26 Ekim 2018 Cuma

MEB'in Önceliği Nedir?

—Sana bir soru: MEB'in önceliği nedir?
—Bunu bilemeyecek ne var! Eğitim ve öğretim tabii ki!
—Bilemedin.
—Dalga geçme!
—Dalga geçtiğim falan yok. Keşke öyle olsaydı.
—Eee o zaman?
—Ben sana önceliğini sordum.
—Adamı deli etme! Önceliği de eğitim ve öğretim olur. Başka ne olabilir.
—Tamam sinirlenme. Eğitim ve öğretim MEB'in asli görevleri arasında ama önceliği değil. MEB'in önceliği öğretmenlere yönelik kurs, seminer, konferans, toplantı vb. etkinliklerdir.
—Şaka yapıyor olmalısın!
—Hiç şaka yapıyor tarafım var mı? Çocuğun var mı okula giden?
—Olmaz olur mu? Hem de kaç tane!
—Hiç sordun mu çocuklarına günde özellikle bazı günlerde kaç saat dersinin boş geçtiğini?
—Oluyor bazı zamanlarda. Öğretmenlerin mazereti vardır.
—Öğretmen hastadır, raporlu olabilir veya mazereti vardır, izinlidir. Böylesi durum fazla değildir. Ama genellikle görevli izinli olur.
—Ne demek görevli izinli olmak?
—Kendi iradesi dışında öğretmenin okul dışında görevlendirilmesidir.
—Ama dersi var o saatte.
—Dersi olsa da şayet bir kurs, seminer, toplantı vb. etkinlik düzenlenmişse öğretmen bu tür aktivitelere katılmak zorundadır. Şayet katılmazsa mevzuat gereği suç işlemiş olur. Hakkında inceleme ve soruşturma açılır, savunması alınır. Geçerli bir mazeret sunamazsa disiplin cezası alır.
—Seminere gitmeyip derse girse de mi?
—Evet!
—Ama olmaz ki! Ders ne olacak? Çocukların dersi boş geçecek.
—Ama olmaz ki deyip durma bana! Sana iki saattir ne anlatmaya çalışıyorum ben? MEB'in önceliği eğitim ve öğretim değil. MEB öğretmenlere kurs, seminer vb bir etkinlik yapmayı kafaya koysun, istersen çocuğun kaç dersi boş geçerse geçsin; dersleri boşaltır, öğretmeni seminere alır.
—Olur mu öyle şey?
­­----Olur, hem de bal gibi!
----Ders dışında yapamaz mı bunu?
----Ders dışında yapmaya kalksa ayyuka çıkıyor, angarya görülüyor. Bu yüzden eğitim ve öğretim sezonunda yapıyor bu işi. Yani bir şeyi yaparken diğer bir şeyi yıkıyor. Yıkıyor, yapıyor. Bu, hep böyle.
----Bu işin başka yolu yok mu? Çocuklarımız mağdur oluyor.
----Var aslında. Öğretmenlerin iki hafta haziran, iki hafta da eylül döneminde seminer/mesleki çalışma takvimi var. Pekala bu tür kurs vb aktiviteler bu zaman diliminde olacak şekilde planlanabilir. Böyle olursa ne öğrenci mağdur olur ne de eğitim ve öğretim aksar. Çocukların dersi boş geçmez. MEB öğretmenini eğitmiş, öğretmenler de zamanı daha verimli kullanmış olur.



25 Ekim 2018 Perşembe

2023 Eğitim Vizyonu Andımız Kadar Gündem Oluşturmadı *

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk bakanlık koltuğuna oturur oturmaz üç yıllık bir yol haritası belirlemek amacıyla kendisine bir ev ödevi verdi. Bunun için “Problemimiz nedir? Çözüm önerileriniz nelerdir” şeklinde sorular sormak suretiyle teşkilatındaki çalışanlardan ve kamuoyunda ilgili ve ilgisiz kişilerden görüş alma yoluna gitti.  Üç aylık bir uğraşın ardından ev ödevine hazırlanmış bir şekilde kamuoyunun karşısına geçerek “Güçlü Yarınlar İçin 2023 Eğitim Vizyonu” başlığı ile bir sunum yaptı. Her bir cümlesi üzerinde bir emek sarf edilerek hazırlanan bu “2023 Eğitim Vizyonu” 140 sayfadan oluşuyor.

Hazırlanan eğitim vizyonunun dolu dolu olduğu, eğitim-öğretimdeki birçok probleme parmak basıldığı ve çözüm önerilerinin sunulduğu görülecektir. Üç yıllık bir zaman dilimi içerisinde eğitim vizyonunda yazılanların hepsinin uygulamaya konulması zor görünüyor. Yine kısaca değinilen bazı konuların altının ne şekilde doldurulacağı konusu net değil. Ancak uygulama imkanı bulduğu zaman aksayan yönlerini görmemiz mümkün olacaktır.

Burada niyetim 2023 Eğitim Vizyonunun maddelerini ele almak, içeriğine girmek değil. Zaten sayfamız da tüm bunları değerlendirmek için yeterli olmaz. Konunun uzmanlarından detaylı görüşlerini açıklamalarını bekliyoruz. Eğitim vizyonu başarılı olur veya olamaz. Ama verilen emek ve gösterilen iyi niyet takdire şayandır. Beni fazlasıyla memnun eden ortaya konan felsefesidir. Satır aralarına bakıldığı zaman hazırlanan bu yol haritasının insanı merkezine aldığı görülecektir. Sayın Bakanın “Bizim bir gayemiz, amacımız var ve bu amacımız göz aydınlığımız olan çocuklarımızı geleceğin dünyasına hazırlamakmana ve maddeyi kuşatan çift kanatlı bir perspektiften hareket etmekbizden ama bizden farklı olan çocuklar yetiştirmek.” sözü eğitim vizyonunun felsefesini göstermesi bakımından önemlidir. Bakanın bu açıklamasından tek tip öğrenci yetiştirilmeyeceğini, çocukların kökeni itibariyle bu toprağın çocuğu olacağını fakat bizden farklı olmaları gerektiğini hedeflediğini görüyoruz.  

Sunum esnasında siyasi iradenin ve devletin de yer alması bu vizyon belgesinin güçlü bir desteği arkasına aldığı anlaşılıyor. Hazine Bakanının “Mesele eğitimse biz her türlü kaynağı buluruz. Hiç merak etmeyin” demesi desteğin sadece sırtı sıvazlamaktan ibaret kalmayacağını da göstermektedir. Yine hazırlanan bu metinde bir ideoloji, bir dayatma yok. Olması gereken de bu idi zaten.


Burada bir üzüntümü dile getirmek istiyorum. Herkesin “Ne olacak bu eğitim ve öğretimin hali” dediği bir ortamda Sayın Bakan’ın açıkladığı eğitim vizyonu -belki de yoğun gündemden olsa gerek- kamuoyunda yeterince ilgi görmedi. Sık sık değişen ve yoğun gündeme rağmen 2023 Eğitim Vizyonu üzerine bir gündem oluşturup tartışamadık ama Andımız bolca tartışıldı, hala da tartışılmaya devam ediyor, yakın zamanda biteceğe de benzemiyor. Benimki de iş mi yani? Tartışmak için ilk önce 140 sayfalık metni okumak ve anlamak için kafa yormak lazım. Kim okuyacak? Zaten okuma özürlüyüz. Andımızı okumak için emek sarf etmeye gerek yok. Çünkü Andımız hem kısa hem de kutuplaştırması yüzde yüzdür. Kutuplaştırma yapmayan ve yapmayacak 2023 Eğitim Vizyonunu ne yapalım biz?

* 27/10/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

24 Ekim 2018 Çarşamba

Çocuklarımın Anası

Düğünümüze gelen eş ve dostun “Allah başa kadar sürdürsün ve aynı yastıkta kocayın” temennileri gereğince 1988 yılında aynı yastığa baş koyduğumuz evliliğimizin üzerinden bugün itibariyle bir otuz yıl geçmiş. Dile kolay! Çeyrek asırdan bir beş sene daha fazla! Yarım asra doğru yol alıyoruz.

İki yabancı idik, dinin yarısı denen evliliğimizle bir araya geldik. Bir aile olduk. Zaman zaman birbirimizi üzdük, kırdık, sevindik; üzüntü ve mutluluğumuzu paylaştık tıpkı ekmeğimizi paylaştığımız gibi. Kol kırıldı, yen içerisinde kaldı. Evimizi ev, eşimizi eş bildik. Gözümüzü birbirimizde açtık. Temennimiz aynı evde, aynı yastıkta kocamak ve kimseye yük olmadan bu dünyayı terki diyar eylemek. Zira pamuk ipliğine bağlı değil evliliğimiz.

Öğrenci iken başlamıştı evliliğimiz. Yokluk en büyük imtihanımızdı. Okulum bitinceye kadar şu iş, bu iş demeden öğrencilikten arta kalan zamanlarda bulabildiğim en iyi işim vasıfsız bir işçi olarak inşaatlarda çalışmak oldu. Kendi kendimize yettik. Zira ayağımızı yorganımıza göre uzattık, aza kanaat getirdik.

Ben baba, eşim de anne olma duygusunu evliliğin 9.ayında tattık. Biz onu büyütelim derken “Bu işi toptan halletseniz daha iyi olur” dercesine ilk çocuğun ardından ikizlerimiz oldu iki buçuk yıl içerisinde. “Nasıl bakacaksınız” diyenlere aldırış etmeden büyüdüler. Bugün en büyüğü 29, ardından gelen ortancalar 27 yaşında. Ortanca diyorum, ikiz ağabeylerinden 12 yıl sonra kambersiz düğün olmaz diyerek evin en küçüğü de geldi. O da büyüdü, boylandı, hepsini bastırdı. Lise 3’de okuyor şimdi.

Büyüdüler ama anneleri de onlarla beraber büyüdü. Özellikle ilkin bakıma muhtaç olduğu bir durumda ardından gelen ikizlerle beraber üçüz büyüttük dense yeridir. Bunu annelerine sormak lazım. Şimdiki gibi hazır bez ya yok, ya da çok lüks idi. Varsa da biz bilmiyorduk. Zira evimize girmedi. Anneleri üçüne birden bez hazır etmek ve bağlamak için durmadan bez yıkadı durdu banyoda her gün. Yemek yeme zamanları gelinceye kadar en büyük gıdaları sütle veya suyla karıştırılarak yapılmış pirinç unu idi. İlk üç Amerikan bezi ve pirinç unu ile büyürken küçükleri bunlardan mahrum kaldı. O hazır bez gördü ve mama ile beslendi. Anlayacağınız sona kalan dona kalmadı. Hazıra kondu, hazır büyüdü. İlk üçe kıyafet alırken birkaç sene giysinler diye bol ve uzunca aldık. Dediğimiz gibi kıyafet ihtiyacı olmadan yıllarca giydiler. Ama sonuncu ağabeylerinin hıncını aldı benden. Masrafsa masraf! Çünkü son tekne kazıntısı tam vücuduna göre aldı hep. Giydiği mevsimlik oldu neredeyse. Zira boylandıkça kilo aldıkça yenisini aldık. İlk üçü bez, pirinç unu ve bol elbise derken bedavaya geldi.

Birken iki, ikiyken üç, üçken beş, sonra altı kişi olmuştuk. Kalabalık bir aile idik artık! Zaman geldi kalabalık aileyi dağıtmaya başladık. Çünkü işlerini aldıktan sonra dinlerinin yarılarını tamamlamaları gerekiyordu. Önce 2014 yılında ilk göz ağrımız, 2017 yılında da ikizlerimiz evlenerek -sanki kız çıkarır gibi- evden uçup gittiler. İlkinden ilk torunumuz dünyaya geldi 2015 yılında. İlk çocuğumuz ve gelinimiz tıpkı bizim 1989’da tattığımız babalık ve annelik duygusunu tattılar. Böylece eşim babaanne, ben de dede oldum bu arada.

Bu yaştan sonra karı-koca olarak en büyük isteğimiz çocuklarımızın ve eşlerinin de babalık ve annelik duygularını tatmaları. En büyük dileğimiz onların evliliklerinin de tıpkı bizim evliliğimiz gibi uzun ömürlü, huzurlu ve mutlu, hayırlı ve bereketli olması. Mutluluk ve üzüntülerini paylaşmaları, bir yastıkta kocamaları! Asrımızın hastalığı diyebileceğimiz pamuk ipliğine bağlı evliliklere inat evliliklerini ömürleriyle taçlandırmaları. Darısı 4 numaramız tekne kazıntısına!

30.evlilik yılına mahsus ne mi yaptım? Lahmacun ile ucuzundan hallettim bu işi. 

Nice yıllara inşallah hem bana, hem de çocuklarımın anasına!

Güçlü Yarınlar İçin 2023 Eğitim Vizyonu ***


---Eğitim ve öğretimle ilgili 3 yıllık yol haritası diyebileceğimiz 2023 eğitim vizyonu nihayet açıklandı.
---Başlığı bile çarpıcı: “Güçlü Yarınlar İçin 2023 Eğitim Vizyonu.”
---Açıklanan bu vizyon hakkında ne dersin?
---Öncelikle şunu söyleyebilirim. Sayın Bakan geldiği andan itibaren önümüzdeki üç yılın bir yol haritasını belirlemek için kamuoyundan biraz süre istemişti. Bu zaman zarfında “Bir milyon öğretmen, bir milyon fikir” başlığı adı altında öğretmen camiasından eğitim ve öğretimin problemleri ve çözüm önerileri ile ilgili fikirlerini aldı. Sadece öğretmenlerle yetinmedi; tüm kamuoyundan görüş istedi. Eğitimin iç ve dış paydaşlarını bu sürece dahil etmesi güzel her şeyden önce.
--- Açıklamanın ardından gelen yorumlar “Hep -cek, -cak ile dolu” şeklinde.
---“cek, cak” ile alıp veremediğimiz nedir? Önümüzdeki üç yılı kapsayan bir yol haritası açıklanan. Elbette -cek, -cak olacak. Başka türlü nasıl açıklanır? Adı üzerinde bir plan ve program ortaya konmuş. Merak ediyorum mişli zaman kipi olan -miş mi diyecekti? Burada kısa bir zaman zarfı içerisinde bir emek sarf edilmiş. İlgili-ilgisiz herkesten alınan görüşler okunduktan sonra 140 sayfalık bir vizyon belgesi hazırlanmış ve bir irade ortaya konmuştur. Her şeyden önce verilen emeğe saygı gösterilmesi gerekir.
---İçerik hakkında görüşün nedir?
---İçerik hakkında konuşabilmek için 140 sayfayı bir iyi okumak lazım. Yalnız ilk etapta açıklanan bu eğitim vizyonunu –beklentilerin altında olsa da- genel hatlarıyla olumlu buluyorum. “Müfredatın yeniden düzenlenmesi, zorunlu ders saati ve çeşitlerinin azaltılması… Sözleşmeli öğretmenlerin görev süresinin 3+1 yıla indirilmesi, okul yöneticilerinin; yetki ve sorumluluklarının artırılması, özlük haklarının iyileştirilmesi, yönetici atamada ehliyet ve liyakatın esas alınacak olması… Okullara bütçe verilecek olması… İlkokullarda not yerine beceri temelli değerlendirme yapılacak olması, liselerde ders saatlerinin yarıya yakın azalacak olması, alan seçiminin 9.sınıftan itibaren başlatılması, mesleki eğitime önem atfedilmesi, farklı meslek liselerinin açılacak olması” gibi maddeler kulağa hoş geliyor.
---Peki başarılı olabilecek mi? Ortaya konan plan ve program üç yıl içerisinde sonuç verir mi?
---Eğitim ve öğretim uzun soluklu bir maratondur. Bugünden yarına bir sonuç vermesi mümkün değil. Burada takdir edilmesi gereken ortaya konan iradedir. Ben bu iradede bir iyi niyet görüyorum. Halihazırda birçok şey genel hatlarıyla soyut şekilde ifade edilmiş. Altı dolduruldukça ve uygulandıkça eğitim vizyonunun başarılı olup olmadığı görülecektir.
---Siyasi irade Bakan’ın ardında duracak mı?
---Bakan, hazırlamış olduğu eğitim vizyonunu sunarken siyasi iradenin orada olması, birlikte açıklama yapmaları desteğin olduğunu gösteriyor. Hem de devlet desteği!
---Okullara nasıl bütçe ayrılacak? Ülkenin mali durumu belli!
---Hazine Bakanı “Mesele eğitimse biz her türlü kaynağı buluruz. Hiç merak etmeyin” demiş.
---Bakan’ı nasıl buldun? Sence başarılı mı?
---Ne yapacaksın, Bakan’ı iyi bulmadım desem beni Bakan mı yapacaksın?
---Yok öylesine sordum.
---Sayın Bakan konuşmasına başlarken “Bana çantadan tavşan çıkaracakmış gibi bakmazsanız sevinirim…bu işi birlikte başaracağız” dedi. Şu cümlesi bile Bakan’ın neyi hedeflediğini gösteriyor: “Bizim bir gayemiz, amacımız var ve bu amacımız göz aydınlığımız olan çocuklarımızı geleceğin dünyasına hazırlamak, mana ve maddeyi kuşatan çift kanatlı bir perspektiften hareket etmek, bizden ama bizden farklı olan çocuklar yetiştirmek. Burası da önemli çünkü bizim gibi olduklarında zaten gelecek tasavvurlarını da kısıtlamış oluyoruz.” Açıkçası Bakan ne yapmak istediğini biliyor, ev ödevine iyi hazırlanmış. İyi bir liderlik özelliği sergiliyor. Bilgi ve donanımıyla birlikte samimiyet ve tevazuunu da ortaya koyuyor. Tüm bu hazırlık ve iyi niyetlerin boşa gitmemesi için eğitimin iç ve dış paydaşlarının aynı iyi niyeti taşımaları, sorumluluklarını üstlenmeleri ve verilen/verilecek ev ödevlerine iyi hazırlanmaları gerekiyor. Yoksa plan ve hedeflenen amaçlar kadük kalır, ölü doğar.
---Ne diyelim, hayırlı olsun 2023 Eğitim Vizyonumuz!

*** 25/10/2018 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

21 Ekim 2018 Pazar

Burnumuza Gelen Kokuları ancak Kral Giderir *


Günlerdir Suud Konsolosluğunda kaybolan Suudlu Gazeteci Cemal Kaşıkçı ile yatıp kalkıyor bizim basın. TV’ler ilk haberlerini merhum gazeteci ile başlatıyor. Merhum diyorum nihayet 18 gün sonrasında Suud Hanedanı “Konsoloslukta çıkan bir arbede sonucu Kaşıkçı’nın öldüğünü” duyurdu tüm dünyaya. Daha doğrusu dünyaya lütuf bahşetti.

Suud'un bu lütuf bağışlaması dünya kamuoyunda bıyık altında gülüşmelere sebebiyet verirken Mısır, BAE, Yemen, Filistin, Cibuti, Ürdün, Bahreyn ve Arap Birliği açıklamayı yeterli görüp destek açıklaması yaptı. Bozacının şahidi şıracı misali Suud'un yanında yer aldıklarını söyleyen bu ülkeler, nasıl ikna olduklarını dünyaya bir açıklasalar çok iyi olacak. Bir açıklama yaparken adaletten ne anladıklarını da bir zahmet açıklasalar dünyayı büyük bir dertten kurtarmış olacaklar.

Son yazısında Arap ülkelerinde fikir hürriyeti yok, en özgürü Tunus diyen yazar bu topraklarda fikir hürriyetinin olmadığını bedeniyle ödedi. Bundan sonra Ortadoğu’da biri devletine rağmen bir fikir serdetmeye kalkarsa akıbetim Kaşıkçı gibi olur şeklinde düşünmesinde fayda var. Fikrini izhar edecekse kellesini koltuğuna almalı. 

Kaşıkçı muhalif olmasının, devletine rağmen olaylara eleştirel yaklaşmasının bedelini bedeniyle ödedi. Ödedi ama orta yerde ceset yok. Adam sırra kadem bastı. Olan da bizim Türk polisine ve savcımıza oldu. Günlerdir Kaşıkçı ile ilgili ne olduğu üzerine inceleme yapan; delil toplayan polis, tanıkları dinleyen savcı şimdi de cesedi arıyor. Nereye baksalar ceset yok.

Cesedin nerede olduğunu en iyi Suudî yetkililer biliyor ama açıklamıyorlar maalesef. Suudi yetkililer dünya kamuoyuna bir lütuf daha bahşetseler de polisimizi, savcımızı ve devlet yetkililerini bu dertten bir kurtarsalar. 

Suud yetkililerinin bu gizemli aymaz tavrını görünce aklıma bir hikaye geldi. Hikayeyi anlatmaya çalışacağım izninizle. Köyde oturan yeğen şehirde oturan amcasını ziyarete gelir. Yatma vakti gelir. Herkes odasına çekilir. Gece yeğenin tuvalet ihtiyacı gelir, fakat bunu söyleyemez ve kendisine tahsis edilen odanın dışına çıkamaz. Ne yapayım, ne edeyim derken yeğen güç-bela da olsa odada büyük çişini yapar. Rahatladı rahatlamaya ama orta yerde bir vukuat var. Bunu ne yapacaktı? Sonunda akıl eder, kakasını pencerede duran çiçek saksısının içine doldurur ve üzerini toprakla örter. Ertesi gün kendisi için yaptıklarından dolayı amcasına teşekkür ederek ayrılır yeğen.

Yeğen gitmiştir ama evde bir koku var. Amca evdeki kokuya bir türlü çözüm bulamaz. Evden olsa gerek deyip kaç defa oturduğu evi değiştirir. Ama nedense ev değişiklikleri evde var olan kokuyu gideremez.

Sonunda amca yeğenini aramış son çare olarak. “Yeğenim! Kaçtır ev değiştirip duruyorum ama evdeki koku bir türlü gitmedi. Gel Allah’ının aşkına şu pisliği nereye gömdün bir söyle” der. Yeğen suç aletini çiçek saksısının içine gizlediğini nihayet amcasına söyler ve amca da çiçek saksısını çöpe atarak hem kokudan hem tekrar tekrar ev taşımaktan ve sürekli kara kara düşünmekten kurtulur.

Kaşıkçı olayının üzerinden yazıyı yazdığım bugün itibariyle 20 gün geçti. Hala burnumuza pis kokular gelmeye devam ediyor. Olayın üzerindeki sır perdesi hala kalkmadı ve düğüm çözülemedi. Şükür ki 18.günde öldürüldüğünü öğrendik. Açıklamanın arkası gelmediği için biz hala saksının içine saklanan ve etrafı kokutan suç aletini arar gibi Kaşıkçı’nın naşını arıyoruz. Biz böyle aramaktansa tıpkı amcanın son çare yeğenini aradığı gibi Suud Kralı'nı veya Veliaht Prens'i arasak sanırım sorunu çözer, iyi bir oh çekeriz. Bence kesin çözüm bu! Çünkü Kral'ın tuzu kuru. Kokuyu o çekmiyor, biz çekiyoruz tıpkı yeğenin pisliğini yeğenin değil; amca ve ev halkının çektiği gibi. 

* 24/10/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Ürküttüğümüz Kurbağaya Değecek mi? ***


---Haberin vardır umarım Andımız geri geliyor.
---Maalesef haberim var!
---Maalesef diyorsun, iyi olmadı mı? Çocuklarımız göğsünü gere gere sabah erkenden “Türküm diyecek, “Ne mutlu Türküm diyene” diyerek and içecek. Böylece çocuklarımız Türklüğünü unutmayacak.
---Bana göre iyi olmadı.
---Niye ki? Sevineceğini sanmıştım. Sonra sen Türk değil misin?
---Aslını inkar eden haram zadedir. Türküm, hem de Türkoğlu Türküm!
---Eee o zaman?
---Sen, ben, o Türk’üz de yüzölçümü bakımından küçücük olan ülkemiz koca bir dünya oldu artık! Ülkemizde yok yok. Bizimle birlikte yıllardır içimizde yaşayan Suriyelisi, Afganlısı, Somalilisi, Etiyopyalısı, Kürdü vs var. Anlayacağın Türkiye, bünyesinde dünyayı barındırıyor ve bunların çocukları okullarımızda eğitim ve öğretim görüyor. Okullarımızı gez dolaş, her sınıfta farklı ırktan insanlar görürsün.
---Olsun! Onlar ve tüm dünyaya haykıracağız kim olduğumuzu!
---Haykıralım haykırmaya da… Bu sözler sosyal barışı zedelemeyecek mi? Birlik ve beraberliğimize halel getirmeyecek mi? Ben “Ne mutlu Türküm diyene” diyeceğim. Yanımdaki ise “Ne mutlu Kürdüm/Afganlıyım/Arabım diyene” derse ne yapacağız. Ya da “Biz Türk olmadığımız için mutlu değil miyiz, mutluluğa hakkımız yok mu diye düşünmeyecek mi? Sonra kimse ırkını, anne veya babasını seçme hürriyetine sahip değil. Beni Türk, bir başkasını Kürt, Arap, İngiliz, Ermeni, Rum vs yaratmış.
---Dikkatini çekerim, burada geçen Türk “Türkiye Cumhuriyetine vatandaşlık bağı ile bağlı olanları kastediyor, bir ırkı kastetmiyor.
---Biz öyle diyoruz, Anayasamızda da öyle yazıyor. Ama bir başkası burada geçen Türk’ü bir ırk olarak anlıyor. Bence birlikte yaşamak zorunda olduğumuz toplumsal barışa katkı sağlamaz bu sözler.
---İşin bu yönünü hiç düşünmemiştim.
---Valla düşünsek iyi olacak. Sadece sen, ben değil; hepimiz düşünmeliyiz. Özellikle bu kararı alanların iyi düşünmesi lazım. Her ne kadar biz Türk kelimesini kullanırken “Ne mutlu Türküm diyene derken ayrıştırıcılığı kastetmiyoruz ama bir başkası yanlış anlayabilir. Bir şeyi yapmak isterken attığımız taş ürküttüğümüz kurbağaya değecek mi bunu iyi hesaba katmak gerek. Benden söylemesi!


*** 23/10/2018 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

Arbedede Darbe Almak! **

—Üstat! Şu dünya ne garip değil mi?
—Ne varmış dünyada?
—Kimi doğarken kimi ölüyor…
—Hayatın bir gerçekliğidir bu. Bir taraftan doğacağız, bir taraftan da öleceğiz.  Nasıl ki doğum haksa ölüm de haktır. Her canlı doğar, büyür ve ölür. Her nefis tadacaktır bunu. Baki olan odur sadece.
—Ölmeye öleceğiz de Allah hayırlı ömür ve hayırlı ölümler verse keşke! Çünkü ölümler de epey çeşitlendi.
—Ölüm değil mi? Öldükten sonra ha hayırlı olmuş, ha şer! Yüzü soğuk zaten ölümün, ne fark eder?
—Öyle deme! Öyle ölümler var ki yürek dağlar! Ölen acı çeke çeke öldüğü gibi geride kalanlara da unutulmaz acı verir.
—Ben öldükten sonra geri tufan olmuş bana ne? Katılmıyorum bu görüşüne. Ayrıca senin hayırlı ölüm dediğin ne?
—Eşinle dostunla helalleşerek kimseye yük olmadan, gözün arkada kalmadan son iki üç günü yatakta geçirmek, iraden ve bilincin yerindeyken kelimeyi şahadet getirerek son nefesi vermektir en iyi ölüm bana göre.
—Böyle ölenin sayısı azaldı iyice. Ölümler çeşitlendi.
—Evet öyle oldu. Kimi kalp krizinden, kimi teröre kurban gidiyor. Kah canlı bomba oluyor; üzerindeki pimi çekiyor, kimi mayına basıyor, kimi pusuya düşürülüyor. Bazısı taammüden, bazısı işkence ile öldürülüyor. Kimi tedavisi mümkün olmayan bir hastalık sonucu ölüyor. Kimi de arbedede aldığı darbelerle can veriyor.
—Arbedede can vermek…Bu nasıl olur, olur mu böyle şey?
—Oldu bile! Haberin yok galiba! Bir konsoloslukta meydana geldi.
—Nasıl yani?
—İlgili ülke tarafından yapılan açıklamaya göre “Konsolosluğa gelen Kaşıkçı orada bulunan o ülke vatandaşlarıyla girdiği tartışma sonucu çıkan arbedede hayatını kaybetti.”
—Bir insan bir arbedede bu şekilde can verir mi? Bu nasıl açıklama böyle? Hiç ikna edici gelmedi bana. Kamuoyunu keriz yerine mi koyuyor bunlar?
—Yersen…Noktası virgülüne açıklama bu şekilde.
—Diyelim ki arbede çıktı. Kişi kafasından, burnundan darbe alır. Kafa yarılır, burun kırılır. Ötesi var mı?
—Var, olmaz mı? Ölüm var işin ucunda!
—Adam neresinden darbe almış bu arbedede?
—Nereden darbe aldığı belli değil.
—Niye?
—Çünkü ceset yok ortada!
—Nere gitmiş bu ceset?
—Malum hengamede ceset de kaybolmuş olmalı.
—Eee?
—Eeesi ceremesini Türk polisi çekiyor. Günlerdir ceset şurada olabilir, burada olabilir arayıp duruyor.
—İlgili konsolosluk ne yapıyor?
—Ne yaptığını bilmiyorum ama sanırım devletiyle birlikte gerekçe üstüne gerekçe hazırlıyordur.
—Nasıl?
---Kaşıkçı’nın öldürüldüğü haberini bir 18 günde verdiler. Cesedin nerede olduğunu açıklamaları da sanırım bir 18 günü bulur.
---Ne yapmak istiyor bunlar? Dünyayla dalga geçiyor olmalılar. Aymazlığın böylesi! Yahu ceset nereye gider?
---Dedim ya işin ucunda arbede var. Arbede deyip geçme! Hem ölüm var hem de cesedinin kaybolması.
---Arbede?
---Evet arbede! Basite alma arbedeyi. Hem canından ediyor, hem de cesedin uçup gidiyor, sırra kadem basıyorsun. Sana dedim hayırlı ölüm diye. Ama sen ne fark eder ben öldükten sonra şu ya da bu şekilde ölmem dedin durdun. Al sana ölüm.
---Haklısın! Allah’tan hayırlı ölüm istemek lazım tıpkı hayırlı ömür istediğimiz gibi. Özellikle arbedesiz ölüm istemek lazım.
---Allah kimseye böyle acılar vermesin! Böyle devletlerin de vatandaşı etmesin!

** 21/11/2018 tarihinde Kahta Söz'de yayımlanmıştır.