31 Temmuz 2019 Çarşamba

Ahbap-Çavuş İlişkisinin Neresindeyiz? *

Eşimizi, dostumuzu, akrabamızı, çoluk çocuğumuzu kötülüklere karşı koruyup kollamak güzel… Bu, aynı zamanda bir sılayı rahimdir. Buna kimsenin bir itirazı olmaz. Esas itiraz kamuya eleman alımında, yüksek bir göreve atama yapıldığında bizim sorunumuz başlıyor. Çünkü bu tür atamalarda oturmuş bir kültür ve kriterimiz yok. Çoğu atamalara yakın ve tanıdıklarımızı atıyoruz. Yani gözetiyoruz. Oğul, gelin, kardeş, damat, yeğen, hemşeri vs. Sırayla nasiplenir atamalarımızdan. Halkın ve kamuoyunun itirazı da buna.

Kim yapıyor bu tür atamaları? Hemen hemen hepimiz. Yeter ki kendimiz etkili ve yetkili bir makama gelelim. Hemen o makamı veya makamdan aldığımız gücü ahbap çavuş ilişkisine döndürürüz. Kazara  “ben liyakat ve ehliyete göre alım yapacağım” desen teşkilatın, eşin, dostun, seni oraya getirenler tarafından paylanırsın. Yani kimse bu konuda dürüst kalamaz.  Dürüst bırakmazlar. Tefe koyarlar. Biricik oğul ve damadını, kızını ve gelinini, kardeş ve yeğenini ve hemşerini almayacaksın da başkasını mı alacaksın? Sonra başkası bizimkilerden daha iyi mi yapacak? Ayrıca bunun ayıp bir tarafı yok ki. Bunu herkes yapıyor. Başkası yaparken iyi de biz yapınca mı kötü oluyor? Geç bunları! Onlar zamanında bizim çocukları aldı mı? Bizim çocuklar kendi gücümüzün olduğu dönemde de mağdur mu olacaklar? Basın, çevre birkaç gün yazar, çizer, konuşur. Sonra unutulur gider.

Mahalle baskısına dayanamayıp hamili yakinim deyip işe almak zorunda kalırsın. Bir tanesini bu şekil alınca arkası gelir artık. İlkinde "Allah'ım! Günah yazma", sonrasında "yazarsan yaz" dersin. Çünkü geçer akçe bu. Yapmazsan istenmeyen adam ilan edilirsin.

Tüm bu yazdıklarımdan yakınları işe almayı sıcak ve makul gördüğüm anlaşılmasın. Maalesef ben kendimi bildim bileli bu işler hep böyle. Sağcısı da aynı, solcusu da aynı, dindarı da aynı, milliyetçisi de aynı... Hiçbirimizin şeceresi bu konuda temiz değildir. Hepimiz yaptık, yapıyoruz, yapacağız, yapacaklar. Dün biz yaptık, bugün başkası. Herkes bu tür alımlara kızıyor, köpürüyor. Bence hiç kızmaya hakkımız yok. Biz yaptık, başkası da yapacak. Çünkü herkes görüp ayıpladığını yapar. Biz dün gördüğümüzü yaptık. Bugün de bizden gören yapıyor/yapacak.

Böyle gelmiş, böyle gitsin demiyorum. Mutlaka bir dur demek lazım. Öncelikle siyasiler bu konuda samimi olmalı. Bir araya gelip etik alım yasası çıkarmalı. Hiçbir siyasi şunu alın diye kartını göndermemeli. Hangi kuruma nasıl birinin alınacağı objektif kriterlere bağlanmalı ve bu kriterler kolay kolay değişmemeli. Birbirimizin hakkını yediğimiz bu torpil kapısı kapanmalı. Kim bir yakınını veya liyakate uygun olmayan birini aldı mı müstafi sayılmalı ve hakkında suç duyurusunda bulunulmalı ve cezasını çekmeli. Yapılan atama da iptal edilmeli.

Herkes var mı bu işe? Sözde hepimiz varız. Ya özde? Sanırım hepimiz sınıfta kalırız. Allah bizim hayrımızı versin, bildiği gibi yapsın.

Sahi, kamuya alımlarda böyleyiz de tarikat ve cemaatlerde durum nasıl? Maalesef oralarda da durum aynı… Yok aslında birbirimizden farkımız.

*24/08/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Linç Kampanyasında Kimse Elimize Su Dökemez ***

Adana'da çalışırken çalıştığım okula Musa isminde bir misyoner gelmiş. Müdür yardımcısı "Hocam, bir gelir misin" diye beni odasına çağırdı. Musa ile beni tanıştırdı.
Koreli olduğunu öğrendiğim, Türkçe bilen ve bizimle kendi dilimizden konuşan Musa'ya "Koreli olduğuna göre ya Konfüçyüs ya da Budist olmalısın. Nasıl Hıristiyan olduğunu sorduğumda bana "Evet, ben daha önce Konfüçyüs idim. Sonradan araştırarak Hıristiyanlığa geçtim." dedi. Neyini beğendin Hıristiyanlığın? İslam dinini de araştırdın mı dedim. "Araştırdım" dedi. İslam'ın neresini beğenmedin dediğimde bana "Muhammed'in çok evliliğini" dedi. Hz Muhammed'in niçin çok evlilik yaptığını, bu evliliklerin çoğu o günün şartlarında bir zorunluluktan kaynaklandığını, peygamberin eşi vefat etmiş bazı kadınları koruma ve kollama amaçlı evlendiğini, onun evliliklerinin birer şehvet evliliği olmadığını, Hz Muhammed 25 yaşında iken kendisinden yaşça çok büyük, daha önce iki evlilik yapmış, dul olan Hz Hatice ile vefatına kadar da tek evli kaldığını ve ondan 6 çocuğu olduğunu, Hz Hatice'nin vefatından sonra diğer evlilikleri yaptığını anlattım. Ardından çok evliliğin Arap toplumunda kadın ve erkek tarafından yadırganmadığını, hemen hemen tüm erkeklerin birden fazla evlilik yolunu tercih ettiklerini, çok evliliğin o devirde sadece Arap toplumunda yaygın olmadığını, diğer topluluklarda da var olduğunu, Hz İsa da uzun süre yaşamış olsaydı o da çok evlilik yolunu tercih edebileceğini söyledim. Anlattıklarıma biraz aklı yatar gibi oldu, makul gördü. Ama Musa, Türkiye'deki Müslümanları Hıristiyan yapmak için özel olarak hazırlanmış bir misyonerdi. Anlattıklarımı makul görse de -veya makul görür gibi davransa da- deruhte ettiği misyonunu terk etmesi mümkün değildi.
Çok evlilik meselesi ve Hz Muhammed'in birden çok evlenmesi konusunda Musa'ya söylediklerime yeniden bir göz atarsak defansa çekilip savunmacı bir yol izlediğim görülecektir. Çünkü 14 asır öncesi bir sosyal vakıayı günümüz gözüyle değerlendirmeye kalkarsak bundan başka bir yol aklımıza gelmiyor.
Çok evlilik günümüz Müslümanlarının yumuşak karnı. Bize vurmak isteyen buradan vurmaya çalışıyor.
Son günlerde gündem olan ve bir linç kampanyasına dönüştürülen Mustafa İslamoğlu da geçmiş bir ramazan programında Mehmet Okuyan ile birlikte Hz Muhammed'in çok evliliği üzerine görüşlerini açıklarken sarf ettiği bir cümle tüm okları üzerine çevirtti. Programda Sayın İslamoğlu Hz Hatice ile ilgili şu cümleleri sarf ediyor: "Şehvetine düşkünü bir yana bırak, birazcık şöyle kendisini ciddîye alan bir erkek, üstelik Mekke’nin yiğidi, Mekke’nin el-Emin’i, el üstünde tutuluyor, göz bebeği, Abdülmuttalib’in de göz bebeği, vârisi  gider de üç çocuklu, iki kocadan arta kalmış kırk yaşında bir dulu yirmi beş yaşındayken alır mı? " Burada tepki çeken cümle "Üç çocuklu, iki kocadan arta kalmış, kırk yaşında bir dul" sözü. Biri videonun başını ve sonunu kesmiş, sadece bu kısmı almış. Yedi dakikalık video izlendiğinde İslamoğlu'nun Hz Hatice ile ilgili öncesinde "İki evlilik geçirmiş, çocukları var, iki evliliğinden üç çocuğu var, kırk yaşında bir hanım" dediği görülecektir. Hatta saygı ifadesi olarak Hz Hatice demiştir, çoğumuzun dediği gibi.
Video baştan sona izlendiğinde İslamoğlu'nun, "Peygamberin çok evliliğini bir yere oturtmaya çalıştığını, peygamberin bu yaptığının şehvet evliliği olmadığını, bir şefkat evliliği olduğunu irticalen anlatmaya çalıştığı açık olmasına rağmen biz "arta kalan" kısmında takılıp kaldık. Arta kalan hoş bir ifade mi? Değil elbet. Zaten bu ifade kulak tırmalıyor. Ama videonun bütününü izlediğimizde, konuşmacının hakaret amacı taşımadığı net.
O zaman bu yaygara, linç girişimi neden? "Ameller niyetlere göredir" hadisine sığıyor mu bu yaptığımız? İslamoğlu'nu yargısız infaz yaparken yıllar öncesi bir videonun sadece 30 saniyelik kısmını servis eden kimsenin maksadını niçin sorgulamıyoruz? Belli ki bunu servis eden okların İslamoğlu'na çevrilmesini istemiş. Kimse, adamı buradan tebrik ediyorum. Fazlasıyla maksadına ulaştı. Herkes bu sözünden dolayı İslamoğlu'na veryansın ediyor. Linçtir bunun adı. Maalesef çoğumuz atladı. Linç girişiminde kimse elimize su dökemez. Yazıktır, ayıptır, yargısız infazdır yaptığımız. Amacımızın üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek olduğu aşikardır.
Burada niyetim Mustafa İslamoğlu'nu savunmak değildir. Zaten onun savunucuları yeter de artar bile. Ama bu yaptığımızın birlik ve beraberliğimize, hoşgörü ortamına ve barış iklimine hiçbir faydası yoktur. Belli ki birileri İslamoğlu'nun biletini kesmek istiyor. Zaman zaman da bunun denemesini eski konuşmalarının önünü-arkasını keserek servis ediyorlar. Bence bu oyuna gelmemek lazım. Çünkü birileri bizimle oynuyor.
İslamoğlu'nu sever veya sevmezsiniz, görüş ve üslubuna katılır veya katılmazsınız (ki arta kalan” ifadesini tasvip etmiyorum. Ama bunun yolu bu şekil vurmak değildir. Biz bu şekil vurdukça İslamoğlu, görüşlerinden ve üslubundan vazgeçecek; doğru söylüyorsunuz, ben yanılmışım diyecek değildir. Biz kantarın topuzunu kaçırdıkça o ve sevenleri önce savunmaya, arkasından saldırıya geçebilir. Bırakalım İslamoğlu'nu kendi haline. İnanın gündem bile olmaz. Çok mu zor İslamoğlu'nun Hz Hatice hakkında maksadını aşacak şekilde söylediği sözünü tasvip etmiyoruz demek? Mustafa İslamoğlu da “İrticalen yaptığım bu konuşmada tartışmalara sebebiyet verdiğim ‘arta kalan’ ifademi onaylamıyorum, demeli.
Ne olur, oyuna gelmeyelim. Birbirimizi yaralamayalım. Safları birleştirelim.

***06/08/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.



30 Temmuz 2019 Salı

Sonunda Kaplıcanın Sıcak Suyunu Buldum

Kaplıcadan yer ayırttınız. Ödemeyi yapıp apartınıza geçtiniz. Az dinlendikten sonra suya gireyim dediniz. Havuzun içinde iki tane musluk var. İkisini de açtınız. Sol taraftakini açar açmaz soğuk, sağdakinden sıcak akıyor. Şimdi size bir soru. Hangi musluktan sıcak su akıyor? Sağ taraftaki musluktan sıcak su akıyor dediniz. Hay aklınızla bin yaşayın. Ben de öyle düşündüm. Zira aklın yolu bir.

İlk ve ikinci günün akşamına kadar havuzu doldurup içine girdim. Su ılıktı. Bu böyle olsa gerek dedim. Akşama doğru resepsiyona giderek suyunuz ılık, bu böyle mi dedim. "Arkadaş, genelde bu şekilde şikayetler geliyor. İki musluğu da açacaksın. Biraz akıtacaksın. Hangisinden sıcak su geliyorsa o musluktan dolduracaksın" dedi bana. Ben sıcak suyu buldum, zira diğerinden soğuk akıyor. Ama suyunuz ılık, herkeste böyle mi yoksa benim oda mı böyle dedim. Adam anlamadın dedi. Az önce söylediğini bir daha söyledi. Çattık dedim, üstelemeden uzaklaştım. Yolda gördüğüm müşterilerden birine aynı soruyu sordum. Sabah girdim, sıcaktı dedi.

Uzatmayayım. Yatmadan önce ve ertesi gün yani ikinci günün sabahında yine sağdaki musluğu açarak yirmişer dakika içinde durdum. 

İkindiden sonra çarşı merkezine giderek bir dostumla çay bahçesinde birer bardak çay içtikten sonra markete giderek alışveriş yaptım. Apartıma geri döndüm. Sular kesikti. Bu devirde suyun kesilmesi, olacak şey değil dedim. Diğer musluğa baktım. Oradan su akıyordu, hem de sıcak su. Üstelik ılık değil, sımsıcak. Bu duruma güler misin, ağlar mısın? Meğersem ben iki gündür kaplıca suyu diye şebeke suyundan doldurarak havuza girmişim. Dedim iyi ki sular kesilmiş, yoksa biz beş gün boyunca şebeke suyundan havuzu doldurup doldurup içine girecekmişiz ve kaplıcaya gittik diye memleketin yolunu tutacakmışız. 

İnsan, suyun kesilmesine bu kadar sevinir mi? Sevindim doğrusu. Ne de olsa sıcak suyu buldum sayesinde. Demek ki her şerde bir hayır var denilen böyle bir şey olsa gerek. 

Nihayet ikinci günün akşamında hakiki kaplıca suyu ile doldurduğum havuza girebileceğim. Soğumasını bekliyorum şimdilik. Çünkü yakacak kadar sıcak. Bu da benim kulağıma küpe olsun. Açar açmaz sıcak bu dememek gerekiyormuş. Adamın iki musluğu da açıp dene sözünü de yabana atmamalıymışım. Geç de olsa anladığım bu durumda hala anlayamadığım açar açmaz şebeke suyunun ılık, kaplıca suyunun soğuk akması. Gel de Ramazan'a anlatın bu durumu. Ramazan israf olur, boşa akmadın diye iki musluğu da açar mı?

Termal sahibi! Alacağın olsun senin! Bana sıcak suyun hangisi olduğunu anlatmak için hem kendini hem de beni yoracağına su vanası şeklinde yaptırdığın iki ayrı musluğun üzerine "sıcaktır", "soğuktur" yazdırsaydın olmaz mıydı? Sanırım sana bugüne kadar benim gibi kaplıca tecrübesi olmayan biri gelmedi. Nasıl ki ben geç de olsa bunu öğrendiğime göre sen de benim gibi müşterilerin olacağını hesaba katarak daha önceden tedbirini almalısın bundan sonra. Bu daha senin iyi günlerin...

Siz yeni müşteriler! Benim gibi acemi kaplıca müşterisi iseniz her gördüğünüz sakallıya amca demeyin. Açın muslukları, bir güzel aksın. Kararı ondan sonra verin. Benim gibi erken karar vermeyin. Yoksa şebeke suyuyla kaplıcalı olursunuz. Demedi demeyin. Burada tecrübe konuşuyor. Bu anlattığım da aramızda kalsın.

Gazlıgöl'de Bir Öğle Namazı

Kaplıca'nın ikinci gününde 1985 yılında yapılmış, apartıma on adımlık mesafede bulunan camiye öğle namazını eda etmek için gittim.

Camiye girerken bahçesinde, girdikten sonra caminin arka mahallinde ve caminin içindeki çocuklar dikkatimi çekti. Elli kadar büyüğün saf tuttuğu camide, çoğunluğu geride olmak üzere yirmi kadar çocuk da vardı. 

Caminin girişinde büyük puntolarla yazılıp asılmış "Bu camideki çocukların dokunulmazlığı vardır. Cemaatimize duyurulur" yazısı dikkatimi çekti. Bu işi cemaat ciddiye alsın diye "dokunulmazlığı" kısmını sarı fosforlu kalemle çizmiş cami imamı. Gel de kız bu yazıdan sonra camiye gelen çocuklara.

Kıldığım öğle namazı, hafta içi cuma dışında bir vakit olmasına rağmen camiye girdiğimde imam, vaaz veriyordu. Ezanın bitimiyle birlikte saf düzenine geçerek namazımızı kıldık. Namaz esnasında dokunulmazlığı olan çocuklardan bir rahatsızlık duymadım. Küçücük yaşlarına rağmen bizimle birlikte namazlarını kıldılar. Sessiz sessiz yanındaki arkadaşıyla konuşanlar vardı. Görülmeye değer. Çocuklar için böylesi konuşmanın yeri ayrı.

Tespih çekmeden önce bize karşı yüzünü dönen imama baktım. Kırk yaşlarında ya vardı ya da yoktu. Müezzin "...Velâ havle velâ guvvete illâ billahi'l azîm" dedikten sonra Ayet'el Kürsi'yi okumama fırsat vermeden imam, besmele çekerek bizim yerimize Ayet'el Kürsi'yi de okuyuverdi. Ardından müezzinin komutuyla birlikte sırayla "Sübhanallâh... Elhamdülillâh... Allâhü ekber" dedik. Bereket imam 33'er defa okuduğumuz tesbihatı bize bıraktı. 

Duanın ardından hocamız Kureyş süresini okudu. Ardından müezzin, süre hakkında kısa bir bilgi verdikten sonra sürenin anlamını verdi. "Fatihah" sözüyle birlikte cemaat teker teker çıkmaya başladı. 

Camiden çıkarken farzı kıldıktan sonra caminin arka mahalline geçip vızıltı şeklinde sesleri gelen çocukları gördüm. On beş kadar çocuk, önlerine rahlelerini almışlar, üzerlerine Kur'an-ı Kerim'leri koymuşlar. Diz çökmüş bir halde sorumlu oldukları sayfaları okumaya çalışıyorlardı. Anlaşılan namazdan sonra hoca onları okutacaktı. Benim onlara gıpta ile baktığımı gören benden yaşlı bir amca yanıma yaklaşarak "Bu çocuklar, böyle okuyup bizim yerimizi alacaklar ve bu camiler onlar sayesinde boş kalmayacak" dedi. İnşallah dedim kendisine.

Anladığım kadarıyla imam gayretli biri. Kendi çapında işini yapıyor. Çocuklara da sevdirmiş kendini. Çocuklar dört gözle heyecanlı bir şekilde hocalarının gelip kendilerini okutmasını bekliyorlar. Mutlulukları gözlerinden okunuyor. Sanırım bu işi bisikletsiz halletmiş hoca. Afyon Karahisar Müftülüğünün bir talimatı mı yoksa kendi inisiyatifi mi? Namazdan sonra küçük sürelerden birini aşır olarak okuyor, müezzini de anlamını veriyor. Zannımca cemaatinin okunan sürelerin anlamlarından haberdar olmasını istiyor. 

Allah işine samimiyetle sarılanlardan, işini dört dörtlük yapanlardan eylesin.






Şükrü Özüdoğru*

Şükrü Özüdoğru, Konya İHL'nin emekli meslek dersleri öğretmenlerinden. Öğrencilik hayatım boyunca dersimize girmesi nasip olmadı. Başka sınıflardan sorumlu müdür yardımcısı idi. Kendisini her gördüğümde beni etkileyen heybetli bir görüntüsü gözüme çarpardı. Hiç karşı karşıya gelmemekle beraber çekinirdim kendisinden. 

1992 yılında Nizip İHL'de öğretmenliğe başladığımda "Kuruluşundan Bugüne Türkiye'deki İmam Hatip Liseleri ve Konya İmam Hatip Lisesi" başlıklı kitabı elime geçti. Güzel bir emek sarf edilerek hazırlanan kitaba bir göz attığımda kitapta her dönem mezun olan öğrencilere de yer verildiğini gördüm. Kendi mezun olduğum döneme bakarak ismimi, okul ve diploma numaramı buldum. İsmimi ve dönem arkadaşlarımı alt alta yazılmış görünce çok mutlu oldum. Defalarca güncellenerek baskısı yapılan kitap, İHL'lerin geçmişi için temel bir kaynak niteliğinde. Hocamızın donanım ve birikimini o zaman fark ettim. Telif edilmiş başka kitapları da var kendisinin. 

75 yıllık hayatında binlerce öğrenci yetiştirmiş olan hocamız, aynı zamanda sayısız eserler armağan ederek darı bekaya uçtu. Sevenlerini öksüz bıraktı. Gördüğüm kadarıyla dopdolu bir hayat yaşamış. İnşallah yetiştirdiği öğrencileri ve bıraktığı eserleri kendisi için bir sadakayı cariye olur.

30 Temmuz 2019 Salı günü Hacıveyis Camiinden öğleyin kılınan cenaze namazından sonra Üçler Mezarlığına defnedilen Hocamızın soyadına dikkat çekeceğim burada. Kendisini yaptıklarıyla tanımakla birlikte çok güzel bir soyada sahip olduğunu fark ettim. Doğru, sözüdoğru soyadlarını sıkça duymakla birlikte Özüdoğru soyadını nadiren duydum. İnşallah soyadı gibi özü doğrudur. Çünkü özü doğru olan sözünde, işinde, hayatın her alanında doğru olur. Bu doğruluklar kendisini iyiliğe, iyilik de kendisini cennete götürür.

Umarım özüdoğru biridir. Allah mekanını cennet eylesin. İmam Hatip camiasının ve sevenlerinin başı sağ olsun. Allah cümlemizi özü, sözü, işi düzgün ve doğru olanlardan eylesin.

*31/07/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Kaplıcada İlk Günüm

Biraz yaşlanınca ağrı ve sızılar artınca yazın gözünüz kaplıcalarda olur. O değilden kaplıcanın faydalarına bir göz atarsanız, mübarek her derde deva. Aman kaçırmayalım diyor ve bir kaplıca arayışına giriyorsun. En azından ben böyle yaptım.

Dört gün öncesinden ne olur ne olmaz diyerekten kaporasını gönderdiğim termale üç saatlik bir yolculuktan sonra yerleştim. İlk günüm bugün. Nasipse beş gün kalacağım burada. Niyetim ağrıyan sızlayan bütün dertlerimi burada bırakıp geri dönmek. Sonrasını benim derdimle uğraşmak üzere termal sahibi düşünsün.

Adına şiirler yazılan, efsanesi bile olan kaplıcanın bir benzeri de Fransa'da imiş. Fransa'dakini görmemişsem de buradakini görerek orayı da görmüş gibi oldum. 

Az dinlendikten sonra odadaki havuzu doldurarak suyun içinde bir yirmi dakika durdum. Suyu, banyo suyu gibi ılık, yakmıyor. Çıktıktan sonra tüm dertlerimden kurtulmuş olabilir miyim diye kendimi bir yokladım. "Nedin lan sen" der gibi hiç oralı olmadı. Sonradan resepsiyonda imzaladığım sözleşme metnini okudum. Faydası için en az 10 ila 20 gün kalınması gerekiyormuş. Anlayacağınız niyetimi bozmayayım ama beş gün kalarak havamı alacak gibiyim.

Dinlenmek için yatağa az uzandım. Gözümden uyku akıyor. Uyu uyuyabilirsen. Misafir eksik olmadı hiç. Uyutmadılar. Dinlenmeye mi geldim, misafir ağırlamaya mı anlayamadım. Misafirler de mankafa çıktı. Ne laftan anladılar ne de sözden. Bu adam buraya tatil yapmak için uzaktan geldi, rahat bırakalım demediler. Ne zaman uyku moduna geçmeye kalksam dın sesiyle uyandırdı beni. Sinekti konan, hem de karasından. Kovaladım. Sağ olsun gitti. İnadı yoktu. Az sonra tekrar uyuya kalacağım, yine dın diyerek bir sinek vızıltısı daha. Aynısı mı, farklı biri mi bilemedim. Hepsi siyahından tek yumurta ikizi, tıpatıp aynı. Baktım o inatsa ben hayli hayli inadım. Uyuyacağım, başka yolu yok dedim. İçeri sıcak demeden üzerime bulduğum nevresimi çektim. Uyudum mu, uyumadım mı bilmiyorum ama yarı uyku hali yaşadığım belli. Geç yatmaya alışkın biri olarak daha 23.00 sularında gözüm kapanıyorsa demek ki bu karasinek/ler beni uyutmadı.

Ben böyle karasinekle kara düzen mücadele ederken aklıma bir büyüğümün başından geçen geldi. Ama midem götürmedi. Büyüğüm ne mi yapmış? Tarlada eski usul çalışırken öğleye kadar güneşin altında didinip durmuş. Öğle yemeğini yedikten ve namazını kıldıktan sonra yorgunluğum gitsin diye römorkun altına uzanmış. Niyeti az kestirmek. Ama ne mümkün! Karasineğin biri uylamış. Tam canı geçecekken gelip konmuş. Eliyle kovalamış ama uzaklaşan sinek tekrar konmuş. Bir türlü uyutmamış. Sonunda kovalamayı bırakmış, sineği yakalamaya karar vermiş. Bir, iki, üç, beş derken sineği avucunun içine yakalamış. Yakalamakla kalmamış. Avucunu iyice sıkmış ve sineği öldürerek hıncını almış. Ama kendisini bir türlü uyutmayan sineğe olan siniri geçmemiş. Sinirinden sineği ağzına katmış, bir güzel çiğnemiş. Ardından yere tükürerek ağzını bir güzel yıkamış. Yerde parçalanmış bir şekilde mevta olmuş sineğe bakmış ve "Haydi bir daha dınıla da göreyim" demiş. Sonrasını bilmiyorum. Uyudu mu büyüğüm yoksa kalkıp işine mi koyuldu? Ama olan sineğe olmuş ve mücadeleyi büyüğüm kazanmış. Benim bu hikaye aklıma geldi ama böyle bir mücadeleye ne midem müsaade eder ne de kabiliyetim. Ayrıca ben mütevazı insanım. Baktım olmadı. Sineği odada bırakarak balkona geçtim.

Balkonda akşam yemeğini yiyorum. Sol kolumda bir kaşıntı bir kaşıntı! Tatlı mı tatlı! Mübarek, ne de zevkli kaşımak. Nihayet ne var bu kolumda diye baktım. Kolumda baloncuk oluşmuş. Hay aksi dedim kendi kendime. Ne münbit bir yermiş burası. Hem karasineği var hem de sivrisineği. Gelen öpmüş beni, giden öpmüş. Karası konduktan sonra benim ben, ben geldim dercesine sesiyle rahatsız ediyor. Sivrisi sinsi mi sinsi! Rengi beyaz ya da renksiz. Geldiğinden bile haberin olmuyor. Kanını emiyor bir güzel. O gittikten nice sonra sen kaşınmaya başlayınca "Ana len sivri de var burada" diyorsun.

Hasılı ilk günkü misafirlerim pencereden giren davetsiz misafirlerimdi. Aklı sıra bana hoş geldin dediler. Umarım bu misafirlik yarına ve ertesi günlere sarkmaz. Çünkü misafir ev sahibine eziyet etmez. Zaten dinimizde de misafirlik bir gündür. Yarın beni bana bırakır, kendileri de yeni gelenleri ziyarete giderler. Ayrıca şakaysa bu yaptıkları, bir tek şakası. Böylesi şakayı hiç sevmem. Ciddilerse tadında bırakmalılar artık. Zira bunun ciddisini de hiç sevmem. Hasılı dinlemeye ve dert bırakmaya gelen ben sanırım dertli gideceğim buradan.

Belediye ne mi yapıyor? Ne bileyim ben kardeşler! Kaldığım yer bir belde. Belediyesi var. Ama koskoca belediye sinek vb. haşerelerle mücadele eder mi? Birçok belediyemiz gibi muhtemel ki bu belediye de aslî görevinin dışında vazifesi olmayan diğer âlî işlere bakıyordur. Sağ olsunlar, var olsunlar...

Not: 
1. Paranızla ısırılmak istiyor; derdiniz yok, dertlenmek istiyor, ağrımaz başınızı ağrıtmak istiyorsanız beklerim buraya sizleri de.
2.Sineği ağzına atan kimseye "Yaptın mı, sineği çiğnedin mi" dedim. "Yaptım" dedi.
3.Sinekle mücadelede oğlumun hakkını teslim etmem gerek. Halihazırda yedi cesedi var. Benim sineksavarım o. Gazetede ile halletti. Bedavaya getirdik şimdilik bu mücadeleyi.


28 Temmuz 2019 Pazar

Hayata Dair *


*Profesyonel siyasetçi değilseniz amatörce siyaset yapmayın. Bırakın bu işi, bu işe soyunanlar yapsın. Siz kendi işinize yoğunlaşın. Siyasetiniz sandıkla sınırlı kalsın. 
*Ömrünüz birini veya birilerini savunarak veya kötüleyerek geçmesin.  Unutmayın ki hiçbir kişi veya kişiler her daim iyi, her daim kötü iş yapmaz. Felsefeniz doğruya doğru, yanlışa yanlış olsun. Sevip saydığınız kişinin yanlışını ilk siz söyleyerek karşı çıkın. 
*Kendinizin bir fikri olsun. Fikirleriniz doğrultusunda yaşayın. Kişiyi değil, fikirlerini benimseyin. Çünkü kişiler bugün var, yarın yok ya da o kişi sizi yarı yolda bırakabilir. 
*Sloganik yaşamayın. Söylediklerinizi pratiğe geçirin. Derinlemesine düşünün. İlla sloganik yaşayacaksanız yaşantınız sloganik olsun.
*Rakiplerinize, rakip bildiklerinize veya sizinle zıt düşünceye sahip olanlara önyargılı yaklaşmayın. Onları önce dinlemeye ve anlamaya çalışın. Niçin benimle aynı düşüncede değiller, niye onları ikna edemiyorum diye kafa yorun. Asla diyalog ortamını kesmeyin. Kendinizden dolayı kimseyi düşüncenize düşman etmeyin.
*Kendi düşüncenizi sık sık gözden geçirerek güncelleyin. Yanlışlarınızı ayıklayın. Zaman zaman acaba yanlış yolda mıyım diye kendinizi sorgulayın. Özeleştiri yapın. Hatanızı tespit edince özür dileyerek hatadan vazgeçin. Çünkü özür dilemek bir erdemliliktir. 
*Sabit fikirli olmayın. Fikrinizi değiştirebileceğinizi hesaba katın. Çünkü fikirler olaylara, zamana, yaşa bağlı olarak değişebilir. Fikrinizde sabit olup zamanın ruhuna uygun olarak kendinizi yenilemezseniz fikrinizin fanatiği olursunuz.
*Doğru, sadece sizin savunduğunuzdan ibaret olmayabilir. Doğruya giden birden fazla yol olabilir. Bu yüzden rakiplerinize empati ile bakın. Rakibinizin fikrine bakışınız, yüzeysel bilgi ve duyumlardan ibaret olmasın. Eleştiriden önce derinlemesine bir araştırma yapmak lazım.
*Hayatınızı başkasını kötülemek ve eleştirmek üzerine kurmaktansa kendi doğrularınızı anlatın. Kimseyi fikrinden ve yaptığından dolayı kınamayın, ayıplamayın ve gülmeyin. Çünkü bugün ayıpladığımız ve güldüğümüz yarın başımıza gelebilir.
*Bir görev ifa ediyorsanız görevinizi tadında bırakın. Kendinizi bulunmaz Hint kumaşı bilmeyin. Unutmayalım ki kimse vazgeçilmez değil.
*Bir koltuk sahibi iseniz koltuğunuza değer katın. İnsanların size saygısı koltuğunuza değil, koltuğunuza verdiğiniz değerden olsun. Gücünüzü koltuktan almayın. Koltuğa güç katın. Koltuğa oturduktan sonra koltuğun değiştirdiği insanlardan olmayın.
*İşinizi düzgün yapın. Kendinizi işinize verin. İşinizi bırakıp dünyayı düzeltmeye kalkmayın. İşinizi düzgün yaparsanız dünya zaten düzelir.
*Hayattan beklentileriniz büyük olmasın. Küçük beklentilerle yetinin. Geleceğe karamsar bakmayın. Hep ümit var olun.
*Kimseyi gittiğiniz yolda bende yapmayın. Onların akıllarını kiralamayın. İnsanları etkilerken akıllarını kullanmalarına imkan verin. Yol göstericiliğimiz okullarda görev yapan psikolojik danışman ve rehber öğretmenler gibi olsun. Malumunuz rehber öğretmenler, öğrencilere yapacağını söylemez. Öğrencinin ne yapacağını kendisinin bulmasına yardımcı olurlar. Bizimki de öyle olmalı.

*04/10/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.