29 Aralık 2019 Pazar

Yerli Otomobile Çok Yakınım

Yerli otomobilin 2022'de piyasaya sürüleceğini duyan birçok kimse gibi ben de heyecanlandım ve duygulandım. Tanıtımı yapılan elektrikli araç, görüntü ve iç dizayn yönünden mükemmel görünüyor.

Halihazırda yerli otomobil yüzde yüz yerli olmasa da başlangıç bakımından güzel. Bir gün yüzde yüzü de yerli olur ve diğer alanlara da örnek olur umudunu taşıyorum. Sebep olan ve emek sarf edenlere teşekkürü bir borç bilirim. İnşallah en kısa zamanda seri üretime geçilerek iç ve dış piyasaya sürülür.

Yerli elektrikli otomobil daha piyasaya sürülmemiş ve fiyatı belirlenmemiş olmasına rağmen yerli otomobilin müşterisi epey fazla olacak görünüyor. Sipariş alınsa kapış kapış gidecek. Şimdiden ismini yazdırıp almak için sıraya girecek kişilerin sayısı az değil. Daha fiyatı belirlenmemiş ve seri üretime geçmemiş olmasına rağmen gücüm yetmez bu arabayı almaya demeden, herkes gibi ben de heveslendim. 

Param yok, almaya gücüm yetmez. Zira yetkililer bir fiyat vermese de birileri 150 ila 350 bin arasında olacağını söylüyor. Bana şimdiden yüksek gelen bu fiyatı, açıkçası çok dert edinmiyorum. Bu konuda milletimizin yardımseverliğine güveniyorum. 80 milyon insanımız 1 lira verse 80 milyon lira eder. İşte çıktı kaç araba parası birden. Kendim aldığım gibi kaç başkasına da alırım vatandaşın sırtından. Verilen 1 lira ile vatandaş çarşıya çıkamaz, esnaf çay ocağına bile oturamaz. Yani bu para kimseye dokunmaz ve bir maliyeti olmaz. Hatta verdikleri 1 lira ile benim gibi bir garibanı ve nice garibanları da mutlu etmiş olurlar.

Vermez mi bizim vatandaş? Verir verir. Niye vermesin. Bu millet bugüne kadar kaç nicelerini sırtında taşıdı, beni mi taşımayacak. Üstelik ben sadece araba istiyorum. Başka da bir şey istemiyorum. Mesela boş mezar gibi. Hem arabayı aldıktan sonra bu araba amme hizmeti görecek. Yolda kimi görürsem durup alacağım ve gideceği yere kadar götüreceğim. Teşekkür edene de “Estağfurullah! Bu araba zaten sizin. Sizin arabanızla size hizmet benim için bir şereftir” diyeceğim.

Muhacir Pazarı Bildiğiniz Gibi


Konya'nın en eski pazarı Muhacir Pazarı, Konyalıların çoğunluğuna hitap eden bir pazar olmasına rağmen pazar ihtiyacımı giderdiğim bir pazar değil. Ne zaman pazar günü Muhacir Pazarı olduğunu unutup Pazarın önünden, Yeni Larende Caddesine aracımla gitmeye kalksam çekmeyen araç yoğunluğunu görünce nasıl da unuttum. Bugün Muhacir Pazarı. Keşke buradan geçmeseydim pişmanlığını duyarım.

Pazar yenilenecek, daha modern bir duruma kavuşacak, pazarın altına otopark yapılmak suretiyle o bölgenin trafiğini rahatlatacak diye pazar yerinin kapatıldığını, geçici olarak Konyalıların pazar ihtiyacını yıkılan Stadyumun içerisinde gidereceğini duyunca, bu vesileyle bu bölgenin sıkışan hatta tıkanan trafiğine çözüm olacak diye sevinmiştim. 

Yenilenen Muhacir Pazarı nice sonra açıldı. Yenilenen yüzüyle ne değişti bilmiyorum. Zira alışveriş veya herhangi bir nedenle içine girmedim. Bugün bir vesileyle Muhacir Pazarının önünden geçtim. Öyle ya, nasılsa pazar yenilenmişti. Vara geçmez olaydım. Zira geçemedim. Dur-kalk yaparak güç bela pazarın önündeki caddeden geçebildim. Anlayacağınız Muhacir Pazarı eski hamam, eski tas. Çatısı yenilenmiş ve iç dizaynı değişmiş, eskiye oranla güzelleştirilmiş olabilir ama trafik eskisinden de beter olmuş. Eskiden yavaş işlese de akan bir trafiği vardı. Şimdi kilitlenmeye başlamış. 

Pazarın önündeki caddede eskisi gibi tek sıra, bazı yerlerde iki sıra araç park edildiğine göre sanırım Pazarın altına otopark yapılmamış. İşittiğime göre pazar yerinin altı, eski mezar olduğu için otopark yapımına ya izin verilmemiş ya da yetkililer otopark yapmayı uygun görmemişler. Eğer bu gerekçe doğru ve bundan dolayı otopark fikrinden vazgeçilmiş ise bence iyi yapılmamış. Mezar yerinin üstünü asfaltlayarak zaten yıllar yılı pazar olarak kullanıyoruz, mezarların üstünü çiğniyoruz. Durum bu iken pazar yerinin altını otopark yapmada ne sakınca olabilir? Kazı esnasında ortaya çıkan kemikler toplanarak bir başka mezarlığa gömülebilirdi. Ama sanırım buna cesaret edilemedi.

Garibime giden, yaptığımız yeni bir şey trafiği rahatlatmayacak, yine her şey eskisi gibi olacak ve trafik kilitlenmeye devam edecek ise pazar yeri uzun süre niçin kapalı kaldı? Sadece taban ve çatısını yenilemek için niçin masraf edildi? Yetkililerin bir bildiği olmalı muhakkak.

Pazarın yenilenen yüzü, en büyük sorun olarak görülen trafiği çözmemiş ise bu aşamadan sonra yapılması gereken, Pazarın önündeki caddeye hiçbir aracın durmasına, park etmesine izin verilmeyecek tedbirlerin alınması en büyük isteğimizdir. Etkili ve yetkili sorumlulara düşen zabıta trafiği ve trafik polisini harekete geçirmektir.





Ne İsterler Allah'ın Garibinden? *


2018 Ekiminde Aydın İlinde bir camide görev yapan din görevlisinin, cami cemaatinin şikayeti üzerine DİB tarafından bir başka yere görev yeri değişikliği yapılınca, bu duruma sinirlenen görevli, oturduğu lojmana daha sonradan ilave ettiği/ettirdiği lavabo, tuvalet, banyo ve kömürlüğü balyozla yıktığı, haberlere yansımıştı. Böylesi olay niçin benim yaşadığım memlekette olmaz diye Aydın’ı kıskanmıştım. Nihayet bir yıl gecikmeli de olsa hele ki şükür bizde de benzeri bir olay vuku buldu. Öyle ya neyimiz eksikti bizim Aydın’dan.

Merkeze 20 km uzaklıkta bir camide 11 yıldır görev yapan imamımızı, cemaatin bir kısmı şikayet eder. Yapılan şikayeti boşa çıkarmak amacıyla imamımız da karşı atağa geçer. Bir kısım cemaatin desteğini alarak “İmamımızdan memnunuz” imzalı dilekçeyi müftülüğe sunar. Ama bu karşı atak fayda vermez. Müftülük, görevlimiz daha yakın bir yerde görev yapsın diye personelinin görev yerini şehir merkezinde bir camiye yapar.

Tayini çıkan imam “Şikayette bir hayır var. Bak şehir merkezine atamam yapıldı” deyip sevineceği ve yeni görev yerine koşa koşa gideceği yerde, iddiaya göre eski görev yerinden ayrılmadan önce kaldığı lojmanın bahçesine daha önce ekip büyüttüğü 17 ağacı keser. Her kestiği ağacı da yakmak için küçük küçük bölümlere ayırır. Kesip ufalttığı ağaçların çoğunu arabaya yükleyerek eski görev yerinden ayrılır. Olay bundan ibaret. Dikkatinizi çekerim odunların hepsini de götürmemiş. (Belki aracı almadı, belki sobada yaksınlar diye camiye bıraktı.)

17 ağacı keserken ne yapıyorsun demeyen cemaat, imam lojmandan ayrıldıktan sonra kesilen ağaçların fotoğraf ve videosunu çekerek basına servis eder. “Vay efendim! Bu ağaçları niye daha önce kesmedi de tayini çıktıktan sonra kesti” gibi. Cemaate göre kesilen 17 ağaç, imama göre ise bir ağaç. Arada 16 ağaç fark var. O bir ağacı da imam, ağacın dalları elektrik tellerine değdiği için kesmiş.

Şimdi burada kim haklı? Sizi bilmem ama bana göre imam haklı. Ağaçları kendi ekmiş, bundan sonra kendisine yar olmayacaksa niçin geride bıraksın? Kendisine yar olmayacak dünyayı ne yapsın sonra. Camiyi ve lojmanını yıkmadığına şükredin. Yerine gelecek imam da tıpkı kendisi gibi eksin, büyütsün, faydalansın. Herhangi bir şikayet olursa o da kesip gitsin. Geride bir şey bırakmasın, tıpkı kendisinin yaptığı gibi. Sonra bu cemaate de iyilik yaramıyor. O ağaçları dikmek için çukur kazmada, fidan getirmede ve o ağaçları zaman zaman sulamada kaçı, imama yardımcı oldu da şimdi o ağaçlara sahipleniyorlar? Hepsinde imamın alın teri ve emeği var. Ayrıca şikayet eden cemaat kendisine nankörlük yapmış. Şikayet de neyin nesi? İnsan sıkılır. Sonra hoca şikayet edilir mi? Onların namazlarını mı kıldırmadı, camiyi mi açmadı, çocuklarını mı okutmadı? Çoğu imam gibi değildi üstelik. Kağıda bakmadan kendi şivesiyle deli dolu hutbesini okurdu. Arta kalan zamanlarda lojmanında yetiştirdiği tavukların yumurtasını da satıyordu. Nasılsa lojmanın bahçesi büyüktü. Sonra sattığı yumurtalar gezen tavuk yumurtası idi. Başta mahalleli olmak üzere halkın sağlıklı besin yemesini de sattığı yumurtalar sayesinde sağlamış oluyordu.

Kestiği ağaçlarla da halkın oksijensiz kalmasını istiyor şimdi. Bence iyi yapmış. 11 yıldır görev yaptığı, neredeyse mülk edindiği bir yerden seni beğenmiyoruz diye göndermek kolay mı? Hakkaniyete sığar mı hiç? Caminin her bir köşesinde, lojmanın her bir yerinde ve bahçesinde emeği vardı. Bu kadar emek, bir şikayet üzere bu şekilde berhava edilmemeliydi. Onların yaptığı nankörlüğe bu kadar iyilik yaramazdı.

İmamın “Ağaçların dalları elektrik tellerine değiyordu, ondan dolayı kestim” gerekçesini de yabana atmamak lazım. Adam giderken bile mahallelisinin başına bir şey gelsin istemiyor. Düşünün ki o elektrik direğine değen ağaçtan dolayı bir yangın çıksaydı, mahallenin hali nice olurdu. Bence imama kızılacağına; imam, ağaçları bir bir kesip arabaya yüklerken mahallelinin gelip hocaya yardım etmemesi çok ayıp olmuş.

Eski mahallesinin kıymetini bilmediği bu imamı şimdi yeni mahallesi düşünsün. Umarım onlar kıymetini bilirler. Hocalarını daha iyi tanırlar da şikayete falan yeltenmezler. Yoksa başlarına ne geleceğini şu anda ben bile kestiremiyorum.

Burada bir söz de Diyanet İşleri Başkanlığına ve diğer kamu görevlilerine söyleyelim. Bu söz bu yazının en doğru tek cümlesi olsun: Bir imam veya başka kurumlardaki bir görevli, niçin bir camide, bir kurumda 11 yıl görev yapar? Bir kamu görevlisinin bir yerde yapacağı ortalama görev süresi beş yıl olmalıdır. Çünkü bu süreden fazla kalan kendini tekrarlamaya ve çalıştığı yeri kendi mülkü gibi görmeye başlar. Beş yıl görev yaptıktan sonra ayrılırken görevini bihakkın yerine getiren bir görevli ise arkada kalanlar “Allah razı olsun, iyi biriydi” desin, görevini layıkıyla yapmayan biri ise “Şükür, kurtulduk” desin.

*03/01/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

28 Aralık 2019 Cumartesi

Genç Bilaller Yarıştı *


"Genç Nida", "Genç Sada", "Genç Muhafızlar", "Genç Hutbe" ve "Genç Bilaller" başlıklı yarışmalar Din Öğretimine bağlı İHO ve İHL'lerde her yıl yapılır. Önce her okulun kendi bünyesinde, ardından ilçe, il, bölge, son olarak da ulusal düzeyde yapılan bu yarışmalar "Kur'an'ı Kerim'i yüzünden ve ezberden güzel okuma, ezanı güzel okuma ve hutbe irat etme üzerinden yapılmaktadır.

İHO ve İHL öğrencilerine yönelik yapılan bu yarışmalar, okullar ve öğrenciler arasında her yıl bir heyecan ve yarışa sahne olmaktadır. Yarışma tarihinden aylar öncesinden okullar, öğrencileri arasından seçme ve eleme yaparak okullarını ilçe, il, bölge ve Türkiye çapında temsil edecek en iyi öğrenciyi bulmaya çalışırlar. Yarışmaya katılacak öğrenciler tespit edildikten sonra rehber öğretmenler nezaretinde öğrenciler çalıştırılır.

Yarışmalar için seçilmiş nida, sada, muhafız ve Bilal isimleri de güzel ve anlamlı. Nida ve sada Kur'an'ı yüzünden okuma, muhafız ise ezberlediği Kur'an'ı muhafaza eden ve unutmayan anlamına gelir. Bilal denince akla hemen ezan ve Bilal-i Habeşi gelir. Biliyorsunuz Bilal İslam'ın ilk müezzinidir ve ezan okumasıyla meşhur bir sahabidir.

Her yıl değişik okulların organizesi ve ev sahipliğinde yapılan bu yarışmalardan "Genç Bilaller Ezan Okuma Yarışması, Konya İli İkinci Bölge Finali" adıyla 27 Aralık 2019 günü Mehmet-Lütfi Gülşen Anadolu İHL'nde yapıldı. 

Dinleyici olarak katıldığım bu yarışmada birbirinden güzel 17 öğrenci, bizlere ezan ziyafeti sundu. İsmi anons edilen her yarışmacı, sahneye çıkarak kendinden emin bir şekilde  ezanını okudu. Farklı makamlarda ve farklı ses tonlarıyla okunan ezanlar, kulağımızın pasını sildi. Dinledikçe mest olduk. Bazı öğrencilerin aynı ezan içinde, farklı makamlara geçiş yapmaları da görülmeye değerdi. Üç saati bulan yarışmada vaktin ne zaman geçtiğini anlayamadık bile. 

Hangi öğrenci birinci olacak, sonucunu beklemeden salondan ayrıldım. Ayrıca birinciyi hiç de merak etmedim. Zira bana göre hepsi birinciydi. Yarışmada en zorlanan da öyle zannediyorum jüri üyeleri olmuştur. Çünkü yarışmacıların sesi güzel. Hepsi ses ve makam eğitimi almışlar. İşlerinin ehli. Adları Bilal olmasa da hepsi adı üzerinde birer Bilal. Bu durumda jürinin yerinde olmayı hiç istemezdim. Ama zorlansalar da ilk üçe giren öğrenciyi belirlemek için mecburen sağdan soldan kırparak puan verecekler.

Başta yarışmayı organize eden okul yöneticileri olmak üzere bu ve diğer yarışmalarda sorumluluk alıp emek sarf edenleri gönülden tebrik ediyorum. Birbiriyle vakur ve centilmen bir şekilde yarışan genç Bilalleri hassaten tebrik ediyorum. Allah yollarını açık etsin. Sayılarını çoğalsın. Okudukları ezanın anlamına uygun yaşamayı nasip etsin. Kendilerini en yakın zamanda camilerde görev yaparken  görmek en büyük arzumuzdur. Böylece sesi olmayan, ses eğitimi almamış, makam nedir bilmeyen ama camilerde görev yapmaya devam eden, bencileyin kara düzen ve tek düze ezan okumaya devam eden görevlilerden kurtulmuş oluruz.

*30/12/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

27 Aralık 2019 Cuma

Kötülük ve Kötülerin Kol Gezdiği Yurt Ortamları *


Zaman zaman artan, zaman zaman azalan ama bir türlü bitmeyen ve sürekli haber konusu olan, haberi duyduğumuzda içimizi paralayan bir konu var: Çocuğa taciz ve istismar olayları. 

Uğradığı tacizi korkusundan gizleyip kimselere anlatamayanlar olduğu gibi uğradığı tacizi bir vesileyle anlatıp gün yüzüne çıkaranlar da oluyor. 

En fazla taciz olaylarının vuku bulduğu yerler de maalesef yurtlardır. Kendi kendini korumaktan aciz yumurcaklar ya bir belletmen ya bir yurt çalışanı tarafından defalarca tacize maruz kalabiliyor. 

Yurtlar ister devlete, ister özel sektöre, ister bir vakıf veya derneğe ait olsun çocuğa istismar olayları her birinde vuku bulabiliyor. Okusun, iyi bir eğitim alsın diye  anne babaları tarafından başkalarına emanet edilen çocukların bir kısmı, yurt hayatında tacize uğradığı haberlere konu olmasına rağmen anne babalar, hala çocuklarını yurtlara nasıl teslim ediyorlar? Çok anlayabilmiş değilim. Bir anne baba için çocuğunun iyi bir eğitim alması elbette önemlidir. Ama daha önemlisi çocuğun psikolojisi, mutluluğudur. Çocuğun, başına gelebilecek bir taciz olayı çocuğun hayatını karartabilir. Hiçbir şey olmasa bile bu çocuk hayata küser. Belki de içine ata ata büyüyünce psikopat biri olacak. Nitekim Ordu ilimizde meydana gelen üniversiteli kızı katleden caninin, mahkemede verdiği ifadede "Yurtta kalırken iki defa tacize uğradığını, bunu kimseye söyleyemediğini, bundan dolayı yurttan kaçtığını ve bundan sonra insanlara kötülük yapacağına karar verdiğini" söylemesi bizi taciz olaylarına karşı düşündürmelidir.

Üniversite yurdu dışında öğrencilerin -kime ait olursa olsun- yurtlarda kalmasını tasvip etmiyorum. Haydi diyelim ki lisede de öğrenci yurtlarda kalabilir. Bu yaşta çocuk kendisini koruyabilir. Ama daha ilkokul ve ortaokul çağındaki çocukların, yurtlarda kalmasına hiç sıcak bakmıyorum.  Daha ana kuzusu bu çocuklar. Kendi kendilerini koruyamaz, doğru ve yanlışın ne olduğunu bilemezler. Olup bitenlerden ibret almayan ve ders çıkarmayan anne babalar, hala çocuklarını yurtlara yerleştirmeyi düşünüyorlarsa böyle anne ve babalar kusura bakmasınlar ama çocuklarının iyiliklerini değil, istemeyerek de olsa kötülüklerini istiyorlar demektir. Çünkü yurt ortamlarında taciz riski daima vardır.

Çocuğunu seven anne baba, şeytanın kol gezdiği yurtlardan mümkün mertebe çocuğunu uzak tutmalıdır. Eğer bulunduğu yerde çocuğunun iyi bir eğitim alacağı bir eğitim yuvası yoksa anne baba, gerekirse şehre göç etmelidir. Buna imkanı yoksa çocuğunu yurda vermektense gerekirse çocuğu cahil kalsın ama yanında tutsun. Bana cahil bir evlat mı istersin yoksa tacize uğramış bir çocuk mu derseniz, çocuğumun cahil olmasını yeğlerim. Anne babalar, aman dikkat! Dimyat’a giderken evdeki bulgurdan olmayalım. Çocuklarımızın hayatıyla oynamayalım.

*08/01/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Asgari Ücret Konusunda Bir Türlü Sadede Gelemedik ***


Ülkemizde asgari ücretle çalışanların net sayısını bildiren elimizde bir veri yok. DİSK’in açıkladığı rapora göre geçimini asgari ücretle sağlayanların sayısı 10 milyon civarında imiş. Tüm asgari ücretlilerin beklediği 2020 yılı asgari ücret oranı ve miktarı nihayet Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk tarafından açıklandı. Yüzde 15,03 oranında yapılan zamma göre 2020 yılında asgari ücret, brüt 2.943 lira oldu. Yani bir asgari ücretlinin eline asgari geçim indirimi hariç net 2.324 lira geçecek.

Asgari ücretliye verilen bu zam oranını, yeterli görenler olduğu gibi yeterli görmeyenler de var. Sayın Bakan “Merkez Bankasının 2019 yılsonu enflasyon rakamının yaklaşık yüzde 12 civarında olacağını açıkladığı bir ortamda, biz işçimize yüzde 12’nin üzerinde bir zam vererek onları enflasyona ezdirmedik” açıklamasını yaptı. Türk-İş ise, açıklanan asgari ücreti az bularak toplantıyı terk ettiğini açıkladı. Türk-İş, yanına “Asgari Ücret tespit Komisyonuna” katılan diğer dört işçi temsilcini de alsa, hep beraber açıklanan asgari ücret miktarına muhalefet şerhi koysalar kaç yazar! Nasılsa komisyonda beş hükümetin, beş de işverenin temsilcisi yer alıyor. Toplamları 10 eden bir çoğunluğun karşısında, beş işçi temsilcisi ne yapabilir. Karar daima 10’a 5 çıkar.

Açıklanan asgari ücret rakamını, adı konmamış bir ekonomik krizden geçtiğimiz günümüzde Bakan gibi yüksek bulanlar çıkabilir. Eldeki imkanlara göre bu oran iyi bir rakam denebilir. Zira işçi ve memuru için hükümetin verdiği 2020 zam oranı, yüzde 15’in çok altında kaldı. Ama asgari ücretliye verilen bu oran ve ellerine geçecek net miktar, asgari ücretliyi yine memnun etmeyecek. Ev kiralarının ortalama 1.000 lira olduğu günümüzde 1.000 lirasını kiraya veren bir asgari ücretli, geriye kalan 1.324 lira ile bir ay boyunca nasıl geçinsin?

Açıkladığı rakamla, asgari ücretliye enflasyonun üzerinde bir zam yaptık, onları enflasyona ezdirmeyeceğiz diyen Sayın Bakan, “Ülkede kriz var, herkes taşın altına elini koyacak. Bu sene zam falan yok, işçi de enflasyonun altında ezilecek” deseydi, bu durumdaki işçilerin hali nice olurdu? Bir düşünün… Bereket, siyasilerimiz bu konuda çok insaflı ve duyarlı. Bugüne kadar geçmişten günümüze hiçbir hükümet işçisini ve memurunu enflasyona hiç ezdirmedi.

Hükümet ve işveren temsilcileri, eldeki imkanları zorlayarak verilebilecek en iyi zammı tespit etmiş olabilirler. Bundan iyisi can sağlığı denebilir. İşçinin durumu kadar bir işçinin işverene maliyeti de malum. Kolay değil işçi çalıştırmak ve asgari ücrete çalışmak. Allah işverene de işçimize de yardım etsin. Umarım eldeki imkanlar çerçevesinde bu zam oranını tespit eden “Asgari Ücret Tespit Komisyonu” üyeleri, altına imza attıkları asgari ücret ile geçinilebileceğine ilk önce kendilerini inandırmışlardır.

Her yıl aralık ayında açıkladığımız rakam, işçinin alın terinin karşılığı olmayacak ve sırtı herkesten fazla terleyen asgari ücretliyi, eline geçecek net ücret memnun etmeyecekse asgari ücretin mantığını bir düşünmemizde fayda var. Bu mantık devam ettiği müddetçe işçiye yüzde 20, yüzde 30’lar civarında zam yapsak da işçinin yarasına merhem olmayacak. Biz asgari ücretliye zam yapmadan önce, bu ülkede çalışan bir insanın kimseye muhtaç olmadan, insanca yaşayabileceği bir taban aylığı tespit etmemiz, sonra yıllık zammı konuşmamız gerekiyor. Zira bu zamlarla asgari ücretli belini doğrultamaz. Brüt ücret ile net ücret arasındaki farka bakınca, kıt kanaat geçinmeye çalışan ve belini doğrultamayan asgari ücretlinin sırtından devlet, iyi vergi kesiyor. Vergisiz olmaz. Zira devlet verilerle ayakta durur. Ama devlet, asgari ücretliden ziyade başka kalemlerden kaynak bulma arayışına girse daha iyi olur.

Sonuç olarak devleti yönetenler, devlet adına komisyonda yer alanlar, asgari ücretliden yüksek vergi kesintisi yapanlar ve işçi çalıştıran işverenler, tespit ettikleri ücret için önce bir empati yapmalılar. Kendileri bu ücrete -haydi insafsızlık yapmayalım- iki katı ücret ile geçinebilirler mi? Geçinsinler. Açıklanan asgari ücrete kimsenin itirazı olmaz.

***28/12/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.



26 Aralık 2019 Perşembe

İlk Rüşvetim Olacaktı


84-85 veya 85-86 öğretim yılı. Lise üç veya lise 4.sınıf öğrencisiyim. Yaz dönemi bir Kur'an Kursunda çocuklara cüz/Kur'an öğretiyorum. Geceleyin de aynı kursun yatılı kısmında kalan yatılı öğrencilere belletmenlik yapıyorum. Geçici bir iş olsa da ilk maaşımı buradan alacağım. Kursun finansman kaynağı bir vakıf idi. Vakıf bana aylık 20 lira vereceğini söyledi. (Paramızdan 6 sıfır atıldı. 80'den beri enflasyonlu hayatı yaşıyoruz. Kesin bir yirmi vardı ama  nasıl bir yirmi idi bilmiyorum.)

Akşam belletmenlik görevi yaparken Mersinli bir çocuğun babası geldi yanıma. Tanıştıktan sonra elini cebine attı. Cebinden bir elli lira çıkardı, bana uzattı. Bu ne dediğimde, "Çocuğum size emanet, ona göz kulak ol. Biraz ilgi ve alaka göster" dedi. Olur mu öyle şey! Kat o parayı cebine. Diğer çocuklar da bizim çocuğumuz. Başka çocuklara ne yapıyorsak sizin çocuğunuza da aynısını yaparız. Ayrıca biz burada yaptığımız bu görevden dolayı maaşımızı alıyoruz dedim. Parayı almam için üsteledi. Gönlüm/nefsim o parayı almam için bana çok baskı yaptı, iştahım kabardı. Ama kendime laf anlatamadım. Velinin verdiği para da fena değildi. Bana bir ayda verilecek maaşın 2,5 katı bir paraydı. İçim gitti ama parayı almadım. Sonra adam, birlikte çalıştığım diğer arkadaşın yanına gitti. Bana ettiği teklifi ona yaptı. Hasılı bana yar olmayan para ona yar oldu.

Parayı almış olsaydım bu paranın adı ne olurdu bilmiyorum ama eğer adı rüşvet ise bu benim ilk rüşvetim olacaktı. Ondan sonra gelsin paralar… Kim tutardı beni...Şimdiye köşeyi kaç dönmüş olurdum. Akılsız kafam! Gel de üzülme şimdi. Heyhat ki heyhat!

İkinci rüşvetime gelince...2011 veya 2012 yılı olsa gerek. Çalıştığım okul, şehrin sobalı tek okuluydu belki. Okula kalorifer döşensin diye az çabalamadım. Çalmadığım kapı kalmadı. Nihayet 25 bin lira bir ödenek temin ettim. Okula altı ayrı firma davet ederek doğrudan temin yoluyla teklif aldım. 27, 30, 35, 37, 40, 45 bin lira KDV hariç teklif veren oldu. En düşük teklifi veren firmayı çağırdım. Verilen teklifler içerisinde en makul teklif sizin teklifiniz. Fakat benim KDV dahil 25 bin lira param var. Eğer bu fiyata yaparım derseniz teklifinizi yenileyin ve iki firmadan daha teklif alıp getirin bana dedim. "Biz aslında bu fiyata yaparız, şayet bizden açıktan para istemeyeceksen" dedi. Ne parası? Benim tek derdim sınıflardaki sobadan kurtulmak ve okuluma kalorifer döşetmek dedim. "Ne bileyim, biz iş yaptığımız okul müdürlerine okulun diğer ihtiyaçlarında kullanmaları için açıktan 2-3 bin lira para veririz. Sen istemeyeceksen o zaman KDV dahil bu fiyata yaparız." dedi. Evrakı yenileyin, ihale sizin. Hayırlı olsun" dedim. El sıkıştık.

Okulumuza kalorifer döşendi. Ben o okuldan ayrıldım. Aradan yıllar geçti, müteahhidin telaffuz ettiği 2-3 bin lira para hiç aklımdan çıkmadı. O parayı alsaydım, ne kadarını okula harcardım bilmiyorum. Çünkü kayda küreğe geçmeyecek, müteahhit ile benim aramda bir para olacaktı. Gel de üzülme şimdi bu duruma…

Gördüğünüz gibi ayağıma kadar gelen iki parayı da geri teptim. İlkini alsaydım, arkası gelir. Belki de şimdi köşe olurdum. Bu durumda kime, ne diyebilirim. Taş atıp yorulmadan ayağıma kadar gelen fırsatları bu şekilde kendi elimle tepmiş oldum. Vah kafam vah!