5 Nisan 2019 Cuma

Ben Benden Ne İster?

Ben, benden ne ister derken ilk önce benden ne kastettiğimi söyleyeyim. Ben, sadece birinci tekil şahıs benden ibaret değilim. Ben; baş, diş, boyun, omuz, gövde, kol, el, ayak vs uzuvlarımla bir benden ibaretim. 

Yaşlanıncaya kadar tüm uzuvlarımla bir ve beraberdim. Ben onlardan, onlar benden memnundu. Ben ne istedimse onu yaptılar. Hiç bana karşı gelmediler, isyanlara oynamadılar. Hiçbiri teklemedi. Hepsi bana uyum sağladı. 
Ayaklarım, nereye sürdümse gitti hatta koştu. Yorulmak nedir, bilmedi. 
Dişlerim, ağzıma ne koydumsa öğüttü, sert-yumuşak, sıcak-soğuk demedi.
Karnım ve midem, ağzım ve dişlerim ne gönderdiyse hazmetti.
Kollarım ve ellerim, elime aldığım taşları ta uzaklara fırlattı. İstediğim şekilde hareket etti.
İşte böyle bir vücudum vardı benim.

Sonra?
Büyüdüm, yaşlandım. Maddi olarak belli bir seviyeye geldim. Çok bir derdim kalmadı. Artık bundan sonra daha önce yiyemediğimi yiyeceğim, gidemediğim yere gideceğim; gezip tozacağım derken bir başka durumum ortaya çıktı: Ben, benden uzaklaşıyor artık. Ayrışmaya başladık. Ayaklarım çekmiyor. Birkaç basamak birden koşarak çıkan ayaklarım işlevini yitiriyor. Ne yürümekten zevk alıyor ne de merdiveni gözü kesiyor. Kazara çıkmak zorunda kalırsa nefes nefese kalıyor. Kollarım da ağrı eksik değil, sanki kütük gibi. Eski manevrasını kaybetti. Öne, arkaya, sağa, sola hareket etmek mesele. Kağnı gibi oldu, kireçlendi iyice. Kırılacak diye korkuyorum. Sırtımı bile ovamıyorum.
Dişlerime gelince ne soğuğa geliyor ne sıcağa. Ben sertini yiyemem diye direniyor. Bir ve beraber olan, sırt sırta vermiş, yan yana dizilmiş, bakanın hayran kaldığı o inci gibi dişlerim birbirini satmaya başladı. Dolgu istiyorum diyor, yaptırıyorum. Ardından kanal tedavisi… Onu da yaptırıyorum. Bu işi yaptırırken dişçinin önünde dokuz doğuruyorum. Ardından benden bu kadar, haydi beni çektir diyor. Hasılı yavaş yavaş terk ediyor dişlerim beni. Sızı ve sancısını saymıyorum bile.
Gözlerim dişlerim gibi değil ama yavaş yavaş onların da feri gidiyor. Gerçi çocukluğumdan itibaren su koymaya başladı desem yanlış olmaz. Uzağı göremiyorum. Gözlük istiyorum gözlük dedi. Aldık mecburen. Uzağı göreceğim diye burnumun üstünde gözlüğü yük etti bana. Maddi boyutu itibariyle gözlüklere ödediğim farkı saymıyorum. Şimdi? Tutturdu bana yakın gözlük al diye. Çünkü burnunun ucunu da görmez oldu. 

Hasılı tüm organlarımla birlikte ben olan ben yavaş yavaş benden bu kadar deyip çekip gidiyor diyeceğim ama gitmiyor, işlevini yerine getirmiyor. Ben, bende duruyor ama direniyor bana. 

Dertleri ne bunların? Tam rahat edeceğim derken yoldaşlarımın bu yan çizmelerine ne demeli? Tamam, kolay değil beni ve kahrımı çekmek. Ama her ne olursa olsun, insan birlikte çıktığı yol arkadaşını yolda bırakır mı? Sanırım ölmemi bekliyorlar, bıktım senden diyorlar. Ben ölmeyeceğim demiyorum ki... Azrail sıra sende, haydi gel deyince gideceğim. Dünyaya kazık çakacak değilim.

O zaman mesele ne? Sahi derdiniz ne sizin organlarım? Çocukluk ve gençliğimde benimle birlikte hareket ederken yaşlanınca bu yan çizmenin izahı nedir şimdi? Hani yaşlılara saygı vardı bizim kültürümüzde. Biz başkasından kendimize saygı beklerken benden bir parça olan sizin bu saygısızlığınıza ne demeli? İnsan yarı yolda bırakır mı dostunu? Yapmayın, etmeyin. Beni ölmeden öldürmeyin. Siz benim elim ayağımsınız. Ben sizsiz ne yapabilirim ki? Çünkü siz olmadan ben bir hiçim. Bırakın da şu son günlerimi, ahir ömrümü teklemeden rahat bir şekilde geçireyim. Çok görmeyin bu garibe son demlerini huzur içinde geçirmeyi. Çünkü ben sizim, siz de bensiniz. Hep birlikte bir araya gelerek beni öbür dünyaya göndermeye ahdetmişseniz, bilin ki ben gidersem siz de benimle beraber gireceksiniz o toprağın altındaki karanlık mezara.

Sanmayın ki bu dünya size kalacak. O zaman neyi paylaşamıyoruz? En iyisi son demlerimizi bir ve beraber bir şekilde rahat ve huzur içerisinde geçirelim.

4 Nisan 2019 Perşembe

Eş Başkanlık veya Sınıf Başkanlığı Modeli *

Sonuçlara itiraz edilen, oy oranları yakın şehirlerde şehir yönetimi için eş başkanlık modeli düşünülebilir. İki başkan belediyeyi birlikte yönetebilir. Gördüğünüz gibi demokrasilerde bir de bende çare tükenmez. 

Yok, biz anlaşamayız, koltuğu kimseyle paylaşmayız denirse kayyum olarak göreve hazırım. Bu görevimden dolayı para da istemiyorum. İyi de nasıl yapacaksın diyebilirsiniz. Hiç merak etmeyin. Başkanlık bana yabancı değil. Rahmetli amcamdan bana tevarüs etmiş olmalı. 

Rahmetli, 80 ihtilalı olduğunda tüm başkanlar konsey tarafından görevden alınınca asker başkan gelinceye kadar bir gün belediye başkanlığına vekâlet etmiş. Bir günde ne iş yaptı, nasıl yönetti bilmiyorum ama ben belediye başkanlığı yaptım derdi ara sıra rahmetli. Görüyorsunuz tecrübe de var bu işin içerisinde.

Hayır, demokrasilerde seçim var, kayyuma yer yok denirse o zaman sınıf başkanı seçme yöntemi devreye sokulabilir. Bu nasıl olacak derseniz, anlatayım efendim!

Bana sınıf öğretmenliği verildiğinde ilk işim sınıf başkanı seçmek olur. Önce sınıf başkanı olacaklarda olması gereken özellikleri sayar, sorumluluğunu hatırlatırım. Ardından sınıf başkanı olmak isteyen var mı, derim. Adayları tahtaya davet ederim. Adaylar tahtada iken sınıfa döner, şu açıklamayı yaparım: Sevgili öğrenciler! İki turlu seçim yapacağız. Her birinizin bir defa oy hakkı var. Verdiğiniz oylardan sonra en fazla oyu alan iki kişi yeniden oylanacak. Bunun sonucunda en fazla oyu alan başkan seçilirken diğeri ise başkan yardımcısı olacaktır.

Bu açıklamamın ardından adayların isimlerini tahtaya yazdırarak adayların yüzünü ya tahtaya döndürürüm ya da koridora çıkarırım. Bunu yapmadaki amacım, bazı adaylara hiç puan çıkmayabilir. Bu da onların morallerini bozabilirdi. Kimin hangi adaya oy verdiği belli olmasın niyetini de taşırdım. Oylamanın sonucu bazı adaylara ya hiç oy çıkmaz ya da aldığı oy bir elin parmağını geçmezdi. Bu tür adaylara oy sayılarını söylemem. Gençler, yerinize geçin, teşekkür ediyoruz size derdim. 

Son ikiye kalan öğrencileri yine sırtlarını döndürerek yeniden oylatırım. En fazla oyu alan öğrenciyi başkan, diğerini de başkan yardımcısı olduklarını ilan ederim. 

Sınıf başkanlığı seçimini belediye başkanlığı seçimine uyarlarsak, belediye başkanlığında en fazla oyu alan ilk iki kişiden en çok oy alanı belediye başkanı, ikinci olanı ise belediye başkan yardımcısı ilan edelim.

Nasıl, sınıf başkanlığı modelimi beğendiniz, umarım. Maksat çözüm değil mi? Alın size çözüm!

Bunu da mı beğenmediniz? O zaman ne diyeyim kardeşim? Anlaşılan sizin derdiniz üzüm yemek değil o zaman...

*13/04/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Sandık Sonuçlarına Kasten Etki Edenleri Ne Yapalım?

Sandık sonuçları yeniden sayılırken 3-5 oy değil, binlerce oy yer değiştiriyorsa bu işte bir kasıt, bir art niyet var demektir. Bu tür sandık görevlileri için zaman geçirmeden, 
1.Suç duyurusunda bulunulmalı. 
2.Haklarında dava açılmalı. 
3. Ağır cezada yargılanmalılar.
4. En ağır cezayı almalılar.
5. Kamu görevleri varsa kamudan atılmalılar.
6. Kamu görevi olmayanlara amme adına yapılan işlerde görev verilmemelidir.
7. Yargılama acilen bitirilmeli.
8. Aldıkları cezalar kamuoyu ile paylaşılmalı.
9. Bu cezalar sandık veya seçimin herhangi bir aşamasında görev alacakların kulağına küpe olmalı.
10. Seçimde kim görev almaya kalkarsa yoğurdu üfleyerek yemeli.
11. Tüm bu olup bitenlerden sonra YSK, elektronik ortamda oy verme üzerine yoğunlaşıp proje üretmeli. Meclis de gereğini yapmalı.
12. Sandıkta veya seçimin herhangi bir etabında görev yaparken görevini layıkıyla yapmadığı için ceza alanlar, önce görevini ciddiyetle yürüten sandık görevlilerini töhmet altında bıraktıkları için özür dilemeli, ardından tüm milletten özür dilemeli. Herkes de bunlara "Özrünüz kabahatinizden büyük" demeli.
13. Yeniden sayılan oylar bu kişiler eliyle yeniden saydırılmalı. Şu yaptığınız pisliği temizleyin demeli. Saydıklarını bir daha saydırmalı. Karşılığında para verilmemeli.
Not: İdama karşıyım.

Hırsızlığın Neresindeyiz? *

Adana'da çalışırken daha önce yurt dışında görev yapmış bir öğretmenden ilginç bir anekdot dinlemiştim. Kendisinin başına mı gelmiş yoksa başkasından mı işitmiş bilmiyorum. Olayın geçtiği yeri İsveç veya İsviçre dediğini hatırlıyorum. İçlerinde bir Türk'ün de olduğu 8-10 kadar İsveçli avlanmak için bir ormana giderler. Avlanma işi bittikten sonra karınlarını doyurmak için daha önce yaptıkları kulübeye giderler. Kapıyı açıp içeri girerler. Kulübenin içi dayalı döşeli bir yer. Yiyecek de var. Bir güzel karınlarını doyururlar. Kapıyı kapatıp giderlerken Türk olan "Kilidi yok” der. İsveçliler "Evet, yok. Çünkü biz bu kulübeyi  avlanmak için gelen acıkınca buraya girip karnını doyursun diye yaptık" derler. Bizimki "Çalarlar" deyince İsveçliler "Doğru, çalarlar. Ama bu nereden aklına geldi" şeklinde cevap verirler.

Ergin Beyin anlattığı bu anekdot beni çok etkilemişti. Özellikle tamam, çalarlar ama bu nereden aklına geldi cümlesini yıllar geçse de unutmuş değilim. Yeri geldiği zaman da bu anekdotu anlatırım. Bu yazıma bu anekdotu almamın nedeni her seçim öncesi ve seçim sonrası Türkiye'de cereyan eden "Seçimde hile var, oylar çalındı, yanlış yazılmış, kaydırılmış, hayali seçmene oy kullandırılmış, başkasının yerine oy kullanılmış, oyu rakip partiye yazmışlar" tartışmalardır.

Sahi kimin aklına gelir çalarlar demek? Gelse gelse çalma işini bilen, gören, duyan, yapan birinin aklına gelebilir çalmak. Hayatında çalmamış, çırpmamış birinin aklına hiç çalmak gelir mi? Çalmayınca demek ki adamların aklına kapıya kilit vurmak gelmiyor. Bir an düşünelim. Ormanda kapısında kilit olmayan, içinde yiyeceklerin olduğu bir kulübe bizde ne kadar dayanır? Kısa zamanda içini boşalttığımız gibi sonrasında kulübenin kapısını da söker götürürüz. Çünkü bizde hırsızlık maalesef içimize ve genlerimize işlemiş. En düzgünümüz bile kendisi yapmasa da hırsızlıkları göre göre en azından çalma diye bir fiilin olduğunu öğreniyor bir müddet sonra. Yeter ki öğrenmiş, görmüş olalım. Arkası geliyor ondan sonra. Oy nedir ki? Davamıza hizmet etmek gibi erdemlerimiz olduğu müddetçe oy da çalarız, tutanağa da yanlış geçiririz. Bunu yapan ve bilen biri "Oylar çalınacak" da der, “Oylar çalındı” da der. Fırsat eline geçerse oy da çalar. Yeter ki düşmanı gördüğü rakibi kazanmasın. Çünkü davaya hizmet böyle olur bizde.

Her seçim sonrası özellikle kaybedenler tarafından "Oylarımız çalındı" ithamları dış dünyaya ve el aleme karşı ülkemizi mahcup ediyor. Her seçim sonucunda maalesef aynı terane… Bıkmadık usanmadık. Aynı gerekçelerin arkasına sığınıyoruz. Ben çalındı, çalınmadı falan demiyorum ama hoş bir görüntü vermediğimiz açık.

Gelin en iyisi ikiye bir seçim yapmaktan ziyade önce her taraf dürüst olmayı denesin. Ne zaman dürüst oluruz. Ondan sonra seçime kalkalım. Hakkımız olmayan bir şeyi almamamız gerektiğini bilelim.

*17/04/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Zilsiz Okul Uygulaması *

Lisede okuyan çocuğumun okulundan şu mesaj geldi: "DEGERLI VELIMIZ OKULUMUZDA ZIL UYGULAMASI KALDIRILMISTIR. OGRENCILERIMZ YENI DURUMA HEMEN UYUM SAGLAMISLARDIR. SORUMLULUGUNUN FARKINDA OGRENCILER YETISTIRDIGINIZ ICIN TESEKKUR EDERIZ. B373" Bu vesileyle oğlum sayesinde bir teşekkürü kaptım.

Bir taraftan teşekkürü kaptım diye sevinirken sanki diğer taraftan azar işitmiş gibi hissettim kendimi. Neden, nasıl çıkardın bunu bu mesajdan? Bu kadar da zorlama bir yorum olmaz derseniz bildiğiniz bir şeyi size hatırlatayım. TDK'nın koyduğu bir kural değil, kuralı kim koydu bilmiyorum ama büyük harflerle yazmanın anlamı hakaret veya bağırarak konuşma anlamına geliyormuş. Durum bu iken sahi bu okul, niçin küçük harflerle değil de hepsini büyük harfle yazdığı mesajı gönderme yoluna gitti? Bence okul, bu inceliği düşünmeliydi. Umarım bu inceliği bilmeden bu mesajı göndermişlerdir. Neyse sonunda azar da olsa bir teşekkürüm var. Bir övgü, bir yergi... Berabere bir durum var ortada.

Şimdi gelelim zilsiz okul uygulamasına... Zilsiz okul uygulamasının amacı gürültü kirliliğinin önüne geçmek, öğrencilere zamanı iyi kullanma ve sorumluluk duygusunu aşılamak olsa gerek. Öğrenciler zamanında derslerine girsin diye okullar, sınıf ve koridorların duvarlarına saat asmak suretiyle tedbir alma yoluna gidiyor. Bazı okullarda başlatılan bu uygulama anladığım kadarıyla zamanla tüm okullarda yaygınlaştırılacak.

Sorumluluk bilinci aşılama ve gürültü kirliliğinin önüne geçme yönünden zilsiz okul uygulaması yararlı olabilir. Öğrencileri bilmem ama bu uygulamadan en fazla okulun bulunduğu mahalle sakinleri memnun kalacaktır. Çünkü hafta içi gündüz belli aralıklarla çalan okul zilinden rahatsız olan mahalle sakinlerinin sayısı az değildi. Yine bu uygulamadan odasından çıkmadan koltuğunda oturan okul yöneticileri hoşnut olacaktır. Çünkü rahatsız olmayacaklar. Bir diğer sevineni ise okulların müzik öğretmenleri olacak. Gariplerim ne zaman İstiklal Marşı söyletmek için “ses veriyorum” demeye kalksa okulun otomatik çalan zili ötmeye başlar. Bundan sonra böyle bir dertleri olmayacak. Bir diğer sevinen ise okul giriş-çıkış saatleri değişince okul zilini ayarlamak zorunda kalanın böyle bir işi olmayacak.

Zilsiz okul uygulamasından öyle zannediyorum hoşnut olmayanlar da olacaktır:
1.Öğrenci bu uygulamayı sevmeyecektir. Çünkü oyuna dalıp dersine gecikecek ve öğretmeniyle karşı karşıya kalacaktır. Saatine baksın diyebilirsiniz. Saat takmak eskidenmiş. Yani benim neslimin en büyük hayaliydi. Şimdiki nesil kol saati takmayı sevmiyor. Onun yerine cep telefonu kullanıyor. Saat ihtiyacı olunca telefonuna bakıyor. Okullarda da cep telefonu yasak olunca okul da her köşeye bir saat takamayacağına göre gel de öğrenci çıksın bu işin içerisinden.
2.Teneffüse çıkan öğrenciyi sınıfına katmak için nöbetçi öğretmen bir oraya bir buraya koşup "Haydi çocuklar ders başladı" diyecek. Bir de üstüne "Hocam, 10 dakika bitti mi" diyenlere cevap verecek.
3.Her eğitim ve öğretim yılında okulları haber konusu yapan TV kanalları "...eğitim ve öğretim yılının ilk zili çaldı" diyemeyecek. Çünkü zil yok ortada. Başka bir cümle bulmakta zorlanacaklar. Şöyle bir cümle gider aslında: “…eğitim ve öğretimin ilk dersi sessizce başladı” gibi.
4.Zil işi yapan ve müşterileri tamamen okullardan oluşan zil esnafı, zil yerine başka alternatiflere yönelmek zorunda kalacaktır ve bu uygulamadan hoşnut olmayacaktır.
5.Dersten bunalıp çalan zil ile birlikte hele şükür, zil çaldı" deyip sınıfından koşarak kendisini dışarıya atan öğrenci zil sesi duymayınca çok sevinip deşarj olamayacak.
6.Zil sesine uyanan ve bu sese kulak aşinası olmuş bazı mahalle sakinleri bu yeni duruma uyumda zorlanacak, belli bir süre kendilerini boşlukta hissedeceklerdir.

Gördüğünüz gibi zil sesi uygulamasından memnun olanlar olabileceği gibi memnun olmayanlar da olacaktır. Uygulama ne derece başarılı olur, yaygınlaşır bilmiyorum ama yetkililerin zil sesine gösterdikleri duyarlılığı başka alanlarda da toplumca göstersek diyorum. Mesela korna çalmaya da bir ayar gelse...ulu orta acı acı çalmasa.

MEB, zilsiz okul uygulamasında başarılı olursa bunun bir ileri aşaması olan okulsuz okul veya öğrencisiz okul uygulamasını başlatır mı? Böylece tüm öğrencileri memnun etmiş olur.

*10/04/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

3 Nisan 2019 Çarşamba

Dürüstlük Abidesi Bir Sandık Görevlisi *


2007 veya 2009 yılı olsa gerek. Yine bir seçim yapılmış, ertesi günü bir esnafın işyerinde oturuyoruz. Aramızda bir gün öncesinde yapılan seçimde sandık başkanı olarak görev yapan biri var. Yanında da onu seven sayan birkaç seveni… Yani içlerinde en yabancı benim.

Birlikte çayımızı yudumlarken bir gün öncesi yapılan seçim sonuçlarını değerlendirdik. Ardından sandık başkanı nasıl sandık başkanlığı yaptığını, bir partinin oylarını nasıl başka partilere yazdırdığını ballandıra ballandıra anlattı. Aklımda kaldığı kadarıyla yazmaya çalışayım:
Arkadaşlar biliyorsunuz ben falan okulda sandık başkanıydım. Oy verme işi bittikten sonra oy pusulalarını önüme aldım. İki üyenin önüne evrakı koydum. Ben hangi partinin ismini okursam o partinin kutucuğuna bir çeltik atacaksınız. Diğer üyelere de siz de bunların attığı çeltiğin doğru olup olmadığını kontrol için onları izleyin dedim. Elime oy pusulalarını tek tek alıp okumaya başladım. Şehrimiz biliyorsunuz X partisinin kalesi. Oylar da hep o şekil. X partisinin oylarının bir kısmını Y partisinin adını okuyarak o partiye yazdırdım. Bazısını da bizim partimiz olan Z partisine yazdırdım dedi. Araya bir başkası girerek "Hocam, niçin oyları bizim partiye değil de Y partisine yazdırdın? Oldu mu ya şimdi bu yaptığın" dedi. Sayın sandık başkanı "Arkadaşım! Biliyorsunuz, bu ilde bizim partinin fazla oyu yok. Y partisinin oyu bizden fazla. Şayet X partisinin oylarının bir kısmını Y partisine yazdırmamış, hepsini bizim partiye yazdırmış olsaydım dikkat çeker, şüphe uyandırırdı. Akıllı olmak lazım. Bizim partinin bu ilde seçimi kazanması mümkün değil. Önemli olan X partisinin oyunu düşürmekti. Bunu da yaptım. 

Oradakiler ne tepki göstermiş olabilir? İstisnasız hepsi bu arkadaşı yaptığı bu haksızlıktan dolayı tebrik etti. İyi yapmış, iyi düşünmüşsün, helal olsun dedi. Ben ise bu yapılandan hoşnut olmadığımı yüzüm asık bir şekilde dinlemekle yetindim. Bu başkanın görev yaptığı sandığın oyuna itiraz bildiğim kadarıyla olmadı. Yapanın yanına kar kaldı. Çünkü gördüğünüz gibi temiz iş çıkarmıştı.

Bir çay içimi kadar oturduğumuz bu kişiye bu anlattığını ağzından duyuncaya kadar saygı duyardım. O gün, bugündür bu yaptığından dolayı kendisine saygı duymuyorum. Zaman zaman karşılaştığımda ve sosyal medya paylaşımlarını görünce dürüstlük abidesi bir profil çizdiğini görürüm. Öyle de inandırıcı konuşur ki dinleyenlere güven veren bir görüntüsü var. Haksızlık ve hukuksuzluğa karşı, atamaların ehliyet ve liyakate göre yapılmadığından dert yanan biri. Birkaç defa da Z partisinden aday oldu, kazanamadı. İyi ki olmadı. Çünkü bu kafa yapısına sahip biri bir koltuğa gelseydi neler yapmazdı. Varın orasını siz düşünün.

Her seçim sonrası ortaya çıkan, tartışma ve itirazlara konu olan seçim  sonuçları ve sandık güvenliği meselesi 31 Mart seçimleri dolayısıyla yeniden gündeme gelince 2007 veya 2009 seçimlerinde bir sandık başkanının bu anlattıkları aklıma geldi. İşin garibi burada yanlış yazma, kaydırma, tutanakları birleştirmelerde yapılan maddi hata yok. Taammüden bir partinin oylarını başka partilere peşkeş çekerek iç etmek var.

Ne diyelim? Bu arkadaş dürüstlük abidesi olarak geçinmeye devam etsin. Umarım sayıları fazla değildir.


*06/04/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Seçmenin Her Oyu Bir Emanettir *


Dünyanın en fazla seçim yapan ülkesiyiz belki de. Bu konuda iyice uzmanlaştık desem yanlış olmaz. Bu kadar seçime rağmen seçimlerin ardından "Seçimlerde hile var, şaibe var, hatalar çok, kaydırma var, birleştirme tutanakları problemli..." gibi şayialardan bir türlü kurtulamadık. En temiz seçim dediğimiz seçimlerin ardından bile seçim sonuçlarına leke getiriyoruz.

Teknik hatalardan bahsetmiyorum. Seçmene rağmen bir partinin lehine veya aleyhine tarafgir davranmayı bir türlü bırakamadık gitti. Güya sandıkların başına kamu görevlisi olarak bir başkan, bir memur ve diğer partilerden yeterince üye koyuyoruz. Bu sandık görevlilerinin görevi seçimin iş ve işleyişlerini en iyi, en doğru şekilde yerine getirmek, parti tercihi ne olursa olsun vatandaşın sandıkta ortaya koyduğu iradesini korumaktır. Ki böyle olmalıdır. Çünkü sandığa atılan her oy bir emanettir. Bunun sandığa yansıması gerekir. Ama her seçim sonrasında görmeye alıştığımız yanlış ve hataları maalesef bu yerel seçimlerde de gördük. Bunu kim yapıyor? Maalesef bizim insanımız yapıyor. Halbuki verilen oyları korumak üzere hakem tayin ettiklerimiz emanetlerimize ihanet ediyor. Güya davasına veya inandığı değerlere hizmet ediyor. Hepsini bir dinlesen, hepsi birer dürüstlük abidesi. Yesinler sizin dürüstlüğünüzü. İşin garibi bu sandık başındakiler veya tutanakları birleştirenlerin hepsi okumuş insanlar. İş yaparken kasıtlı olmadan hata yapsalar hepsinin alınlarından öpeceğim. Ama gel gör ki istisnalar hariç her birimiz birer militanız. Birini kazandırmak veya birine kaybettirmek üzere bir rol üstleniyoruz. Bunun için çalmak dahil her yolu mubah görüyoruz. Sizin okumanız batsın. Yazıklar olsun. Devlet işlerini düzgün yapsınlar, emanete ihanet etmesinler diye dünya kadar para veriyor. Bile bile yanlış yapanların yedikleri burunlarından gelsin inşallah.

Seçmenin iradesinin değişik sebeplerle sandığa yansıtılmaması bir hırsızlıktır, hak gaspıdır. Açıklanan örneklere bakılırsa  istisnalar hariç hırsızlık bizim genlerimize işlemiş. Yeter ki elimize fırsat geçsin, dindarı da çalıyor, olmayanı da. Sağcısı da çalıyor, solcusu da. Al birimizi, vur ötekine. Neden böyleyiz? Bu hastalık bize nasıl bulaştı veya bulaştırıldı? Çok öteye gitmeye gerek yok. Çoğumuzun çok masum gördüğü sınavlardan kopya ile geçme gibi bir tecrübemiz var. Öğretmenin gözünün içine baka baka onu kandırmıyor muyuz? Hakkımız olmayan bir şeye sahiplenmeye teşneyiz. Kopya ile başlayan hırsızlığımız işimizde zamandan çalmaya, sandıkça oy kaçırmaya, tutanağı yanlış düzenlemeye kadar götürüyor. Bu kafa yapısı, bu zihniyet bizde oldukça başımızda ister polis, ister asker, ister başkaları olsun; gözlerine bakarak herkesi ayakta uyutuyoruz. Toplum olarak böyle olmuşsak seçim bizim neyimize? Bizim her şeyden önce dürüstlüğe, etik ve ahlaki değerlerle bezenmeye ihtiyacımız var. Çalıp çırparak başkan olmuşsak ya da başkan etmişlerse veya bir şeyi kazanmışsak adam olmadıktan sonra ne yazar? Bizden bir cacık, bir halt olmayacağı elimize fırsat geçti mi neler yapabileceğimizden belli değil mi?

Kim, kimi başkan yapmak veya kazandırmak isterse istesin, bütün makam ve mevkiler onların olsun, tepe tepe kullansınlar. Ne olur, aramızda olması gereken güven duygusunu yok etmeyin. Zaten bu duyguyu unutalı çok oldu. Hiçbirimiz yekdiğerine güvenmiyor. Çünkü güven ve adaleti buzdolabına koyalı çok olmuştu. Hepimizde bir gün bu değerleri buzdolabından çıkarırız ümidi vardı. Allah korkusu, hak-hukuka riayetimiz yok gayri. Bu belli. Bari el-alem ne der deyip kulundan, yabancılardan çekinelim. Allah rızası için olmayan, içimize girmeyen bu güven duygusunu yok etmeyelim. Sandıktaki görevimizi adam gibi yapalım.

En zoruma giden nedir, biliyor musunuz? Her birimizin dürüstlük abidesi olarak görünmemiz. Görevini layıkıyla yapanlara selam olsun!

*05/04/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.