2 Ağustos 2019 Cuma

Afyonkarahisar Ulu Camii

Afyonkarahisar'a gelinir de Ulu Cami ziyaret edilmez mi? 
1.Sarp Afyon Kalesinin eteğinde 1272-1277 yıllarında yapılmış caminin dört tane adına rastladım: 
a-Hoca Camii,
b-Camii Kebir,
c-Kırk Direkli Cami,
d-Ulu Camii.
2.Caminin içindeki sütunları ve tavanı ahşaptan yapılmıştır. Direkleri ahşaptan olan günümüze kadar gelen ender camilerden.
3.Moloz taş malzemeyle yamuk dikdörtgen şeklinde yapılmış caminin içinde 40 sütun bulunmakta. Zaten Selçuklu eseri dendi mi, dikdörtgen şeklinde, içi bol sütunlu, çatısı düz mimari akla gelir.
4.Caminin ortasında camiyi aydınlatması için yapılan aydınlatma feneri 1947'de aklı evveller tarafından kapatılmış.
5.Kaç defa restore edilen cami sağlam bir şekilde ayakta. İnşallah nice yüzyıllar daha sapa sağlam kalır.
6.Caminin içi loş ve serin. Birbirine simetrik sütunlar camiyi sırtlamakla beraber güzel bir seyir zevki veriyor.
7.Öğle namazını kıldığım camide ilk saf bile dolu değildi. Üzüldüm doğrusu. Halbuki burada namaz kılmak daha bir zevk verir insana. Oturup dinlenmek istersen sırtını sütunlara yaslayabilir, kendi halinde namaz kılmak istersen sütunlar birer sütre görevi görür. Ne sen kimseyi rahatsız edersin ne de başkası seni.
8. Ahşaptan olan minberi sanki yeni gibi orijinalliğini koruyor.
9.Ses geçirmez kalın duvarlarıyla ne dışarıdan içeriye ses gelir ne de içeriden dışarıya ses gider.
10.Diz çökerek namaz kılamayanlar için de saf tutarak namaz kalabilecekleri yerler ayarlanmış. (Sonradan)
11 Afyon'a yolunuz düşerse Selçuklu'nın ölmez şaheseri olan bu camiyi ziyaret etmenizi; sanatı, estetiği, ihtişamı, sağlamlığı gözünüzle görmenizi isterim.
12.Caminin etrafı mezbelelik değil, bakımlı. Arka tarafındaki çiçekler camiye ayrı bir güzellik katıyor.
13.Caminin tavanına baktığınız zaman ahşabın üzerine çiçek desenleri işlenmiş, sütunların üst tarafına geometrik şekiller verilmiş. Her bir ağaca ustaların eliyle emek sarf edilmiş.
14.Bu cami, 2019 itibariyle 742 yıllık cami. Bugün beton yoğunlarından ibaret modern binalarımızın hangisi bu kadar dayanabilir? Bence eski insanların samimiyeti var burada. Yaptıklarını evladiyelik olarak yapmışlar.
15.Bu tür camileri yapan, yaptıran Selçuklu medeniyetine, günümüze kadar gelmesini sağlayan ve ecdat yadigarı bu eserleri geleceğe taşıyacaklardan Allah razı olsun.

1 Ağustos 2019 Perşembe

Kaplıca Kaplıca Dedikleri

Eskiden tarikatlarda dervişlerin çile dönemleri olurmuş. Bunlar için yapılmış küçük bir kapısı, penceresiz ve dar odalara çilehane adı verilirmiş. Günümüzde tarikat müntesipleri için böyle yerler ve çile dönemleri yok. Çilehane varsa da eskiden kalma yerlerdir. Bir gezi vesilesiyle Beyşehir Eşrefoğlu Camisinin mahzeninde (bodrumunda) görmüştüm çilehaneyi.  İçeride kalmak cesaret ister. Düşünün ki penceresi yok, ışığı yok, karanlık bir yer. Girdiğin kapıyı da kapatıyorsun. Dur durabilirsen burada. 

Günümüzde eski çilehaneler kalmadı. Ama modern çilehaneler var bugün. Üstelik para vererek gönüllü kalıyorsun buralarda. Biz görmedik, biz de bu ülkede yaşıyoruz diyemezsiniz. Eğer bugüne kadar tatmadıysanız çilehaneleri aratmaz. Hatta işkencehane de denilebilir buralara. Yahu çatlatma, neresi burası dediğinizi duyar gibiyim. Neyse size daha fazla çile çektirmeyeyim. Kaplıcalardan bahsediyorum. Kaplıca kaplıca dedikleri tam bir çilehane, hatta işkencehane. Eğer bugüne kadar bir kaplıcaya uğramadıysanız biliniz ki gelmeniz yakındır. Ne zamanki yaşınız ilerler, ağrı ve sızınır artar, kaplıca arayışına girersiniz. Etrafınızda kaplıcaları tavsiye eden gönüllüler var. Sana faydasını bir anlatırlar. Ağzın açık dinlersin. Ardından bir de internetten kaplıcanın faydalarına girerseniz, her derde deva olduğunu anlamakta pek gecikmezsiniz. Çünkü yazılıp çizilenlere göre sıcak su, senin için biçilmiş kaftandır.

Kısa bir araştırmadan sonra benim gibi soluğu bir kaplıcada alırsınız. Kiraladığınız daireye girer, 2x2 ebatındaki havuzu suyla doldurur, sonra beklemeye koyulursunuz. Çünkü adı üzerinde sıcak su. Günde iki defa girmeniz önerilen havuza girerek hareket etmeden en az yirmi dakika durmalısınız. Kapıyı açamazsınız, havuzun içinde buram buram terlersiniz. Nefes almada zorlanırsınız. İçiniz daralır, çarpıntı başlar. Oksijenin dışında her şeyi soluyorsunuz. Karabasanlar basar. Gidiyor muyum yoksa dersiniz. Olmaz, ben yapamayacağım. Burası tam bir çilehane diye içinden geçirirsiniz. Ama faydaları gözünüzün önüne gelince çekeyim bu çileyi diyorsunuz. Vakit geçirmek için hayal kurayım diyorsunuz. Aklınıza hayal de gelmiyor. Elime bir telefon alayım, oynayayım dersiniz. İyi valla! Suyun içinde telefon olur mu? Halihazırda teknoloji suyun içinde telefon icat etmedi. Epey vakit geçmiştir, belki de yirmi dakikayı doldurmuşumdur diyor, sevinçle ayağa kalkıp saate bir göz atıyorsunuz. Daha beş dakika bile geçmemiştir. Durmuş sanki saat. Dervişler çilehanede çekmemiştir bu çileyi. Ama faydası... Yatarsınız tekrar suyun içine. Gözünüz saatte olarak güç bela yirmi dakikayı tamamlar, duşunu alır, dışarı atarsınız kendinizi. Oh be dünya varmış demeye kalmadan bir terleme bir terleme. Balkona çıkıp hava da alamazsınız. Çünkü üşütüp bir çuval inciri berbat etmek de var balkon sefasında. (Sanki incir çuvalın içine konuyor da!)

Çektiğiniz tüm bu çile bir yirmi dakikalık olsa eh dersiniz. Bu işin akşamı var, ertesi sabah ve yine akşamı var, günleri var... Çünkü kaplıcanın faydasını görmek istiyorsanız en az on ila yirmi gün kaplıcada kalmalısınız diyorlar.  Bitecek gibi değil. Bitse dertleriniz bitecek mi? Bir ihtimal. Faydasını görmeyen de çok. Dervişler, çilehanede ahlaki eğitim alıyor, çektiklerine değiyor. Bizimki, tutarsa bir beden terbiyesi. Haydi bedenimizi terbiye ettik. Bitecek mi? Ertesi yaz yine kaplıca arayışı. Of! Çekilir mi? Sanki çile çekmeye gelmişiz bu dünyaya!

Ben diyeceğimi dedim. Bundan sonrası sizin bileceğiniz iş. Ya benim yolumdan gider, gönüllü çilenizi para vererek çekersiniz ya bir derdiniz varsa doktora gidersiniz ya da çekecek çilem varmış deyip kaderinize razı olur, evin bir köşesinde sıranın kendinize gelmesini beklersiniz. Kaplıca veya doktor bize düşen sebebini işlemek. Ötesi yani şifası Allah'a ait. Buna amenna! 

Burada şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Bana bakarak kaplıcadan vazgeçmeyin. Niyetinizi bozmayın benim gibi. Faydasını gören de çok. Ayrıca kaplıca işletmecileri de Allah Allah diyor. Çünkü bu iş tamamen bir sektöre dönüşmüş. Ama en azından gitmedim demezsiniz. Gidin, görün gününüzü! 

Yeter bu kadar değil mi? Zaten vaktim de kalmadı. Çünkü çile çekme vaktim geldi. Bana müsaade. Bana iyi çile, pardon işkence çekmeler...

Aklı Olan Bu Kaleye Çıkmasın!

Düşmanın bile çıkmaya cesaret edemediği 701 basamaklı Afyonkarahisar Kalesine çıktım. Düşman, orada yaşayabilirseniz aşk olsun size demiş olmalı. 

Kaleye çıkarken az sayıda meraklılar gördüm. Emekleyen bir kadın da vardı. Sere serpe serpilmiş her biri. Beni gören moral buldu. Dede çıkarsa biz hayli hayli çıkarız dediler. Önlü, arkalı çıktık hep birlikte. Bayrağa ulaşan on beş kadar kişiydik. Gelin hep birlikte bir fotoğraf çekinelim. Toplam on beş kişiyiz deriz dedim. Gülmekle yetindiler. Bayrağın dışında kalede kare şeklinde bir su havuzu buldum. Birkaç da gözetleme kulesi. Zaten fazla da gözetleme kulesine ihtiyaç yok burada. Çünkü düşman, varsın burası fethedilmesin der, geri döner gider.

Kaleden ayağımın altında kalan Afyon'u çektim. Dağları delerek aşklarını ilan eden Ferhat ile Şirin misali aralarına kalp resmi yapılmış Meryem ile Sinan'ın aşkını gördüm. Az daha aşağıya geldiğimde "Kemal, seni seviyorum. Sibel" yazısını gördüm. Az daha aşağıya indiğimde "Batsın bu dünya" yazısını nakşetmişler taşa. Sanırım kalede aşklarını ilan edenler inişte dünyayı batırmaya yeltenmiş olmalılar.

İnişim esnasında kalenin zirvesine çıkmaya çalışanlara "Dönülmez bir yola girmişsiniz. Aklınız varsa dönün, Afyonluların bile hepsi çıkmamıştır" dedim. Ama kimseye dinletemedim. Hepsi benim gördüğümü görecek. Zaten insanın başına gelen hep meraktan değil mi?

İnişim esnasında çıkmaya çalışan birine "Kardeş, çıkma! Gel bu sevdadan vazgeç" dedim. Kendinden emin bir şekilde "Çıkacağım. Ben hep çıkarım" dedi. Kaç defa çıktın bugüne kadar dedim. "Yüz olmuştur" dedi. Benim gibi ilk çıkanlarda akıl noksanlığı, bunda akıl fazlalığı var dedim içimden. Kütahya'dan geliyormuş bir de. Aklından zoru var gayri, belli.

Kale deyip de geçmeyin. Dimdik bir kale. Çık çık bitmiyor. Ayaklarına kara sular iniyor. Dile kolay 701 basamak. Bir de her bir basamağın iki adım mesafede olduğu düşünülürse 1402 basamak demektir sadece çıkışı. Bunun bir de inişi var. Merak ediyorum, Hititler'den kalma bu kaleyi düşman kuşatıp çıkmaya yeltenmiş midir? Sanmam. 

Neyse merakımı giderdim. Bir güzel terlemiş oldum. Yarım saatte çıkıp yarım saatte indim. 

Tüm bunları niçin mi yazdım? Kaleyi tanıttım size. Olur ya bir gün yolunuz Afyonkarahisar'a düşer. Burada bir kale varmış deyip tırmanmaya yeltenirsiniz. Ben çektim, siz bari çekmeyin istedim. (Gerçi bu yolculuğuma 17 yaşındaki fidan gibi oğlumu da alet ettim. Çocuğun neredeyse tarihe olan sevgisi de yok olacaktı.) Afyon'a geldim, bir yerleri göreyim diyorsanız hemen karşısında Selçuklulardan kalma Ulu Camii var. Mis gibi. Görülmeye değer. Her yeri ahşap. Camide 40 sütun var. İçi loş ve serin. Gerçi koca cami öğle namazında bir safı dolduramadık ama olsun. Ölmez eser.

Ben devletin yerinde olsam, cezaevlerinde yatan suçlularla ilgili bir proje geliştiririm. Bunları günde üç dört defa bu kaleye çıkarır, indiririm. Bak bakalım, bir daha suç işleyebilirler mi? Başlarına da bu kaleye yüz defa çıkan Kütahyalı'yı koyarım. Suç oranları düşer, hapishaneler boşalır. Buyrun size suçluyla mücadele yolu. Var mı ötesi?

Çoğumuz Birbirimizin Kopyasıyız *

Eskiden bir reklam vardı "Yok aslında birbirimizden farkımız. Ama biz Osmanlı bankasıyız" diye. İnancı ve düşüncesi ne olursa olsun bu ülkede yaşayanlar olarak birbirimizin kopyasıyız. Çünkü üzüm üzüme baka baka kararır. Her kesimde istisnalar vardır. Ama çoğunluk psikolojisi içerisinde yok hükmündedirler. Zaten böylesi istisna kişiler etkili ve yetkili yerlerde tutunamazlar. Çünkü durdurmazlar. 

Bu kısa açıklamadan sonra tıpatıp benzeyen yönlerimizin bir kısmını maddeleştirelim. Göreceksiniz ki sadece Osmanlı Bankası gibi isimlerimiz farklıdır.
*Kibirli değilim deriz ama kendimizden başka kimseyi kolay kolay beğenmeyiz.
*Toptancılıkta üstümüze yoktur. Linç girişiminde hakeza…
*Bütüne bakmayız. Parçadan bütüne gider ve bir çıkarımda bulunuruz.
*İyi birer niyet okuyucusuyuz.
*Çok dürüst olmasak da dürüst geçinmeyi ve görünmeyi çok severiz.
*Nerede bir dürüst varsa sorumlu bir makamda değildir. İmkanı olmayan herkes dürüsttür.
*Pire için yorgan yakarız.
*Sevdiğimizi ölümüne sever, nefret ettiğimizden de ölümüne nefret ederiz.
*Hiçbirimizde eleştiri kültürü gelişmemiştir. Eleştiri başkasına yapıldığı zaman hoşlanırız.
*Ben dobra bir insanım deriz. Fakat çoğu farklı yönlerimizi gizleriz.
*Bir yere getirildiğimiz zaman hak yerini buldu, emanet ehline verildi deriz. Görevden alınınca bana haksızlık yapıldı deriz.
*Hepimiz ülkeyi diğer kesime bırakılmayacak kadar severiz. Ülkeyi onlardan kurtarmaya çalışırız. 
*Yerleşmiş kurum kültürünü sevmeyiz. Her şeyimiz kişilere endekslidir. Varsa yoksa kişi…
*Bir yerin içine etsek de kolay kolay istifa yolunu seçmeyiz. Çünkü suçlu biz değiliz. Hep başkasıdır.
*Fırsatını bulan, gücü ele geçiren her kesimin ilk yaptığı iş kadrolaşmadır. Herkesin ağzından düşürmediği ehliyet ve liyakat birer edebiyattan ibarettir.
*Kadrolaşana kızar, ayıplar, eleştiririz. Elimize imkan geçti mi aynısından biz de geçeriz.
*İncinir, kırılırız. Elimize fırsat geçti mi incitir, kırarız. Bu konuda kısas sahibiyiz.
*Zayıfsak alttan alır, bir uzlaşı ararız. Gücü ele geçirince tepeden bakarız.
*Okumuşsak okul hayatında kopya çekmeyenimiz bir elin parmaklarını geçmez.
*Karşıt kesimlerin birbirine güveni yoktur. İlişkilerimiz güvensizlik üzerine yürür. Herkes kendi kesimine çok güvenir, en büyük darbeyi de kendi kesiminden yer.
*İtiraza mahal yoktur. İtaat kültürüne tabiyiz. Yoksa dışlanırız.
*Partiler yasasını değiştirmeyiz. Çünkü işimize gelmez.
*İstişare acizliktir bizde. Hayalimizde tek adam olma vardır.
*Elin gözündeki çöpü görür, kendi gözümüzdeki merteği görmeyiz.
*Torpil, adam kayırma, adamını bulma tam bizim işimiz. Yaparken de kılıfına uydururuz.
*Her şeye bir mazeret ve kılıfımız hazırdır.
*Güçlüye boynumuz kıldan incedir. Zayıfa aslan kesiliriz.
*Çok konuşur, az iş yaparız.
*Hepimiz iyi bir siyasetçi, iyi bir öğretmen, iyi bir doktoruz. Ülke meselelerini çözmede, eğitim ve öğretim işlerini halletmede, hastalık durumlarını tedavi etmede üstümüze yok. İşi, uzmanına bırakmayız. Çünkü beğenmeyiz. Önerilerimiz pek çoktur.
*Her konuda olur olmaz fikrimizi söyleriz. Sanki soran var gibi!
*Sevgi ve nefretimiz önyargıya dayalı.
*Aynı dili konuşuruz ama anlaşamayız. Sorunlarımızı şiddete başvurarak çözmeye çalışırken sorun üretiriz. Şiddete karşıyız ama sorunlarımızı şiddete başvurarak çözmeye çalışırız.
*Sorun üretmede seri üretim yapan bir fabrika gibiyiz. Belki de sürekli ürettiğimiz tek şey budur.

Yetmez mi bu kadarı? Say say bitmez birbirimize benzerliğimiz. Ne de olsa Osmanlı Bankasıyız.

* 27/09/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




31 Temmuz 2019 Çarşamba

Ahbap-Çavuş İlişkisinin Neresindeyiz? *

Eşimizi, dostumuzu, akrabamızı, çoluk çocuğumuzu kötülüklere karşı koruyup kollamak güzel… Bu, aynı zamanda bir sılayı rahimdir. Buna kimsenin bir itirazı olmaz. Esas itiraz kamuya eleman alımında, yüksek bir göreve atama yapıldığında bizim sorunumuz başlıyor. Çünkü bu tür atamalarda oturmuş bir kültür ve kriterimiz yok. Çoğu atamalara yakın ve tanıdıklarımızı atıyoruz. Yani gözetiyoruz. Oğul, gelin, kardeş, damat, yeğen, hemşeri vs. Sırayla nasiplenir atamalarımızdan. Halkın ve kamuoyunun itirazı da buna.

Kim yapıyor bu tür atamaları? Hemen hemen hepimiz. Yeter ki kendimiz etkili ve yetkili bir makama gelelim. Hemen o makamı veya makamdan aldığımız gücü ahbap çavuş ilişkisine döndürürüz. Kazara  “ben liyakat ve ehliyete göre alım yapacağım” desen teşkilatın, eşin, dostun, seni oraya getirenler tarafından paylanırsın. Yani kimse bu konuda dürüst kalamaz.  Dürüst bırakmazlar. Tefe koyarlar. Biricik oğul ve damadını, kızını ve gelinini, kardeş ve yeğenini ve hemşerini almayacaksın da başkasını mı alacaksın? Sonra başkası bizimkilerden daha iyi mi yapacak? Ayrıca bunun ayıp bir tarafı yok ki. Bunu herkes yapıyor. Başkası yaparken iyi de biz yapınca mı kötü oluyor? Geç bunları! Onlar zamanında bizim çocukları aldı mı? Bizim çocuklar kendi gücümüzün olduğu dönemde de mağdur mu olacaklar? Basın, çevre birkaç gün yazar, çizer, konuşur. Sonra unutulur gider.

Mahalle baskısına dayanamayıp hamili yakinim deyip işe almak zorunda kalırsın. Bir tanesini bu şekil alınca arkası gelir artık. İlkinde "Allah'ım! Günah yazma", sonrasında "yazarsan yaz" dersin. Çünkü geçer akçe bu. Yapmazsan istenmeyen adam ilan edilirsin.

Tüm bu yazdıklarımdan yakınları işe almayı sıcak ve makul gördüğüm anlaşılmasın. Maalesef ben kendimi bildim bileli bu işler hep böyle. Sağcısı da aynı, solcusu da aynı, dindarı da aynı, milliyetçisi de aynı... Hiçbirimizin şeceresi bu konuda temiz değildir. Hepimiz yaptık, yapıyoruz, yapacağız, yapacaklar. Dün biz yaptık, bugün başkası. Herkes bu tür alımlara kızıyor, köpürüyor. Bence hiç kızmaya hakkımız yok. Biz yaptık, başkası da yapacak. Çünkü herkes görüp ayıpladığını yapar. Biz dün gördüğümüzü yaptık. Bugün de bizden gören yapıyor/yapacak.

Böyle gelmiş, böyle gitsin demiyorum. Mutlaka bir dur demek lazım. Öncelikle siyasiler bu konuda samimi olmalı. Bir araya gelip etik alım yasası çıkarmalı. Hiçbir siyasi şunu alın diye kartını göndermemeli. Hangi kuruma nasıl birinin alınacağı objektif kriterlere bağlanmalı ve bu kriterler kolay kolay değişmemeli. Birbirimizin hakkını yediğimiz bu torpil kapısı kapanmalı. Kim bir yakınını veya liyakate uygun olmayan birini aldı mı müstafi sayılmalı ve hakkında suç duyurusunda bulunulmalı ve cezasını çekmeli. Yapılan atama da iptal edilmeli.

Herkes var mı bu işe? Sözde hepimiz varız. Ya özde? Sanırım hepimiz sınıfta kalırız. Allah bizim hayrımızı versin, bildiği gibi yapsın.

Sahi, kamuya alımlarda böyleyiz de tarikat ve cemaatlerde durum nasıl? Maalesef oralarda da durum aynı… Yok aslında birbirimizden farkımız.

*24/08/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Linç Kampanyasında Kimse Elimize Su Dökemez ***

Adana'da çalışırken çalıştığım okula Musa isminde bir misyoner gelmiş. Müdür yardımcısı "Hocam, bir gelir misin" diye beni odasına çağırdı. Musa ile beni tanıştırdı.

Koreli olduğunu öğrendiğim, Türkçe bilen ve bizimle kendi dilimizden konuşan Musa'ya "Koreli olduğuna göre ya Konfüçyüs ya da Budist olmalısın. Nasıl Hıristiyan olduğunu sorduğumda bana "Evet, ben daha önce Konfüçyüs idim. Sonradan araştırarak Hıristiyanlığa geçtim." dedi. Neyini beğendin Hıristiyanlığın? İslam dinini de araştırdın mı dedim. "Araştırdım" dedi. İslam'ın neresini beğenmedin dediğimde bana "Muhammed'in çok evliliğini" dedi. Hz Muhammed'in niçin çok evlilik yaptığını, bu evliliklerin çoğu o günün şartlarında bir zorunluluktan kaynaklandığını, peygamberin eşi vefat etmiş bazı kadınları koruma ve kollama amaçlı evlendiğini, onun evliliklerinin birer şehvet evliliği olmadığını, Hz Muhammed 25 yaşında iken kendisinden yaşça çok büyük, daha önce iki evlilik yapmış, dul olan Hz Hatice ile vefatına kadar da tek evli kaldığını ve ondan 6 çocuğu olduğunu, Hz Hatice'nin vefatından sonra diğer evlilikleri yaptığını anlattım. Ardından çok evliliğin Arap toplumunda kadın ve erkek tarafından yadırganmadığını, hemen hemen tüm erkeklerin birden fazla evlilik yolunu tercih ettiklerini, çok evliliğin o devirde sadece Arap toplumunda yaygın olmadığını, diğer topluluklarda da var olduğunu, Hz İsa da uzun süre yaşamış olsaydı o da çok evlilik yolunu tercih edebileceğini söyledim. Anlattıklarıma biraz aklı yatar gibi oldu, makul gördü. Ama Musa, Türkiye'deki Müslümanları Hıristiyan yapmak için özel olarak hazırlanmış bir misyonerdi. Anlattıklarımı makul görse de -veya makul görür gibi davransa da- deruhte ettiği misyonunu terk etmesi mümkün değildi.

Çok evlilik meselesi ve Hz Muhammed'in birden çok evlenmesi konusunda Musa'ya söylediklerime yeniden bir göz atarsak defansa çekilip savunmacı bir yol izlediğim görülecektir. Çünkü 14 asır öncesi bir sosyal vakıayı günümüz gözüyle değerlendirmeye kalkarsak bundan başka bir yol aklımıza gelmiyor.

Çok evlilik günümüz Müslümanlarının yumuşak karnı. Bize vurmak isteyen buradan vurmaya çalışıyor.

Son günlerde gündem olan ve bir linç kampanyasına dönüştürülen Mustafa İslamoğlu da geçmiş bir ramazan programında Mehmet Okuyan ile birlikte Hz Muhammed'in çok evliliği üzerine görüşlerini açıklarken sarf ettiği bir cümle tüm okları üzerine çevirtti. Programda Sayın İslamoğlu Hz Hatice ile ilgili şu cümleleri sarf ediyor: "Şehvetine düşkünü bir yana bırak, birazcık şöyle kendisini ciddîye alan bir erkek, üstelik Mekke’nin yiğidi, Mekke’nin el-Emin’i, el üstünde tutuluyor, göz bebeği, Abdülmuttalib’in de göz bebeği, vârisi  gider de üç çocuklu, iki kocadan arta kalmış kırk yaşında bir dulu yirmi beş yaşındayken alır mı? " Burada tepki çeken cümle "Üç çocuklu, iki kocadan arta kalmış, kırk yaşında bir dul" sözü. Biri videonun başını ve sonunu kesmiş, sadece bu kısmı almış. Yedi dakikalık video izlendiğinde İslamoğlu'nun Hz Hatice ile ilgili öncesinde "İki evlilik geçirmiş, çocukları var, iki evliliğinden üç çocuğu var, kırk yaşında bir hanım" dediği görülecektir. Hatta saygı ifadesi olarak Hz Hatice demiştir, çoğumuzun dediği gibi.

Video baştan sona izlendiğinde İslamoğlu'nun, "Peygamberin çok evliliğini bir yere oturtmaya çalıştığını, peygamberin bu yaptığının şehvet evliliği olmadığını, bir şefkat evliliği olduğunu irticalen anlatmaya çalıştığı açık olmasına rağmen biz "arta kalan" kısmında takılıp kaldık. Arta kalan hoş bir ifade mi? Değil elbet. Zaten bu ifade kulak tırmalıyor. Ama videonun bütününü izlediğimizde, konuşmacının hakaret amacı taşımadığı net.

O zaman bu yaygara, linç girişimi neden? "Ameller niyetlere göredir" hadisine sığıyor mu bu yaptığımız? İslamoğlu'nu yargısız infaz yaparken yıllar öncesi bir videonun sadece 30 saniyelik kısmını servis eden kimsenin maksadını niçin sorgulamıyoruz? Belli ki bunu servis eden okların İslamoğlu'na çevrilmesini istemiş. Kimse, adamı buradan tebrik ediyorum. Fazlasıyla maksadına ulaştı. Herkes bu sözünden dolayı İslamoğlu'na veryansın ediyor. Linçtir bunun adı. Maalesef çoğumuz atladı. Linç girişiminde kimse elimize su dökemez. Yazıktır, ayıptır, yargısız infazdır yaptığımız. Amacımızın üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek olduğu aşikardır.

Burada niyetim Mustafa İslamoğlu'nu savunmak değildir. Zaten onun savunucuları yeter de artar bile. Ama bu yaptığımızın birlik ve beraberliğimize, hoşgörü ortamına ve barış iklimine hiçbir faydası yoktur. Belli ki birileri İslamoğlu'nun biletini kesmek istiyor. Zaman zaman da bunun denemesini eski konuşmalarının önünü-arkasını keserek servis ediyorlar. Bence bu oyuna gelmemek lazım. Çünkü birileri bizimle oynuyor.

İslamoğlu'nu sever veya sevmezsiniz, görüş ve üslubuna katılır veya katılmazsınız (ki arta kalan” ifadesini tasvip etmiyorum. Ama bunun yolu bu şekil vurmak değildir. Biz bu şekil vurdukça İslamoğlu, görüşlerinden ve üslubundan vazgeçecek; doğru söylüyorsunuz, ben yanılmışım diyecek değildir. Biz kantarın topuzunu kaçırdıkça o ve sevenleri önce savunmaya, arkasından saldırıya geçebilir. Bırakalım İslamoğlu'nu kendi haline. İnanın gündem bile olmaz. Çok mu zor İslamoğlu'nun Hz Hatice hakkında maksadını aşacak şekilde söylediği sözünü tasvip etmiyoruz demek? Mustafa İslamoğlu da “İrticalen yaptığım bu konuşmada tartışmalara sebebiyet verdiğim ‘arta kalan’ ifademi onaylamıyorum, demeli.
Ne olur, oyuna gelmeyelim. Birbirimizi yaralamayalım. Safları birleştirelim.

***06/08/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

30 Temmuz 2019 Salı

Sonunda Kaplıcanın Sıcak Suyunu Buldum

Kaplıcadan yer ayırttınız. Ödemeyi yapıp apartınıza geçtiniz. Az dinlendikten sonra suya gireyim dediniz. Havuzun içinde iki tane musluk var. İkisini de açtınız. Sol taraftakini açar açmaz soğuk, sağdakinden sıcak akıyor. Şimdi size bir soru. Hangi musluktan sıcak su akıyor? Sağ taraftaki musluktan sıcak su akıyor dediniz. Hay aklınızla bin yaşayın. Ben de öyle düşündüm. Zira aklın yolu bir.

İlk ve ikinci günün akşamına kadar havuzu doldurup içine girdim. Su ılıktı. Bu böyle olsa gerek dedim. Akşama doğru resepsiyona giderek suyunuz ılık, bu böyle mi dedim. "Arkadaş, genelde bu şekilde şikayetler geliyor. İki musluğu da açacaksın. Biraz akıtacaksın. Hangisinden sıcak su geliyorsa o musluktan dolduracaksın" dedi bana. Ben sıcak suyu buldum, zira diğerinden soğuk akıyor. Ama suyunuz ılık, herkeste böyle mi yoksa benim oda mı böyle dedim. Adam anlamadın dedi. Az önce söylediğini bir daha söyledi. Çattık dedim, üstelemeden uzaklaştım. Yolda gördüğüm müşterilerden birine aynı soruyu sordum. Sabah girdim, sıcaktı dedi.

Uzatmayayım. Yatmadan önce ve ertesi gün yani ikinci günün sabahında yine sağdaki musluğu açarak yirmişer dakika içinde durdum. 

İkindiden sonra çarşı merkezine giderek bir dostumla çay bahçesinde birer bardak çay içtikten sonra markete giderek alışveriş yaptım. Apartıma geri döndüm. Sular kesikti. Bu devirde suyun kesilmesi, olacak şey değil dedim. Diğer musluğa baktım. Oradan su akıyordu, hem de sıcak su. Üstelik ılık değil, sımsıcak. Bu duruma güler misin, ağlar mısın? Meğersem ben iki gündür kaplıca suyu diye şebeke suyundan doldurarak havuza girmişim. Dedim iyi ki sular kesilmiş, yoksa biz beş gün boyunca şebeke suyundan havuzu doldurup doldurup içine girecekmişiz ve kaplıcaya gittik diye memleketin yolunu tutacakmışız. 

İnsan, suyun kesilmesine bu kadar sevinir mi? Sevindim doğrusu. Ne de olsa sıcak suyu buldum sayesinde. Demek ki her şerde bir hayır var denilen böyle bir şey olsa gerek. 

Nihayet ikinci günün akşamında hakiki kaplıca suyu ile doldurduğum havuza girebileceğim. Soğumasını bekliyorum şimdilik. Çünkü yakacak kadar sıcak. Bu da benim kulağıma küpe olsun. Açar açmaz sıcak bu dememek gerekiyormuş. Adamın iki musluğu da açıp dene sözünü de yabana atmamalıymışım. Geç de olsa anladığım bu durumda hala anlayamadığım açar açmaz şebeke suyunun ılık, kaplıca suyunun soğuk akması. Gel de Ramazan'a anlatın bu durumu. Ramazan israf olur, boşa akmadın diye iki musluğu da açar mı?

Termal sahibi! Alacağın olsun senin! Bana sıcak suyun hangisi olduğunu anlatmak için hem kendini hem de beni yoracağına su vanası şeklinde yaptırdığın iki ayrı musluğun üzerine "sıcaktır", "soğuktur" yazdırsaydın olmaz mıydı? Sanırım sana bugüne kadar benim gibi kaplıca tecrübesi olmayan biri gelmedi. Nasıl ki ben geç de olsa bunu öğrendiğime göre sen de benim gibi müşterilerin olacağını hesaba katarak daha önceden tedbirini almalısın bundan sonra. Bu daha senin iyi günlerin...

Siz yeni müşteriler! Benim gibi acemi kaplıca müşterisi iseniz her gördüğünüz sakallıya amca demeyin. Açın muslukları, bir güzel aksın. Kararı ondan sonra verin. Benim gibi erken karar vermeyin. Yoksa şebeke suyuyla kaplıcalı olursunuz. Demedi demeyin. Burada tecrübe konuşuyor. Bu anlattığım da aramızda kalsın.