını dolduran müdür ve müdür yardımcılarının görevlerinin “asli görev” olmadığı icat edildi. Onlar önce asli görevleri olan öğretmenliğe döndürüldü. Sonra bunların başarılı olup olmadığını geriye dönük puanlatıldı. Bu puanlama işi de çoğunlukla bu meslek grubundan olanlara ihale edildi. Onlara dendi ki eleyin, şunları. Boşaltın koltukları. Yerine öncelikli olarak sizin branşınızdan olmak üzere biz istediğimizi dolduralım. Bakalım bu işi yapabilecek misiniz? Şayet bu işi yaparsanız, halihazırda vekaleten atandığınız bu göreve sizi asaleten atayacağım müjdesi verildi. Allah var, bu işi de iyi yaptılar. Neredeyse elemedikleri müdür ve yardımcı kalmadı. Kalitenin tesadüf olmadığı görüldü.

Şimdi geldi okullardaki boşalan koltukları doldurmaya. Nasıl doldurulacaktı? Bunun da yolu bulundu. Mülakatla alım kararı verildi. Mülakata, elenen yöneticilerden fazla müracaat oldu. Hiç idarecilik yapmayanlar bile koştu ben müdür ya da yardımcı olacağım diye. Oluşturulan mülakat komisyonu karpuz seçer gibi müdür ve yardımcı seçti. Seçilenler içerisinde aslan payını yine bu kesim aldı. Şimdi çoğu okullarda bu meslek grubundan idarecilerin ağırlığı var. Bu kesimden doldurulamayan yerlere de başka meslek grupları adam yokluğundan yönetici olarak takviye edildi.

Hasılı, bu meslek grubu; bilgisayar formatorlüğü, vekaleten ve asaleten idarecilik görevinin ardından kabuğuna sığmaz oldu. Bugün nereye, hangi yönetim kadrosuna bakarsanız bu meslek grubundan yöneticiler görürsünüz: Kah okul müdürü kah yardımcı kah il-ilçe milli eğitim müdürü kah şube müdürü kah öğretmenevi müdürü kah STK ve sendika başkanı vs. Bu kesim yöneticiliğe doydu dense yeridir.

Sözün özü, bu kesimin imtihanı da bu: Para ve makam. Kaçı imtihanı yüzünün akıyla geçti kaçı da makamı eline yüzüne bulaştırdı. Bu da bir araştırma konusu. Ama görünen bir gerçek var ki bu kesimin -çoğunluğunun- bilinçaltında para var, makam var. Sanki analarından makam için doğmuşlar. Merak ediyorum, içlerindeki bu makam hırsını geçmişte bu kadar nasıl öteleyebildiler?

*18/03/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

18 Ekim 2021 Pazartesi

Yolcular Kaptanla Yol Ayrımında *

Ömrü kaptanlık yapmakla geçen tecrübeli bir kaptan; düşün peşime, binin aracıma. Sizi gideceğiniz yere götüreyim, uzun bir yolculuk yaptırayım. Araba nasıl sürülürmüş, bir görün. Var mı benden iyi süren? Yeter ki bu koltuğa beni oturtun, bana bu yetkiyi verin. Size konfor vadediyorum. Bendeki bu kaptanlık, her insana nasip olmayacak şekilde bir Allah vergisi. Bana bu yetkiyi vermezseniz, emaneti ehline vermemiş olursunuz. Bunun bedelini de ağır ödersiniz hele falana verirseniz bitersiniz, dedi.

Kaptanı can kulağıyla dinleyen yolcular, başka kaptanların vaatlerini de dinlerler. Kaptanlar kendilerini ifade ettikten sonra yolcuların önüne sandık konur. Yapılan oylamada ilk konuşan ve iyi konuşanın vaatleri çoğunluk tarafından benimsenir. Diğerleri yeterince ikna edici bulunmaz. Sonunda şoför koltuğuna, çoğunluğun oyunu alan oturtulur. Oy versin veya vermesin, yolculuk yapacaklar aracın koltuklarına bir bir otururlar. Yolcuların çoğunluğu, bu şoför iyi şoför, var mı bizim şoför gibisi derken kimisi acaba yapabilir mi diyerek temkinli yaklaşır. Bu şoför yapamaz, bunun foyası arabayı sürerken ortaya çıkar ama elimiz mahkum. Çünkü çoğunluk bunu seçti. Başka da alternatif yok der. 

Yolcular tamam olunca kaptan arabayı çalıştırdı. Araç ilerledikçe şoföre güvenenlerin yüzü güldü. Hah şöyle ya. Adam gerçekten şoförmüş, var mı bizim kaptan gibisi dediler. Temkinli yaklaşanlar ve muhalif olanlar, böyle süreceğini kestiremedik. Oy vermedik ama fena da sürmüyor dedi.

Az gittiler, uz gittiler. Bir on saat yolculuk yaptılar. Huzurlu bir yolculuktur bu. Konfor dersen vardı, huzur vardı. Çünkü tüm emniyet tedbirleri alınmıştı. Şoförün kendisine güveni olduğu kadar yolculara da güven verdi. Çünkü şoför tüm trafik kurallarına harfiyen riayet etti. Bu arada kaptanın yardımcıları da on numaraydı. İyi araba sürmesinde kendisine hep destek oldu. 

Gel zaman git zaman, bir kaptan seçimi daha geldi çattı. Usta şoför, önceki şoförlüklerimi gördünüz. Sizi hiç mahcup etmedim. Üstelik önceki sürüşlerim çırak ve kalfalık dönemimdi. Bundan sonra benim için ustalık dönemi başlıyor. Verin oyunuzu, sizi ihya edeyim dedi. Yolcular da çıraklığı ve kalfalığı böyle ise kim bilir ustalık dönemi nasıl olur dedi ve oy çokluğuyla kaptanı yeniden seçti.

Kaptan zirveyi kimseye kaptırmadan yoluna devam ediyor ama daha iyi olacak dediği ustalık dönemiyle birlikte değişmeye başlar. Çünkü bu kadar oyu tek başıma ben alıyorum diyerek başına buyruk hareket etmeye ve yol arkadaşlarıyla istişareyi bırakır. Güç zehirlenmesi yaşar. Birlikte yola çıktıklarının en ufak bir öneri ve eleştirilerine tahammül etmez, onları yanında ayak bağı olarak görür. Ardından kendi yükünü alan ve her daim yanında olan yol arkadaşlarını nankör ilan ederek teker teker araçtan indirir ve araçtan indiniz, bir daha bu araca binemezsiniz der, yerlerine yenilerini yardımcı olarak alır. Nasılsa yardımcı ve yolcu sıkıntısı yok. Yolda aracına binmek isteyen niceleri var ve yolda bulduklarını aracına alır.

Kaptan yanına aldıklarıyla girdiği seçimleri eskisi gibi açık ara olmasa da kazanmaya devam ediyor ama aracı eskisi gibi sürmüyor, yolculara eskisi gibi davranmıyor, kırıp geçiriyor. Kaza yaptı yapacak. Çünkü yorgun. Yolculardan canımızı tehlikeye atacaksın, yavaş sür, kurallara uy, hız limitini aşma, bak duvara toslayacaksın homurtuları cılız da olsa çıkmaya başlıyor ama sen misin böyle diyen. Kaptanı sevenler yüksek sesle; nankörler, ne varmış araba sürüşünde. Bunu değiştirip de falan kaptan gelirse görürsünüz gününüzü. Adam uyumadan gece gündüz sizi götürüyor. Size iyilik de yaramaz. Söyler misiniz, eskiden böyle süren var mıydı? Çünkü böyle süren gelmedi. Karışmayın kaptana. Zira kaptan ne yaptığını biliyor. Bizim görevimiz onu eleştirmek değil, koltuklarda yolculuğa devam etmek deyip homurtuları bastırıyor. Bunu gören yolcular yolculuğa devam ediyorlar ama içleri rahat değil. Aman dikkat et demeye bile çekiniyorlar.

Ve kaptanın risklerle dolu uzun maratonu düşe kalka, yalpalaya yalpalaya devam ediyor ama yolcuların tedirginliği had safhada. Canlarının tehlikede olduğuna inanıyorlar ve yarınlarını göremiyorlar. Böyle giderse en iyi kaptan bizim kaptan diyen yolcular dahi giderse gitsin, yerine kim gelirse gelsin deme noktasına gelecek. İşin garibi yolcuların ekseriyetinin gördüğü bu tehlikeyi kaptan ve sevenleri ne görüyor ne kabulleniyor ne de bu seslere kulak veriyor.

*13/11/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Angela Merkel *

Fizik eğitimi görmüş, Kuantum kimyası üzerine doktora yapmış 1954 Hamburg doğumlu Angela Merkel, 35 yaşına gelince siyasete atılmış. Siyasi kariyerinde Doğu Alman hükümet sözcülüğü yaptıktan sonra Hristiyan Demokrat Partisine katılmış, Helmut Kohl hükümetinde Kadın ve Gençlik bakanlığı yapmış olan Merkel, 2000 yılında partisinin ilk kadın genel başkanı, 2005 yılında da 51 yaşında iken Almanya’nın hem en genç hem de ilk kadın başbakanı seçilir.

Dünyanın en büyük dördüncü ekonomisine sahip Almanya’ya 16 yıl liderlik yapan Merkel hem ülkesinde hem de Avrupa Birliğinde sözü geçen ve ağırlığı olan biri olarak dikkat çekti. Adı hep soğukkanlı ve istikrar ile anıldı. Hem partisinde hem de ülkesinde zirvede iken 2018 yılında aldığı bir kararla genel başkanlığa ve başbakanlığa yeniden aday olmayacağını duyurdu ve sözünde durdu. Ülkesinde 26 Eylülde yapılan seçimlerde aday olmadı. Hükümet kurulur kurulmaz koltuğu devredecek olan Merkel, şimdilerde veda turları yapıyor. Anlayacağımız, Merkel zirvede iken siyaseti bırakıyor, koltuğu kendiliğinden terk ederek bulunmaz Hint kumaşı olmadığını göstermiş oluyor.

Gördüğüm kadarıyla Merkel, birçok siyasiye göre daha fazla başbakanlık yapmış ve yapılan seçimlerde aday olsaydı, tekrar başbakan olabilecek iken zirvede ve 67 yaşında iken koltuğu elinin tersiyle iterek kenara çekilmeyi bildi. Buna tadında, kıvamında ve kimseyi bezdirmeden görevi devretti denebilir. Öyle zannediyorum, adı unutulmayan ender kişiler arasında yer alacak.

Yazımda, Merkel’in hayatına ve siyasi geçmişine kısaca değindim. İstedim ki Merkel’in başarılarla dolu siyasi hayatı ve zirvede iken siyaseti bırakması, bizim siyasilerimize de örnek olsun. Bunu kaç kişi yapabilir, özellikle ülkemiz siyasetinde bunun karşılığı yok. Çünkü bizde ister iktidar ister muhalefet olsun, ister başarılı bir siyasetçi ister başarısız bir siyasetçi olsun, siyaset bırakılmaz. Siyaset onu bırakır. Bu da mezara kadar devam eder ve siyasilerimizin cenazesi Meclis önünde yapılan törenle kaldırılır. Bizde partiler genellikle siyasi liderlerle doğar ve onunla ölür. Siyasilerimiz hasta bile olsa, partisinin oyu düşse, yürürken zorlansa, kimse çekil git demez. Dense de buna kulak verilmez. Ölümüne o koltukta oturmaya devam edilir. Zorunlu yapılması gereken kongre ve kurultaylarda karşısına kimse aday çıkamaz. Çıksa da delegeler mevcut liderden yana tavır alır ve liderlik kimseye kaptırılmaz. Çünkü liderlik ve parti, parti kurucusunun tapulu malı gibidir. Türkiye’nin siyasi geçmişine bakıldığında merdiven çıkamadığı için seçim arabalarına asansör yapılan siyasilerimiz bile var. Bugün hastalığından dolayı Meclis çalışmalarına katılamadığı için evinde yatan ama hala vekilliği devam eden siyasimiz var.

Yazımı nihayete erdirirken tekrar ediyorum. Merkel’in;

-başarılı geçmişi,

-zirvede iken makam ve koltuktan vazgeçebilmesi,

-soğukkanlılığı,

-Az, öz, yerinde, zamanında ve kıvamında konuşması,

-istikrar abidesi oluşu vs. ülkemiz siyasetçilerine özellikle zirvede olanlara örnek olsun. Siyasetçilerimiz unutmasınlar ki Türk siyasetinde ölümsüz olmanın yolu, ölünceye kadar siyaset yapmak değildir. Ölümsüz olmanın yolu, her işte olduğu gibi siyaseti de tadında bırakmaktır. Hele zirvede iken benden bu kadar deyip köşesine çekilmek, kubbede hoş bir seda bırakmaktır.

Bunu ülkemizde görür müyüz? Ümitsiz değilim ama bu ülkede zor. Çünkü siyasiler için siyaseti bırakmak ölmekten beterdir. Ha siyaseti bırakmışlar ha ölmüşler…

Ne diyelim, darısı bizim ülkemizin başına…

*30/10/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.