27 Şubat 2019 Çarşamba

Şemsiyem


Gördüğünüz şemsiye şahsıma ait bir şemsiye. Şemsiye deyip de geçmeyin. Adıyaman Kahta'da görev yaparken 1998 veya 1999 yılında Zafer Kırtasiye’den satın almıştım. Nereden bakarsanız 20-21 yıllık bir şemsiye. 

Zafer Kırtasiye hala aktif olarak kırtasiyecilik yapıyor mu, yapıyorsa da şemsiye satıyor mu ya da elinde aynı şemsiyeden var mı bilmiyorum. Bildiğim tek şey kaliteli şemsiye satmışlar. Ne kadara aldım, hatırlamıyorum. Hatırladığım fiyatının yüksek olduğuydu. Hatta alırken kırtasiyeci "Hocam, fiyatı yüksek olmaya yüksek. Bir defa almış olursun. Çünkü kaliteli bir şemsiye. Şu, şu özellikleri var. Yıllar yılı kullanırsın" demişti. Gerçekten dediği gibi bir şemsiyeymiş. Gördüğünüz gibi hala kullanıyorum. Üstelik sapasağlam. Aynı şekilde kullanmaya devam edersem menkul ve gayrimenkul mal varlığım olmadığına göre bu şemsiye, çocuklardan birine miras kalacak. Eşimin evde bana ait bir şey bırakacağını adım gibi bildiğim için kuvvetle muhtemel çocuklardan birine verir. Alın, götürün, gözüm görmesin der mi der.

Şemsiyem evden hazırlıklı çıktığım her yağışta bana eşlik etmiştir. Unuttum, geri döndüm, aldım veya ertesi gün gidip yerinden aldım. Bazı zamanlar unuttuğum yerde bir hafta kaldığı olmuştur. Unutmamak mümkün mü? Çünkü yağmur var diye eline şemsiyeyi alıp çıkarsın. Dönüşte yağmur yoksa bıraktığın yerde kalır. Bazen unuttuğum yere telefon açarak bir kenara kaldırmalarını da söyledim. Şükür bugüne kadar kaybolmadı, eskimedi, yırtılmadı, rüzgardan uçup gitmedi. Dile kolay 21 yıl gördüğünüz gibi bir ve beraberiz. O da, ben de dimdik ayaktayız. Ne o benden ne de ben ondan bıktım. O bana vefa gösterdi, ben de ona.

Normalde ben böyle pahalı şeylere para vermem. Benim alacağım ne çok iyisi olacak ne de kötüsü. Ortası ve makul olanıdır benim tercihim. Marka takıntım yok. Çünkü markada fahiş fiyat vardır, ucuz olanın ise yahnisi bile yenmez.

Var mı içinizde benim gibi 21 yıldır aynı şemsiyesini kullanan ve taşıyan? Sanmam. Varsa da o da benim gibi cins biri olur ancak. Gerçi sadece şemsiye değil, aldığım bir şey görev yapıyorsa ne kadar yıl geçtiği önemli değil, kullanmaya devam ederim. Kolay kolay atmam; ister ayakkabı olsun, ister giyim eşyası, ister kullandığım bir ev eşyası olsun, miadını tamamlayıncaya kadar kullanırım. Bu hassasiyetim, yeni bir şey almaya gücüm yetmediğinden değil, bir şey hala işe yarıyorsa onu atmayı veya kaldırıp kenara koymayı israf olarak görmemdendir. Hiç kullanmayacaksam kimin içine yararsa ona vermeyi yeğlerim.

Benim 21 yıldır aynı şemsiyeyi kullandığımı bir şemsiye satıcısı görse "Git başımdan! Senden müşteri falan olmaz" der, bana şemsiye satmaz. Satarsa da "Nasılsa bir daha satın almaya gelmez" diyerek yüksek fiyat çeker. En iyisi duymasınlar ve görmesinler. Bu şemsiye yazısını da okumasınlar...



Trenden İndim


—Adaylık için sırada bekleyen…gelsene kardeşim! Buraya beklemek için mi geldin?
—Şey efendim...
—Şey ne? Getir şu evrakını!
—Efendim, ben vazgeçtim?
—Niye? 
—Efendim, partinize adaylık müracaatı için gelmiştim. Ama görüyorum ki şartlarım tutmuyor.
—Nereden çıkardın bunu?
—Sıra beklerken cama astığınız yazıyı gördüm.
—Ne yazıyor orada?
—"Trenden inen aday yapılmaz" uyarısı.
—Ha o mu? Evet, var öyle bir şey.
—Sen trenden mi indin?
—Evet!
—Ne zaman inmiştin? Geçen seçim mi?
—Az önce.
—Ne demek az önce? Madem trenden indin, ne diye geldin buraya?
—Efendim nereden bilebilirdim partinizin böyle bir prensibi olduğunu? Bilseydim sabah sabah trene binmez, özel otomla veya otobüsle gelirdim adaylık müracaatına.
—Sen neden bahsediyorsun? Anlayamadım.
—Anlamayacak ne var efendim! Belediye başkanı aday adayı olmaya karar verdim. Süresi içinde adaylık evrakımı teslim edeyim diye yüksek hızlı trenden bilet aldım. Trene binince mecbur iniyorsun. Madem trenden ineni kabul etmeyecektiniz, o zaman ne diye bu hızlı trenleri hizmete soktunuz? Bu trenler, yolcusu olmadan mı gidip gelecek böyle? Neyse geçti artık... Keşke bindiğim trenden inmeseydim.
—Sen şimdi "Trenden inen adaylık başvurusunda bulunamaz" sözünden ulaşım için binilen treni mi anladın? O trenden mecburen ineceksin. Partimizin kastettiği bu değil ki? 
—Ya neyi kastetmişti? 
—Daha önce partimizde vekil veya belediye başkanı olarak görev yapmış, sonraki dönemde aday yapılmayınca küsüp başka partiye geçenler var ya...işte partinin kastettiği bu tipler.
—Şimdi anladım. O zaman tren bu işin neresinde? Treni niye karıştırıyorsunuz? Şu meseleyi niye açık açık anlatmıyorsunuz?
—Ne bilirdik senin gibi birinin çıkacağını? Ama bu demektir ki bundan sonra işin içine treni karıştırmayacağız. Senin anladığın dilden konuşacağız.
—İyi yaparsınız. O zaman şartlarım tuttuğuna göre adaylık evrakım buyurun...
—Tamam, ver bakalım. Ama bu anlayışla aday adaylığın, adaylığa dönüşmez.
—Anladım. Siz yine de kayda girin.
—Tamam, hayırlı olsun...
—Bu arada bir şey söyleyebilir miyim?
—Söyle!
—Bu kural ya da prensip herkes için mi geçerli? Yani trenden inen bir daha binemez mi? İstisnası var mı?
—Evet, bu kural herkes için aynı.
—Ama benim ilçemde aday adaylığı müracaatı yapan kişi daha önce trenden inmişti. Partinizin il teşkilatı onu yeniden aday yaptı.
—Nasıl yani?
—Bu kişi, daha önce partinizden belediye başkanlığı yapmış, ikinci dönem tercih edilmeyince bir başka partiye geçerek belediye başkan adayı olmuş biridir. O kişi şimdi partinize gelerek yeniden aday gösterildi. Bu kişi trenden inmekle kalmamış, treni ateşe vermiş...
—Suç, seni muhatap alanda! Çıkabilirsin. Sıradaki!






O İnci Gibi Dişlerinle Haydi Bir Elma Ye de Göreyim! *

Önceleri varsa da bilmiyorum ama son yıllarda ortodonti bölümlerine gidenlerin sayısında bir artış var. Her giden, sıranın  kendisine gelmesini bekliyor. Bu bölüme müracaat edenlerin ortalama beş yıl sıra beklemesi gerekiyor.

Bir beş yıl beklemenin ardından diş hekimliğinin yolunu tutan çocuk için uzun bir tedavi dönemi başlamış demektir.  Çünkü birbirine geçkin, önde veya arkada yamuk yumuk duran dişleri aynı hizaya getirmek için yerinden oynatmak gerekiyor. Dişlerine tel takıldıktan sonra ayda bir rutin diş kontrolüne gidiyor. 

Tedavi dönemi bittikten sonra başta anne-baba olmak üzere ortodonti tedavisi gören çocukta/öğrencide bir sevinç bir sevinç. Bir beş yıl beklediler ama beklediklerine değmiştir. Sonunda çocuğumuz inci gibi bir dişlere sahip olmuştur. Dişleri gören tebrik sırasına girer, "hayırlı olsun, çok güzel olmuş dişlerin, inci gibi" temennileri ardı arkasına gelir.

Bu ortodonti tedavisinde bir sorun var mı? Gördüğünüz gibi yok görünüyor. Üstelik çocuk, birbiriyle aynı hizada inci gibi bir dişlere sahip olmuştur. Bu inci gibi dişlere sahip olana benden başka kim ne diyebilir?

Müsaadenizle bu inci dişlere benim itirazım var. Bu tür ortodonti tedavisi, tamamen bir görüntüden ibaret. Yani seyirlik. Maalesef hiç kullanışlı değil. Bu tedaviyi gördükten sonra dişler asıl fonksiyonunu kaybediyor. Kişi doğru dürüst yiyemiyor, yavaş yavaş zorunda yemek zorunda kalıyor ve her istediğini yiyemiyor. Yiyeceği sert olmayacak. Bir şeyi ısıramıyor. Mesela bu tedaviyi gören biri, bir elmayı ısırarak yesin de göreyim. Ne mümkün! Ancak bıçakla kesip dilimleyecek, öyle yiyecek. Ha elma da yiyemesin ve ısıramasın diyebilirsiniz. Doğru. Bir insan elma yemediği için ölmez. Ama elmayı ısırarak yemenin zevki başka…

Niyetim ortodonti tedavisini küçümsemek, gereksiz görmek değil. Bu tür tedavi ile dişler maalesef hassaslaşıyor, eski gücünü ve işlevini yitiriyor. Kişi yerken zorlanıyor. Bu tür dişler başka tedavileri de beraberinde getiriyor. 

Sonuç itibariyle ortodonti tedavisi gören biri, dişlerini rahat bir şekilde kullanamıyorsa sadece görüntü güzel olsun diye bu tedaviyi yaptırmışsa o kadar sıra beklemeye, uzun süre tedavi görmeye, tedavi görürken masraf etmeye, acı ve sıkıntı çekmeye değer mi? 

Dişler estetik görünecek ve düzgün olacak diye hayatın bundan sonraki kısmını zindan etmenin gereği var mı? Dişler yamuk yumuk olmayacak diye sapasağlam dişleri yerinden sökmenin bir izahı olabilir mi? Sonra hangi işimiz çok düzgün de dişlerimiz düzgün olacak? Bırakalım dişlerimiz de bozuk olsun. Görüntü çirkin olsa da en azından dişlerimiz orijinal olur, yerinden oynatılmaz. İşlevini dört dörtlük yerine getirir.

*23/03/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

26 Şubat 2019 Salı

Bir TV Kanalı Kurmak İstiyorum


—Siyaset işin pek olmayacak gibi...
—Evet!
—Bir koltuk da mümkün görünmüyor. Bundan sonra bir yol haritan var mı?
—Bir TV Kanalı kurmak istiyorum.
—Nasıl kuracaksın? Bunun için yeterli birikimin var mı? Haydi onu da geçtim, kanal demek para demek. Sermayen var mı?
—Hele bir yola çıkalım. Hepsi olur gider.
—Para işini nasıl halledeceksin?
—Sermaye sahipleriyle, iktidar ve muhalefet partileriyle bir dizi görüşmeler yapacağım.
—Niye ki?
—Parayı kim verirse onun istediği yayını yapacağım.
—Haydi hepsini buldun. Kanalın yayın akışını nasıl sağlayacaksın? Çünkü 24 saat yayın yapıyor kanallar.
—En kolayı o.
—Nasıl?
—Sık sık canlı yayına bağlanarak...
—Sürekli canlı yayını nereden bulacaksın?
—Bol bol siyasi parti liderlerini takip edeceğim. Onlar nerede, ne açıklama yaparlarsa -muhabir bile göndermeme gerek yok- uydu aracılığıyla bağlanıp konuşmalarını baştan sonra canlı vereceğim. Zaten eksik değil. Biri konuşmayı bitirince diğeri başlıyor konuşmaya. 
—Haberleri nasıl hazırlayacaksın?
—Siyasilerin canlı verdiğim konuşmalarından kesitler sunarak.
—Başka haber yok mu?
—Diğer haberlere sıra kalırsa haber ajanlarından haber satın alırım. 
—Peki! Akşamları ne yapacaksın?
—Siyasi liderleri ekranıma konuk ederim. Diğer zamanlarda tartışma programlarına yer veririm. Geceleyin akşamki tartışma programlarının tekrarını girerim.
—İyi de her akşam tartışacak adamı nereden bulacaksın? Biliyorsun bu işler uzmanlık ister. Herhalde oraya köylü Ahmet Ağayı çıkarmayacaksın.
—Birkaç gazeteci, birkaç eski vekil, birkaç da akademisyen çıkarırım. Ekrana çıkıp tartışmak isteyen o kadar çok ki sırayla çıkarırım. Sonra bir işin uzmanı olmaları gerekmiyor. Öyle gazeteci, öyle akademisyen var ki kendilerini her konuda söz söyleme hakkını kendinde görüyor. Yeter ki karşıt görüşleri bir arada çıkar. Horoz dövüşü yapmayı da çok seviyorlar.
—Ya seyirci?
—Seyirci problemi yaşamayız. Horoz dövüşünün veya kayıkçı kavgasının nereye varacağını merak edip aval aval izleyen o kadar çok kişi var ki...
—Böyle yapmakla orijinal olamazsın. Çünkü senin yapacağın bu televizyonculuğu yapan o kadar çok kanal var ki haberlerine varıncaya kadar hepsi birbirinin kopyası.
—Çeşitlilik diyelim. Eğer kopya diyorsan o kopyalardan biri de bizim kanal olur.



Ebu Bekir ve Ömer İkilisinden Günümüze ***

Hz Ömer, Hz Muhammed'i çok severdi, tıpkı tüm Müslümanların sevdiği gibi. Ama Ömer'in sevgisi bir başkaydı ki peygamberin vefatını kabullenemedi ve "Kim Muhammed öldü derse onu kılıcımla iki parça ederim" dedi. Her fani gibi Hz Muhammed'e de ölümün bir gün geleceğini bilmesine rağmen Hz Ömer, ölümü birden kabullenemedi. Ömer'i teskin ve teselli etme görevini Hz Ebu Bekir üstlendi ve Ali İmran 144.ayeti okudu: "Kim ki Muhammed'e tapıyorsa bilsin ki Muhammed ölmüştür. Kim ki Allah'a tapıyorsa bilsin ki Allah, diridir ve ölümsüzdür." Peygamber sevgisi kadar ayete karşı da boynu kıldan ince olan Ömer, yere çömelerek ağladı ve peygamberin ölüm gerçeğini kabullendi.

Hz Muhammed'in vefatıyla birlikte peygamberlik sona erdi. Ama peygamberin devlet başkanlığı görevi yürümeliydi. Önce Ebu Bekir bayrağı devraldı, dört yıl bu görevi hakkıyla yerine getirdi. Onun da vefatıyla Hz Ömer vazifeden kaçmadı, on yıl boyunca peygamberin halifesi oldu. Üstelik Ömer, adının yanına "Hakkı, batıldan ayıran" anlamında Faruk unvanını  da aldı. Adaletiyle nam saldı. Ki gerçekten adalet timsaliydi. Peygamberin yolunu takip etti. Savrulmadı, ne Ebu Bekir ne de Ömer... 
  
İslam'ı yaşama, Peygamber sevgisi ve peygamber dostluğu üzerine kurulu sistemde peygamber ve yakın arkadaşları hep kol kola ve omuz omuza olmuşlar, birbirlerine ters düşmemişler, sırt vermişlerdi. Ne peygamber, arkadaşlarını yanından uzaklaştırmış ne arkadaşları peygamberi bırakıp gitmişler ne de arkadaşlar birbirine düşman olmuşlar. Usta-çırak ilişkisi içerisinde dostluklarına devam etmişler ve iyice pişmişlerdi.

Peygamberin vefatıyla devlet başıboş kalmayacaktı elbet. Ömer öne atılarak -kardeşim- “Ebu Bekir bu işe layıktır” diyerek ilk biat eden oldu. Ebu Bekir de ben seçileyim diye göz kırpmadı. Aralarında bir rekabet olmadığı gibi Ömer, devleti bir kaostan kurtardı. Ebu Bekir halife seçilince Ömer onun sağ kolu oldu. "Benim sayemde halife seçildin, ben olmasaydım, halifeliği rüyanda bile göremezdin" demedi ve başa kakmadı. Ebu Bekir de "Kardeşim, sayende bu koltuğa oturdum, sağ olasın" diyerek Ömer'e minnet duymadı ve diyet ödemedi. 

Ebu Bekir vefat etmeden önce yerine Ömer'i halife tayin etti. Ömer bu görevi bihakkın yerine getirdi. 

Ne Ömer, Ebu Bekir'e ne de Ebu Bekir, Ömer'e saygıda kusur etti. Birbirini nankör olarak görmediler. Etrafındaki sahabeler de Ömerci, Ebu Bekirci olarak ikiye ayrılmadı. Birbiri aleyhine çalışmadı kimse. Çünkü hiçbirinde kişisel bir siyaset tarzı yoktu, koltuk hırsı zaten düşünülemezdi. Her biri, başta olduğu süre içerisinde çocuklarına devlette iş vermedi. Çünkü devlet yönetiyorlar, kendilerine tevdi edilen görevi layıkıyla yerine getiriyorlardı. Tek gayeleri vardı, peygamberin yolundan gitmek, İslam’ı yaymak, adalet üzere bir devleti yönetmek, İslam sınırlarını genişletmek. Yaptıkları tasarruflarında eleştiriye açık oldular, istişareyi ihmal etmediler. Hele Ömer "Ben Ebu Bekir gibi halife olmayacağım, farklı bir halife olacağım" demedi. Yani laf sokuşturmadı.

Niyetim İslam tarihini anlatmak değildi. Zira hepimiz biliyoruz bu süreci. Yazıya başlarken niyetim Ömer'in, peygamberi aşırı sevmesinden dolayı ölümü kabullenememesi üzerinden aşırı sevginin gözümüzü kör edebileceğine ve gerçeği göremeyeceğimize işaret etmekti. Çünkü peygamber de olsa fani idi, bugün var, yarın yoktu. Ama bu bayrak dalgalanacaktı ve öyle de oldu. Kısa bir dalgalanmadan sonra prensipler etrafında yollarına devam ettiler. İslam'a ve Müslümanlara en büyük hizmetleri yaptılar. Biz de bugün böyle olalım diyecektim ki yazı Ebu Bekir ve Ömer'in devlet başkanı oluşlarına vardı dayandı. 

Teşbihte hata olmasın,  yüzde yüz benzemese de günümüzde, birbirine başbakanlık, cumhurbaşkanlığı fedakarlığı yapan iki kardeşe ne kadar benziyor. Başı benzese de maalesef sonu Ebu Bekir ve Ömer gibi bitmedi. "Kardeşim" dedikleri kardeşliklerin arasına kara kediler girdi ve yollarını ayırdılar. Yoksa amaç hizmet değil miydi? Keşke bunun sonu da iki güzide halifeye benzeseydi... Çok mu şey istiyorum. Sadece bir ve beraberlik…Çünkü “Birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır.”

***02/03/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Hor Görme!

İyisin, hoşsun, bir numarasın. 

İyi bir karizman var. Cesur mu cesursun! Gözü peksin. Bir hedefe ulaşmak için bir bedel ödenmesi gerekiyorsa taşın altına vücudunu koymaktan kaçınmazsın. 

Azim ve kararlısın. Asla pes etmezsin. Mazlumun, fakirin umudusun. 

Dur-durak bilmezsin. Dört nala koşuyorsun. Ardından yetişebilene aşk olsun. Müthiş bir enerjin var.

Ufkun geniş, güzel bir hitabetin var. İkna kabiliyetin yüksek. Samimi ve içtensin, dertlisin. Yüreğinden konuşuyorsun. Belki de ikna kabiliyetin bundandır.

Kitleleri ardından sürükleyebiliyorsun.

Söz verdin mi yerine getirirsin. Bu millet, öncülüğünü yaptığın zihniyet sayesinde bugüne kadar görmediği hizmeti gördü. 

Halk sende kendini buldu. Seni kendisi bildi. O yüzden kimseyi sevmedi seni sevdiği kadar. Sana açık çek verdi. Zirveye çıkardı, zirveden indirmedi. Hala da zirveden indirmeyi düşünmüyor.

Ama? Son yıllarda işler ne senin istediğin gibi ne de seni sevenlerin istediği gibi gidiyor. Kazanırken bile zorlanmaya başladın. Eskiden güle oynaya kazandığın seçimleri şimdi ittifaklar sayesinde kotarıyorsun. Üstelik eski oyunu da alamıyorsun. Gittikçe mevzi kaybetmeye başladın.

Nedir bunun sebebi? Muhalefet mi güçlendi? Hayır! Bu işleri senden daha iyi yapacak başka bir alternatif mi ortaya çıktı? Hayır!

Yeni oy gelmiyor, mevcut oyu koruyamıyor oldun. Sakın bu durum erimeye başlama olmasın!

Siyasete atıldığın ilk günün heyecanı ile çalışıyor, koşturuyorsun. Buna rağmen bu düşüş niye? Herkesin gördüğünü sen de görüyor, herkesin sorduğunu sen de soruyorsundur. Ne buldun, bu erimenin sebebi neymiş, tespit edebildin mi?

Ne tespit ettin, bilmiyorum. Ama ben burada halka tercüman olacağım. Akıllı, lafını deliye söyletir misali bu konuda ben duygu ve düşüncelerimi aktarmaya çalışacağım: (Umarım hain ilan edilmem.)

Rakiplerini hor görüyorsun, küçümsüyor, hakaret ediyor ve onları ezmeye çalışıyorsun. Bence rakiplerini hor görmen sana yakışmıyor. Üstelik bu tavrın birbirine benzemezleri birbirine kenetliyor. Rakiplerin kim olursa olsun onlara saygıda kusur etme! Onları hor görme! Zira bu -tenzih ederim ama- kibir ve büyüklenmenin işaretidir. Bu ise sana yakışmaz.
Çok kızgın ve sinirlisin... Eskisi gibi sakin değilsin. Biliyorum ihanete tahammülün yok. FETÖ ihanet şebekesinin ihaneti, sakin ve soğukkanlı olmanın önüne geçti ve dengeni bozdu, hazmedemedin. Akabinde FETÖ ile mücadele yapacağım diye ehliyet ve liyakati elden bıraktın. Sözlü mülakat denen ucube bir karara imza attın, hala geri adım atmıyorsun. Sözlü mülakatlar birçok gencin umutlarını tüketiyor,  her geçen yıl mağdur sayısı artıyor. Atamalarda ehliyet ve liyakatin yerini sadakat, ahbap ve çavuş ilişkisi aldı, hakkaniyet ve adalet duygusu zedelendi. Bugün Türkiye güven problemi yaşıyor. İş, FETÖ ile mücadelenin ötesine geçti. FETÖ ile mücadele ediyoruz diye komisyonlar her önüne gelene vebalı muamelesi yapıyor.

Teşkilatların şımardı. Bugün hiçbirine ulaşılmıyor. Onlar yatıyor, sen koşuyorsun. Onlar sayende besleniyor, nimetlerden faydalanıyor. Onlar senden faydalanıyor ama sana hiçbir şey vermiyor, alıyorlar sadece. Farkında mısın bilmiyorum? Teşkilatların seni ayağından aşağıya çekiyor. Senin koyduğun prensipleri çiğniyorlar. Sen, trenden inene yol veririz diyorsun. Senin teşkilatların trenden ineni değil, treni ateşe vereni yeniden aday yapıyor.

Ekibini kaybettin... Dün beraber yol yürüdüklerin yanında yoklar. Hep ayrılıp gidenler mi suçlu? Yol arkadaşlarım beni neden bıraktı diye hiç sordun mu kendine? Unutma ki eski dosttan düşman olmaz, yolda bulduklarından da dost olmaz. Sonrakiler yüz ağartmaz. Eski kötü, yeni bulduğun iyiden daha iyidir. Bence eski dostlarını ve yol arkadaşlarını topa tutmaktan ziyade onları yeniden kazanmaya bak. Demek ki her birinin bir gönül kırgınlığı var. Hazır "Gönül Belediyeciliği" demişken işe eski yol arkadaşlarından başla. Zira eski arkadaşlarını yanına çekemeyen halkı yanına çekemez.

Çok tekrarlamaya başladın, durmadan kıyas yapıyor, yaptıklarını anlatarak başa kakıyorsun. Niye yeni şeyler söylemiyorsun? Yok mu yeni bir şey? Zira dün, geçmişte kaldı cancağızım! Unutma ki kıyasladığın dönemlerde hükümet olanların ortalama ömrü iki yıldır. Üstelik  bir tanesi hariç hepsi koalisyon hükümetiydi. Sen ise 17 yıldır tek başına hükümetsin. Yani kendi döneminle geçmişi kıyaslaman kabili kıyas değildir. Çünkü geçmiş dönemin sahibi yok. Zira yamalı bohça gibiydiler. Bugün birçoğu mevta oldu.

Etrafında hata yaptığın zaman seni uyaracak kimse kalmadı. Yanına seni 7/24 savunan ve öven değil, hata yaptığın zaman seni, yapıcı eleştirebilecek ve sana yol gösterebilecek kişilerden birkaç tane koy. Onlara göreviniz beni tenkit etmek, de. Tenkit ve eleştiriye açık ol. Unutma ki seni her eleştiren düşman değildir, her övenin ve yüzüne gülenin dost olmadığı gibi. Bilhassa içeriden eleştiriye kulak ver. Seni her eleştireni hain belleme.

Her ağzına geleni söyleme! Yeri geldiği zaman bin düşün, bir konuş...Benden sana, seni seven bir dost nasihati. Sen de kim oluyorsun? Haddini bil dersen, bari Şeyh Edebali'nin Osman Bey'e nasihatini bir kere daha oku! Oku, düşün ve iş işten geçmeden gereğini yap...

25 Şubat 2019 Pazartesi

Şeyh Edebali'nin Osman Bey'e Nasihati

 -Kıssadan Hisse-
Ey Oğul! Beysin, bundan sonra öfke bize; uysallık sana. Güceniklik bize; gönül alma sana. Suçlamak bize; katlanmak sana. Acizlik, yanılgı bize; hoş görmek sana. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana. Kem göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana.
Ey Oğul! Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana.
Ey Oğul! İnsanlar vardır şafak vaktinde doğar, gün batarken ölürler. Unutma ki, dünya sandığın kadar büyük değildir. Dünyayı bize büyük gösteren bizim küçüklüğümüzdür.
Bu yolda nazarımızı sonsuzluğa dikip; büyük yürümek ve büyük ölmek gerek. Bu yolda hırs, diken; benlik ve kibir, engeldir oğul. Sakın hâ kendine takılmayasın ve kendinde boğulmayasın.
Teklik sadece Allah'a mahsustur, tek başına karara durup hoyrat dünyanın dayanılmaz ağırlığını kaldırmayasın. İşlerini ehil kişilerle, ehil kişilere danışarak tutasın. Danışırsan yol alırsın, danışmazsan yolda takılıp kalırsın oğul.
Oğul! Güçlüsün, akıllısın, söz sahibisin; ama bunları nerede, nasıl kullanacağını bilemezsen, sabah rüzgârında savrulup gidersin.
Bir dem gelir bir tekmeyle dünyaları yıkacak olursun. Bir dem gelir yerdeki karıncaya mağlup olursun.
Güç hayvanda bile mevcut. Akıl sadece anahtar. Anahtara takılmayasın. Aslolan anahtarın açacağı kapılardır. Kapıların ardında hazineler, kapıların ardında sır vardır. Sırlar ki, ebedî muştuları koynunda barındırır; sonsuza kavuşturur. Aklını kullanıp dünyadayken Cennet'in kapılarını aralayasın oğul.
Öfken ve benliğin bir olup aklını yener!
Dâima sabırlı, sebatlı ve iradene sahip olasın. Azminden dönmeyesin. Çıktığın yolu, taşıyacağın yükü iyi bil. Her işin gereğini vaktinde yap.
Öfke ateş, öfke âfet, öfke şeytandır oğul. İnsanoğlu dağları devirir; ama öfkesine mağlup olabilir. Öfkeyle savaşı daima taze tutmak gerekir.
Sabırsız olmaz oğul. Sabırsız menzile varılmaz. Kaf Dağı'na sabırsız ulaşılmaz.
Vazifen çetin, yükün ağırdır oğul. Hizmette önde, ücrette geride olasın. Vazifenin en ağırına tâlip olmaktan kaçınmayasın. Vazifenin ağırlığı Yaradan'ın kullarına ihsânıdır.
Oğul, açık sözlü ol!.. Her sözü üstüne alma, gördüğünü söyleme, bildiğini bilme, sözünü unutma, sözü söz olsun diye söyleme.
Bizler nefreti eritmek için, muhabbetin asâletini dünyaya yeniden hâkim kılmak için çıktık yola. Bu yolda utanacak bir şeyimiz yoktur. Muhabbet yolunun gizlisi saklısı yoktur oğul.
Ama altının değerini sarraf bilir; sözünü muhatabına göre ayarlayasın. Câhilin karşısında altınlarını çamura atmayasın.
Yiğit olan kördür, kötülüğü görmez. Sağırdır, kem sözü işitmez. Dilsizdir, her ağzına geleni demez. Bildiğini de her yerde ayaklar altına sermez. Yunus gibidir o; yüreği muhabbete, gönül ibresi hakikate ayarlıdır. O bir defa söz verdi mi, onu nâmusu bilir. (…)
Sevildiğin yere sıkça gidip gelme, muhabbetin kalkar, itibarın kalmaz. Düşmanını çoğaltma, haklı olduğunda kavgadan korkma! Bilesin ki; atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler!
Her şeyin ortası makbuldür, sevginin de. Sevdiğini gereğinden fazla sevmeyesin. Sevgini de, sadece yüreğinin eline vermeyesin. En çetin imtihan "sevgi"yle olanıdır. "Kişi ne kadar bahâdır olsa da, muhabbete tuş olur" diyen atanın sözünü aklından çıkarmayasın. Böyle imtihan olmamak, istikbalde neslinden utanmamak için gecelerin bağrında, seherlerin aydınlığında duaya durasın. Senin ideallerin ve geleceğe dâir hedeflerin var oğul!..
Gönül adamı ömrünü boşa harcamaz, yüreğini ucuza satmaz, edep tâcını başından almaz. Gönül erinin her zaman yüzü yerde, gönlü göktedir. Haklı olduğunda kavga vermesini bilir. Kavgayı sadece bileğiyle değil, ilmiyle ve yüreğiyle yapmasını bilir.
İyiliğe kötülük, şer kişinin kârı,
İyiliğe iyilik her kişinin kârı,
Kötülüğe iyilik, er kişinin kârıymış oğul!
Ey Oğul! Üç kişiye acı: Cahillerin içindeki âlime... Zengin iken fakir düşene... Hatırlı iken itibarını kaybedene...
Şunu da unutma! İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın.
Osman! Sen bizim rüyâmız, sen bizim devâmız, sen bizim duâmızsın oğul. Dâima başın dik, alnın ak, gönlün pâk olsun.
Ey Oğul! Zümrüt-ü Ankâ'nı iyi seç ki, Kaf Dağı sana yakın olsun. Yolun ebediyete kadar açık olsun.
Ey Oğul! Yolun uzun, işin çetin, yükün ağır. Allah-û Teâlâ (cc) yardımcın olsun.