5 Haziran 2019 Çarşamba

Evlere Ayakkabı ile Girsek Nasıl Olur? *

Başlığı görünce "Ne dediğinin farkında mısın, kendinde misin" dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız elbet! Zira bizim kültürümüzde evlere ayakkabı ile girilmez. Bakmayın eski Türk filmlerinde evlere ayakkabı ile girilip çıkıldığına. 

Evlerimiz günlük, haftalık ve yıllık rutin temizlenir. Misafir öncesi ve misafir sonrası ev temizliği tekrar gözden geçirilir. Kapının önünde ayakkabılar çıkarılır, varsa vestiyere konur. Sonra kapı eşiğine serilmiş paspasa basılır ve içeri girilir. Evden çıkarken hakeza yere basmadan ayakkabı giyilir. Çünkü evlerimiz aynı zamanda birer namazgahtır. Seccade sermeden namazımızı kılarız. O yüzden ayakkabı ile girilmez. Çünkü ayakkabı ile başta umum tuvaletler olmak üzere her yere girer, çıkar, dolaşır, basmadık yer bırakmayız. Hasılı ayakkabılarımızın altına her türlü pislik bulaşır.  Bundandır ki ayakkabıların çıkarıldığı yere çıplak ayak veya çorabımızla da basmayız.

Ben böyle diyorum. Öyle zannediyorum, siz de aynı kanaattesiniz ve aynı hassasiyetleri taşıyorsunuzdur. Fakat gel gör ki bazılarımız bu hassasiyeti taşımıyor. Eve ve camiye girerken ayakkabısını kapıya yaklaşmadan bir iki metre ötede çıkarıyor. Sonra o güzelim çoraplarını herkesin ayakkabısı ile bastığı yerlere basıp yürüyerek içeriye geçiyor. Hiç istifini bozmadan cami veya eve giriyor. Böyle yapan birini görünce garipserim. Ki garipsememek mümkün değil. İçim cız eder, annah der, dudaklarımı ısırırım. Ben böyleyim ama bunu yapanlar çok rahat. Öyle zannediyorum bu rahatlıkları beni öbür dünyaya tez elden götürürken onları daha çok yaşatacak. Böylelerini görünce maalesef bir şey yapamıyorum. Kısa bir şok geçiririm. Camideysem namazda iken bile o kimse gözümün önüne gelir. Acaba nerelere bastı diye düşünür dururum. Bu olay evimde veya başkasının evinde cereyan etse oturduktan ve konuşmaya başladıktan sonra kendimi sohbete veremem. Aklım fikrim girişteki basılan yerdedir. Hatta bazen belli etmeden dost başa düşman ayağa misali ayağına bakarım. Hatta böylelerinin yaptığı ayıba aldırmadan ayıp olmasa kalkıp elime bir bez alıp bastığı her yeri bir güzel silmek isterim. Bunu yapmadan önce yeni açılmış bir çorabı getirip "Ayağındaki çorapları çıkar, şunları giy" diyesim gelir. Çünkü bastığı yer cami veya ev neresi ise az sonra belki namaza kalkıp başımızı secdeye koyacağız.

Umarım abarttığımı düşünmüyorsunuzdur. Ama bu konuya bir çözüm bulmamız gerekiyor. Yok bulamayız denirse böyle olacağına bari bırakalım da herkes eve barka ayakkabı ile girsin daha iyi. Böylece insanlar girip çıkarken ayakkabı giyip çıkaracağım, bağını çözeceğim, kerata kullanacağım, bağını bağlayacağım derdiyle de uğraşmaz, burnumuza çorap kokusu gelmez. Kapının önüne paspas sermeye gerek kalmaz. Hem böylece giriş çıkış sirkülasyonu daha çabuk olur. Kimse önündeki ayakkabı giyecek, ardından ben diye sıra beklemez. Evlere halı sermeye gerek yok. Sadece ara sıra vileda ile paspas çekeriz, olur biter.

Nasıl buldunuz benim çözümümü? Kusura bakmayın, başka çözüm aklıma gelmedi. Ya pis ve kirli yerlere basmadan ev, cami vb. yerlere girmeyi öğreneceğiz ya da ayakkabı ile gireceğiz. Bence düşünmeye değer.


*05/08/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

4 Haziran 2019 Salı

Seçimsiz Günler ***


Seçimlerin de tadını kaçırdık diye düşünüyorum. Ortalama yılda bir seçim yaptığımız yetmediği gibi şimdi de iptal edilen ve yenilenen seçimlerle yatıp kalkıyoruz. 2018 yılında yapılan 24 Haziran seçimlerinin ardından hazırlığına başladığımız 31 Mart seçimlerini maalesef bitiremedik. 23 Haziran 2019'da yapacağımız İstanbul seçimleriyle tam bir yılı seçimle geçirmiş olacağız. 

31 Mart seçimleri yapılmadan önce 2023'e kadar başka seçim yok. Biz seçimsiz yapamayız demiştim. Şükür ki İstanbul seçimleri imdadımıza yetişti.

İstanbul deyip de geçmeyelim. Seçimi sadece İstanbul yapmıyor. İstanbullu sandığa gidecek, ülkenin geri kalanı da İstanbul ile yatıp kalkıyor. Her günün akşamı yorum yapan aynı aktörler aylardır seçime dair aynı şeyleri söyleyerek bizleri oyalıyor. Ajansların ilk haberleri İstanbul seçimleri üzerine. Hangi aday ne dedi, neredeydi...gibi. 

Sizi bilmem ama bana göre biz seçimlerin cılkını çıkardık. Ne ramazan umurumuzda ne bayram ne geçim. Varsa yoksa seçim. 

Kimin kazanmasında değilim. İki güçlü adaydan hangisi kazanır bilmiyorum. Bunun kararını İstanbul seçmeni verecek. Gönlüm 23 Haziran tartışmayı bitirsin; kazanan, kaybeden durumuna razı olsun. Ortaya yeni tartışmalar dökülmesin.  Ülke biraz da seçimsiz günler yaşasın. Yazık bu ülkenin seçimlere harcadığı zamana, paraya-pula. Birbirimizi kırdığımız döktüğümüz de işin çabası. Artık birbirimize güvenmiyoruz. Herkes yekdiğerini hırsız olarak görüyor. Kolay kolay kapanmayacak bu güvensiz ortamın tohumları öyle zannediyorum bol bol meyvesini verecek. Böyle bir ortamı oluşturduktan sonra İstanbul'u kimin kazanması, İstanbul'u bir beş yıl kimin yönetmesi çok da önemli değil. Tatlı rekabetin bitirildiği, ölümüne ve kıyasıya bir mücadelenin verildiği, sanki İstanbul yeniden fethedilecek ve düşmanın elinden alınacak gibi bir seçim çalışmasının bu ülkeye pek hayrının olacağını düşünmüyorum. Adaylar ya da partililer tarafından seçim kazanma uğruna seçmene verilen uçuk-kaçık seçim vaatleri mirasyedi evladın ata malını har vurup harman savurmasına benziyor.

Üzülüyorum bu duruma gerçekten. Üzüntüme maalesef bir derman da bulamıyorum. Görüyorum ki seçim falan bize lüks. İstediğim ülkenin huzura kavuşması, suların durulması, ülkenin normal gündemine dönmesi.

Seçimlerin normal süresi içerisinde yapıldığı nice seçimsiz günlere inşallah!

***22/06/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.



3 Haziran 2019 Pazartesi

Ortaöğretimde Yeni Sistem Üzerine *


Milli Eğitim Bakanı Sayın Ziya Selçuk, 2020-2021 öğretim yılından itibaren uygulanmaya konacak olan yeni ortaöğretim sistemi hakkında açıklamalarda bulundu. Buna göre liselerde 9.sınıflardan başlamak suretiyle kademeli olarak ders çeşitliliği azaltılıyor. Bilgi Kuramı dersi zorunlu okutulacak dersler arasına girerken zorunlu olarak okutulan bazı dersler seçmeli ders hale geliyor. Detaylı bir açıklama olmasa da kısa açıklamadan anladığım haftalık ders saati 35 saate iniyor.

Yeni ortaöğretim sistemi, detaylı açıklanınca ve uygulamaya konunca sistemin olumlu ve olumsuz yönleri hakkında kanaat belirtmek en doğrusu ama yine de yapılan açıklamalar çerçevesinde kısa bir değerlendirmede ve öneride bulunmak istiyorum.

Öncelikle yeni sistemde ders çeşitliliğinin azaltılmasını olumlu bulduğumu ifade etmek isterim. Fakat ders çeşitliliğini azaltmak tek başına yeterli değildir. Haftalık ders saatleri daha fazla azaltılmalıydı. Beş saatlik azaltma yeterli değildir. En azından 25 saate inmeliydi. Yeni sisteme kademeli geçiş yapılması okullarda beraberinde servis sorununu getirecektir. Eski sisteme tabi olanlar günde 8 saat ders işlerken yeni sistemin öğrencileri 7 saat ders işleyecektir. Okullar eski ve yeni sistemin öğrencilerine ayrı ayrı servis ayarlamayacağına göre yeni sistemin öğrencileri diğerlerini bir saat beklemek zorunda kalacaklardır. Bu sorun üç yıl boyunca devam edecektir. Keşke kademeli geçiş yerine aynı anda tüm sınıflar bu yeni sistemden faydalandırılsaydı daha iyi olacaktı. 

Burada değinmek istediğim diğer bir husus, sistem değişikliğine ortaöğretimde başlanması. Halbuki liseyle birlikte ortaokullarda da ders çeşitliliğini ve haftalık ders saatini azaltmakla işe başlanmalıydı. Sistem birbirine paralel olarak birbirini tamamlardı. Nedense ortaokullar üzerine bir açıklama yok. Belki de liseden önce ortaokullara neşter vurulmalıydı. Değişim yukarıdan aşağıya değil de aşağıdan yukarıya olmalıydı. Çünkü ortaokullarda ders yükü ve çeşitliliği fazla ve bu ders yükünü bu küçük bücürler kaldıramıyor. 

Değinmek istediğim bir başka husus, hangi sistemi getirirsek getirelim -isterseniz dünyanın en iyi eğitim sistemi olsun- etraflıca düşünmezsek bu sistem de önceki sistemler gibi kadük kalır. Bence eğitim ve öğretimde kaliteli yakalamak adına yapılan bu sistem değişikliklerinin fayda vermesi için okullarda eleme sistemi mutlaka olmalıdır. Sorumluluğunu bilenle, bilmeyen; çalışanla çalışmayan arasında bir ayrım ve yaptırım olmalıdır. Anasınıfından başlayan her çocuk, başarı durumu ne olursa olsun liseyi hep beraber bitirecekse sistem değiştirmenin bir anlamı yoktur. Okullara getirilecek eleme usulü çocuklarımızı yarıştıracak ve sorumluluklarını bilmelerine fayda sağlayacaktır. Bunu her şeyden önce başarılı ve sorumlu çocukları korumak ve kurtarmak için yapmaya ihtiyaç vardır.

*14/06/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Yeniden Ayağa Kalkmak İstiyorsak...

Bir zamanlar fikrimizi, zikrimizi ve görüşümüzü açıklarken herkesi ötekileştirmeden kucaklamaya çalışan biz yeniden şaha kalkmak istiyorsak,
*İnsanları olduğu gibi kabul etmeli ve sevmeliyiz. Tıpkı eskiden "Yaratılanı severiz, Yaradan'dan ötürü" dediğimiz gibi.
*Eleştiriye açık olmalıyız. Her eleştireni düşman görmemeliyiz.
*Emanet, ehliyet ve liyakat temel prensibimiz olmalı.
*Aleyhimize bile olsa daima hakkı söylemeliyiz. Adaleti elden bırakmamalıyız. Hakkı üstün tutan neferler olmalıyız.
*İnsanlara güven ve itimadı şiar edinmeliyiz. Kendimiz dışında herkesi suç makinesi görmemeliyiz.
*İsraftan sakınmalıyız. Elimizdeki bütçeyi yetim malı bilmeliyiz.
*İnsanlara nazik ve kibar olmalıyız. Tatlı ve yumuşak bir üslup kullanmalıyız. Muhataplarımıza değer vermeliyiz. 
*Rakiplerimizi yok etmeye çalışmak yerine onları kazanmak için mücadele etmeliyiz. Çünkü rakipleri yok etmek bizi rehavete iter. Bu, yok oluş demektir. Çünkü bir fikir, düşünce ve hareket zıddıyla kaimdir. 
*Kendimizi rakiplerimize göre değil, olması gerekene göre konuşlandırmalıyız. Unutmayalım ki biz doğru yolda isek başkalarının sapıklığı bize zarar veremez.
*İşlerimizde istişareyi ihmal etmemeliyiz. Ekip ruhuna önem vermeliyiz. Kazanımlar ve kayıplar ekibin başarısı ve başarısızlığıdır. Ekibin önüne geçmek suretiyle kendimizi göstermeye çalışmakta enaniyet olabilir. Enaniyetin ön plana çıktığı yerlerde elde edilen başarı uzun soluklu olmaz. Bir müddet sonra tökezleme, duraklama ve gerileme başlar.
*Beraber yola çıktıklarımız ile enerjilerimizi birleştirerek iyi bir sinerji meydana getirmeliyiz. Kimseye yol vermemeli, küstürüp incitmemeliyiz. Birlik ve beraberliğimiz daim olsun. Biri illaki ayrılacaksa konuşmalarımız, yazdıklarımız ve çizdiklerimizle onun biletini biz kesmemeliyiz. O, kendi biletini kendisi kessin. Bizden uzaklaşanların sayısı her geçen gün artarsa bunu gidenlerde değil, kendimizden bilmeliyiz. Kendimizi, gidenlerin yerine gelenlerle avutmamalıyız. Bilelim ki menfaatsiz çekip giden dostun yerini kimse dolduramaz.
*Bir şey yaparken dünkü dediğimizle çelişmemeliyiz. Prensiplerimize bağlı kalmalıyız. Dünkü savunduğumuz fikrin yanlışlığı ortaya çıkmış, yerine yeni bir prensip oluşturacaksak geçmiş yanlışımızı kimse bize söylemeden biz kendimiz söylemeliyiz. Çelişkimizi ortaya koyanı da düşman bellememeliyiz.
*Kimseye kızıp bağırmamalıyız. Unutmayalım ki kızgın sirke kendi küpüne zarar verir.
*Bir gün kendimizi tekrarlamaya başlar, işler eskisi gibi gitmez ise başkasını nankörlükle ve ihanetle suçlamamalıyız. Yaptıklarımızı tekrar ederek başa kakmamalıyız. Niçin durakladık, niçin geriledik, nerede hata yapıyoruz diye bir özeleştiri yapmalıyız. Yani hatayı kendimizde aramalıyız. Eğer bizden daha iyi biri çıkmadığı halde biz her geçen gün gerilemeye doğru gidiyor, mevziler kaybediyorsak oturup adamakıllı kendimizi sorgulamalıyız.  

Bu dediklerimizi yeniden yapmaya başlayalım. Biz yeniden şaha kalkarız, alternatifimiz olmaz. Bunları yapmak için de ilk önce en tepeden en aşağıya kadar kendimizi sorgulamalıyız. Başka yolu yok. Yoksa bu gemi duvara toslayacak.

Öğretmenlik ve Fahişelik *

Milli Eğitim Bakanı 2019-2020 öğretim yılından itibaren öğrenciler kasım ve nisan aylarında birer hafta tatil yapacaklar açıklaması yapınca Ekşi Sözlükte biri öğretmenleri fahişeye benzeten bir açıklama yapmış. Yapılan açıklama, bir açıklamadan ziyade  açıklayan kişinin bilinçaltındaki herzeyi yumurtlama şeklinde olmuş. Güya aklınca mantık yürütmüş: Fahişeler yatarak para kazanıyor, öğretmenler de bol tatil yapıp yatarak para kazanıyorlar. Akıl ve mantığını yiyeyim senin.

Sayın Bakan'ın ara tatil açıklamasının uygulaması ile önümüzdeki yıl tanışacağız. Belirtilen tatillerde öğrenciler tatil yaparken öğretmenler de tatil yapacak mı? Bunu uygulamada göreceğiz. Farz edelim ki öğretmenler bu ara tatillerde öğrencilerle birlikte tatil yapacaklar. Bu tatilde öğretmen ve öğrencilere ilave bir tatil yok. Kasım ve nisan aylarında verilecek birer haftalık toplamda iki haftalık tatilin bir haftası haziran ayına, diğeri de eylül ayına ekleniyor. Yani eğitim ve öğretim yılı yine 180 iş günü.

Anladığım kadarıyla öğretmenleri fahişeye benzeten bu aklı evvel, fahişenin bedenini satarak para kazandığını göz ardı ediyor. Öğretmen ise alın terleterek, bilgisini satarak, bilgisini öğrencisine öğreterek para kazanıyor. Demek ki öğretmenler bundan sonra bu tipleri göz önünde bulundurarak okullarda fahişe ile öğretmen arasındaki farkı da öğretmesi gerekiyor. 

Eğer bu aklı evvelin karın ağrısı öğretmenlerin fazla tatil yapması ise yine bu eblehe biri, öğretmenler tatil kararını kendisi vermiyor demeli. Mantık hatası yapan bu kişi bilmeli ki öğretmenlerin tatilini Meclis, kanunla belirliyor. Eğer bu kişi öğretmenlerin tatiline kafayı takmışsa bunu Meclise taşımalı ve uzun tatili kısaltmak için girişimde bulunmalı. Çünkü tatilin muhatabı öğretmenler değil. Adam, mantık özürlü olunca kime çatacağını da bilmiyor. Eğer illa birine çatacaksa sorumlulara çatsın. Tavsiyem cami duvarına işememesi. 

Anladığım kadarıyla bu kişi bir hazımsızlık sorunu yaşıyor. Bu sendrom kendisini fazla götürmez. Yazık eder kendisine. Belki de öğretmen olmak istedi, olamadı. Şimdi egosunu tatmin etmeye çalışıyor. Bu kişi, tatil üzerinden öğretmenlere vurmak istiyorsa bu ülkede öğretmenlerden daha fazla tatil yapan kesim var. Görmek ister ve gücü yeterse Meclisin tatiline bir göz atsın. Meclisin ne zaman açılacağı, ne zaman  kapanacağı kanunla belli olmasına rağmen bir bakmışsın ki tatile girmiş. Seçim öncesi tatil, seçim sonrası tatil vs. 

Hasılı öğretmenler kendi tatilini bilir, kimsenin tatiliyle uğraşmaz, dert edinmez. Bu kişinin de aklın varsa boş versin başkasının tatilini, kendi elleriyle oluşturduğu hayatını yaşamaya devam etsin. Yaşarken de ekşi ekşi yazmasın. Çünkü ekşiyerek yazması etrafını ekşi  ekşi kokutur. 

*12/06/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

2 Haziran 2019 Pazar

Hangi Oruç Daha Makbul Olur? *

Birkaç genç ramazan ayında yaşlı birinin kuytu bir köşede gizliden yemek yediğini görürler. Gençler amcayla dalga geçmek isterler ve gençlerle amca arasında şu konuşma geçer:

Hayırdır oruçlu değil misin dede?

Tabi ki oruçluyum sadece su içip yemek yiyorum.

Gerçekten mi?

Gerçekten tabi!

Yalan söylemiyorum.

Kimseye kötü gözle bakmıyorum.

Kimseyle alay etmiyorum. 

İsraf etmiyorum.

Kimseye hakaret etmiyorum.

Kimsenin gizlisinin saklısının ardına düşmüyorum.

Gıybet etmiyorum.

Kimsenin malına göz dikmiyorum.

Lakin bir hastalıktan dolayı mideme oruç tutturamıyorum o kadar. Peki, siz oruçlu musunuz?

—Hayır, oruçlu değiliz sadece yemek yemiyoruz.

Hikâye bu şekilde. Benim hikâyeden anladığım, ihtiyarın orucuyla gençlerin tuttuğu orucu birleştirmek. Oruçtan maksat da bu olsa gerek. Ne güzel olurdu değil mi? Hem yememek hem içmemek hem de bütün güzellikleri bir arada bulundurmak.  İkisini birleştirmek. Yapabiliyor muyuz? Maalesef yapamıyoruz. Yapıyorsa da kaçımız yapabiliyor? En azından ben yapamıyorum.
Yıllardır oruç tutuyoruz ama nedense açlık ve susuzluk dışında bize verdiği ya da bizim ondan aldığımız bir şey yok. Tuttuğumuz oruç; ahlakımıza, yaşantımıza ve davranışımıza yansımıyor. Çünkü oruçtan maksat, açlık ve susuzluk olmasa gerek. Şayet bu olsaydı Allah niçin aç kalmamızı emretsin? Bize kalkan olması gereken oruç, bizi kötülüklerden korumuyor. Hâlbuki oruç ayetinde Allah "Sizden öncekilere fark kılındığı gibi korunasınız diye size de farz kılındı” buyurur. Bu ayetten de anlaşılıyor ki oruç bizi korumalı. Onca yıl tuttuğumuz oruç bizi korumuyorsa o zaman oruç tutmamızda bir sıkıntı var.

Oruç, ahlakımıza sirayet etmiyor diye oruç tutmayı bırakacak mıyız? Hayır, sonuna kadar oruç tutmaya devam edeceğiz.

Hâsılı, midemize tutturduğumuz orucu; elimize, dilimize ve belimize de tutturmamız gerekiyor. Tıpkı ihtiyar amcanın tuttuğu gibi. İnşallah bu da bir gün olur.

Tuttuğumuz ve tutacağımız oruçlar kabul ve makbul olsun.

*14/04/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

1 Haziran 2019 Cumartesi

Aynı Namazda Hem İmam Hem de Cemaat Olmak

Teneffüs arasında ikindi namazımı kılmak için okul mescidine gittim. Başına takkesini giymiş altıncı sınıf bir öğrenci içeride namaza durmak üzereydi. Zaman zaman görürüm bu çocuğu namaz kılarken kah öğle namazında kah ikindi namazında. Duruşu ve görüntüsü itibariyle yaşından büyük bir olgunluğa sahip bir öğrenci. Arkadaşları çıkış ziliyle birlikte soluğu bahçede alırken bu çocuk kendini camiye atıyor. Namazını da öyle alelacele kılan biri değil, aheste aheste kılıyor. Dersine girmiyorum ama hoşuma gidiyor bu çocuk. Her karşılaştığımda da selam verir, hal-hatır sorar. Atasına rahmet! İnşallah bu samimiyeti aynen devam eder ve sayıları da artar.

Çocuğa cemaat olalım mı dedim. Olur dedi. İmam olur musun dedim. Olurum ama siz kıldırın dedi. Namaz kıldırmayı biliyor musun dedim. Bilirim dedi. Geç o zaman dedim. Kamet yapmaya başladım. Sağına saf tuttum. 

İftitah tekbirini aldı. Ben de ona uydum. Sübhaneke duasının ardından Fatiha süresini seslice okumaya başladı. Heyecandan olsa gerek dedim. Ama baktım okumaya devam ediyor. Ne yapayım ne edeyim derken en iyisi uyarayım dedim ve sübhanellah dedim. Bu sefer Fatiha okumayı bıraktı, sübhanekallahümme ve bihamdik diyerek sübhaneke duasını okumaya başladı. Uyardığıma da pişman oldum. Keşke hiç sübhanallah demeden ikindi namazını sesli kıldırmaya devam etseydi dedim içten içe. Sonunda iyi mi yaptım yoksa kötümü bilmiyorum, namazımı bozarak istersen ben kıldırayım dedim. Olur dedi. Yer değiştirdik. Bu sefer o cemaat ben imam oldum. 

Namazı bitirdikten sonra Allah kabul etsin. Sanırım heyecandan olsa gerek, öğle ve ikindi namazları imam içinden okur, öyle değil mi dedim. Evet öğretmenim dedi. Çıkıp giderken Erhan öğretmenime selam söyle, benim adım Şükrü dedi. Aleyküm selam dedim, ayakkabılarımı giyerek öğretmenler odasına geçtim. Erhan öğretmene "Şükrü'nün selamı var dedim. Öğretmen selamını aldı ve o öğrencinin annesi geçen yıl vefat etti dedi. Öyle mi? Demek bu çocuk anneden mahrum, öksüz bir çocuk desene dedim. Çocuğa bir kat daha sevgim arttı. Allah anne ve babasından razı olsun. İleride vatana ve millete faydalı olacak, yaşantısıyla örnek böyle bir çocuk yetiştirdikleri için anne ve babayı tebrik ediyorum. Annesine de Rabbim merhametiyle muamele etsin. Bu yaşta bu olgunluk ve anne yokluğunu metanetle karşılayan bu çocuğa helsl olsun. 

Benim için bu anekdot güzel bir anı oldu. Bu vesileyle kıldığım ikindi namazında hem imam hem de cemaat oldum.