12 Şubat 2019 Salı
İyi ki Öbür Dünya Var! *
"Oha!" *
Kıza ne demiştim ki? Tek suçum, dersimizin şimdi olduğunu söylemem. Ne büyük baş hayvanım ne de kaba ve yakışıksız bir davranışta bulundum.
*27/02/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
İLİTAM *
*25/02/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
11 Şubat 2019 Pazartesi
Tanzim Satış Noktasındayım
Padişahlığa Özenmeyen Var mı İçimizde? *
Bakmayın siz zaman zaman padişahlık
sistemini eleştirdiğimize: "Yok padişahlar tek adamdı, despottu; dediği
dedik, astığı astık idi. Genellikle babadan oğula geçen bir sistemdi. Bu
sistemde vatandaşın söz hakkı yoktu. Padişahın sözü kanundu, her şey onun iki
dudağı arasındaydı. Ölünceye kadar tahtta dururdu." der, ardından
"Bereket, cumhuriyet kuruldu da monarşiden kurtulduk"
deriz.
Yaptığımız bu eleştirilerde haklı
mıyız? Halkıyız elbet. Çünkü saltanatın savunulacak bir tarafı yok.
Yaptığımız eleştiri de bir durum tespiti. Şimdi izin verirseniz tespitlere
devam edelim.
1923'de saltanatı kaldırarak cumhuriyeti
kurduk, seçimler yaptık, vekiller ve cumhurbaşkanları seçtik, Peki seçimler
yaparak saltanattan kurtulduk mu? Pek sayılmaz. Çünkü bu ülkeyi yönetmeye talip
hemen hemen herkesin bilinçaltında padişah olma, tek adam olma, ebedi olma
hayali hep olmuştur. Mesela Mustafa Kemal, karşısında hiç aday olmadan Meclisin
oyuyla 4 dönem cumhurbaşkanı seçilmiştir. Toplamda 15 yıl cumhurbaşkanlığı
yapmıştır. Genç yaşta vefat etmemiş olsaydı kuvvetle muhtemel karşısına aday
çıkmadan daha uzun süre cumhurbaşkanı olacaktı. Atatürk, Cumhurbaşkanı iken
biri karşısına aday olarak çıkmaya cesaret edebilir miydi? Öyle zannediyorum,
kimse aday olamazdı.
Atatürk'ün vefatının ardından tek aday
olarak gösterilen İsmet İnönü, çok partili sisteme geçinceye kadar aralıksız 12
yıl cumhurbaşkanı olmuş ve partisi tarafından ölünceye kadar partinin değişmez
genel başkanı ve Mili Şef ilan edilmiştir. Dış baskı olmasaydı İnönü, çok
partili sisteme geçmeyecek ve ölünceye kadar başımızda cumhurbaşkanı kalacaktı.
Seçim mi? Problem değil, tek aday olarak onaylanmış sadece. Çok partili
sistemden sonra muhalefete düşmesine rağmen siyasette mücadele etti. Eğer
partisi yeniden iktidara gelebilseydi, yeniden cumhurbaşkanı olmaktan geri
durmazdı.
60 ihtilâlı olmasaydı 10 yıl
cumhurbaşkanlığı yapan Celal Bayar, görevine devam edecekti.
Aradakileri geçelim. Bunlar, Anayasa ile
sınırlandırılmasaydı belki de gitmeyeceklerdi. Süresi dolanlar da görevlerini
bırakıp giderlerken üzüntüleri görülmeye değerdi.
İlk üç cumhurbaşkanında olduğu gibi şu
anda partili bir cumhurbaşkanı var: Erdoğan. Üstelik halk tarafından seçilen
ilk cumhurbaşkanı. Seçilirken de karşısında adaylar vardı. Belki de ilk
demokratik cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası cumhurbaşkanı seçildi. 5 yıl olan
süresi bitince öyle zannediyorum 2.beş yıl için de aday olup belki de tekrar
seçilecek. Halihazırda başka partilerden karşısına aday çıkabiliyor iken
partisinden "Ben de adayım" diye karşısına çıkabilen olur mu
Erdoğan'ın? Sanmam. Ne şansı olur ne de cesareti. Yetkilerine gelince tek
partili sistemin cumhurbaşkanları olan Atatürk ve İnönü gibi hem partisine
hakim, hem ülke siyasetine hakim. Sözünün üzerine kimse söz söyleyemez. Süresi
bitince Erdoğan siyasetten çekilir mi? Sanmam. Bekleyip göreceğiz. Çünkü siyasette
bir gün bile uzun sayılır. Yarın çok şeylere gebedir. Süre bitiminde köprünün
altından çok sular akabilir.
Sözün özü 1. 2. ve sonuncu
cumhurbaşkanları partili ve tek yetkili. Bugüne kadar olmasını isteyip de
dedikleri olmamış değildir. Tıpkı ülkeyi babadan oğula yöneten padişahlar kadar
etkili ve yetkinler. Bir dedikleri ikiletilmez. Buradan benim çıkardığım, ülke
ister mutlakiyet, ister cumhuriyet ile yönetilsin bizdeki kişilere bağlı
saltanat düşüncesi değişmiyor. Belki tek farkı, saltanatta dayatma var ise
cumhuriyette ikna yöntemi ya da Meclis çoğunluğuna güvenme düşüncesi vardır.
Sonuçta her ikisinde de gelen, gitmemek üzere görevini ifa etmektedir. Süresi
bitip gitmek zorunda kalırlarsa en büyük hayıflanmaları bir süre sınırının
olmasına olur.
Yukarıda örnekler verirken isimlere yer
verdim. Örnek verirken amacım, cumhurbaşkanlığı yapan kimseleri eleştirmek ve
ayıplamak değildir. Niyetim bir durum tespiti idi. Seçildiği zaman gitmemek
üzere görev yapanlara da kızmıyorum. Aynı durumda olsaydım, kuvvetle muhtemel
ben de gitmemek üzere bu devletin başında olur, sözümün üzerine söz söylemezdim
herhalde. Çünkü bende de her Türk vatandaşında olduğu gibi padişahlık özlemi
var. Sistemin adı ister cumhuriyet, ister mutlakıyet olsun, kitabına
uydururdum. Çünkü bizim ülkemizde yerleşmiş kurum kültürü yoktur; kişilere
bağlı, onları başta tutmaya yarayan kişi siyaseti vardır.
Anlatmak istediğim, ülkeyi ister yöneten
olalım, ister bu ülkenin siyasetten uzak bir bireyi olalım, hepimizin içinde
-karşı çıksak da- bir padişahlık özlemi var. Özellikle Doğu toplumlarında durum
budur. Biz, süresi bitip arkasına bakmadan çekip giden ABD başkanlarına
benzemeyiz. Konan kural, yasa veya Anayasayı bile kendi lehimize olacak şekilde
değiştirmekten geri durmayız. Yeter ki yerimizde kalalım.
Bilmem meramımı anlatabildim mi? Ben biraz
anladım gibi. Umarım size de anlatabilmişimdir.
*30/10/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
10 Şubat 2019 Pazar
En İyisi Banka Yönetim Kurulu Üyeliği Galiba! ***
Ne Kadar Halkçıyız?
Atatürk
ilke ve inkılaplarından biri de halkçılıktır. Ne demek halkçılık?
"Bireyler arasında hiçbir hak ayrılığı görmemek, topluluk içinde hiçbir
ayrıcalık kabul etmemek, halk adı verilen tek ve eşit bir varlık tanımak görüş
ve tutumu, popülizm." Benim bu tanımdan anladığım vatandaşların eşit
olması, birinin diğerine karşı ayrıcalıklı olmamasıdır.
Halkçılık sadece bir ilke olarak kalmamış, aynı zamanda Anayasamızın 10.maddesinde de yer verilerek eşitlik, anayasal güvence altına alınmıştır:
"Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir."
"Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür."
"Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz."
"Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar."
Halkçılığı bu tanımıyla sevdim. Ki olması gereken de bu. Zira kimsenin kimseye karşı bir üstünlüğü olamaz, olmamalı da. Fakat böyle mi? Bu ülkede yaşayan herkes eşit ve eşit haklara sahip mi? Her birimiz kanun, ödev, imkan ve imtiyazlarda eşit miyiz? Keşke böyle olsaydı! Nasıl ki içki şişede durduğu gibi durmuyorsa bizdeki halkçılık da tamamen bir göz boyamadan, halkın gazını almaktan ibarettir. Sözde halkçılıktır bizdeki. Halkçılık değil, sınıfçılık var. Örnek ver örnek mi diyorsunuz. Buyurun:
*Her Türk vatandaşı askerlik yükümlülüğünü yapmakla yükümlüdür. Yaşı geldiği zaman herkes işini, gücünü bırakır; asker harçlığı hariç devletten bir kuruş para almadan askerlik vazifesini yerine getirir. Burada sormak isterim. TSK'da görev yapmak üzere yetişen subaylar bu anlamda bu ülkede askerlik yapıyor mu? Subayların yaptığı zaten askerlik, daha ne askerliği yapacak derseniz, subayların yaptığı askerlik, vatandaşın yaptığı askerlik değildir. Yaptıkları bir nevi devlet memurluğudur. Askeri okulu bitiren maaşlı olarak orduda görev yapar. Vatandaş nasıl askerlik yapıyor? Sivil hayattaki görevini bırakarak silahaltına alınıyor. Devlet ne kendine maaş veriyor ne de ailesine. SGK'si bile işlemiyor. Askerde geçirdiği süreyi emekliliğine saydırmak için vatandaş para ödemek zorundadır. Anlatmak istediğim vatandaşın yaptığı askerlik ile subayların yaptığı askerlik arasında dağlar kadar fark vardır.
*Milletvekilinin yaptığı siyaset ile devlet memurunun siyaseti arasında uçurumlar var. Mesela bir milletvekili, vekillikten istifa etmeden belediye başkan adayı olabiliyor, adaylık sürecinde maaşı ve diğer imkanları devam ediyor. Bir devlet memuru vekil veya belediye başkan aday adayı olmak isterse YSK'nin belirlediği takvimde memuriyetten istifa etmesi gerekiyor. Aday seçildim, seçileceğim derken aylarca maaş almadan bekliyor ya da arazide meccanen çalışıyor. Burada nerede eşitlik var? Memura deniyor ki maaş ve imkanlardan yoksun olarak çalış. Niçin vekiller için böyle bir yol düşünülmez? Bu ayrıcalık basit bir ayrıcalık değildir.
Verdiğim
bu iki örnek bile bu ülkede eşitliğin olmadığını göstermektedir.