4 Ekim 2019 Cuma

Peygamberimizin Hayatı Dersi ***


2012 yılından itibaren 4+4+4 zorunlu öğretime geçmemizle birlikte Kur’an-ı Kerim, Temel Dini Bilgiler ve Peygamberimizin Hayatı dersleri ortaokul ve liselerde seçmeli ders olarak seçilmeye başlandı. Türkiye’nin geçmişini iyi bilenler bu derslerin seçmeli ders olarak okullarda okutulmasının devrim niteliğinde olduğunu bilir. Umarım bu dersler emin ellerde öğrencilerimize okutulur. Çocuklarımız merdiven altı yerlerde dinimizi öğreninceye kadar denetime tabi resmi yerlerde öğrenmiş olurlar.

Niyetim bu derslerin seçilmesinin önemli olduğunu anlatmak değil. Bu dersler arasında önceleri Hz Muhammed’in Hayatı olan şimdilerde adı Peygamberimizin Hayatı diye değiştirilen seçmeli dersten bahsetmek. Bu dersten bahsedeceğim ama işin ucunda kınanmak, topun ağzında olmak da var. Çünkü katılır veya katılmazsınız bu dersi eleştirmek istiyorum. Umarım meramımı anlatabilirim.


Hz Muhammed bizim peygamberimiz. Hayatını inceden inceye bilmemiz, bizlere vermek istediği mesajı anlamamız gerekir. Onun dini alanda söylediklerini yapmak asli görevlerimizden biridir. Buraya kadar yazdıklarımda bir anormallik görmediniz. Ki olması gereken de bu, dediğinizi duyar gibiyim. Ben açıkçası Hz Muhammed’in hayatını anlatan bir dersin olmasını istemiyorum. Bunu sadece peygamberimiz için değil, kişilere ait bir dersin olmaması gerektiğini düşünüyorum. Neden derseniz? Kişiler adına okutulan dersler bir müddet sonra öğrencileri bezdirmeye başlayabilir. Nitekim biz bunu okullarda Atatürk’ü anlatan İnkılap  Tarihi derslerinde gördük. Hatta öyle zamanlar geldi ki belirli gün ve haftalarda her derste Atatürk’ten bahsettik. Sonuç? Atatürk'ü seven sevdi, sevmeyen yine sevmedi. Bu dersi vermekle ve diğer derslerde Atatürk'ten bahsetmekle Atatürk anlaşılabilmiş midir? Öyle zannediyorum anlaşılamamıştır.


Peygamberimizin Hayatı dersine gelirsek sürekli et yiyen bir insan bir müddet sonra et yemekten beziyorsa bu derste de hep Hz Muhammed'den bahsetmek, çocuklarda Hz Muhammed sevgisini artıracağı yerde azaltabilir. Nitekim bu dersi işleyen bir öğretmene sınıfından bir öğrenci, "Öğretmenim! Muhammed Muhammed… Başka isim yok mu? Hep Muhammed işliyoruz" demiş. Öğretmen de "Çocuğum, ders Hz Muhammed'in dersi. Elbette ondan bahsedeceğiz. Einstein'den bahsedecek değiliz herhalde, değil mi" demiş. Öğretmenler odasında ders öğretmeninin diğer öğretmenlerle konuşması esnasında bu sözlere kulak misafiri oldum.

Çocuk burada kötü niyetli değil. Derste hep Hz Muhammed ismi geçince garibine gitmiş olmalı. Öğretmen ne yapsın bu durumda? Elbette Hz Muhammed diyecek. Derse Hz Muhammed ile başlayacak, Hz Muhammed ile bitirecek. Ders boyunca Hz Muhammed şunu yaptı, bunu yaptı, şöyle biriydi, böyle davranırdı, ahlakı şöyle idi diyecek.

Yukarıda dediğim gibi kişiye özel bir dersin olmasını uygun bulmuyorum. Evet Hz Muhammed özel biri, diğer insanlar gibi değildir. Hayatını öğrenip hayatımıza uygulamamız lazım. Ama adına ayrı bir ders olacağına, diğer dersler içinde,  yeri geldiğinde peygamberin yaşantısından örnek vermenin daha faydalı ve etkili olacağına inanıyorum. Örnek vermek gerekirse; Kur'an-ı Kerim, Din Kültürü, Temel Dini Bilgiler gibi derslerde adalet konusu işlenirken ilgili ayetlere yer verdikten sonra peygamberimiz de "Bu hırsızlığı yapan kızım Fatıma da olsa cezasını verirdim" diyerek adalet konusunda peygamberimizin hassasiyetine dikkat çeksek daha iyi olur.

***02/11/2019 tarihinde  Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.




Kira Artışı

—Kiralık ev lazım.
—Hayırdır. Zaten kirada idin.
—Evden çıkıyorum.
—Ev sahibi ile aran iyiydi hani!
—İyi olmaya iyiydi. Ama çıkacağım. Daha doğrusu o beni çıkarıyor.
—Ne oldu, hayırdır?
—Kirada anlaşamadık.
—Hani paragöz biri değildi.
—Evet öyleydi. Ama paradan ziyade teklif ettiğim kira artışına bozuldu sanırım.
—Sen ne teklif etmiştin?
—Enflasyon oranı kadar.
—Yani?
—Enflasyon oranı biliyorsun dün açıklandı. Enflasyon yıllık bazda 9.7 dendi. Ben de ev sahibim enflasyonun altında kalan bir artışla mağdur olmasın diye açıklanan enflasyonun üzerine 0.3 refah payı ekledim. Artış yüzde 10 olsun dedim.
—Ne dedi?
—Dalga mı geçiyorsun sen? Çık dışarıya dedi. Neye uğradığımı şaşırdım. Efendim! Beğenmediysen bir de sen söyle. Bu enflasyon oranını açıklayan ben değilim. Sonra enflasyon düştü ise benim suçum ne? Bir orta yol bulup anlaşabiliriz dedim.
—Bu oran üzerine konuşacak bir şey yok. Evimde oturmanın da bir anlamı yok. Varsın evim boş kalsın. Evi de hemen boşalt dedi.
—Sonra ne oldu?
—Kapıyı yüzüme kapattı.
—Bu kadar niye kızdı ki?
—Ben de anlamadım. Anladığım tek şey kışa ramak kala ev arıyorum şimdi.
—Kızgınlıkla öyle söylemiştir. Sakinleşince bir daha konuş.
—Onu da denedim. Kapıyı açmadı. Tek duyduğum, sen hala evi boşalmadın mı oldu.



3 Ekim 2019 Perşembe

Liderlerin Başarısında Ekibin Önemi *

Liderlik ister doğuştan ister sonradan kazanılan bir yetenek olsun, lideri lider yapan; onu yücelten ve indiren birlikte çalıştığı ekibidir. Daha doğrusu ekip ruhudur. Bakmayın siz liderin ön planda olduğuna. İşin mutfağında ekibi vardır. Ekibi yoksa veya ekip yeterince yük ve sorumluluk almadığı takdirde tüm yük üzerine binen lider, misyonunu bir müddet daha devam ettirdikten sonra yavaş yavaş efor kaybetmeye ve gözden düşmeye başlar.

Ekip derken liderin birlikte çalıştığı kişilerden bahsetmiyorum. Çünkü her liderin etrafında birlikte çalıştığı kişiler vardır. Ekip dediğin yeri geldiği zaman inisiyatif alabilen, yaptıklarıyla göz dolduran, liderini aratmayan, liderinin yüzünü kara çıkartmayan, ufku geniş kapasiteli kişilerden oluşur. Lider ekibine güvenir, gözü arkada kalmaz. Lider ekibiyle istişare eder. Ekibi de görüşlerini söyleyerek katkı sunar. Liderinin görmediği, göremediği hususları liderine söylemekten kaçınmaz. Söyleyeceğini, yerinde ve zamanında söyler, liderinin arkasından iş çevirmez, liderini sırtından bıçaklamaz. Lideri de onlara değer verir, görür ve gözetir. Ekibine yaptığı iyilikleri başa kakmaz. Ekibinde yer alan kişiler arasında koordinasyonu iyi yönetir. Ortaya çıkan sorunlara anında müdahale eder. Başına buyruk davranmaz. Hiçbirini dışlamaz ve ekibin dışına itmez. Çünkü ekipte kırgınlık, incinmişlik ve itilmişlik veya itilmişlik duygusu artarsa ekip yavaş yavaş dağılmaya yüz tutar. Çekip gidene niye gidiyorsun denmez, haydi güle güle denir, ayrılıp gidenlerin sayısında gözle görülür bir artış olursa hareket güç kaybetmeye ve lider sorgulanmaya başlar. Gidenlerin yerine yenisini monte etmek her zaman eski gidenin yerini dolduramayabilir.

İyi bir lider, herhangi bir sorun karşısında inisiyatif alıp öne çıktığı gibi yeri geldiği zaman kendisini geri planda tutmasını bilir. Çok ön plana çıkmaz. Ekibini öne sürerek onları çalıştırır. Her olayda söz söylemek ve öne atılmak liderin yüzünü eskitir ve kendisini tekrarlamaya başlar. Bu durum lideri tartışılır duruma getirdiği gibi yorar da aynı zamanda. Lider bazen geri plana çekilerek işleyişi ve gidişatı takip eder, aksayan yönleri tespit ederek giderme yoluna gider. Yeri geldiği zaman dinlenmek, kendisini ve hareketini sorgulamak için tatil yapmayı da ihmal etmez. Hareket başarılı olamadığı takdirde başarısızlığı kendine, başarıyı da ekibine mal eder.

Sonuç olarak bir harekette lider kadar ekip de önemlidir. İkisi bir bütündür, birbirini tamamlar. Lider iyiyse ekip de iyidir. Ekip iyiyse lider de iyidir. Ekip lidersiz, lider de ekipsiz yapamaz. Bir hareket lideriyle mi ön planda olmalı yoksa ekibiyle mi derseniz ekip derim. Çünkü ekip ön planda ise o hareket kurumsallaşır, kurum kültürü oluşur ve oturur. Lider ön planda olursa hareket, lideriyle sınırlı olur, lider gidince hareket ya dağılır ya da eski gücünü bir daha yakalayamaz. O yüzden hareketler, liderinden ziyade ekibiyle anılmalıdır.

*29.03.2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

 

Bekaret Satışı ***

Maddi sıkıntı yaşayan bazı kişilerin zaman zaman böbreğini satılığa çıkardığı haberlerini okuruz ve bu kişinin durumuna üzülmekle beraber bu satışı toplum olarak pek hoş karşılamayız. Çünkü her ne olursa olsun vücut ve organlar satılmaz ancak bağışlanır. Bu yüzden öldükten sonra organların bağışı özendirilir. 

Son yıllarda bir satış türü daha ortaya çıktı. Böyle giderse yaygınlaşacağa da benziyor. Nedir o derseniz? Bekaretini satılığa çıkaranlar tek-tük haber konusu ediliyor. Hatta satıştan öte ihaleyle en fazla parayı verenin oluyormuş bekaret. Öyle az para dönmüyor bu işlerde. Gazetelerin yazdığına göre milyonlar dönüyor bu sektörde. Bekaretini satanlarda böbrek satışı gibi bir ihtiyaçtan kaynaklanan bir satış söz konusu değil. Bekaretini satılığa çıkaranlar ev, araba alıp daha lüks yaşamayı hayat felsefesi kabul edenler arasından çıkıyor. Bir gecelik üç beş dakikalık bir zevk için bekareti satın alanlar ise genellikle siyasetçi ve iş adamı olan zenginler arasından çıkıyor. Bekaretini satanlar bekaretlerini satmakla kalmıyor, aynı zamanda "bekaretimi sattığımdan ailemin haberi var" veya "beni buna ailem teşvik etti" açıklaması yapanlar da var. Haberin içeriğinde boy boy çekilmiş teşhir amaçlı fotoğraflara da yer veriliyor.

Bekaretini veya vücudunu satışa çıkarıp daha sonra bir marifetmiş gibi yazılı ve görsel medyada boy gösteren bu bekaret satıcılarının haberleri gözümüze ilişince bu kadar da olmaz deyip nutkumuz tutuluyor, insanın küçük dilini yutası geliyor. Satan bu haltı işledi, bir de iyi bir şeymiş gibi bunu servis ediyor. Haydi diyelim ki bekaretini bir servete satanların gözü paraya doymaz, kazandıkları haydan gelir, huya gider, daha lüks yaşamak için kendisini tekrar satması gerekiyor. İlki kadar olmasa da vücudu yine para eder, güzelliği varken bunu paraya tahvil edecek. Merak ettiğim yazılı ve görsel basın bu iğrençliği haber diye niçin verir? Niçin onların emellerine alet olur? Haydi haber sıkıntısı çekiyorlar veya bu şekil çıplak pozlar daha fazla tıklanıp okunuyor, mecburen sayfalarında yer veriyorlar diyelim. Orta yerde büyük para ve servetlerin döndüğü bu tip haberlere genç kızlar ve üç-beş dakikalık bir zevk için servetini harcayabilecek zenginler, "Demek ki bu işler yapılıyor; alan razı, veren razı. Biz niçin yapmayalım" demeyecekler mi? Halihazırda dünyadan örneklerini ülkemiz insanına duyuran basınımız, aile kavramına biraz önem veriyorsa bu tip haberleri vermekten kaçınmalıdır. Çünkü bu tip haberler bu iğrençliğin yaygınlaşmasına sebebiyet verir. Basınımız unutmasın ki bir şeyi yapanla, yaygınlaşmasına sebep olan arasında bir fark yoktur. 

Fıtratın gereği kadının erkeğe, erkeğin kadına ilgi duyması doğaldır. Bu arzuların, bir aile kurularak giderilmesi emredilen ve tercih edilendir. Nitekim bu istekler çoğunlukla nikah çerçevesinde yürümektedir. Tarih boyunca adına zina denen ve toplumdan gizli yapılan yasak ilişkiler olmamış mıdır? Olmuştur. Vücudunu satarak para kazananlar olmuş mudur? Olmuştur, hala da devam etmektedir. Toplumların kanayan bir yarası olan nesli bozan ve aile kutsiyetini hiçe sayan bu fuhuş, hep gizliden gizliye yürümüştür. Çünkü toplum bu tip ilişkilere sıcak bakmaz ve ayıplar. Aile yapısının köküne dinamit koyan bu gizli ilişki türü de tasvip edilmez ama işi bekaret satma ve satın alma noktasına götürüp bunu basın aracılığıyla dünyaya duyurmanın hiçbir makul izahı ve ahlaki yönü yoktur. Evet "namus iki bacak arasından ibaret değildir" ama bekareti satmanın ve bunu dünyaya duyurmanın neresinde ahlak ve namus vardır? Bence bu değerlerden önce bu tiplerin insanlığı sorgulanmalıdır. Merak ettiğim feministler bu satışa ne diyor?

Toplumları bozmanın yolu, aile kavramını yok etmekten geçer. En kötüsü de suçların alenileşmesidir. Suçların, namussuzluk ve iffetsizliğin önüne geçemiyorsak, bari bu iğrençliklere haber diye yer vermeyelim. Çünkü bu, iffetsizliğin alenileşmesine ve yaygınlaşmasına katkıda bulunur.

***08/10/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Akar Yanınız Aşağıda mı Mübarekler! *


Bir akşam 8.30 sularında arabama yakıt aldıktan sonra evime doğru giderken yolun iki tarafına park edilmiş araçların olduğu bir markete girmek istedim. Yolun sağı, solu park edilmiş araçlarla dolu. Gözüme, arabamı rahatça park edebileceğim bir yer ilişti. Bir tek burası boş. Niçin buraya araç konmadı acaba diye düşündüm. Dükkan önü olduğu için konmamış olabilir. (Sanki diğer yerler dükkan önü değil) Belki de benim için boş bırakıldı, kim bilir? (Bu kadar düşünceli bizim insanımız) Aman neyse ne! Markette fazla oyalanmayacağım. Zaten alacağım birkaç kalem. Üstelik bu boşluk da tam bana göre. Hiç manevra yapmadan park edebileceğim aracı. Park edip hızlıca markete yöneldim.
Markette 10-15 dakika kadar oyalandım. Çıkıp arabamın yanına geldim. Bagajı açmaya davrandığımda arabam, başta bagajın üstü ve tavanı olmak üzere camlara varıncaya kadar lekelenmişti. Bu kadar kısa bir zaman zarfında arabanın üzerine bu düşenler ne olabilir? Olsa olsa ağacın yaprakları düşmüş olmalı dedim. Biraz daha eğildim. Yaprak değildi. Ağaca tünemiş kuşlar pislemişti. Bir, üç, beş yere birden değil; neredeyse arabamın her bir yerine kuşlar made in bird deyip imzalarını atmışlardı. Anlaşılan akşama kadar yemişler, içmişler, tuvalet ihtiyaçlarını gidermek için aralarında anlaşmışçasına dişinizi sıkın, nasılsa akşama bir çaylak gelir, ona bir hoş geldin partisi düzenler; geldiğine geleceğine pişman ederiz demiş olmalılar.
Mübareklerin akar yanı aşağıda mı ne! Mermi gibi aynı anda salmışlar. Hepsi de nokta atış. Talimliler belli ki... Merak ettiğim, akşam erken saatte tüneyen bu kuşlar, ağaçta o kadar çok muydu? Her biri, bir defa mı imzasını attı yoksa mermi atar gibi arka arkaya mı saldılar? Umarım, sermayelerinin tamamını benim arabama harcamamışlar, az sonra gelecek bir araca da biraz ayırmışlardır ve bir ayrım yapmaksızın kardeş payı yaparlar. Şayet tüm eforlarını benim arabama sarf etmişlerse üzülürüm doğrusu. O zaman biz insanlardan bir farkları kalmaz. Çünkü ben kuşları ayrım yapmaz diye bilirim. Ne de olsa insan değiller.
5-6 parçadan oluşan tek kalemlik eşyayı bagaja koyar koymaz soluğu evde aldım. Elime bezi alarak kuşların imzasını kurutmadan sıcağı sıcağına sildim. Silerken de az homurdanmadım: Akşam akşam derdime neydi de markete gitmişim? Başka park edecek yer yok muydu da ağacın altını araya araya bulmuşum gibi. Ben sildikçe beyaz arabam sarardı. Allah hayırlarını versin. Çok beklemiş olmalılar benim gelmemi.
Her hayırda bir şer, her şerde de bir hayır olabilir. Acaba bu şerden bir hayır çıkarabilir miyim diye düşündüm. Kuşun başa konması ya da kuşun üzerine pislemesine, başına talih kuşu kondu denir. Kuş ha başıma s.çmış ha arabama! Ne fark eder? Üstelik hepsi birden arabama etmiş dedim. Batıl inanç ama bir an için acaba bahtım mı açılıyor diye düşünmeden edemedim.
Kuşların toplu eyleminin ardından kaç gün geçti bahtımın açıldığı falan yok. Ben yine aynı yerinde sayan birisiyim.
Siz siz olun, ne gündüz ne de akşam vakti, sakın ola ki aracınızı bir ağacın altına koymayın. Gidin güneşin altına koyun. Aracınız varsın yansın. Bunun sakalı yok diye büyük sözü dinlemez, aracınızı bir ağacın altına koyarsanız görürsünüz gününüzü. Demedi demeyin…

* 21/09/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.





1 Ekim 2019 Salı

Enerji Tasarrufu Tedbirlerim ***


01 Temmuz'dan itibaren elektriğe gelen zamdan sonra 01 Ekim'den geçerli olmak üzere gelen ikinci zam, beni ister istemez enerjide tasarruf yapmaya sevk edecek görünüyor. Benim tasarrufum bana. Başkasını bağlamaz. Olur ya! Yok mu bu işi ucuza getirmenin yolu diyen olursa diye, uygulamayı düşündüğüm enerji tasarrufumu takdirlerinize sunuyorum:
*Akşamları televizyonu açıp haber, tartışma programı, dizi vs izlemeyeceğim.
*Kolay kolay masaüstü bilgisayarını kullanmayacağım.
*Telefonumun şarj ihtiyacını, çalıştığım kurumun prizlerinden ya da eş-dostun evinde otururken gidereceğim. Efendim telefonumu bir şarja koyabilir miyim, diyeceğim. "Efendim, bizim şarj cihazımız sizin telefona uymaz denirse cebimden ya da çantamdan şarj cihazımı çıkarıp bende var, efendim! Şunu takın, diyeceğim.
*Lüzumsuz ve gereksiz lambaları söndüreceğim. Tasarruf ampullerinden öte voltajı en düşük ampullerle odaların lambalarını değiştireceğim.
*Akşam ışıklar yokmuş gibi davranıp tüm işlerimi gündüz güneş ışığı varken halledeceğim.
*Buzdolabı hariç prizlerde takılı ne kadar fiş varsa çıkaracağım.
*Akşam, yatsı ve sabah namazlarını kılmak veya başka ihtiyaçlarımı gidermek için sokak lambalarından -şayet yanıyorsa- azami derece istifa edeceğim.
*Erken yatıp erken kalkacağım. Gece kuşu gibi evde dolaşıp durmayacağım. Gece lavabo ve wc ihtiyacım baş gösterirse ışığı yakmamak için hava aydınlanıncaya kadar kendimi yatağın içinde sıkacağım. Gerekirse kıvranacağım.
*Zorunlu hallerde kullanmak üzere evde bir gaz lambası bulunduracağım. Yeni bir gaz lambası almamak için eskiden kalma gaz lambası varsa annemden isteyeceğim.
*Aydınlanmak için ışık yakmam gerekiyorsa evde sadece bir odanın ışığı yanacak. Aile efradından isteyen istediği odaya geçip ışık yakamayacak. Herkes tek odada oturacak.
*Başka odadan bir eşya alınacaksa ışık yakılmayacak. El feneri kullanılacak. El feneri yoksa cep telefonunun ışığından veya fenerinden yararlanılacak.
*Fırına ihtiyaç duyan her türlü pasta, kek vb hamur işi ikinci bir emre kadar yapılmayacak. Tost vb. yiyecekler için tost makinesi çalıştırılmayacak. Gerekirse ekmek tavada ısıtılacak.
*Kirli çamaşır birikmeden çamaşır makinesi çalıştırılmayacak. Zorunlu hallerde çamaşır elde yıkanacak. Bu iş kesinlikte gündüz vakti yapılacak.
*Yıkanan çamaşır, ütü istiyorsa ütü kullanılmayacak. Çamaşır daha önceki ütü yerlerinden katlanılarak minderin altına konacak. Bundan sonra kıyafet alırken ütü istemeyen kıyafetlerin alınmasına öncelik verilecektir.
*Akşam misafir kabul edilmeyecek. Her türlü misafir kabulleri gündüz vakti yapılacaktır. Zorunlu hallerde akşam misafir kabul edilecekse; misafirden, eve geldiğinde zile basmaması istenecek. Misafir içeri alınırken, uğurlanırken veya ikram esnasında ışık yakılacak. Oturma esnasında ışık söndürülüp karanlıkta oturulacak veya gaz lambası yakılacak. Oturma esnasında iki odanın ışığı yanmasın diye haremlik selamlık uygulanmayacak. Kadın-erkek, çoluk-çocuk aynı odaya oturacaktır.
*Bulaşık makinesi zorunlu haller dışında çalıştırılmayacak. Bunun yerine ellerimiz çalışacak. Eşim yıkayacak, ben de durulayacağım.

Daha neler neler... Uyguladığım bu tasarruf tedbirleri sonucunda, üretilen elektrik elinde kalan elektrik dağıtım şirketleri, evime kadar gelip Allah aşkına vazgeç bu sevdadan. Al elektriği kaçtan istiyorsan, senin dediğin olsun diyecek. Bekleyip göreceğiz. Bakalım er mi yaman, bey mi yaman?

***05/10/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.




Ekonomideki Hali Pürmelalimiz ***


Bir ekonomik sıkıntıdan geçtiğimiz belli. Hem de öyle böyle değil, derin mi derin! Üstelik bugünden yarına geçeceğe de benzemiyor. Nereden mi biliyorum? Yağmur gibi gelen zamlardan elbet. Bunun son örneği de 01 Temmuz’da elektriğe gelen zamdan sonra 01 Ekim’de gelen zamdır. Zamla ilgili yapılan açıklamada bu zammın başka bir durum olmadığı takdirde 31/12/2019 tarihine kadar geçerli olduğu. Ben bu açıklamadan Ocak 2020’den itibaren zammın kapımızı tekrar çalacağı yönünde.

Zamlar ekonomiyi diriltecek, piyasayı canlandıracak ve krizi geride bırakacak ise yani derdimize merhem olacaksa varsın yapılsın diyeceğim. Ama ekonominin hali pürmelali, zamların çözüm olmayacağı yönünde. Üstelik fiyat ayarlaması üç ayı geçmiyor. Geldi mi öyle düşük yüzde ile de gelmiyor. 

Faizlerin indirildiği, konut kredi faizlerinin düşürüldüğü, dövizin yerinde saydığı, hatta gerilediği, enflasyonun düştüğü ve ekonomik verilerde iyileşme emareleri görülmeye başlandı dendiği bir zaman diliminde zamların gelmeye devam etmesi manidar ve bu durum hiç hayra alamet değil. Görüntü, hükümetin elinde zam yapmanın dışında bir seçeneğinin olmadığı yönünde. 

Hükümet, ekonomide iyileşme emareleri var deyip ardından zam yapacağına çıkıp vatandaşa "Ey vatandaşım! Bir ekonomik krizin içindeyiz. Şu an elimizde zam yapmanın dışında başka bir alternatifimiz yok. Maalesef istemeyerek de olsa biz bu zamları yapmak zorundayız. Belki size biraz fazla yükleneceğiz ama biz bu krizin altından kalkabilecek güçteyiz ve biz bu konuda tecrübeliyiz. Biliyorsunuz 2002'de biz iktidara geldiğimizde ekonomimiz bugünden farklı değildi. Biz ekonomiyi kısa zamanda döndürülebilir noktaya getirmiş, paramızdan da altı sıfır atmıştık. Siz hiç merak etmeyin. Bize güvenin. Sizden biraz daha sabır istiyoruz" dese daha iyi olacak. 

Ekonomist falan değilim ama dövizin yerinde saydığı, enflasyonun düştüğü,  ekonomik verilerin iyiye gidiyor dendiği bir zamanda gelen bu zamları anlamakta güçlük çekiyorum. Tek aklıma gelen, bankaların kredi faizlerini düşürmesi sonucu oluşacak kamu zararlarının karşılanması için bu zamların yapılıyor olduğu ya da girdi fiyatlarının zamanında fiyatlara yeterince yansıtılmayıp ötelene ötelene şimdiye bırakılmasıdır. Sanırım bıçak kemiğe dayandı ki zammın birinin acısı geçmeden diğeri kapımızı çalıyor. 

Devlet zor durumda belli. Bize uzun süre zammı unutturan hükümet, şimdi adeta zam yarışı yapıyor. Maalesef ceremesini de orta ve dar gelirli vatandaş çekiyor ve çekmeye devam edecek. Vatandaş bu ekonomik krizi çeker, üzerine bindirilen bu yükü taşır. Çünkü daha önce nice yükler bindi üzerine. Ama böyle giderse hükümetin biletini de keser. Yani hükümet yaptığı bu zamlarla topuğuna sıkıyor hatta harakiri yapıyor. Çünkü bu yükü çeken millet faturayı hükümete ödetir. Bu durumda muhalefetin iktidar olmak için çok çalışmasına gerek yok. Bu acizlik görüntüsüyle hükümet muhalefete çalışıyor.

Temennim, hükümetin ekonomiyle ilgili sonuç alıcı kalıcı çözümler üretmesidir. Çünkü orta yerdeki mesele hükümet meselesinden ziyade ülke meselesidir. Ülke inşallah bu badireden kısa zamanda kurtulur.

***03/10/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.