4 Nisan 2019 Perşembe

Sandık Sonuçlarına Kasten Etki Edenleri Ne Yapalım?

Sandık sonuçları yeniden sayılırken 3-5 oy değil, binlerce oy yer değiştiriyorsa bu işte bir kasıt, bir art niyet var demektir. Bu tür sandık görevlileri için zaman geçirmeden, 
1.Suç duyurusunda bulunulmalı. 
2.Haklarında dava açılmalı. 
3. Ağır cezada yargılanmalılar.
4. En ağır cezayı almalılar.
5. Kamu görevleri varsa kamudan atılmalılar.
6. Kamu görevi olmayanlara amme adına yapılan işlerde görev verilmemelidir.
7. Yargılama acilen bitirilmeli.
8. Aldıkları cezalar kamuoyu ile paylaşılmalı.
9. Bu cezalar sandık veya seçimin herhangi bir aşamasında görev alacakların kulağına küpe olmalı.
10. Seçimde kim görev almaya kalkarsa yoğurdu üfleyerek yemeli.
11. Tüm bu olup bitenlerden sonra YSK, elektronik ortamda oy verme üzerine yoğunlaşıp proje üretmeli. Meclis de gereğini yapmalı.
12. Sandıkta veya seçimin herhangi bir etabında görev yaparken görevini layıkıyla yapmadığı için ceza alanlar, önce görevini ciddiyetle yürüten sandık görevlilerini töhmet altında bıraktıkları için özür dilemeli, ardından tüm milletten özür dilemeli. Herkes de bunlara "Özrünüz kabahatinizden büyük" demeli.
13. Yeniden sayılan oylar bu kişiler eliyle yeniden saydırılmalı. Şu yaptığınız pisliği temizleyin demeli. Saydıklarını bir daha saydırmalı. Karşılığında para verilmemeli.
Not: İdama karşıyım.

Hırsızlığın Neresindeyiz? *

Adana'da çalışırken daha önce yurt dışında görev yapmış bir öğretmenden ilginç bir anekdot dinlemiştim. Kendisinin başına mı gelmiş yoksa başkasından mı işitmiş bilmiyorum. Olayın geçtiği yeri İsveç veya İsviçre dediğini hatırlıyorum. İçlerinde bir Türk'ün de olduğu 8-10 kadar İsveçli avlanmak için bir ormana giderler. Avlanma işi bittikten sonra karınlarını doyurmak için daha önce yaptıkları kulübeye giderler. Kapıyı açıp içeri girerler. Kulübenin içi dayalı döşeli bir yer. Yiyecek de var. Bir güzel karınlarını doyururlar. Kapıyı kapatıp giderlerken Türk olan "Kilidi yok” der. İsveçliler "Evet, yok. Çünkü biz bu kulübeyi  avlanmak için gelen acıkınca buraya girip karnını doyursun diye yaptık" derler. Bizimki "Çalarlar" deyince İsveçliler "Doğru, çalarlar. Ama bu nereden aklına geldi" şeklinde cevap verirler.

Ergin Beyin anlattığı bu anekdot beni çok etkilemişti. Özellikle tamam, çalarlar ama bu nereden aklına geldi cümlesini yıllar geçse de unutmuş değilim. Yeri geldiği zaman da bu anekdotu anlatırım. Bu yazıma bu anekdotu almamın nedeni her seçim öncesi ve seçim sonrası Türkiye'de cereyan eden "Seçimde hile var, oylar çalındı, yanlış yazılmış, kaydırılmış, hayali seçmene oy kullandırılmış, başkasının yerine oy kullanılmış, oyu rakip partiye yazmışlar" tartışmalardır.

Sahi kimin aklına gelir çalarlar demek? Gelse gelse çalma işini bilen, gören, duyan, yapan birinin aklına gelebilir çalmak. Hayatında çalmamış, çırpmamış birinin aklına hiç çalmak gelir mi? Çalmayınca demek ki adamların aklına kapıya kilit vurmak gelmiyor. Bir an düşünelim. Ormanda kapısında kilit olmayan, içinde yiyeceklerin olduğu bir kulübe bizde ne kadar dayanır? Kısa zamanda içini boşalttığımız gibi sonrasında kulübenin kapısını da söker götürürüz. Çünkü bizde hırsızlık maalesef içimize ve genlerimize işlemiş. En düzgünümüz bile kendisi yapmasa da hırsızlıkları göre göre en azından çalma diye bir fiilin olduğunu öğreniyor bir müddet sonra. Yeter ki öğrenmiş, görmüş olalım. Arkası geliyor ondan sonra. Oy nedir ki? Davamıza hizmet etmek gibi erdemlerimiz olduğu müddetçe oy da çalarız, tutanağa da yanlış geçiririz. Bunu yapan ve bilen biri "Oylar çalınacak" da der, “Oylar çalındı” da der. Fırsat eline geçerse oy da çalar. Yeter ki düşmanı gördüğü rakibi kazanmasın. Çünkü davaya hizmet böyle olur bizde.

Her seçim sonrası özellikle kaybedenler tarafından "Oylarımız çalındı" ithamları dış dünyaya ve el aleme karşı ülkemizi mahcup ediyor. Her seçim sonucunda maalesef aynı terane… Bıkmadık usanmadık. Aynı gerekçelerin arkasına sığınıyoruz. Ben çalındı, çalınmadı falan demiyorum ama hoş bir görüntü vermediğimiz açık.

Gelin en iyisi ikiye bir seçim yapmaktan ziyade önce her taraf dürüst olmayı denesin. Ne zaman dürüst oluruz. Ondan sonra seçime kalkalım. Hakkımız olmayan bir şeyi almamamız gerektiğini bilelim.

*17/04/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Zilsiz Okul Uygulaması *

Lisede okuyan çocuğumun okulundan şu mesaj geldi: "DEGERLI VELIMIZ OKULUMUZDA ZIL UYGULAMASI KALDIRILMISTIR. OGRENCILERIMZ YENI DURUMA HEMEN UYUM SAGLAMISLARDIR. SORUMLULUGUNUN FARKINDA OGRENCILER YETISTIRDIGINIZ ICIN TESEKKUR EDERIZ. B373" Bu vesileyle oğlum sayesinde bir teşekkürü kaptım.

Bir taraftan teşekkürü kaptım diye sevinirken sanki diğer taraftan azar işitmiş gibi hissettim kendimi. Neden, nasıl çıkardın bunu bu mesajdan? Bu kadar da zorlama bir yorum olmaz derseniz bildiğiniz bir şeyi size hatırlatayım. TDK'nın koyduğu bir kural değil, kuralı kim koydu bilmiyorum ama büyük harflerle yazmanın anlamı hakaret veya bağırarak konuşma anlamına geliyormuş. Durum bu iken sahi bu okul, niçin küçük harflerle değil de hepsini büyük harfle yazdığı mesajı gönderme yoluna gitti? Bence okul, bu inceliği düşünmeliydi. Umarım bu inceliği bilmeden bu mesajı göndermişlerdir. Neyse sonunda azar da olsa bir teşekkürüm var. Bir övgü, bir yergi... Berabere bir durum var ortada.

Şimdi gelelim zilsiz okul uygulamasına... Zilsiz okul uygulamasının amacı gürültü kirliliğinin önüne geçmek, öğrencilere zamanı iyi kullanma ve sorumluluk duygusunu aşılamak olsa gerek. Öğrenciler zamanında derslerine girsin diye okullar, sınıf ve koridorların duvarlarına saat asmak suretiyle tedbir alma yoluna gidiyor. Bazı okullarda başlatılan bu uygulama anladığım kadarıyla zamanla tüm okullarda yaygınlaştırılacak.

Sorumluluk bilinci aşılama ve gürültü kirliliğinin önüne geçme yönünden zilsiz okul uygulaması yararlı olabilir. Öğrencileri bilmem ama bu uygulamadan en fazla okulun bulunduğu mahalle sakinleri memnun kalacaktır. Çünkü hafta içi gündüz belli aralıklarla çalan okul zilinden rahatsız olan mahalle sakinlerinin sayısı az değildi. Yine bu uygulamadan odasından çıkmadan koltuğunda oturan okul yöneticileri hoşnut olacaktır. Çünkü rahatsız olmayacaklar. Bir diğer sevineni ise okulların müzik öğretmenleri olacak. Gariplerim ne zaman İstiklal Marşı söyletmek için “ses veriyorum” demeye kalksa okulun otomatik çalan zili ötmeye başlar. Bundan sonra böyle bir dertleri olmayacak. Bir diğer sevinen ise okul giriş-çıkış saatleri değişince okul zilini ayarlamak zorunda kalanın böyle bir işi olmayacak.

Zilsiz okul uygulamasından öyle zannediyorum hoşnut olmayanlar da olacaktır:
1.Öğrenci bu uygulamayı sevmeyecektir. Çünkü oyuna dalıp dersine gecikecek ve öğretmeniyle karşı karşıya kalacaktır. Saatine baksın diyebilirsiniz. Saat takmak eskidenmiş. Yani benim neslimin en büyük hayaliydi. Şimdiki nesil kol saati takmayı sevmiyor. Onun yerine cep telefonu kullanıyor. Saat ihtiyacı olunca telefonuna bakıyor. Okullarda da cep telefonu yasak olunca okul da her köşeye bir saat takamayacağına göre gel de öğrenci çıksın bu işin içerisinden.
2.Teneffüse çıkan öğrenciyi sınıfına katmak için nöbetçi öğretmen bir oraya bir buraya koşup "Haydi çocuklar ders başladı" diyecek. Bir de üstüne "Hocam, 10 dakika bitti mi" diyenlere cevap verecek.
3.Her eğitim ve öğretim yılında okulları haber konusu yapan TV kanalları "...eğitim ve öğretim yılının ilk zili çaldı" diyemeyecek. Çünkü zil yok ortada. Başka bir cümle bulmakta zorlanacaklar. Şöyle bir cümle gider aslında: “…eğitim ve öğretimin ilk dersi sessizce başladı” gibi.
4.Zil işi yapan ve müşterileri tamamen okullardan oluşan zil esnafı, zil yerine başka alternatiflere yönelmek zorunda kalacaktır ve bu uygulamadan hoşnut olmayacaktır.
5.Dersten bunalıp çalan zil ile birlikte hele şükür, zil çaldı" deyip sınıfından koşarak kendisini dışarıya atan öğrenci zil sesi duymayınca çok sevinip deşarj olamayacak.
6.Zil sesine uyanan ve bu sese kulak aşinası olmuş bazı mahalle sakinleri bu yeni duruma uyumda zorlanacak, belli bir süre kendilerini boşlukta hissedeceklerdir.

Gördüğünüz gibi zil sesi uygulamasından memnun olanlar olabileceği gibi memnun olmayanlar da olacaktır. Uygulama ne derece başarılı olur, yaygınlaşır bilmiyorum ama yetkililerin zil sesine gösterdikleri duyarlılığı başka alanlarda da toplumca göstersek diyorum. Mesela korna çalmaya da bir ayar gelse...ulu orta acı acı çalmasa.

MEB, zilsiz okul uygulamasında başarılı olursa bunun bir ileri aşaması olan okulsuz okul veya öğrencisiz okul uygulamasını başlatır mı? Böylece tüm öğrencileri memnun etmiş olur.

*10/04/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

3 Nisan 2019 Çarşamba

Dürüstlük Abidesi Bir Sandık Görevlisi *


2007 veya 2009 yılı olsa gerek. Yine bir seçim yapılmış, ertesi günü bir esnafın işyerinde oturuyoruz. Aramızda bir gün öncesinde yapılan seçimde sandık başkanı olarak görev yapan biri var. Yanında da onu seven sayan birkaç seveni… Yani içlerinde en yabancı benim.

Birlikte çayımızı yudumlarken bir gün öncesi yapılan seçim sonuçlarını değerlendirdik. Ardından sandık başkanı nasıl sandık başkanlığı yaptığını, bir partinin oylarını nasıl başka partilere yazdırdığını ballandıra ballandıra anlattı. Aklımda kaldığı kadarıyla yazmaya çalışayım:
Arkadaşlar biliyorsunuz ben falan okulda sandık başkanıydım. Oy verme işi bittikten sonra oy pusulalarını önüme aldım. İki üyenin önüne evrakı koydum. Ben hangi partinin ismini okursam o partinin kutucuğuna bir çeltik atacaksınız. Diğer üyelere de siz de bunların attığı çeltiğin doğru olup olmadığını kontrol için onları izleyin dedim. Elime oy pusulalarını tek tek alıp okumaya başladım. Şehrimiz biliyorsunuz X partisinin kalesi. Oylar da hep o şekil. X partisinin oylarının bir kısmını Y partisinin adını okuyarak o partiye yazdırdım. Bazısını da bizim partimiz olan Z partisine yazdırdım dedi. Araya bir başkası girerek "Hocam, niçin oyları bizim partiye değil de Y partisine yazdırdın? Oldu mu ya şimdi bu yaptığın" dedi. Sayın sandık başkanı "Arkadaşım! Biliyorsunuz, bu ilde bizim partinin fazla oyu yok. Y partisinin oyu bizden fazla. Şayet X partisinin oylarının bir kısmını Y partisine yazdırmamış, hepsini bizim partiye yazdırmış olsaydım dikkat çeker, şüphe uyandırırdı. Akıllı olmak lazım. Bizim partinin bu ilde seçimi kazanması mümkün değil. Önemli olan X partisinin oyunu düşürmekti. Bunu da yaptım. 

Oradakiler ne tepki göstermiş olabilir? İstisnasız hepsi bu arkadaşı yaptığı bu haksızlıktan dolayı tebrik etti. İyi yapmış, iyi düşünmüşsün, helal olsun dedi. Ben ise bu yapılandan hoşnut olmadığımı yüzüm asık bir şekilde dinlemekle yetindim. Bu başkanın görev yaptığı sandığın oyuna itiraz bildiğim kadarıyla olmadı. Yapanın yanına kar kaldı. Çünkü gördüğünüz gibi temiz iş çıkarmıştı.

Bir çay içimi kadar oturduğumuz bu kişiye bu anlattığını ağzından duyuncaya kadar saygı duyardım. O gün, bugündür bu yaptığından dolayı kendisine saygı duymuyorum. Zaman zaman karşılaştığımda ve sosyal medya paylaşımlarını görünce dürüstlük abidesi bir profil çizdiğini görürüm. Öyle de inandırıcı konuşur ki dinleyenlere güven veren bir görüntüsü var. Haksızlık ve hukuksuzluğa karşı, atamaların ehliyet ve liyakate göre yapılmadığından dert yanan biri. Birkaç defa da Z partisinden aday oldu, kazanamadı. İyi ki olmadı. Çünkü bu kafa yapısına sahip biri bir koltuğa gelseydi neler yapmazdı. Varın orasını siz düşünün.

Her seçim sonrası ortaya çıkan, tartışma ve itirazlara konu olan seçim  sonuçları ve sandık güvenliği meselesi 31 Mart seçimleri dolayısıyla yeniden gündeme gelince 2007 veya 2009 seçimlerinde bir sandık başkanının bu anlattıkları aklıma geldi. İşin garibi burada yanlış yazma, kaydırma, tutanakları birleştirmelerde yapılan maddi hata yok. Taammüden bir partinin oylarını başka partilere peşkeş çekerek iç etmek var.

Ne diyelim? Bu arkadaş dürüstlük abidesi olarak geçinmeye devam etsin. Umarım sayıları fazla değildir.


*06/04/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Seçmenin Her Oyu Bir Emanettir *


Dünyanın en fazla seçim yapan ülkesiyiz belki de. Bu konuda iyice uzmanlaştık desem yanlış olmaz. Bu kadar seçime rağmen seçimlerin ardından "Seçimlerde hile var, şaibe var, hatalar çok, kaydırma var, birleştirme tutanakları problemli..." gibi şayialardan bir türlü kurtulamadık. En temiz seçim dediğimiz seçimlerin ardından bile seçim sonuçlarına leke getiriyoruz.

Teknik hatalardan bahsetmiyorum. Seçmene rağmen bir partinin lehine veya aleyhine tarafgir davranmayı bir türlü bırakamadık gitti. Güya sandıkların başına kamu görevlisi olarak bir başkan, bir memur ve diğer partilerden yeterince üye koyuyoruz. Bu sandık görevlilerinin görevi seçimin iş ve işleyişlerini en iyi, en doğru şekilde yerine getirmek, parti tercihi ne olursa olsun vatandaşın sandıkta ortaya koyduğu iradesini korumaktır. Ki böyle olmalıdır. Çünkü sandığa atılan her oy bir emanettir. Bunun sandığa yansıması gerekir. Ama her seçim sonrasında görmeye alıştığımız yanlış ve hataları maalesef bu yerel seçimlerde de gördük. Bunu kim yapıyor? Maalesef bizim insanımız yapıyor. Halbuki verilen oyları korumak üzere hakem tayin ettiklerimiz emanetlerimize ihanet ediyor. Güya davasına veya inandığı değerlere hizmet ediyor. Hepsini bir dinlesen, hepsi birer dürüstlük abidesi. Yesinler sizin dürüstlüğünüzü. İşin garibi bu sandık başındakiler veya tutanakları birleştirenlerin hepsi okumuş insanlar. İş yaparken kasıtlı olmadan hata yapsalar hepsinin alınlarından öpeceğim. Ama gel gör ki istisnalar hariç her birimiz birer militanız. Birini kazandırmak veya birine kaybettirmek üzere bir rol üstleniyoruz. Bunun için çalmak dahil her yolu mubah görüyoruz. Sizin okumanız batsın. Yazıklar olsun. Devlet işlerini düzgün yapsınlar, emanete ihanet etmesinler diye dünya kadar para veriyor. Bile bile yanlış yapanların yedikleri burunlarından gelsin inşallah.

Seçmenin iradesinin değişik sebeplerle sandığa yansıtılmaması bir hırsızlıktır, hak gaspıdır. Açıklanan örneklere bakılırsa  istisnalar hariç hırsızlık bizim genlerimize işlemiş. Yeter ki elimize fırsat geçsin, dindarı da çalıyor, olmayanı da. Sağcısı da çalıyor, solcusu da. Al birimizi, vur ötekine. Neden böyleyiz? Bu hastalık bize nasıl bulaştı veya bulaştırıldı? Çok öteye gitmeye gerek yok. Çoğumuzun çok masum gördüğü sınavlardan kopya ile geçme gibi bir tecrübemiz var. Öğretmenin gözünün içine baka baka onu kandırmıyor muyuz? Hakkımız olmayan bir şeye sahiplenmeye teşneyiz. Kopya ile başlayan hırsızlığımız işimizde zamandan çalmaya, sandıkça oy kaçırmaya, tutanağı yanlış düzenlemeye kadar götürüyor. Bu kafa yapısı, bu zihniyet bizde oldukça başımızda ister polis, ister asker, ister başkaları olsun; gözlerine bakarak herkesi ayakta uyutuyoruz. Toplum olarak böyle olmuşsak seçim bizim neyimize? Bizim her şeyden önce dürüstlüğe, etik ve ahlaki değerlerle bezenmeye ihtiyacımız var. Çalıp çırparak başkan olmuşsak ya da başkan etmişlerse veya bir şeyi kazanmışsak adam olmadıktan sonra ne yazar? Bizden bir cacık, bir halt olmayacağı elimize fırsat geçti mi neler yapabileceğimizden belli değil mi?

Kim, kimi başkan yapmak veya kazandırmak isterse istesin, bütün makam ve mevkiler onların olsun, tepe tepe kullansınlar. Ne olur, aramızda olması gereken güven duygusunu yok etmeyin. Zaten bu duyguyu unutalı çok oldu. Hiçbirimiz yekdiğerine güvenmiyor. Çünkü güven ve adaleti buzdolabına koyalı çok olmuştu. Hepimizde bir gün bu değerleri buzdolabından çıkarırız ümidi vardı. Allah korkusu, hak-hukuka riayetimiz yok gayri. Bu belli. Bari el-alem ne der deyip kulundan, yabancılardan çekinelim. Allah rızası için olmayan, içimize girmeyen bu güven duygusunu yok etmeyelim. Sandıktaki görevimizi adam gibi yapalım.

En zoruma giden nedir, biliyor musunuz? Her birimizin dürüstlük abidesi olarak görünmemiz. Görevini layıkıyla yapanlara selam olsun!

*05/04/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yerel Seçimlerin Galibi Üsluptur***


Genel havaya döndürülen yerel seçimler bitti. Vatandaş söyleyeceğini söyledi. Şimdi herkes var gücüyle seçim sonuçlarını analiz etmeye yöneldi. Gazetemizin başyazarı Uğur Özteke Ağabey de 03/04/2019 günkü köşesinde “KİMSE DOĞRU VE FARKLI YORUM İSTEMİYOR Kİ?” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Seçim sonuçlarını değerlendirdiği yazısında Sayın Özteke, kendisine yorum gönderen Murat isimli bir okuyucunun Seçim pazar günüydü. Üzerinden iki gün geçti ama dün sizin yazınız, bu gün de sizin ve Barbaros Ulu'nun yazısı haricinde gazetede seçimle ilgili başka yazan olmadı. Barbaros Ulu da seçime değil seçimin maliyetine değinmiş. Yani şu gazetedeki yazarların seçim analizi yapmaları gerekmez miydi?mesajına yer verdi.

Kendi adıma söyleyeyim, Murat Bey kardeşim serzenişinde haklı. Kaç gün geçmesine rağmen seçim sonuçlarına dair herhangi bir yazı kaleme almadım. Bugün ele alayım, yarın ele alayım derken seçime dair bir şey demedim. Belki de elim varmadı. Ama bu, seçim sonuçlarıyla ilgili hiç yazı kaleme almayacağım anlamına gelmiyor. Ki işimiz bu. Toplumu ilgilendiren ve etkileyen ne varsa bizim alanımıza girer. Murat Beyin attığı taş kafamı yarınca seçime dair yazmak vacip oldu. Murat Bey yazılarımı takip ediyorsa seçim sathı mailine girdiğimiz andan itibaren içime doğmuşçasına seçim sonuçlarını etkileyecek tehlikeli boyutlara işaret etmeye çalıştım ve son hafta hariç onlarca yazı kaleme aldım, gelmekte olan yıkıcı etkiye işaret etmeye çalıştım. Aslında seçim sonuçlarına dair yazılarım seçim öncesi yazdığım yazılarda gizli. (Bakınız: https://www.pusulahaber.com.tr/bu-secim-farkli-sonuclara-gebe-olacak-gibi-9325yy.htm, https://www.pusulahaber.com.tr/secim-sathi-mailinde-ortaya-dokulen-belgeler-9363yy.htm, https://www.pusulahaber.com.tr/dislayici-siyasetin-sonuclari-9382yy.htm, https://www.pusulahaber.com.tr/kendini-anlatmanin-yolu-rakibini-kotulemek-degildir-9392yy.htm, https://www.pusulahaber.com.tr/gonul-siyaseti-9288yy.htm, https://www.pusulahaber.com.tr/basa-kakma-olur-mu-9231yy.htm, https://www.pusulahaber.com.tr/hdppkk-ise-9220yy.htm vs) Maalesef endişelerimde haklı olduğum ortaya çıktı. Keşke çıkmasaydı ama olan oldu. Zamanı geri sardırmak mümkün değil.

Seçimden önce birçok hususa değindim, benden bu kadar demek gibi bir niyetim yok. Sayfam el verdiği, aksi bir gündem olmadığı müddetçe seçim analizlerinde de bulunacağım. Herkesin her alanda uzman kesildiği günümüzde Abdurrahman Çelebi olarak ben de söz söyleyeceğim elbet. Bu uzun girizgahtan sonra seçim sonuçlarına dair kısaca şunları söylemek isterim: (Her bir madde ayrı bir yazı konusu)

*Genel seçimlerde işe yarayan Cumhur İttifakı yerel seçimlerde iktidara faydalı olmamıştır.
*Dışlayıcı siyaset, bir araya gelemezleri bir araya getirmiş, bu da iktidarın aleyhine olmuştur. (Bu başarı, muhalefetten ziyade iktidarın başarısıdır. Kendi topuğuna sıkmıştır.)
*Kürt seçmen, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da olumlu tepki verirken Batı’da aday çıkarmayarak Millet İttifakını desteklemiş ve bu seçimde etkin rol oynamıştır.
*Seçmen yeterince sandığa getirilememiştir. 2014 yerel seçimlerinde yüzde 89 olan seçime katılım bu seçimde 83’lere düşmüştür. (24 Haziran 2018’de yapılan genel seçimlerde katılım yüzde 87,5 idi. Yüzde 83 katılımı yüksek görebilirsiniz. Evet yüksek olmaya yüksek. Ama 2014’e göre yüzde 6, 2018’e genel seçimlerine göre ise yüzde 4,5’luk bir seçmen sandığa gelmemiştir. Binde 3’lerle seçimin kazanıldığı şehirler göz önüne alınırsa sandığa gelmeyen seçmen sonucu değiştirmede etkin rol oynamıştır. Bu arada seçime katılım yüzde 80’lerin altına gerileyecek öngörüm tutmamıştır.)
*Gönül Belediyeciliği gönüllere su serpse de yangını söndürmeye yeterli gelmemiştir. Çünkü sloganın içi doldurulamamıştır. Küskün ve kırgın olanlar yanlış yerlerde aranmıştır. Halbuki kırgınlık daha derinlerdedir.
*Çok fazla miting yapmak, çok ekrana çıkmak, tüm ağır topları aday olarak göstermek büyükşehirleri kazanmaya yetmemiştir. Belki de ters tepmiştir.
*Hükümetin bir türlü kabullenmek istemediği ekonomideki sıkıntı büyükşehirlerde etkisini göstermiştir. Bu konudaki sıkıntı soğan ve patatesten ibaret olmadığı halde iktidar taraftarları işi sebze ve tahıl ürünlerine indirgeyerek durumu küçümsedi.
*Yerel seçimin genel seçim havasına sokulması iktidarın aleyhine işlemiştir. Meydanlarda yerel konulardan ziyade genel siyaset konuşulmuştur. Millet İttifakında adaylar ön plana çıkarılırken Cumhur İttifakında lider ön plana çıkmıştır.
*Seçim sathı mailinde ortaya dökülen belgeler seçmen nezdinde manidar bulunmuş ve sonuç rakibe yaramıştır.
*Seçmene rağmen belirlenen adaylar seçmen nezdinde teveccüh görmemiştir.
*07/06/2015 genel seçimlerinden itibaren seçmen iktidara “Benim şakam yok, bak soğuyorum” şeklinde bir şeyler söylemeye çalışmış ama iktidar mesajı aldık demesine rağmen gereğini yapmamış, pansuman tedbirlerle işi kotarmaya çalışmıştır. Giderek azalan ilgiyi ittifaklara sarılarak günü kurtarma yoluna gitmiştir.
*İktidar seçmenin ne istediğini, derdinin ne olduğunu okuyamamıştır. Halkın derdine derman olmaktan ziyade kendi dert edindiğine halkı ortak yapmak istemiştir.

Yazım uzadı ama maalesef değerlendirmem bitmedi. Şimdilik bu genel değerlendirme ile yetineyim. Yazıma son vermeden bana tek cümleyle seçimin galibini veya seçimin sonucuna etki eden sebepleri söyle derseniz, bu seçimin galibi üsluptur. Dışlayıcı, kutuplaştırıcı, ötekileştirici, rakibi kötüleyen, tahkir eden, rakiplerine tepeden bakan ve küçümseyen üslup kaybetmiştir. Hamaset kaybederken soğukkanlı olmak ve rakibe sataşmamak seçimi kazandırmıştır. Sonuç her ne olursa olsun burada dikkate değer olan seçmenin sağduyusudur. Seçmen; Cumhur İttifakını birinci yapmış, Ana Muhalefet’e ise sana büyükşehirleri gönülsüz de olsa veriyorum. Sorumluluk almadan bol keseden atıyordun. İşte sana sorumluluk! Haydi kendini göster. Bakalım becerebilecek misin? Bunu yaparken de büyük çoğunluğun denetiminde olacaksın demiştir. (Beğendin mi Murat Bey yaptığını? Yazı yazmak önemli değil ama bu konu uzun mu uzun. İşte uzun bir yazı. Bundan sonrasını bu yazıyı sığdırmak için çabalayacak gazete yetkilileri düşünsün.)



*** 04/04/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.




İki Müdür ya da İki Genel Başkan ***


Bir hikaye okumuştum. Yazıma kaynaklık etmesi için bu hikayeyi aradım, taradım. Maalesef arama motorlarında bulamadım. Hasılı benim hazıra konma işi suya düştü. Aklımda kaldığı kadarıyla hikayeyi yazmaya çalışayım önce. Sonra kıssadan hisse çıkarmaya çalışalım.

Bir fabrikanın müdürü çalışanlar arasında bir iş bölümü yapar, hepsine alanıyla ilgili sorumluluk verir. Her sabah işe geldiğinde işleyişi yerinde izlemek için çalışanları denetler, ardından koltuğuna yaslanarak gazetesini okumaya başlar. Bu durum her gün rutin bu şekilde böyle devam eder. 

Fabrikanın ürettiği malda ve veriminde bir sorun yok. Çünkü fabrika tıkır tıkır işliyor.

Yıllık zam zamanı gelir. Başarılı müdür yönetim kurulundan zam ister. Yönetim kurulu zamma karşı çıkar. Evet fabrika işliyor, kar da ediyor. Ama ortada müdüre zam verecek bir durum söz konusu değil. Çünkü müdürün yaptığı bir iş yok ortada. Odasında oturup gazetesini okumaktan başka bir iş yapmıyor. Üstelik müdürün halen aldığı maaştan daha düşük fiyata çalışacak başka müdürler de vardı. Sonuç olarak müdüre zam vermezler. Bu durum karşısında müdür görevinden istifa eder. 

Yönetim kurulu daha ucuza görev yapacak bir müdür bulur. Yeni müdür işe hızlı girişir. Doğru dürüst odasına gelmeden fabrikanın içinde gününü geçirir. Yönetim kurulu müdürden çok memnun. Çünkü durmadan çalışan, her işe koşuşturan ve her işe karışan çalışkan bir müdürleri var. Üstelik odasında bile oturmuyor. Gazete de okumuyor.

Gel zaman git zaman çalışkan müdüre rağmen fabrikanın verimi düşer, fabrika zarar etmeye başlar. 

Yönetim kurulu anlayamadıkları bu durumu yerinde tespit için fabrikanın içine girer, çalışanları yerinde görmek isterler. Bir makinenin başında bekleyen bir işçinin yanına varırlar. Niçin beklediğini sorarlar. Makinenin arızalandığını, müdürünü beklediğini söyler. Sen arızayı gideremez misin derler. Gideririm, fakat müdürüm bana yetki vermedi. O gelip makineyi tamir edecek der. Kurul üyeleri müdüre bakarlar. Tulumunu giymiş müdür, bir makineden diğerine koşuyor, eli-yüzü kan ter içinde.

Yönetim kurulu fabrikadan çıkarak toplantı odasına geçer. Çalışkan müdürün işine son verir. Zaten bir iş yapmıyor deyip zam vermedikleri eski müdürün kapısını çalarlar. Eski müdüre daha yüksek bir maaş teklif ederek yeniden fabrikanın başına getirirler.

Hikaye burada biter. İki müdürü kıyaslarsak ilk müdür, çalışanları arasında iş bölümü ve sorumluluk veriyor. Kendisi denetim ve rehberlik görevini yapıyor. İkinci müdür, bütün yetki ve sorumlulukları üzerinde topluyor. Her iş kendisinden geçiyor. Çalışanının yapacağı işi de kendisi yapıyor. İlk müdür de fabrika kar ediyor, ikinci müdür de ise zarar ediyor. 

Bu hikayeyi siyasi liderlerimize uygularsak sahaya çıkıp doğru dürüst miting yapmayan, TV kanallarında fazla boy göstermeyen genel başkan kazanıyor, tıpkı fazla iş yapar görünmeyen fabrikanın ilk müdürü gibi. Çünkü parti meclisinin onayından geçen adayları hummalı bir şekilde sahada çalışıyor. Yani sorumluluk ve yetki verdiği adaylar alanda ter döküyor. Diğer genel başkan ise belirlediği adaylardan fazla çalışıyor, ter döküyor. Bir güne sekiz miting sığdırıyor. Akşamında da bir TV kanalına çıkıyor. Yani en fazla miting yapıyor, fazlaca ekranlara çıkıyor. Uyku, dur durak nedir bilmiyor, sürekli koşuşturuyor ama seçimi kaybediyor, tıpkı fabrikanın çok çalışan müdürü gibi.

Sonuç, lider çok çalışan, her işe koşuşturan olmamalı. Yetki ve sorumlulukları ekibine yaymalı. Kendisi az inisiyatif almalı, gözetleyici, denetleyici ve izleyici olmalı. Rehberlik yapmalı. Lider dediğin en önde koşan değil, arka planda yol gösterici ve planlayıcı olmalı.

Umarım kıssadan hisse çıkarılır.



*** 06/04/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.