2 Kasım 2019 Cumartesi

Pazarcı Esnafı Olmak Zordur *

Hayatta elinin emeğiyle kazanmak zordur. Sorumluluk isteyen her meslek zor olsa da meslekler içerisinde kolaydan zora doğru bir sıralama yapılırsa semt pazarlarında pazarcılık yapmak da meslek grupları arasında zor olanlarındandır.

Mevsimine göre satacağın ürünü almak için sebze halinden veya yerinden getirmelisin. Malı en uygun fiyata almalısın. Çünkü rakiplerinle rekabet etmenin başka yolu yoktur. Aldığın ürünü stoklayacağın bir yerin olmalı. Malı koyduğun yer ürününü üşütmemeli ve bozmamalı. Çabuk bozulacak sebze ve meyveyi çabucak elden çıkarmalısın.

Belli bir yerin yoktur. Her gün satacağın sebze veya meyveyi aracına yüklemelisin. Göçebe gibi her gün bir semte gitmelisin. Daha müşteriler gelmeye başlamadan tezgahı açmalısın. Gerekirse çadır kurmalısın. Yağmura, kara ve dona karşı tedbirini almalısın. Ürünü, albeni diyecek şekilde tezgaha dizmelisin. 

Müşteriler gelmeye başlayınca oturamazsın. Kimi fiyat sorar, kimi seçmece var mı der, kimi şurada şu fiyat, seninki pahalı der. Malını beğendirmek, satmak ve müşteri çekmek için gerekirse bağırmalısın.

Akşam hava kararmaya başlayıp müşteriler el etek çekmeye başlayınca satamadığın sebze ve meyveyi tekrar arabana yükleyeceksin, evinin yolunu tutacaksın.

Evde yemeğini yedikten sonra yattığın yeri beğenirsin. Mışıl mışıl bir uykuya dalarsın. 

Sabah erkenden malını tekrar yükleyip diğer semt pazarının yolunu tutarsın.

Ne tatili vardır ne de pazarı pazarcılığın. Hastalık kabul etmez. Keyfin olmasa da yollara düşeceksin. Ekmek teknesi ne de olsa.

Bazen iyi kar edersin, keyfine diyecek olmaz, yorgunluk nedir bilmezsin. Malın elde kalırsa dut yemiş bülbüle dönersin, kara kara düşünürsün. Bazen içine kapansan da bazen burnundan soluyarak çatacak birini ararsın.

Hasılı pazarcılık zordur vesselam. Zorluğun yanında bir de helalinden kazanma durumu var. Eğer sebze ve meyvenin iyilerini öne koyup arka tarafa kötü, çürük ve eziklerini koymuş ve müşteriye her yer aynı deyip arka taraftan el çabukluğuyla çürük ve çarık ürün doldurursan bil ki kazancına haram karıştırırsın. Terazin doğru tartmazsa haram yemiş olursun.

*25/01/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yazmak Okumaktır Aynı Zamanda ***

Toplum olarak okuma sorunumuz var. Okumada dünya ortalamasının altındayız. Okumada geri olsak da konuşmada üstümüze yoktur. Çünkü okuma yerine konuşmayı tercih ediyoruz. Konuşmalarımız yazıya dökülse dünya kadar yazılı eserimiz olur. Teknoloji ileride konuşmalarımızı aynı anda yazıya geçirecek seviyeye gelirse dünyanın en büyük eserinin müellifi bizim toplum olur.

Okuma yönünden özürlü olsak da yazan insanımızın sayısı az değil. Kitapçı raflarına bir göz atarsak alınıp okunsun diye okuyucu bekleyen kitap sayısı az değil. Kitapların alıcısı fazla olmasa da kitap bolluğu sevindiricidir. Çünkü yazmak deyip de geçmeyelim. Yazılan bu kitapların her biri birer emek mahsulüdür.  Yazmak okumaktır aynı zamanda. Hayatın getirdiği sorunları ele almaktır, onları dert edinmektir. Onlara çözüm önerileri sunmaktır. Duyarlı olmak demektir.

Yazmak cesarettir aynı zamanda. Görüşünü açıklarken kendini ele vermektir. Rengini ve duruşunu belli etmektir. Kınayanın kınamasına aldırmamaktır. Görüşünden dolayı gelebilecek eleştirilere göğüs germektir ve terlemektir.
Yazmak içini dökmektir aynı zamanda. Rahatlamaktır. Düşündüklerini kağıda yansıtabilmektir. 
Yazmak bir sanattır aynı zamanda. Herkes konuşur, herkes okur ama herkes yazamaz.  Bir insicam içerisinde kelimeleri ve cümleleri konuşturmaktır. Kelime, kavram ve deyimleri yerli yerince oturtmaktır. 
Yazmak bir birikimdir aynı zamanda.  Geçmişten günümüze, belleğinde topladığını kağıda dökmektir. Balık kafalı olmadığına işarettir. Yazmak hafızayı güçlendirir aynı zamanda. Kişiyi dinç ve diri tutar. Kelime hazineni geliştirir.
Yazmak hayata farklı pencerelerden bakmayı öğretir aynı zamanda. Kişi yazarken öğrenmeye devam eder. Eleştirel bir bakış açısı verir. Ufkunu geliştirir. Aynı zamanda eleştirilmeyi de göze alır.
Yazmak bir bağımlılıktır aynı zamanda. Kişiye boş vaktini değerlendirmeyi öğretir, zamanı boşa harcatmaz. Yazmak varken ne yapayım dedirtmez. Yeter ki bir boşluk bulsun.
Yazmak sessizliktir ve sessizliğe bürünmektir aynı zamanda. Kalabalıklardan uzaklaşmaktır. Düşünmeye dalmaktır.
Yazmak bir gözlemdir aynı zamanda. Sorunu görmektir. Kalabalıklar içerisinde otururken zihninde sorunu yazmaya başlamaktır. Kağıda kaleme dökmeden zihninde pişirmektir.
Yazmak geçmişle gelecek arasında bir köprü olmaktır, bağlantı kurmaktır. Çözüm odaklı çalışmaktır. Bazen parçadan bütüne, bazen de bütünden cüze gitmektir. Bir çıkarımda bulunmaktır.
Yazmak bir taraftan kendini geliştirirken bir taraftan da eksikliklerini bulmaktır ve bu eksikliği gidermeye çalışmaktır. Kendini sorgulamaktır.
Yazmak gündemi takip etmek ve gündemle yaşamak demektir.
Yazmak mücadeledir. Bir nevi savaştır. Silahı kalemdir. İnsanı hedef alır. Onlara ve gönüllerine dokunmaya çalışır.
Yazmak yarası olan gocunsun diye inceden inceye dokundurmaktır. Anlayana ve anlamak isteyene elbette. Anlamak istemeyene davul zurna azdır.

***09/11/2019 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.





1 Kasım 2019 Cuma

Temcit Pilavı*

Bizim ülkemizin yumuşak karnı çok. Terör, ekonomi, kutuplaşma, diplomasi ve dış politika gibi. Genelden özele inersek bize göre tehcir, başkalarına göre "soykırım" meselesi, her yıl nisan ayında dünya gündemine gelir. 1965 yılından bu yana 29 ülke meclisinde “soykırım” oylanarak kabul edildi.

Bu senenin diğer yıllardan farkı, “soykırım” nisanı beklemeden tekrar gündeme geldi. ABD Temsilciler Meclisinde yapılan oylama ile Osmanlı’nın Ermenilere “soykırım” yaptığına dair yasa tasarısı kabul edildi. Temsilciler Meclisinden geçen bu yasa tasarısı, ABD parlamentosundan da bu şekil geçerse Osmanlı’nın Ermenilere “soykırım” uyguladığını kabul eden 30.ülke olacak.

ABD Temsilciler Meclisine “soykırım” meselesi ilk defa gelmiyor. Her sene temcit pilavı gibi gelir. Fakat kabul edilmezdi. Bu sene üstelik nisan ayı da beklenmeden Demokratlar ve Cumhuriyetçiler bir araya gelerek ezici bir çoğunlukla “soykırım”ı kabulde yarıştılar. Aynı Meclis, “Barış Pınarı Harekâtından” dolayı Türkiye’ye yaptırım yapma yasa tasarısını da oylayarak kabul etti. Halbuki aynı ABD, Türkiye ile yaptığı Ankara Mutabakatında yaptırım uygulamayacağını söylemişti.  

Ne oldu da her yıl ABD kamuoyunun ve Meclislerinin gündemine gelen ve kabul edilmeyen “soykırım” apar topar oylandı? Aldığımız yaptırım kararlarını geri çekiyoruz diyen ABD, sözünün ve imzasının üzerinden on beş gün bile geçmeden yaptırım kararını oylayıp kabul edebiliyor. Hiç büyük ve köklü bir devlet ciddiyeti var mı ABD’nin bu yaptığında? Hoş, karşımızdaki ABD olunca normal görür olduk artık. Çünkü saat başı karar ve görüş değiştiren, görüşlerinde sürekli zikzak çizen ve “U” dönüşü yapan bir ABD var karşımızda.  Konuştuğu ve yazdığı her şeyde, aldığı her kararda dünyayı yakından ilgilendiren ve etkileyen bu ülkenin ne dilinde diplomatik bir dil var ne devlet teamülü var ne de sorumlu bir devlet görüntüsü var. İşin garibi Temsilciler Meclisinde oylanarak kabul edilen “Soykırım Yasa Tasarısı”na ABD’lilerin inandığını falan düşünmüyorum. Anlaşılan “Barış Pınarı Harekatı dolayısıyla imzalanan Ankara Mutabakatını hazmedememiş görünüyorlar. Belki de bu harekatla tekerlerine taş koyduk. Ortadoğu’daki emellerine ulaşamayacaklar. “Soykırım” ve ekonomik yaptırım kararları ile akılları sıra bize had bildirecekler ve intikam alacaklar. Bu aşamadan sonra ABD’nin her yaptığı cami duvarına işemekten başka bir şey değil. Biz de ABD’nin çizdiği bu tablodan sonra, ne olur: “Efendim! Birlikte biz bir NATO ülkesiyiz, müttefikimiz, stratejik ortağımız” falan demesin.

Bir söz de ABD Temsilciler Meclisinden geçen “soykırım” ve yaptırım kararını, TBMM’de grubu bulunan partiler ortak bildiri ile kınarken bir partimiz kınamamış. ABD’nin aldığı bu karar gibi bu partimizin kınamaya destek vermemesini de yadırgamadım. Çünkü o partinin hiçbir milli davada Türkiye’nin yanında yer aldığını görmedim bu güne kadar. Körler, sağırlar misali birbirlerini ağırlayıp duruyorlar. Ama TBMM’nin kınama kararına ret oyu vermesi, kendi içinde kendisiyle çelişmiyor. Çünkü emin adımlarla davasını(!) savunmaya devam ediyor. 1975 yılında suikastlara imza atan ve birçok konsolosumuzu öldüren ASALA terör örgütü, 1985’lerde eylemlerine son verdikten sonra bayrağı PKK devraldı. Değişik adlarla bu kanlı terör örgütü, içeride ve dışarıda Türkiye ile mücadele etmeye devam ediyor. PKK bu işi, içimizde ve sınır ötemizde yaparken Ermeni diasporası da dünya devletlerinin parlamentolarında lobi çalışması yaparak Türkiye’yi mahkum ettirmeye çalışıyor. PKK terör örgütü ile organik ve inorganik bağını kesmeyen ve bunu inkar etmeyen TBMM’deki parti de Meclisteki görevini harfiyen yerine getiriyor. Biz besliyoruz, dışarıya çalışıyor. Merak ediyorum, bu gayri milli görüntüsüyle bu partinin Mecliste ne işi var?

*02/11/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

30 Ekim 2019 Çarşamba

Farklı Fikirleri Kimler Dinlemez? *


Zaman zaman birileri hakkında şunu dinlemeyin; sapıktır, bunu dinlemeyin; itikadı bozuktur...
Falandan uzak durun; tehlikelidir.
Şu var ya şu...Kur'an'cıdır; sünnet ve hadisleri inkar ediyor. 
Falan mı? Kafanı bulandırır, bunun bir konuşmasını dinledim; Allah'ım! Aklıma mukayyet ol, beni affet, dedim. Bir daha mı? Tövbe tövbe! Beni dinden çıkartacaktı…ben kıymetli vaktimi onun gibi birini dinleyerek geçiremem.
Falan, sahabeye hakaret ediyor. 
Böylelerini konuşturmamak lazım.
Bunların kitapları okunmaz.
Sen bunun kitabını nasıl okur, konferansına nasıl gidersin? Halbuki o, şöyle biridir. Falan konuda şöyle bir düşünceye sahiptir.
Bunlar müsteşriklerin içimizdeki yerli işbirlikçileridir gibi sözler duyarsınız. Sizi uyarır dururlar.

Kur'an'da müminlerle ilgili Allah "O kimseler ki tüm sözleri dinlerler ve sözlerin en güzeline uyarlar" buyurmasına rağmen bu ayete karşı gelircesine bu tür uyarılar nedendir? Yapılanlar inanç ve fikir hürriyetine ve İslam'ın hoşgörü anlayışına sığar mı? Allah sapıtma ve inkar etme konusunda şeytana bile özgürlük verirken Müslümanlar aynı kıbleye baş koymuş Müslüman kardeşlerine niçin aynı hoşgörüyü göstermezler? Yanlış buldukları ve katılmadıkları bir görüşünden dolayı o kimseye niçin iki satırlık bir reddiye yazma yoluna gitmezler?

Bu tür uyarı yapanların hepsi yeknesak değil. Ne niyetle böyle yaptıklarını sorgulamaya çalışacağım. Uyarıların aşağıdaki sebep ya da sebepler dolayısıyla olabileceğini düşünüyorum.
1.Farklı fikre tahammülü yoktur.
2.Yeni bir fikre açık değildir.
3.Ön yargılıdır.
4.Kişiyi yeterince tanımıyor, kulaktan dolma bilgilere sahiptir. Bu kadarını yeterli görüyor.
5.Kendi fikrine güvenmiyor, fikrinin değişeceğinden endişe duymaktadır.
6.Halihazırda savunduğu fikirden ekmek yiyordur. Ekmeğinin elinden uçup gideceği endişesini taşımaktadır.
7.Aklını kullanmıyor, yeni ve farklı fikirleri sorgulamaktan kaçınıyor ya da kendi fikri konusunda yeterli donanıma sahip değildir.
8.Farklı fikre karşı çıkarak birilerine yaranmaya çalışıyor.
9.Kafasını doldurduğu bidat ve hurafeleri en doğru kabul etmektedir.
10.Geleneklere aşırı bağlıdır. İyi bir taklitçidir.
11.Ya çok samimi ya da samimi görünmeyi seçmektedir.
12.Eleştiri kültürü gelişmemiştir...

* 30/09/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


29 Ekim 2019 Salı

Cumhuriyet Üzerine Bir Değerlendirme ***


Cumhuriyetin ilan edilişinin 96.yılını öğrenci, öğretmen ve çocuğu etkinliklerde görev alan az sayıda veli ile birlikte kutladık. Bazı yerlerde halkın katılımı olsa da çoğu yerde halk yok bu kutlamalarda. Protokol dışında devlet memuru da yok. Hasılı "Milletin, egemenliğini kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığıyla kullandığı devlet biçimi" olan cumhuriyet kutlamalarına halkın katılımı, neredeyse yok gibi. Halkımızın çoğunluğu tarafından tatil olarak değerlendirilen bugünün kutlaması, her zamanki gibi öğretmen ve öğrencilerin üzerinde dense abartmış olmayız.

Halkın cumhuriyet ile bir sorunu var mı? Sanmıyorum. Cumhuriyet ve değerlerine soğuk bakanların bile cumhuriyet ile bir sorunlarının olduğunu düşünmüyorum. Çünkü bir yönetim biçimi olan cumhuriyet, İslam dininin "Onların işleri istişare iledir" fermanı gereğince Müslümanlarca günümüzün en uygun yönetim şekli kabul edilmesi lazım. Zira halkın temsilcileri vasıtasıyla oluşan Meclis, bir nevi şura/istişare heyetidir.

Durum bu iken yani cumhuriyet İslam'a en uygun yönetim biçimi olduğu halde mütedeyyin insanlardan oluşan bir kesim, niçin cumhuriyete ve cumhuriyetin değerlerine karşı çıkar? Kimin, niçin karşı çıktığı veya soğuk baktığı, dilinin altında gizli olduğu için sebep ya da sebeplerini bilme imkanımız yoktur. Fakat psikologlar kendisine tedavi için gelenleri anlamak ve ona göre bir tedavi önermek için kişilerin çocukluğuna inmeye çalıştıkları gibi ben de bunun nedeninin geçmişte olduğunu düşünüyorum. Din ve cumhuriyet gibi değerler her birimizin ortak değeri olması gerekirken bu değerlere tavır alabiliyoruz çoğu zaman. En azından soğuk bakıyoruz. Niçin böyle derseniz? Bana göre suç, bu değerlerden ziyade bu değerleri uygulayan, anlatan kişilerde olduğunu düşünüyorum. Bu değerlerin arkasına sığınarak yapılan veya dayatılan bazı hususlar dolayısıyla kişilerin yaptığından nefret eden insanımız, ister istemez bu kişilerin savunduğu değerlere de mesafe koyuyor. Çünkü bu güzel değerlerin uygulayıcısı insandır. Dünyanın en kötü sistemi iyi insanlar elinde adalet dağıtabiliyor iken en iyi sistem de kötü uygulayıcılar elinde berbat bir sisteme dönüşebiliyor. 

Nasıl ki din adına yapılan veya dayatılan ya da manevi baskı uygulayan kişiler yüzünden bir kesim, dine ve dini yaşayışa soğuk bakıyorsa cumhuriyet adını kullanarak geçmişte yapılan birçok uygulama ve baskı, cumhuriyetin doğru anlaşılmasının önüne geçmiştir. Bugün cumhuriyet yönetimine karşı çıkanlar sanmayın ki padişahlık sistemine özlem duyuyorlar. Karşı çıkanların elinde imkan olsa onlar da yönetim biçimi olarak cumhuriyet yönetim biçimini tercih ederler.

Hasılı bugün kimsenin cumhuriyetle, laiklikle ilgili bir sorunu olmasa da halen bu ve benzeri değerlere soğuk bakış varsa nedenini geçmiş uygulamalarda aramak lazım. Kişilerin yaptığı, değerleri bağlamasa da kişi uygulamalarından hareketle değerlere mesafe koyma gibi değişmeyen bir huyumuz var. Geçmiş yapılanlar geçmişte kaldı. Kötü örneklerin izi belleklerimizden silinsin isteniyorsa kanun yapıcıların kanun yaparken halkın değerlerini ve hassasiyetlerini gözetmelerinde fayda vardır.

***31/10/2019 tarihinde  Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.




İhtiyarlık Başa Belâ -2-

Ölüm sıra takip etmiyor, vakti gelen darı bekaya göçüp gidiyor. Zaman zaman eş ve dostun cenaze merasimine katılarak defnediyoruz. Gün geçmiyor ki minarelerden ölen biri için sala verilmemiş olsun.

Başkalarını defnederken ayakta olsam da ölüm vaktimin her geçen gün biraz daha yaklaştığını hissediyorum. Çünkü vücut yavaş yavaş "Pilin bitiyor" uyarısı veriyor. Çok hastaneye giden ve ilaç kullanan biri olmasam da eskisi gibi abdest tutamıyorum. Bir zamanlar sabah abdesti ile yatsıyı kılan ben, en iyi halimde iki, bilemedin üç vakit namaz kılabiliyorum. Eskiden wc'ye gitme benim elimde iken şimdi inisiyatif benden gitti. Geldi mi gücün atıyorum tuvalete kendimi. Sabırsız mı sabırsız. Tuvalet dolu, bu arada wc yok, şu namaz vaktini de bekleyeyim demiyor. Yeter ki gelsin. Az sabır desen ne laf anlıyor ne de söz. Hoplatıyor. Böyle giderse -hiç temenni etmiyorum ama- tuvalete varmadan altıma da kaçırırım. Böyle durumlarda çocuk olmayı ne kadar arzu ederdim. Utanmaca, sıkılmaca yok. Bulduğun bir köşeye tutturuverir, rahatlarsın. Gören de ayıplamaz, hatta gülüp geçer gider. Bu yaşta aynısını ben yapsam, gören en hafifiyle “Çüş be amca! Yaşından başından utan” der. Halbuki ihtiyarlık bir nevi çocukluktur. Ne varmış yaşımda, başımda? Çocuklara gösterilen bu hoşgörü ihtiyarlara da gösterilse ne olur? Sanki kıyamet mi kopar? Hoş, ayıp karşılanmasa da yapacak değiliz elbet. Ama yapmasak da alternatif olarak bir kenarda beklese fena olmaz. Ne olur ne olmaz değil mi ya! Bu arada bir başka alternatif daha aklıma geldi. Böylesi durumlarda yanımda lazımlık falan mı taşısam diyorum ya da Arapların giyindiği gibi entari giyinmek. Bu da nereden çıktı demeyin. Bu zıkkım özellikle üşüttüğüm zamanlarda hoplatmaya başlayınca güç-bela tuvalete kendimi atıyorum. Boş kabin bulabilirsem, şükür diyorum ama pantolonun düğmesini çözmek bir mesele oluyor bu durumlarda. Halbuki üzerimde entari olsa düğme, fermuar derdi yok. Çömelip oturuyorsun. Bu Arapları bu vesileyle daha iyi anlıyorum. Hem sıcaklarda yürüdükçe entari sallandıkça serinletir hem de wc ihtiyacı olduğunda protokol uygulamaya gerek yok.

Siz gülün bakalım. Ama size; gülme komşuna, gelir başına demek isterim. Çünkü bu işler parayla değil sırayla. Bugün bana yarın size. Motor fren tutmayıp hoplatmaya başlayınca anlayacaksınız beni o zaman. Hatta adam beni anlatmış diyeceksiniz. Ama o zaman iş işten geçmiş olacak. Ev dışında gittiğiniz bir yerde sağa sola bakarken gözünüz bu aralarda tuvalet nerede diye arayıp duracak. Çünkü hiç beklemediğiniz anda az sonra başınıza ekşiyecek. Demedi demeyin. Aynen vaki olacak. Nasıl ki ihtiyarlık gelecekse bu da gelecek.

Bu işin sonu nereye mi varır? İleri boyutlara varır ise -öyle zannediyorum- prostattan ameliyat olmaya kadar gider. Ameliyat başarılı mı olur yoksa başarısız mı şimdiden bir şey diyemiyorum. Yine iyi huylu mu, kötü huylu mu olur, onu da bilemem. Ama bildiğim bir şey var, prostattan ameliyat olunca hastanede elinde idrar torbası dolaşır durursun. Dolaşa dolaşa herhalde utanma duygusu da yok oluyor.

Nasıl beğendiniz mi ihtiyarlığı? Daha iliklerime kadar yaşamadım ama bu ihtiyarlığı, anlatmak ve yazıya geçirmek bile zor gördüğünüz gibi. Bir de yaşamasını düşünün bu işin. Hasılı, zor dostum zor. Bu ihtiyarlık başa bela dense yeridir.

28 Ekim 2019 Pazartesi

İhtiyarlık Başa Belâ!*

Öğretmenevinde ikindi namazını kıldıktan sonra lavabosuna geçtim. Wc'ye girerken yaşını başını almış yaşlı bir bey amca abdest alıyordu. Çıktım, amca yine abdest almaya devam ediyordu. Elimi yıkarken çıkan sese kulak kabarttım. Garip bir ses idi gelen. Tarif edemem. İhtiyar amcadan geliyordu. Ağzından ziyade ta içinden geliyordu ses. 

Yaşı kaçtır amcanın bilmiyorum ama seksenin üzerinde olmalı. İki büklüm olmuş abdest alırken. Ben çıkarken çorabını giymeye çalışıyordu. Bir yanını lavaboya dayamış, ayağını dizine kadar kaldırmış,  belini iyice bükmüş, iki eliyle çorabını ayağına geçirmek için uğraşıyordu.

Ben çıkıp gittikten nice sonra çorabını giydi, ne kadar vakittir abdest almaya çalışıyordu bilmiyorum. Kuvvetle muhtemel öğretmenevinin müdavimlerinden olmalı. Belki de sabah erkenden gelip geç vakte kadar burada vakit geçiriyordur. Yaşının gereği -idrarını uzun tutamayacağından- bir abdestle diğer vakitleri kılamayacağına göre öyle zannediyorum her vakit için lavaboya girip abdest alıyordur. Abdest almak işkence olmalı onun için. Görmedim ama ayağını yıkamak için lavabo boyunca ayağını kaldırması ve yıkarken bir yere tutunması en az çorap giyişi kadar zor olmalı. 

Üzüldüm amcanın durumuna... Öğretmenevi müdürü olsaydım oranın müdavimi ihtiyarların, abdest ihtiyaçlarını kolayca karşılamaları için en azından lavabonun birini, cami şadırvanlarındaki abdest alma yeri gibi yapardım. Biz büyükler genelde küçük çocuklar ellerini yıkayabilsinler diye lavaboların boyunu normal lavabolardan daha alçak yapıyoruz. Çocuklar için düşündüğümüzü yaşını başını almış, yalnızlara oynayan, lavabo boyu ayağını kaldıramayan ve çorabını ayakta giyemeyen yaşlılarımız için de düşünmeliyiz artık. 

Bir söz de bey amcaya söyleyeyim: Bey amca! Allah geçinden versin. Sen mi önce ölürsün yoksa ben mi bilmiyorum. Çünkü ölüm sıra takip etmiyor. Ama bir değil, iki ayağın birden çukurda. Allah kılacağın akşam namazını ve diğer namazlarını kabul etsin. Abdest alırken çektiğin eziyet ve sıkıntının karşılığını sana kat kat versin. Ama niye abdest almayı kendine kolaylaştırmak için bir mest giymiyorsun? Bu yaşta kendini hâlâ genç mi sanıyorsun? İnat etme! Ayağına bir mest geçir. Sabah namazından sonra giy mestini, yatsı namazını kılıncaya kadar ayağında tut. Ayağında mest olunca abdest almada zorlanmazsın. Çünkü ayaklarını yıkama derdin olmayınca abdest almak çocuk oyuncağı. Sen yine de bu inadı bırak, mest giy mest!

Her yaş kendi yaşında güzel denir. Çocukluğu anladım. Gençlik ve olgunluk yaşını da anladım. İhtiyarlığı çok anlamış değilim. Hatta başa bela dense yeridir. Başta abdest alan bu bey amca olmak üzere Allah ihtiyarlarımıza yardım etsin, ele ayağa düşürmesin. Kimseye muhtaç etmeden kendi kendine yeten güç ve kuvvet versin.

*30/10/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.