13 Nisan 2019 Cumartesi

Muhtarlık ve Muhtarlık Seçimleri ***


Bu yazımdan mevcut muhtarlar, seçimlerde muhtar adayı olanlar, gönlünden muhtar olmayı geçirenler pek hoşnut olmayacaklar, hatta beni topa tutacaklar. Problem değil. Üzerime çekmediğim bir muhtarlar kalmıştı. Bir de onlar kızsınlar, olur biter.

Muhtarlar Federasyonunun sitesinden Türkiye'deki muhtar sayısına baktım. 50.229 muhtarlık varmış. Her bir muhtarın asgari ücretten maaş aldığını düşünürsek bir ayda muhtarlara ödenen maaşı varın siz hesaplayın. Haydi masraftan geçtim. Muhtara ihtiyaç var mı? İşlevleri nedir muhtarların? Kağıt üzerinde baktığımız zaman muhtarların görevleri arasında sayfalar dolusu yapacakları vardır. Bu yazılı görevlerinin çoğunun işlevini yitirdiğini düşünüyorum. Yaptıkları görevleri varsa pekala bu görevlerini devletin diğer kurumları yerine getirebilir. Yok, bu işler muhtarların görevi denirse bütçesi olmayan bir muhtar ne yapabilir? Diyelim ki bütçeyle herkes hizmet eder, muhtarlarımız bütçesiz hizmet ediyor. Buna da eyvallah! Bildiğim kadarıyla muhtarlar muhtarlık yaparken de kendi işlerini, ticaretini yürütüyorlar. Bu kişiler muhtarlık mı yapacak yoksa kendi özel işlerini mi? Bunlarda bu yetenek var, iki işi bir arada yürütürler denirse o zaman "Bir koltuğa iki karpuz sığmaz" atasözümüzü "Muhtarlar hariç" şeklinde güncelleyelim.

Muhtarları yazarken muhtar düşmanı veya onları kıskanıyor değilim. İmkanım olsa muhtar olmak için ben de adaylığımı koyar, kazanırsam muhtarlık da yapıyor olabilirdim. Benim serzenişim muhtarlara değil. Onlar kusura bakmasınlar. Geçmişte önemli görevler ifa etmiş muhtarlığı, işlevini yitirmiş olmasına rağmen devletin hala muhtarlıkları devam ettirmek istemesine benim serzenişim. İnan mantığını anlayabilmiş değilim. Devlet bu konuda çelişkiler yumağı içerisinde. Bir taraftan büyükşehir yasası ile birlikte köy ve beldeleri kaldırıp ilçe belediyelerinin çoğu yükünü büyükşehirlere verirken diğer taraftan muhtarlıkları ne hikmetse kaldırma yoluna gitmiyor. 

Devlet köy veya mahallelerde bir muhatap bulmak için muhtarlıkları devam ettiriyorsa bu iş için pekala mahalle veya köyde görev yapan öğretmen/müdür veya cami imamını muhatap alabilir.

Muhtarlıkla ilgili değinmek istediğim bir diğer husus, muhtarlık seçimleridir. Sandık görevlilerinin baş belası dense yeridir. Hiçbir yere müracaat etmeksizin önüne gelenin eline A5 kağıdına fotokopi edilmiş pusulayı alıp ben adayım, şunlar da azalarım deyip aday oluyor. Sandık görevlileri daha göreve başlamadan "Allah vere de fazla muhtar adayı olmasa" korkusunu çekerler. Saymanın da ötesinde muhtar adaylarını aza isimleriyle beraber tek tek ayrı sütuna işlemek ayrı bir uğraşı. Çoğu yerlerde muhtarlık seçimleri belediye başkanı, belediye encümenlerinden daha önemli. Kavga ve çekişmelere sebebiyet vermektedir. Hatta bundan dolayı cinayetler bile işlenmektedir.

Muhtarlıklarla ilgili bir diğer husus, 31 Mart seçimlerine gelinceye kadar ayrı sandıklarda mor zarfın içerisine konmuş olması. Çoğu zaman seçmen mor zarfa koyacağı pusulayı diğer zarflara koymak suretiyle iptal ve geçersiz oyları artırıyordu. 31 Mart seçimlerinde bereket muhtarlık pusulaları dahil tüm pusulalar için tek zarf uygulamasına geçildi. Bu seçimde iptal edilen oylarda muhtarlık pusulalarının payı ne kadar bilmiyorum ama iptallerde muhtarlık oy pusulalarının yine etkin rol oynadığını düşünüyorum.

Her zaman olduğu gibi meramımı yine uzattım. Bu konuda ezcümle demek isterim ki muhtarlıklar kaldırılsın. Devamında yarar görülüyorsa sadece köylerle sınırlandırılsın, il ve ilçe merkezlerinde kaldırılsın. İnadımız inat, böyle gördük, böyle devam ettireceğiz ve muhtarlıklar bizim için elzem denirse en azından muhtarlık seçimlerini mahalli idareler seçimlerinden ayıralım. Bu seçimleri başka bir günde oda seçimleri gibi yapalım.

***16/04/2019 tarihinde Pusula haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


12 Nisan 2019 Cuma

Pazar Alışverişine Giderken Ben


—Hanım! Bu hafta pazardan ne alınacak?
—Sebze meyve, havuç, bir de soğan.
—Bana soğan deme. Başka ne istersen iste.
—Kalmadı. Ne yapayım? Yemekleri nasıl yapacağım?
—Yemeği soğansız yap.
—Soğansız yemek olur mu? Yemeğin tadı olmaz. Yediğin yemekten bir şey anlamazsın.
—Varsın tatsız olsun. Soğan alarak ağzımın tadı kaçacağına yemeği soğansız yerim daha iyi.
—Soğansız yemek pişmez. Önüne yemek gelince bu yemeğin niye tadı yok diyeceksin.
—Yemeği tatsız da olsa yiyeceğim. Söz, bu yemeğin niye tadı yok demeyeceğim. Üstelik yemeğe bereket gelir.
—Ne bereketi?
—Soğansız yemeğin tadı olmayınca pişirdiğin yemek aynı gün bitmez. Kaldırır ertesi günü bir daha koyarsın. Böylece bugün ne pişireyim derdin olmayacak. Isıtıp ısıtıp koyacaksın önüme.
—Ciddi olamazsın!
—Hiç olmadığım kadar ciddiyim.
—Ben soğansız yemek yapamam ki...
—Sen iyi bir aşçısın. Yapacağına inanıyorum.
—Soğansız yemek nereden çıktı şimdi? Macera mı arıyorsun?
—Macera aradığım falan yok. Bir çıkış yolu arıyorum. Çünkü soğanın yanına varılacak gibi değil. Hani ateş bahası derler ya, işte öyle bir şey.
—Altın mı bu?
—Altını aratmaz. Üstelik rengi de benziyor.
—Ne yapacağız ya?
—Ne zaman ki soğan fiyatları makul fiyata iner. İşte o zamana kadar soğansız yemek yapmaktan başka çare yok.
—Son sözün bu mu?
—Bu.
—Soğansız yemek yapmayı deneyeceğim. Haydi bunu hallettik diyelim. Mesele sadece yemeğin içine atılan soğandan ibaret değil ki salata yaparken de soğan lazım. Sofrada yemeğin yanında yemek için de soğan lazım.
—Tıpkı yemeği soğansız yapacağın gibi salatayı da soğansız yapacaksın. Sofrada soğan bu durumda lüks sayılır. Onu da yemeyeceğiz.
—Yarın bana haydi hanım, iştahım açılsın bir soğan kes demeyeceksin.
—Tövbe billah demem. Şu durumda iştahımı düşünecek halim yok. Cebimi düşüneceğim. Hem bu vesileyle daha fazla yemek yemeyeceğim, atıştırıp kalkacağım. Hem soğandan kaynaklı ağzım acımayacak hem ağzım kokmayacak hem de soğana vereceğim para ya cebimde kalacak ya da başka bir yerde değerlendireceğim.
—Sen böyle değildin, değiştin farkında mısın?
—Hayat şartları değiştiriyor maalesef. Bundan sonra soğanı hayatımızdan çıkarıyoruz. Ben soğandan, soğan da benden uzak olacak. Küslük gibi bir şey yani!


10 Nisan 2019 Çarşamba

İstanbul Seçimlerinin Düşündürdükleri ***


31 Mart Mahalli İdareler seçimlerini yapmaya yaptık. Seçimin üzerinden günler geçti ama biz hala İstanbul seçimlerini sayamadık. Bu da bize şunu gösterdi ki seçim yapmak önemli değilmiş. Esas önemli olan saymakmış. Say say bitmiyor. Görünen o ki işin içerisinde iş var. Sandığa sahip çıkmak dedikleri bu olsa gerek. Sen sahip çıkmazsan sandığın başına birileri akbabalar gibi üşüşüyor demek ki...

Seçimden önceki bir yazımda 2023'e kadar  seçim yok. Sürekli seçim yapan, günlük siyaset konuşan bir ülke olarak biz seçimsiz ne yapacağız, demiştim. Yeter ki sen iste. Bizi oyalayacak bir meşguliyet çıkıveriyor hemen karşına.

Sahi ne olacak bu İstanbul seçimleri? Bugünden yarına çözüme kavuşacak gibi değil. Sonunda bir çözüm bulunup nihai bir karar verilse bile İstanbul seçimleri üzerinden yapılan tartışmalar kısa zamanda biteceğe benzemiyor. YSK nasıl karar verirse versin karar bir tarafı mağdur edecektir. Bu durumda YSK'nın yerinde olmak istemezdim. Ne İsa'ya yaranabilecek ne de Musa'ya. Çünkü işin ucunda sakal-bıyık meselesi var. Partiler açısından da durum hakeza. Ne ipi göğüsleyen memnun kalacak ne de kıl payı ipi elinden kaçıran.

Kaybetsek veya kazansak, seçim yenilense veya mevcut durum tescil edilse bile bizlerin seçimden önce başka şeyleri masaya yatırmamızda fayda var. Çünkü İstanbul seçimleri bize gösterdi ki her itirazın altında bir Çapanoğlu çıkıyor. Bu, her seçim sonrasında sandık sonuçlarına yapılan itiraza benzemiyor. Sanki AK Parti ve CHP dışında üçüncü bir el seçim sonuçlarına müdahil olmuş. Organize bir iş var bu işin içerisinde. Partiler meydanlarda seçim propagandasını yaparken birileri boş durmamış, yazdığı senaryoyu bir güzel oynamış. Çık şimdi bu işin içerisinden. İtiraz edilen hangi sandığı açsan, hangi birleştirme tutanağına baksan oylar el değiştiriyor. El değiştiren bu oylar üç, beş, on, yüz oy değil; binlerce oy yer değiştiriyor. Bu işte kasıt var, art niyet var, bir partinin kazanması için lehine yapılması gereken her şey yapılmış görünüyor. 390 bin iptal oylarında bu kadar oy değişiyorsa 8,5 milyon oy tekrar sayıldığında ne kadar oyun yer değiştirebileceğini hesaba katmak lazım. (Sayılan oy oranı yüzde 4’ü kapsıyor. 28 bin olan fark, 13 bine kadar düşüyor.)

Durum bu iken bir kesimin sandık itirazı devam ediyor, diğer kesim "Mevcut oy farkı sonucu değiştirmez, mazbatam da mazbatam" diyor. Merak ediyorum bu görüntüden doğru sonuç ortaya çıkar mı? Ne karar verilirse verilsin bu denklemden doğru ortaya çıkmaz. Çünkü minareyi çalan kılıfına uydurmuş ve bizimle bir güzel oynamış. Biz seçim sonuçlarından ziyade kılıfı okumaya ve oyunu çözmeye çalışıyoruz. Bu mesele çözülmez. Çözülse de işe yaramaz. Çünkü bu görüntüsüyle İstanbul seçimleri çok su götüreceğe benziyor.

Bu görüntümüzle iyi bir imaj vermiyoruz. Herkese olacağımız kadar rezil olduk. Daha fazla rezil olmadan AK Parti ve CHP yetkilileri bir araya gelerek bir durum değerlendirmesi yapmalı. Her şeyi masaya yatırmalı. Oy sayımı durdurulmalı. Başka itiraz yapılmamalı. Seçimlerde dahili olanlar hakkında iki parti ortak suç duyurusunda bulunmalı. Kanunda yeri var mı bilmiyorum ama İstanbul seçimleri yok kabul edilmeli. Burada seçimler yenilensin demek istemiyorum. Ülke bir seçimi daha kaldıramaz. Kaldırsa bile yapılacak seçim yükselen ateşi söndürmez. Önümüzdeki beş yıl boyunca İstanbul ya bağımsız bir komisyon eliyle yönetilsin ya CHP ve AK Parti'den oluşturulacak bir komisyon marifetiyle yönetilsin ya da AK Parti ve CHP'nin üzerinde anlaştığı bir kişiye İstanbul Belediyesinin yönetimi verilsin. Başka da aklıma bir şey gelmiyor ama bu seçim, hepimizin kulağına küpe olmalı.

***13/04/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.

9 Nisan 2019 Salı

Kaybedilen Eşek Bulunabilir mi?***


Nasrettin Hoca dendi mi akla eşeği gelir. Ne Hoca eşeksiz ne de eşeği Hoca’sız yapar. Rahmetlinin eşeği yüzünden başına gelmediği kalmaz. Belki de eşek Hoca'nın imtihanıdır. Eşeği kah ölür kah kaybolur kah çalarlar. 

Nasrettin Hoca kasabanın pazarına gider. Eşeğini bir yere bağlar. Alışverişini yapar. Döndüğünde eşeğini bağladığı yerde bulamaz. Hemen bir tellâl tutar. Tellalı şöyle bağırtır:
–“Eşeğimi kim bulup getirirse semeriyle, yularıyla ve üstündeki her şeyiyle beraber eşeğimi ona vereceğim.” der.
 –“Hoca efendi! Eşeği, bulana verecek olduktan sonra ne diye arıyorsun?” der. Hoca:
 –”Kaybolan şeyi bulmanın keyfini bilmezsiniz siz!” der.
***
Memlekette kıtlık var. Nasrettin Hoca da bu kıtlıktan nasibini alır. Eşeğine verecek arpası kalmaz. Hoca çözümü, eşeğinin her gün yemesi gereken yemini azaltmada bulur. Eşeğine yem verirken "Aman benim emektar eşeğim, sakın açlıktan ölme. Senin için on dönüm yonca ektirdim. Hele bir bahar gelsin, hepsi de senin olacak, bol bol yonca yiyeceksin. Yalnız şimdi biraz tasarruf etmemiz lazım." dermiş. Hoca böyle demiş ama eşek bu tasarruf tedbirlerine alışamamış, neredeyse bir deri bir kemik kalmış ve sonunda ölmüş. Bu duruma üzülen Hoca, “Vah zavallı eşeğim! Şurada yemsiz yaşamaya ne kalmıştı” der.
***
Nasrettin Hoca bir gün bir hana misafir olur. Eşeğini hanın ahırına bağlar. Hoca handa bir müddet kaldıktan sonra görevlilere “Eşeğimi getirin, ben artık gideceğim” der. Görevliler bakar ki ahırda eşek yok. Hoca bu duruma çok sinirlenir. Çabuk eşeğimi bulun, yoksa ben yapacağımı bilirim, der. Hoca’nın sinirlenmesinden han sahibi çok korkar. Sağa-sola adamlarını salarak eşeği aratır ve sonunda eşek bulunur. Eşek Hoca’ya teslim edilir ve han sahibi “Hocam, eşeğini bulamasaydık ne yapacaktın” diye sorar. Hoca: “Şayet eşeğimi bulamasaydım, babamın yaptığını yapacaktım” der. “Babanız ne yapmıştı” deyince Hoca: “Yıllar önce babamın da bu şekilde eşeği kaybolmuştu. Rahmetli eve kadar yürüyerek gelmişti, ben de öyle yapacaktım” der.
***
Şimdi fıkralara bakalım. Çünkü fıkralar güldürürken aynı zamanda düşündürmektedir. Sonuç: (1.fıkra): Zamanında değerini ve kıymetini bilmeden hoyratça kullandığımız şeyler yok olduğunda ahu figan ederiz. Çok değer verdiğimiz ve önemsediğimiz şeyler, elden uçup gidince onları geri elde etmek için servet bile bağışlayabiliyoruz. Ama çoğu zaman iş işten geçmiş oluyor. Maalesef son pişmanlık fayda vermez. Çünkü zamanı geri saramazsın.
(2.fıkra): Hoca, çok sevdiği eşeğini kaybeder. Çünkü “Aç ayı oynamaz” misali eşek bu durumu kabullenemez. Sevdiğimiz ve değer verdiklerimizi yaşamın bir cilvesi olarak zamanında bakıp doyurmazsak onları pekala kaybedebiliriz. Burada Hoca, eşeğine tasarruf tedbirleri uygularken aynı tasarrufu kendisine uygulamış mı? Bunu sormak lazım. Çünkü bilmiyoruz.
(3.fıkra): Yokluğuna asla tahammül edemeyeceğimiz bazı değer verdiklerimizi bazen kaybedebiliriz. Çünkü bu dünya bir imtihan dünyasıdır. Kah kazanır kah kaybederiz. Önemli olan sonuca katlanmaktır.

Kaybettiklerimizde bazen hayır, kazandıklarımızda da şer olabilir. Önemli olan niçin kaybettiğimizi ve nasıl kazandığımızı sorgulamamızdır ve mevcut durumu irdeleyerek başka yanlışlar yapmamaya çalışmaktır. Çünkü hayat şakaya gelmez ve hiçbir başarı ve mağlubiyet tesadüfi değildir, tıpkı kalitenin tesadüf olmadığı gibi. Başımıza gelenlerden dolayı nedeni başkalarından aramaktan ziyade kendimizde aramamız gerektiğini bilmemiz gerekiyor. Çünkü ayet “Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez.” (Maide 105) buyurur.

Soru: Kaybettiği veya son anda bulduğu eşeklerde Nasrettin Hoca’nın hiç payı yok mu?

***11.04.2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayınlanmıştır.





7 Nisan 2019 Pazar

Küskünler Denilen Kesim Kimler Olabilir? ***


Adına ister küskün ister kırgın ister incinmiş deyin, küskünler denilen kesim "Trenden inenlerden" mi ibaret yoksa başkaları da var mı? Gözlemlerime göre küskünler sadece trenden inenlerden ibaret değil. Şayet öyle olsaydı trenden inen kadar trene binen de olmuştur. Bence küskünlükleri daha derinlerde ve gerilerde aramak gerek.

Bu yazımda küskün, kırgın veya incinmişlerin kimler olabileceğini irdelemeye çalışacağım. Niyetim bir şeyi kaşımak, eski defterleri açmak değil. Bu seçimde de birinci parti çıkmasına rağmen bu duruma sevinemeyen bir parti ve bu partinin seçmenleri var. Öyle zannediyorum parti, oy kaybının ve bazı şehirleri kaybetmenin nedenleri üzerine yoğunlaşacaktır. Bu sürece katkı olsun düşüncesiyle tespitlerimi aktarmaya çalışacağım. Analizime katılır veya katılmazsınız. Siz bu konuda farklı düşünebilirsiniz. Saygı duyarım. Aynı saygıyı ben de bekliyorum. 
1. 2014 yılında çıkarılan kanunla halen görev yapan il-ilçe milli eğitim müdürleri ile milli eğitim müdür yardımcıları özlük hakları baki kalmak şartıyla "Eğitim uzmanı" statüsüne alınarak kızağa alındılar. Tabir yerindeyse bankamatik memuru oldular. Bu durumda olanların çoğu emekli olmamasına rağmen aktif olarak çalışmıyorlar. Yerlerine yenileri atandı.
2. Okullarda görev yapan okul müdürü, müdür başyardımcısı ve müdür yardımcısı olarak görev yapanlar içerisinde dört yıl idarelik yapanların idarecilikleri asli görev olmadığı için sona erdirildi. Bunlar yeniden değerlendirmeye tabi tutuldu. Değerlendirme sonucunda mevcut idarecilerin yüzde 80'i, 75 puanın altında kalarak öğretmenliğe döndürüldü. Yeni müdür ve yardımcı seçimi için mülakat sistemi devreye kondu. Üç katı aday mülakata alındı. Mülakatta bir katına yeterli puan verilirken iki katı başarılı bulunmadı. Mülakat yoluyla idareci seçme işi 2014 yılından itibaren devam etmektedir.
3. Yeni öğretmen alımında sözlü mülakat sistemi getirildi. Bu sınavlara da üç katı aday çağrıldı. İki katı elenirken bir katı başarılı olabildi.
4. Yıllar öncesinde yaptığı konuşmalar ve verdiği fetvalar bir el tarafından basına servis edilince Nurettin Yıldız’a birinci ağızdan tepki verildi.
5. Görevi devraldıktan sonra Diyanet İşleri Başkanlığına olumlu bir hava katan, okuttuğu hutbelerle cumalara heyecan getiren, halk nezdinde gelmiş-geçmiş en iyi DİB Başkanı kabul edilen ve oturduğu koltuğun hakkını veren Mehmet Görmez, süresi dolmadan emekliliğini istemek durumunda kalmıştır.
6. Mor Beyin yazılımı nedeniyle iradesinin dışında Bylock kullandığı tespit edilen 11.480 kişi hakkında FETÖ üyeliği iddiasıyla mahkemeler tarafından işlem yapılmıştır. Bunun FETÖ tuzağı olduğu anlaşılıncaya kadar çoğu kimse görevinden el çektirilmiştir.
7.Sınavları geçip kamuya atanma bekleyen çoğu kişi, güvenlik soruşturulmasından geçirilmiş ama bu soruşturma makul sürede tamamlanmamış, çoğu kimse bir yıl boyunca göreve başlatılmayı beklemiştir.
8.Birlikte yola çıktıkları dava arkadaşları şu ya da bu şekilde haklı veya haksız partisine mesafe koyup içine kapandığında, basından bazı kalemşorlar kraldan daha kralcı kesilip bu kişilere mobbing uygulamış, birinci elden “Siz kim oluyorsunuz da benim adıma racon kesiyorsunuz” denmemiştir. Bir defa denmiş ama sonra bu atışlar devam etmiştir. Sessiz duran, ayrılan, yapıcı eleştirmeye kalkan kim varsa hepsi FETÖ’cülükle, hainlikle ve nankörlükle itham edilmiştir.
9. Ahmet Taşgetiren’in önce Star’dan, ardından yıllardır yazdığı dergisinden gönderilmiş olması. Taşgetiren dışında yazı yazamayan, TV ekranlarına çıkamayan yazar ve çizerin sayısı az değil.
10. FETÖ ile mücadele adı altında hemen hemen herkese özellikle dindar ve mütedeyyin insanlara şüphe ile bakılmıştır. Açığa alınan veya ihraç edilenler daha sonra görevlerine döndürülmüş olsa da içlerinde bir gönül kırgınlığı kalmıştır. FETÖ ile mücadelede mağdurların olabileceği düşüncesine kulak asılmamıştır.
11. "Metal yorgunluğu" gerekçesiyle istifası istenen belediye başkanları ne istifa ettirilenler ne de seçmen tarafından anlaşılmıştır. İstanbul ve Ankara'nın kaybedilmesinde, Bursa ve Balıkesir'in güç bela kazanılmasında seçmenin kırgınlığı olabilir.
12. Kamu adına görev yapan bazı kamu görevlileri "Ey komiser, ey kaymakam..." şeklinde kamuoyu nezdinde ve miting meydanlarında eleştiriye tabi tutulmuş, kırmadan uyarma yolu terk edilmiştir.
13. Ekonomide geldiğimiz nokta parti sevenlerine “Böyle olmamalıydı” dedirtti.
14.Atamalarda ehliyet ve liyakat yerine bağlılık esas alındı. Bu yol ile gelenler halka ve personeline tepeden baktı.
15. “Trenden inenler, bir daha bu trene binemez” denirken kapılar tamamen kapatıldı. Bir oya ihtiyacın olduğu bu seçimde bazılarının oyuna ihtiyaç duyulmadı.

Bir kısmına değinmeye çalıştığım gönül kırgınlıkları çoktur. Saymakla bitmez. Gönül kırgınlığı da bireylerden oluşmuyor. Kalabalık bir ordu denebilir. Parti de kırgınlıkların farkında olmalı ki bu seçim propagandasını “Gönül Belediyeciliği” üzerine oturtmaya çalıştı. Ama çok başarılı olamadı. Çünkü kırılanların bir kısmı sandığa gitmedi, gidenlerin bir kısmı oyunu iptal etti, kimi kerhen verdi, kimi de başka partilere yöneldi. Gönül belediyeciliği niçin tutmadı derseniz incinmişlikler yanlış yerde arandı.

Hasılı -küçümsemiyorum ama- muhtarların gönüllerinin alındığı kadar incinmişlerin/küskünlerin/kırılanların gönüllerini alma yoluna gidilmedi.

*** 09/04/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


5 Nisan 2019 Cuma

Ben Benden Ne İster?

Ben, benden ne ister derken ilk önce benden ne kastettiğimi söyleyeyim. Ben, sadece birinci tekil şahıs benden ibaret değilim. Ben; baş, diş, boyun, omuz, gövde, kol, el, ayak vs uzuvlarımla bir benden ibaretim. 

Yaşlanıncaya kadar tüm uzuvlarımla bir ve beraberdim. Ben onlardan, onlar benden memnundu. Ben ne istedimse onu yaptılar. Hiç bana karşı gelmediler, isyanlara oynamadılar. Hiçbiri teklemedi. Hepsi bana uyum sağladı. 
Ayaklarım, nereye sürdümse gitti hatta koştu. Yorulmak nedir, bilmedi. 
Dişlerim, ağzıma ne koydumsa öğüttü, sert-yumuşak, sıcak-soğuk demedi.
Karnım ve midem, ağzım ve dişlerim ne gönderdiyse hazmetti.
Kollarım ve ellerim, elime aldığım taşları ta uzaklara fırlattı. İstediğim şekilde hareket etti.
İşte böyle bir vücudum vardı benim.

Sonra?
Büyüdüm, yaşlandım. Maddi olarak belli bir seviyeye geldim. Çok bir derdim kalmadı. Artık bundan sonra daha önce yiyemediğimi yiyeceğim, gidemediğim yere gideceğim; gezip tozacağım derken bir başka durumum ortaya çıktı: Ben, benden uzaklaşıyor artık. Ayrışmaya başladık. Ayaklarım çekmiyor. Birkaç basamak birden koşarak çıkan ayaklarım işlevini yitiriyor. Ne yürümekten zevk alıyor ne de merdiveni gözü kesiyor. Kazara çıkmak zorunda kalırsa nefes nefese kalıyor. Kollarım da ağrı eksik değil, sanki kütük gibi. Eski manevrasını kaybetti. Öne, arkaya, sağa, sola hareket etmek mesele. Kağnı gibi oldu, kireçlendi iyice. Kırılacak diye korkuyorum. Sırtımı bile ovamıyorum.
Dişlerime gelince ne soğuğa geliyor ne sıcağa. Ben sertini yiyemem diye direniyor. Bir ve beraber olan, sırt sırta vermiş, yan yana dizilmiş, bakanın hayran kaldığı o inci gibi dişlerim birbirini satmaya başladı. Dolgu istiyorum diyor, yaptırıyorum. Ardından kanal tedavisi… Onu da yaptırıyorum. Bu işi yaptırırken dişçinin önünde dokuz doğuruyorum. Ardından benden bu kadar, haydi beni çektir diyor. Hasılı yavaş yavaş terk ediyor dişlerim beni. Sızı ve sancısını saymıyorum bile.
Gözlerim dişlerim gibi değil ama yavaş yavaş onların da feri gidiyor. Gerçi çocukluğumdan itibaren su koymaya başladı desem yanlış olmaz. Uzağı göremiyorum. Gözlük istiyorum gözlük dedi. Aldık mecburen. Uzağı göreceğim diye burnumun üstünde gözlüğü yük etti bana. Maddi boyutu itibariyle gözlüklere ödediğim farkı saymıyorum. Şimdi? Tutturdu bana yakın gözlük al diye. Çünkü burnunun ucunu da görmez oldu. 

Hasılı tüm organlarımla birlikte ben olan ben yavaş yavaş benden bu kadar deyip çekip gidiyor diyeceğim ama gitmiyor, işlevini yerine getirmiyor. Ben, bende duruyor ama direniyor bana. 

Dertleri ne bunların? Tam rahat edeceğim derken yoldaşlarımın bu yan çizmelerine ne demeli? Tamam, kolay değil beni ve kahrımı çekmek. Ama her ne olursa olsun, insan birlikte çıktığı yol arkadaşını yolda bırakır mı? Sanırım ölmemi bekliyorlar, bıktım senden diyorlar. Ben ölmeyeceğim demiyorum ki... Azrail sıra sende, haydi gel deyince gideceğim. Dünyaya kazık çakacak değilim.

O zaman mesele ne? Sahi derdiniz ne sizin organlarım? Çocukluk ve gençliğimde benimle birlikte hareket ederken yaşlanınca bu yan çizmenin izahı nedir şimdi? Hani yaşlılara saygı vardı bizim kültürümüzde. Biz başkasından kendimize saygı beklerken benden bir parça olan sizin bu saygısızlığınıza ne demeli? İnsan yarı yolda bırakır mı dostunu? Yapmayın, etmeyin. Beni ölmeden öldürmeyin. Siz benim elim ayağımsınız. Ben sizsiz ne yapabilirim ki? Çünkü siz olmadan ben bir hiçim. Bırakın da şu son günlerimi, ahir ömrümü teklemeden rahat bir şekilde geçireyim. Çok görmeyin bu garibe son demlerini huzur içinde geçirmeyi. Çünkü ben sizim, siz de bensiniz. Hep birlikte bir araya gelerek beni öbür dünyaya göndermeye ahdetmişseniz, bilin ki ben gidersem siz de benimle beraber gireceksiniz o toprağın altındaki karanlık mezara.

Sanmayın ki bu dünya size kalacak. O zaman neyi paylaşamıyoruz? En iyisi son demlerimizi bir ve beraber bir şekilde rahat ve huzur içerisinde geçirelim.

4 Nisan 2019 Perşembe

Eş Başkanlık veya Sınıf Başkanlığı Modeli *


Sonuçlara itiraz edilen, oy oranları yakın şehirlerde şehir yönetimi için eş başkanlık modeli düşünülebilir. İki başkan belediyeyi birlikte yönetebilir. Gördüğünüz gibi demokrasilerde bir de bende çare tükenmez. 

Yok, biz anlaşamayız, koltuğu kimseyle paylaşmayız denirse kayyum olarak göreve hazırım. Bu görevimden dolayı para da istemiyorum. İyi de nasıl yapacaksın diyebilirsiniz. Hiç merak etmeyin. Başkanlık bana yabancı değil. Rahmetli amcamdan bana tevarüs etmiş olmalı. 

Rahmetli, 80 ihtilalı olduğunda tüm başkanlar konsey tarafından görevden alınınca asker başkan gelinceye kadar bir gün belediye başkanlığına vekâlet etmiş. Bir günde ne iş yaptı, nasıl yönetti bilmiyorum ama ben belediye başkanlığı yaptım derdi ara sıra rahmetli. Görüyorsunuz tecrübe de var bu işin içerisinde.

Hayır, demokrasilerde seçim var, kayyuma yer yok denirse o zaman sınıf başkanı seçme yöntemi devreye sokulabilir. Bu nasıl olacak derseniz, anlatayım efendim!

Bana sınıf öğretmenliği verildiğinde ilk işim sınıf başkanı seçmek olur. Önce sınıf başkanı olacaklarda olması gereken özellikleri sayar, sorumluluğunu hatırlatırım. Ardından sınıf başkanı olmak isteyen var mı, derim. Adayları tahtaya davet ederim. Adaylar tahtada iken sınıfa döner, şu açıklamayı yaparım: Sevgili öğrenciler! İki turlu seçim yapacağız. Her birinizin bir defa oy hakkı var. Verdiğiniz oylardan sonra en fazla oyu alan iki kişi yeniden oylanacak. Bunun sonucunda en fazla oyu alan başkan seçilirken diğeri ise başkan yardımcısı olacaktır.

Bu açıklamamın ardından adayların isimlerini tahtaya yazdırarak adayların yüzünü ya tahtaya döndürürüm ya da koridora çıkarırım. Bunu yapmadaki amacım, bazı adaylara hiç puan çıkmayabilir. Bu da onların morallerini bozabilirdi. Kimin hangi adaya oy verdiği belli olmasın niyetini de taşırdım. Oylamanın sonucu bazı adaylara ya hiç oy çıkmaz ya da aldığı oy bir elin parmağını geçmezdi. Bu tür adaylara oy sayılarını söylemem. Gençler, yerinize geçin, teşekkür ediyoruz size derdim. 

Son ikiye kalan öğrencileri yine sırtlarını döndürerek yeniden oylatırım. En fazla oyu alan öğrenciyi başkan, diğerini de başkan yardımcısı olduklarını ilan ederim. 

Sınıf başkanlığı seçimini belediye başkanlığı seçimine uyarlarsak, belediye başkanlığında en fazla oyu alan ilk iki kişiden en çok oy alanı belediye başkanı, ikinci olanı ise belediye başkan yardımcısı ilan edelim.

Nasıl, sınıf başkanlığı modelimi beğendiniz, umarım. Maksat çözüm değil mi? Alın size çözüm!

Bunu da mı beğenmediniz? O zaman ne diyeyim kardeşim? Anlaşılan sizin derdiniz üzüm yemek değil o zaman...

*13/04/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.