24 Kasım 2019 Pazar

Öğretmenler Günü ve Öğretmene Dair

Bil ki öğretmenim! Her 24 Kasım'da yılda bir defa anılır; fedakar, cefakar diye övücü sözler duyarsın. Günün adına bir yemek verirler. Onun da sponsoru meçhuldur. Bağını sormadan yediğin üzüm bir güzel kılıfına uydurulmuştur. Çoğu kimsenin sesini çıkarmadığı bir ortamda, içine sinmese de arabozanlık yapmamak için sesini çıkarmazsın ya da birkaç arkadaş ortamında bu meseleyi dillendirirsin. Tüm kutlamanın hepsi bir günde biter.

Bu sene biraz şanslısın. Seni övmek ve seni kutlamak için bir hafta ayrıldı. Kimse 24 Kasım'ı beklemedi. Hafta içi öğrencilerle beraber kendi hazırladığın programı dinler, duygulanır, kendi kendini ağırlarsın.

Yetmez mi bu kadar? Yetmez dersen daha ne istersin be kardeşim derim. Üstelik Sayın Bakan da kutlama mesajı gönderdi. Yüzü görünce astarını isteme. Karnın doyduğuna, sanal alemde kutlama mesajları aldığına, öğretmen meslektaşlarınla birlikte birbirinizin gününüzü körler, sağırlar misali ağırladığınıza göre haydi derse artık. Bu gazla/havayla senden, gücünün üzerinde bir efor bekliyorum. Uçur çocuklarımızı. Gönlümüzden geçen meslekleri ve okulları derece ile kazansın çocuklarımız. 

3600'e takılıp kalma. Bu konuda çok beklenti içerisine girme. Zira ayağına takılır, düşersin. Er veya geç, bir gün çıkar ama sen o zaman yaşar mısın bilemem. Ama sen fedakar ve cefakarsın. Sana nasip olmasa da çocukların hatta torunların öğretmen olur, Türkiye'nin bütçesi düze çıkar ve fazla vermeye başlar, devletin başka harcayacak yeri olmaz ise belki o zaman 3600 katsayısı çıkar. Zaten çıkarsa o zamanlar emekli olsan bile seni de kapsayacak. Zira siyasetçi sözü var burada. Dua et, uzun yaşa.

Ayrıca boş ver 3600'ü. Eskiden 3600 mü vardı? Senden önceki emekçi öğretmenler 3600 olmadığı için ölmediler, namarde de muhtaç olmadılar. Rakamlar senin işin değil. Çocuklara dokunmaya çalış. Elindeki sihirli değnek ile öyle dokun ki yukarıda dediğim gibi çocuklar eğitimde, öğretimde, bilimde ve davranışta uçsun. Yakalayabilene aşk olsun! Çocukları muntazam bir şekilde yetiştirirken hiç malzemeye ihtiyacın yok. Bu cevher sende var, damarlarındaki asil kanda dolaşıyor. Malzeme sensin. Sen varken başka malzeme zaittir. Asla yardımcı kaynak isteme. Okulda deneme yapma. Yapıyorsan da yapmamış gibi görün. Sınavlarının hepsini çoktan seçmeli test yapma. Belki bir tanesini yapabilirsin. Çoktan seçmeli sınav, merkezi sınav yapmakla yükümlü MEB, ÖSYM, kurs ve etüt merkezlerinin işi. 

Sen işine yoğunlaş. Bu işi yaparken "Çocuklar ders dinlemiyor, yaramazlık yapıyor, ödevini yapmıyor, temeli zayıf" gibi mazeretler üretme. Çocukları kendi gözünle değil, ailelerinin gözüyle değerlendir: "Aslında çok zeki ama çalışmıyor". Sen veliden daha mı iyi bileceksin çocuğunu. Hele yaramazlığından dolayı görüşmek için veliyi okula falan çağırma. Veliyi okula çağıran Diyarbakır'da görev yapan müdür yardımcısının başına ne geldiğini bilmem hatırlatmaya gerek var mı?

Çocuklara düşük not verme. Zira verdiğin her düşük not senin başarı karnendir. Yüksek not ise öğrencinin. Ayrıca yüksek not, iyi bir lise seçiminde ve YKS hesaplamalarında lazım olur. Sonra yüksek notu cebinden mi veriyorsun da sermaye kaybı yaşayacaksın? Ver ki hiçbir gerçek ortaya çıkmasın. Öğrenci ve veliyi sevindir ki sen de rahat edesin. Zaten onları mutlu etmek için var olduğunu unutma! Yoksa...

Bu arada MEB'in yeni başlattığı "Öğretmen Kütüphanesi" projesi ile kendini geliştirmeye bak. Önce bir kitap al, bu kitabı oku. Okuduğun kitabı "Öğretmen Kütüphanesi"ne bağışla. Diğer öğretmenlerle kitap değiş tokuşu yap. Okuduğun kitaptan akılda kalanı veya önemli gördüğün bir cümleyi adın soyadın ile birlikte oluşturulan deftere not etmeyi unutma.

Öğretmenler günün kutlu olsun!

23 Kasım 2019 Cumartesi

Yoldaki Çivi *

-Öğretmenler günü anısına-

Kardeşim! Yola attığın çivi benim arabanın tekerinde. Yani tam isabet. Seni tebrik ediyorum. Attığın çivi olur ya kendi tekerime batar diye boşu boşuna endişe edip yolunu uzatma. Haber veriyorum ki o yoldan rahat bir şekilde geçebilesin. Sana aynı anda haber veremedim. Kusuruma bakma ve hakkını helal et. 

Niçin zamanında haber edemedim. Çünkü tekerle uğraştım. Değiştirmesi için lastikçiyi aradım. Yoğunum, gelemem dedi önce. Sonra ben seni beş dakika sonra ararım dedi. Kaç beş dakika geçti, aramadı. Adı üzerinde yoğun. Ama arayacağım diye söz vermişti. Lastikçinin telefonunun olması ve cebimde param işe yaramadı. İçimden bir ses "Ramazan böyle olmayacak. Sen bu işi yaparsın. Ki daha önce değiştirmiştin. Arabanda yedek lastiğin de var. Sadece aradan yıllar geçince acaba yapabilir miyim diye özgüvenin eksik. Haydi sığa kolları" dedi. 

Arabanın bagajında malzeme var mı diye baktım. Önce bir şey bulamadım. Sonra kriko, bijon anahtarı ve bir tornavida elime geçti. Bunlar yeterdi bana. Ah bir de pense olsaydı. Çünkü lastikten önce jant kapağını çıkarmak için makas, bıçak veya pense gerekti. Arabanın her bir yerine baktım. Olmayınca yok. Daha önce ne olur ne olmaz deyip koymayınca olmaz tabi. Gelip birisi koyacak değildi ya…

Sonunda pense için oğlanı aradım. Kardeşiyle birlikte geldi. Olduk üç kişi. Lastikçi gelmezse gelmesin. Uğraş-didin, değiştirdik nihayet. Lastik değiştirme parası da cebimde kaldı.

Bu vesileyle kışlık lastikleri de değiştireyim deyip evden lastikleri alarak aradığımda yoğunum deyip gelmeyen, beş dakika sonra arayacağım deyip aramayan lastikçinin yanına geldim. Öyle ya, gelmeyene gitmeliydim. Kızıp bir başka lastikçiye gitmeye gerek yoktu. Varınca lastikçimin nasılsın sorusuna cezalısın dedim. "Kusura bakma, görüyorsun durumu" dedi. Hakikaten millet sıra bekliyordu. Benim bir lastiği değiştirmeye ayırdığım zamanın dörtte biri kadar bir zaman diliminde arabanın yazlık lastiklerini çıkararak kışlıkları taktı. Çivi batmış lastiği tamir etti. 

Lastikçiden ayrılırken madem bugünü arabaya ayırdım. Biraz bakayım dedim. Yakıt aldıktan sonra bir güzel yıkattım. Tüm bunları niye anlatıyorum yola çivi atmış çivici kardeşim? Lastikçi gibi yoğun bir gün geçirdiğim için yolu temizledim diye sana zamanında haber veremedim. Ha bu arada çivi lazım olursa, elinde yollara ulu orta serpiştireceğin çivin kalmadı ise çivin lastikçide kaldı. Bir zahmet gidip ondan alıver. Vazifenden geri kalma. Hatta sana diğer lastiklerden çıkan çivileri de verebilir.

Bu arada sana bir de teşekkür borcum var. Attığın çivin benim arabamın tekerine nasip olunca bu vesileyle günü dolu dolu geçirdim. Vakit de geçmiş oldu. Çarşıya çıkmayı düşünüyordum. İşim de yoktu. Hoydur hoydur gezecektim. Sayende vaktimi dolu dolu geçirdiğim gibi arabama bakım da yaptım. Zira senin çivin olmasaydı bugün yarın derken ben o kışlık lastikleri ne zaman değiştirecektim? Yine sayende lastikçiye kısa günün karı olarak 70 lira bayıldım. Petrole 75 lira verdim. Yıkamacıya para verdim. Bu hayırlı işe sen ön ayak oldun. Petrolcü, lastikçi, yıkamacı kazandı. Lastik değiştirebileceğime yeniden güvenim geldi. Tüm bunlar senin sayende oldu. Sağ olasın, var olasın. Araban varsa tekerine taş değmesin, pardon çivi batmasın. Bu arada senin için çivi masrafı olacak ama yollara daha fazla çivi atmalısın. Çünkü lastikçiler de Allah Allah diyor. 

Hasılı kardeşim, öğretmenler günü münasebetiyle katıldığım kahvaltıya giderken arabamın lastiğinin tekerinin senin çivin vasıtasıyla patlaması gördüğün gibi bana pahalıya mal oldu. Allah senin hayrını versin.

* 25/11/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


22 Kasım 2019 Cuma

Kim Bizden, Kim Bizden Değil? *

Cumayı bir sanayi camiinde kıldım. Biraz vaaz dinleyeyim diye camiye biraz erken girdim. Beklediğim gibi namaz öncesi bir hatip konuşma yapıyordu. Konuşmanın başında orada olmadığım için o kadar zorlamama rağmen vaazın konusunu çıkaramadım. Çünkü o daldan bu dala atladı durdu hatibimiz.

Aklımda kaldığı kadarıyla her ne dediyse peygamberimize dayandırarak "Bizden değil" dedi durdu. "Bıyığını uzatıp sakalını kısaltan bizden değildir". "Bir başkası babası olmadığı halde baba diyen bizden değildir". "Sakal koymanız lazım. Bunun için eşinizden izin almanıza gerek yok. Dini konularda kimseden izin alınmaz. Bak biriniz elini sakallarına götürdü. Sanırım çıkınca hemen sakal koyacak” dedi. Daha birçok şey daha söyledi. Hepsinin sonu bizden değil ile bitti. Kimseyi içeride ve bizden bırakmadı. En son "Cenneti garantileyen biri, cehennemdeki arkadaş ve dostlarını görünce 'Ya Rabbi! Falan ile birlikte hacca gittik, şu şu işleri yaptık. Onu cehennemde gördüm' deyince Rab Teala haydi cehenneme gir, tüm tanıdıklarını oradan çıkar gel diyecek" diyerek az önce "bizden değil" dediği ne kadar insan varsa çıkartıp cennete koydu.

Sayın vaizin anlattıklarından aklımda kalan ve benim anladıklarım bu kadar. Yalnız dinlerken nelerle uğraşıyoruz deyip ürperdim. Hem din dilimiz hem anlattığımız konular içimi açmadı. Daha değişmemişiz dedim. Bundan sonra da değişeceğimize dair bir umut edinemedim. Din dilimiz toparlayıcı, kuşatıcı olmadığı müddetçe bir arpa boyu yol gidemediğimiz mevcut bizden olanları da yavaş yavaş kaybedeceğiz. Dini anlatan kişiler hem konuşma diline hem üslubuna dikkat etmeli. Günümüze gelmeli. Günümüze dair sorun giderici konu ve sorunlara eğilmeli. Kürsüye çıkmadan önce kendisini bir güzel yetiştirmeli, konusunda birikim sahibi olmalı. Öyle konular seçmeli, öyle güzel bir üslupla anlatmalı ki vaazına cemaati zamanında çekebilmeli. 

Toplumun sorunlarına eğilmeyen, derdiyle dertlenmeyen, insanların ufkunu açmayan, yol göstermeyen bir din dili, bayatlamış konuları ısıtıp ısıtıp önümüze koydukça anlatılan bu vaazların kimseye faydası olmaz, kimseyi camiye çekemez, kimseye de kendisini dinletemez.

Vaazda dikkatimi çeken önce herkesi "Bizden değildir" diyerek ötekileştirdi ve namaz öncesi herkesi korkuttu. Sonra da cehenneme attıklarını bir kişi eliyle kurtardı. Mübarek! Ne kadar günahkar varsa cehennemden çıkarıp alacağına bu dünyada iken "Bizden değil" diyerek kendimizden uzaklaştırmasak olmaz mı? Vaazlarımızda insanları korkutmaktan ne zaman vazgeçeceğiz? Korkutan bir din dilinden ziyade kimseyi korkutmadan sorumluluklarımızı hatırlatan bir din dili geliştirsek daha iyi olacak.

* 30/11/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

EYT'liler Konusu ***

Emeklilikte yaşa takılanlar birkaç senedir daha bir organizeler. Çalmadıkları kapı yok. Zaman zaman bir araya gelip eylem de yapıyorlar. Bu duruma ve hak aramaya kimsenin diyeceği olamaz. Zira haklarıdır. Fakat madalyonun bir de öbür tarafına bakmak lazım.

Devlet yetkililerin yaptığı açıklamaya göre erken emeklilik sürdürülebilir değil. Kamu maliyesine büyük yük getiriyor. SGK'nın bu durumu ve emekliliğin normal seyrinde yürümemesi, geçmiş hükümetlerin erken emekliliğe kapı aralamasıdır. Geçmişte seçim yatırımı olarak prim ve gün sayısını dolduranların erken yaşta emekli edilmesi Bağ-Kur ve SSK'yı batırdı. SGK çatısı altında birleştirilen sosyal güvence, kör topal yürüyor. Bu duruma EYT'lileri (Emeklilikte yaşa takılanlar) dahil etmek çok mantıklı görünmüyor.

Anladığım kadarıyla EYT'lilerin isyanı kazanılmış bir hakkın sonradan değiştirilmesine ve erken emeklilik dolayısıyla yapılan maliyet hesabının diğer birçok kalem ve kişilerde yapılmamasına. Bir konuda bir sıkıntı çekilecek ve bir bedel ödenecekse devletin en tepesinden en altına varıncaya kadar bu yükü sırtlanmasıdır. Böyle olduğu takdirde kimsenin olup bitene bir isyanı ve serzenişi olamaz. Maalesef bizde işçi ve memur için yapılan maliyet hesabı başkaları için geçerli olmuyor. 

Aslında devlette devamlılık esas prensibi gereğince kanun çıkarılırken "Şu tarihten sonra işe başlayanlar için emeklilik yaşı şu şekildedir" şeklinde bir madde konabilirdi. Mevcut çalışanlara ise "Prim ve gün sayısını tamamlayanlar şu kadar yıl daha çalıştıkları takdirde maaş vb. özlük haklarında şu iyileştirmeler olacaktır" şeklinde yazılan bir madde ile mevcut çalışanlara teşvik getirilebilirdi.

Burada değinmek istediğim bir diğer husus, EYT'liler bu haklarını niçin bu kanun çıkarılırken ve yürürlüğe konurken seslerini çıkararak aramadılar? İşçi ve memurun erken emekliliğinde maliyet hesabı yapan yetkililer bugün kaç ayrı kalemden ücret ve maaş almaktadırlar? Emekliliği yük olarak görülen EYT'liler, diğer işçi ve memur çalışırken ne kadar maaş alıyor?

Gördüğüm kadarıyla oldu olacak ve bir orta yol bulunacak denilen EYT'lilerin durumu düzeltilmeyecek. Herkes yaşı gelince emekli olacak. En azından asgari ücretle çalışan EYT'lilerin maaşlarında yeni bir düzenlemeye gidilebilir. 

Kamu maliyesini yönetmekle yükümlü hükümetler öyle zannediyorum emeklileri sırtında bir kambur ve yük olarak görmektedir. Çalışmadan emekli olarak yaşanmasına pek sıcak bakmıyor. Emekli olunca çalışanlar fazla yaşamadan öbür alemi boylasın istiyor. Zaten ölmeyip direnen emekliye de fazla vermeyerek emekli olduğuna pişman ediyor.

Son söz olarak emekliliğin belli bir yaş ile sınırlandırılmasına çok sıcak bakmıyorum. İnsanlar çalıştığı yerde faydalı oluncaya kadar çalışmalı. Bir faydaya haiz değilse normal bir zaman diliminde emekli edilmeli. Bunu da bir kural ve kaideye bağlamalı.

***28/11/2019 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.

Kadınların Üzerinden Ellerimizi Çekelim ***


Kadınları korumaya yönelik olarak çıkaran İstanbul Sözleşmesi ve TBMM tarafından çıkarılıp uygulamaya konan 6284 sayılı kanun toplumumuzda halen tartışma konusu. 

6284 sayılı kanun ile birlikte ortaya çıkan istatistiğe bir bakalım: 
2015 yılında 270.218,
2016 yılında 320.280,
2017 yılında 413.790,
2018 yılında 521.434,
2019 yılında 447.893 kişi için önleyici tedbir ve evden uzaklaştırma cezası verilmiş. Bu demektir ki resmi rakamlara göre son beş yılda 1 milyon 973 bin erkek, evinden uzaklaştırılmış. Bu kanun çıkarılmadan önce kadın cinayetleri yılda 121 iken bu kanunla birlikte 441'e yükselmiş. İstatistiklere bakınca 6284 sayılı kanun, kadınları korumak için mi çıkarıldı yoksa kadınları telef etmek için mi çıkarıldı? Çünkü sonuçlar manidar. 

Çıkarılan bu kanun, bu işleyişiyle kanun koyucunun maksadının dışında bir işlev görüyor. Durum bu iken, toplumun ekseriyetinde bu kanuna ve İstanbul Sözleşmesine karşı büyük bir tepki varken bu Kanun ve Sözleşmede ısrarı anlamakta zorlanıyorum. Bu kanundan çok memnun olanlar bu kanunun çıkması için uğraşan kadın dernekleri olsa gerek. Ne zaman bir kadına şiddet uygulansa ve cinayetle sonuçlansa kadın derneklerinin yetkilileri televizyonlarda boy gösterir. Şu kadar erkek evinden uzaklaştırma cezası aldı, bu kadar kadın için koruma talep edildi, fakat devlet koruma vermedi gibi açıklamalar yaparlar.

Kanunla ne umulmuştu ne bulduk? Zira istatistiklerde bulduklarımız kanun çıkmadan önceki eskiye rahmet okutmaktadır. Toplumsal dokumuza uymayan ve ters tepen bu kanun ve sözleşmeyi rafa kaldırarak bu toplumsal yarayı en aza indirgeyebiliriz. Kadınları korumayı kendilerine görev bilen kadın derneklerinin bu durumda ne ihsanı istenir ne de gölgesi. En iyisi kadınlardan uzak dursun bu kadın dernekleri. Bence bu kadın derneklerinde görev alan kadınların ne kadarının aile yaşantısı düzgün ne kadarı evli?  Araştırmakta fayda var. Eskiden şu erkekler, kadınlar adına konuşmasın denirdi. Erkekler kadınlar hakkında konuşmayı bırakalı çok oldu. Bayrağı kadın dernekleri aldı. Sonuç, kadın cinayetlerinde artış gördüğünüz gibi felaket.

Bu durumda, tekrar ediyorum, halk nezdinde büyük tartışmalara sebebiyet veren İstanbul Sözleşmesi ve 6284 rafa kaldırılmalı, kadınları koruma görevine soyunmuş kadın dernekleri kadınları korumaktan el çektirilmeli. Yok, illa birilerini koruyacaklarsa kendilerine üye olan kadınları korumayı kendilerine vazife edinmeli. Kanun duracak ve geriye dönüş yok denirse uğradığı şiddetten dolayı eve yaklaşmama cezası verilen ailelere haberlerde yer verilmemeli. Yine aynı şekilde uzaklaştırmadan dolayı koca tarafından bir cinayet vuku bulmuş ise televizyonlarda gündem olmamalı. Bu tür vakalar adliyelerde normal seyrinde devam etmeli. Niçin böyle istiyorum? Çünkü uzaklaştırma ve cinayetler televizyonlarda haber olarak verildikçe eşeğin aklına karpuz kabuğu getirircesine toplumda teşvik görüyor, suç daha da artıyor. Kimse uzaklaştırma ve cinayetlerde yangına körükle gitmemeli. Ailede çıkacak sorunları gidermek için dışarıda çözüm arama yerine aileyi koruyacak, aralarındaki sorunu çözecek bir iç mekanizma kurulmalı. 

Demek istediğim aile içine girilmemeli. İşin içine polis, mahkeme, avukat, kadın dernekleri girdikçe işler daha da sarpa sarmaktadır. Hasılı, kadınların ve ailenin üzerinden ellerimizi çekelim, özellikle kadınları korumayı vazife edinmiş kadın dernekleri…

***05/12/2019 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.


20 Kasım 2019 Çarşamba

"Öğretmen Kütüphanesi" *


Eğitim ve öğretim alanında sınıf geçemeyen MEB'in en iyi yaptığı işlerden biri de proje üretmektir. Okulların ve MEB'in ürettiği projenin sayısı saymakla bitmez. Düşünülür, taşınılır, ortaya bir proje konur. Bir heyecanla başlatılır. Büyük ses getireceği düşünülür. Ses getirse de projeler çok uzun soluklu olmaz. Çünkü başlangıçtaki heyecan kalmaz. Bir müddet sonra ya kaldırılır ya da yerine getirilmesi gereken bir rutine döner. Adı konmasa da bu projelere "Hazırla-başlat-çöpe at" projesi denebilir. Çünkü başlarken ses getiren, çoğu projenin yarını yoktur. 

Milli Eğitim Bakanlığı, "Öğretmen Kütüphanesi" başlıklı bir projenin startını verdi. Bu projeyi diğerlerinden farklı kılan, bu projenin öğretmenlere yönelik olmasıdır. İçeriğini tam bilmemekle beraber projenin uygulanışı, anladığım kadarıyla şu şekilde olacaktır: Öğretmenler odasına bir kütüphane kurulacak. (Kütüphane ile kastedilen kitaplık olmalı. Çünkü çoğu öğretmenler odası, fiziki yönüyle kütüphane kurmaya elverişli değil.)  Konan bu kitaplığa öğretmenler kitap bağışında bulunacak. Bu kitapları öğretmenler, dönüşümlü olarak okuyacak. Okunan kitaplardan önemli görülen yerleri veya akılda kalan kısımları öğretmenler, oluşturulan/tutulan not defterine ad ve soyadı belirterek yazacak. Yazılan bu notlar okul ismi belirtilerek sosyal medyada paylaşılacak. 

MEB'in başlattığı bu proje, uzun soluklu olur mu? Başlamasıyla bitmesi bir mi olur? Verim alınır mı? Yerine getirilmesi zorunlu bir rutine mi döner? Tüm bunları zaman gösterecek. Bekleyip göreceğiz. Anladığım kadarıyla MEB benden kitap okumamı istiyor. Öğrencilere okuttuk, sıra bizde. Bu proje ile bana kitap okuma ödevi veriyor MEB. Bu demektir ki elime kitap alacağım. Almakla kalmayıp okuyacağım. Okumakla kalmayacağım. Okuduğumu not alıp not defterine geçeceğim ve bu notum; adım, soyadım ve okulumla birlikte sosyal medyada paylaşılacak. Bakalım ne kadar beğeni alacağım.

Gördüğünüz gibi MEB bu konuda ciddi. Bu yaştan sonra bana kitap okutacak. Okuduğumu anlamak için kafa yoracağım. Kafanın yorulmasından geçtim. Gözümü de yoracağım. Haydi bunu da geçtim. Dağarcığıma bilgi girecek. Haydi girsin. Hepsinden geçtim. Anladığımı yazmamı istiyor benden. Anlamak ve ben? Ne kadar yabancıyız birbirimize. Anlamak için kendimi vermem ve düşünmem gerekecek. 

Bereket MEB, kitap okuma saati ayarlamıyor, günlük kaç sayfa okudun, okuduğunu anlat veya kitabın özetini çıkar ve sisteme gir demiyor. Şu isimli kitapları oku, falan tarihte sınav yapacağım, yılsonunda  sana karne vereceğim, tıpkı öğrencilere verdiğim gibi demiyor. 

İş ciddi anlayacağınız. Nasıl okuyacağım bu yaştan sonra? Göz görmez, kulak duymaz, anlama melekelerim zayıfladı. Allah vere de bu projeden öğrencilerin haberi olmasa. MEB ile benim aramda kalsa. Öğrencinin haberi olursa "Öğretmenim! Nasıl gidiyor kitap okumak? Hangi kitabı okuyorsun? Bugün kaç sayfa okudun? Kitabın ana fikri ne?" der durur. Çocuğun ağzını büzemem ya! Hele ardından "Nasılmış kitap okumak? Bize hep oku der dururdun. Şimdi gör gününü" der de bu yaştan sonra çekemem.

* 23/11/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Derdimiz/Dersimiz FETÖ

Türkiye 17-25 Aralık 2013 süreciyle birlikte "Paralel Devlet Yapılanması ile tanıştı. Aynı yapı 15 Temmuz 2016 tarihi itibariyle FETÖ diye anılmaya başlandı. Kanlı darbe teşebbüsünün üzerinden üç yıl geçmesine rağmen FETÖ ile mücadele tüm hızıyla devam ediyor. Operasyon üzerine operasyon yapılıyor. Tüm dert, devletin içine çöreklenmiş, devletin kendisi olmuş, kısa zamanda devasa bir güce ulaşmış, devlet içinde devlet olmuş sinsi bir örgütten kurtulmaktır.

FETÖ belasından kurtulmak, örgütü çökertip yok etmek için devlet yoğurdu üfleyerek yiyor, kılı kırk yarıyor. En ufak bir duyumu bile dikkate alıyor. Herkesten şüphe ediyor. Devlet topyekûn giriştiği bu mücadeleden nasıl çıkar? Sonucu ne olur? Bunu zaman gösterecek.

FETÖ konusunda halkımız ne durumda?
Bir kesim vardır ki onlara göre hemen hemen herkes FETÖ'cü. Bunlarla sonuna kadar mücadele edilmeli, hiç acıma ve merhamet gösterilmemeli, kamuda çalışanların görevlerine son verilmeli. Çünkü bunların eline imkan geçmiş olsaydı neler yaparlardı neler! Mücadele edilirken bazı mağdurlar da olabilir. Sonra görevlerine iade edilirler.

Bir diğer kesime göre FETÖ'nün siyasi ayağı ortaya çıkarılmadı. Onlar korunuyor. Siyasi ayak ortaya çıkarılmadıkça FETÖ ile mücadele olmaz.

Bir başka kesime göre FETÖ ile mücadele falan yok. Hepsi faso fiso. Operasyon yapılan, ceza alan hep alt kesim. Üst kesime dokunulmuyor. Çünkü üst kesimde olanların çoğu FETÖ artığı. FETÖ ile mücadelenin başarılı olması için temizliğe üstten başlanmalıydı. 

Bir diğer kesime göre FETÖ ile mücadelede sap ile saman karıştırılmış, kişilerle mücadeleye dönüşmüştür. Biri yerinden mi edilecek. Onun için FETÖ ile mücadelede pasif kaldı, mücadele etmedi, korudu, geçmişte onlarla beraberdi, hatta onlar hakkında falan tarihte şöyle diyordu deniyor. 

Bir başkasına göre FETÖ ile mücadele etmek için adı geçen yapının cemaat ile örgüt boyutunun ayırt edilmesi gerekirdi. Toptancı anlayış ve hepsini aynı kefeye koyup insanları fişlemek ve onları töhmet altında bırakmak onulmaz yaralar açacak ve toplumsal barışı yaralayacaktır.

Bir başkasına göre FETÖ ile mücadele tarihi olarak 17-25 2013 Aralık'tan ziyade 15 Temmuz 2016 tarihi esas alınmalıdır.

Bir başka kesime göre FETÖ ile mücadele ediyoruz denerek torpil ve adam kayırmacılığın önü açıldı. Sözlü sınavların yazılıların önüne geçmesi, atama ve yükselmelerin bir cemaat veya sendikaya ait olması toplumsal barışı zedelemiştir...