11 Mayıs 2018 Cuma

Tamam mı?

—Akşam eve erken gel, tamam mı?
—...
—Cevap versene, tamam mı?
—Tamam değil.
—Anlamadım, ne demek şimdi bu? Yoksa sözümü dinlemiyor, karşı mı geliyorsun bana?
—Sana karşı gelmek ne haddime hanım!
—Eee o zaman?
—Ben hayatta üç kişiye karşı gelmem: Biri sensin, öbürü devlet, diğeri de enişte.
—Ha şöyle! Akıllı adamı severim. Yoksa...
—Elbette öyle olacak, yani sizin dediğiniz. Huzurum için yapacağım. Çünkü daha ben aklımı peynir-ekmekle yemedim. Zira sizin huzurunuz benim huzurum demektir.
-Uzatma! Bana edebiyat yapma. Kısa ve net cevap ver. Akşam erken geliyorsun değil mi?
—Böyle sorarsan cevabım bundan önce olduğu gibi hep evet gelirim/yaparım olur.
—Bu işi bu kadar uzatacağına işin başında tamam deyiversen ne olurdu? Tamam geliyorsun tamam mı?
—Şimdi olmadı. Evet geleceğim ama tamam değil.
—Allah Allah! Sana bir şeyler oldu bugünlerde herif! Derdin ne senin? Eski köye yeni adet getirme.
—Bir şey olduğu yok hanım! Ben yine eski bildiğin gibiyim. Ama bana her şeyi de, ama tamam mı deme...



Bir Defa da Olsa Bizi Şaşırtsa Ne Olur? *


ABD eski başkanı Barack Obama tarafından İran ile yapılan nükleer anlaşması yeni başkan Trump tarafından tek taraflı olarak bozuldu. Böylece devletlerde devamlılık esastır kuralını çöpe atmış oldu. Şimdi İran'a savaş ve büyük yaptırımlar konuşuluyor.

Trump'ın bu densizliğine dünya tepki gösterirken iki ülkeden Trump'a destek geldi: Biri İsrail, diğeri Suudi Arabistan. Çok mu şaşırdım? Hiç şaşırtmadılar beni. Ne de olsa muhteşem üçlü. Yedikleri, içtikleri bir! Düşündükleri aynı! Birbirlerinin kopyası gibiler.

ABD'yi biliyoruz, İsrail'i de. "Biz bu dünyada var olduğumuz müddetçe kimse huzur bulmayacak, kan eksik olmayacak...hep gerilim, hep kaos..." derdindeler. "Siz bizim emellerimize hizmet etmezseniz, bu daha iyi günleriniz" diyorlar. Biri Hıristiyan, diğeri Yahudi. Ne de olsa kendi düşüncelerine hizmet ediyorlar. Beni esas şaşırtan bugüne kadar beni hiç şaşırtmayan Suudi Arabistan. Müslüman mahallesinde salyangoz satan bu devlet, ABD ve İsrail çizgisini hiç değiştirmedi, bu iki devlete hayranlığını hiç gizlemedi. Onların bir dediğini hiç iki etmedi. Hep onların amaçlarına hizmet etti. Biz zatı âlilerini Mekke ve Medine'nin hadimi sanma gafletinde bulunduk zaman zaman. Ama o hep "Beni kendi emellerinize alet etmeyin. Zira ben sizden değilim" dedi sürekli. Böyle yaparak Suudi krallığını garantiledi hep. Suudi Arabistan'ı eğer bugüne kadar ABD veya İsrail bilfiil yönetmiş olsaydı kesinlikle o mübarek topraklarda tutunamazdı. Teslim bayrağını çeker, arkasına bakmadan def olur giderdi. Ama sağ olsun Suud hanedanı sayesinde bu iki devlet Ortadoğu'da ağırlık ve güçlerini hiç kaybetmediler. Çünkü sponsorları hep Suud hükümeti ve Arap sermayesi oldu.

Zaman zaman utanır sıkılır da rol icabı mazlumun yanında olur mu dedim. Çünkü bozuk saat bile günde iki defa doğruyu gösterir. Bu devletten ben günde iki defa doğru olmasını değil, ömürde  bir defa iyi bir iş yapsın istedim. Ama nafile. Beyhude beklenti bendeki. Varlığı ABD'nin güçlü olmasına bağlı bu devlet, hanedanlığını ancak güce taparak götürebilir. Üstelik bu tapmasını isteksiz de yerine getirmiyor. Gönüllü yapıyor bu işi. Baksanıza herkesten önce ABD'ye destek açıklaması yapıyor: "İran'a ambargo uygulandığı takdirde ihtiyaç olacak petrolü ülkesinin karşılayabileceğini söylüyor. İnsanda biraz utanma, arlanma olur. Zaten ABD'de oturan kabadayı da cesaretini bundan alıyor. 

ABD ve Batı’ya karşı süt dökmüş bülbül olan Suud, konu İran olunca aslan kesiliyor/ efeleniyor hemen. Çünkü ABD'den sonraki varlık nedenini Şii düşmanlığıyla götürüyor. Merak ettiğim bu Şiilik de olmasa bu Suud nasıl yaşar? Güya kendini sünniliğin hamisi sanıyor. Halbuki Suud'un sünnilikle bir alakası yok. Açıkçası ben ne Suud İslamını, ne de İran İslamını tasvip ediyorum. Al birini, vur ötekini. İslam dünyası ne yapıp ne edip İslam dünyasının göbeğinde Müslümanların liderliğine göz kırpan bu hanedandan kurtulması gerekir. Değilse kendi paramızla batıla sponsor olmaya devam edecek görünüyor hali pürmelalimiz.

* 21/05/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Baba Ben Vekil Olacağım!


---Babacığım, hep ne olacaksın diye soruyordun ya, kararımı verdim artık!
---Hayır ola inşallah!
---Vekil olmaya karar verdim.
---Kendinde o donanımı görüyor musun?
---Elbette!
---Vekillik para ister, çevre ister, vizyon ister…Hangisi var sende?
---Para için babam sağ olsun! Çevre dersen, senin çevren benim çevrem. Vizyonun alası var. Bir defa gencim ben. Biliyorsun gençlere gün doğdu. Nasılsa bizim için gençlik kotası koyacaklar. Partiler; en genci bizde, en fazla genç bizde, diye yarışacaklar.
---Maşallah çok pozitif gördüm seni!
---Milyonlarca gencin arasından sıyrılıp nasıl aday olabileceksin? Şansın ne?
---Milli Piyangoya senin karşı olduğun gibi ben de karşıyım. Fakat piyango misali “Ya çıkarsa” modundayım. Yani parolam bu! Nasılsa birilerine gülecekse bu, neden ben olmayayım?
---Hadi her şeyden geçtim. Senin daha yaşın tutmuyor. Malum seçimleri erkene aldılar. Daha 17’indesin. Siyasete soyunduğuna göre seçilme yaşının da 18 olduğunu biliyor olmalısın.
---Biliyorum baba! Onu da düşündüm.
---Nasıl olacak bu?
---Kazai rüşt kararı alırsak olur. Yani mahkeme, ergen olduğuma dair karar verirse…
---Oğlum bu durum devlet memuru olmada geçerli! Senin gözün memurlukta değil, vekillikte. Hadi hepsini yapalım. Vekillik dediğin kolay mı sanırsın? Nasıl yapacaksın bunu? Vekillik demek sorumluluk ister.
---O dediğin sorumluluğun hepsi var bende.
---İyi de oğlum! Sen daha okula gidip gelmenin dışında daha doğru dürüst ekmek almaya bile gitmedin. Okula da servisle gidip geliyorsun. Bir gün servis gelmese okulun yolunu bulamazsın. Bu halinle Meclisin yolunu nasıl bulacaksın? Hadi buldun, yani ben götürdüm diyelim. Orası yatma yeri değil; soru soracaksın, kanun tasarısı vereceksin, gerekirse partin adına çıkıp kürsüde konuşacaksın, TV’lere çıkacaksın, miting meydanlarında konuşacaksın, Mecliste yeri geldi mi kavga edeceksin, iyi bir demagog olmak gerek belki de…
---Hepsini biliyorum baba! Belki okul derslerim iyi değil ama ben bu vekillik işine iyi çalıştım. Okulda bayramlarda az mı şiir okudum…
---Oğlum burası Meclis, şiir okuma yeri değil.
---Her şeyin bir acemiliği olur. Yapan herkes anasından vekil mi doğdu. Konuşma ve hitabette zaman zaman teklerim mutlaka. Ama bu ülkede kağıda bakarak okuyan Kenan Evren bile zamanla hatip olmuşsa ben hayli hayli olurum.
---Yapar mısın yapmaz mısın bilmiyorum ama gördüğüm kadarıyla iyi bir demagog olmada epey mesafe kat etmişsin. Haydi diyelim ki oldun; partinin verdiği görevleri yerine getirebilecek misin?
---Ooo baba, en kolayı o! Parti disiplini denen bir şey var. Genel başkanım; gel derse geleceğim, git derse gideceğim, otur oturduğu yerde derse oturacağım, gözüme görünme derse kaybolacağım, grup başkan vekilini izle derse izleyeceğim, o parmak kaldırırsa kaldıracağım, o itiraz ederse ben de itiraz edeceğim. Partime ve liderime bağlı olacağım. Bu yeterli sanırım.
---Pekiyi, genel başkanın seni demokrasinin gelişmesi için seni bir başka partiye görevli olarak gönderirse gidecek misin?
---Bu da laf mı baba? Elbette gideceğim! Dedim ya, ben parti disiplinine uyacağım diye. Görev görevdir bir defa. Sonra kutsaldır aynı zamanda.
---Senin genel başkanın baktı ki demokrasiye katkısı var; herkes konuşuyor, reklamın iyisi-kötüsü olmaz deyip seni sürekli diğer partilere bir görev icabı gönderirse bu içine sinecek mi?
---Baba! O dediğin her zaman olacak değil ya, gider görevimi ifa eder gelirim.
---Öyle deme evlat! Genel başkanın bu görev iyi ses getirdi diye seni durmadan diğer partilere gönderirse…biliyorsun bu ülkede tabela da olsa irili-ufaklı 90 civarında parti var. Seni her gün partilerin gönlü olsun, kimse küsmesin diye bir partiye gönderirse…gittiğin her partide bir gün dursan 90 gün boyunca diğer partilere gidip gidip geleceksin.
---Baba, olur mu o kadar?
---Niye olmasın oğlum! Lider bu…Yaptığı yaptık, astığı astık nasılsa. Bütün bunları düşün, içine siniyorsa dene istersen. Zaten bu kafa yapısıyla sana otur oturduğun yerde desem de vekil olma uğruna, sen baba sözü dinlemeyeceksin.
---Onay veriyorsun yani?
---Mecburen…sağlığım açısından başka çarem yok.
---Biraz zor oldu ama sonunda haklılığımı kabul ettin. Mahcup olmayacak ve oğlunla gurur duyacaksın vekil babası olacaksın, fena mı?
---Gurur duyar mıyım bilmiyorum ama sanmam. Mahcup olacağım da kesin. Hele vatandaş “Oğlun hangi partiden” dese, ne diyeceğim millete ben? Çünkü gördüğüm kadarıyla parti parti gezeceksin. Bunun adına da demokrasiye katkı diyeceksin. Bu kafayla demokrasiye katkın olur mu bilmiyorum ama demokrasinin içine edeceğin aşikar…



9 Mayıs 2018 Çarşamba

Seçim Atmosferinde Bize Düşen *

Bugün size sosyal medyada paylaşımda olan ve baştan sona katıldığım, fakat yazanının kim olduğunu bulamadığım bir alıntıyı paylaşmak istiyorum: (Yazarın kalemine kuvvet!)
BİR OLALIM
Ak Partili esnafsın, bankada acil işin var dükkânda kalfa, çırak yok. Kilit vurmak yerine dükkânı, CHP’li yan komşun kasap Mehmet’e emanet edersin; komşu göz kulak olur musun bir saat işim var dersin, o da kendi dükkânı gibi bakar, Ak Parti il merkezini arayıp bu ricada bulunmazsın.

CHP'lisin gece saat 02.00.
3 yaşındaki bebeğin ateşlenmiş altında araban yok, Ak Partili üst komşunun emekli polis memuru Rıza amcanın zilini çalarsın, pijamalarıyla koşar gelir. Alır oğlunu götürür hastaneye. Gece boyu seninle nöbet tutar başında. CHP il başkanlığını aramazsın. O saatte arasan da bırak geleni, telefona bakan bile olmaz.

Eeee, çocuk büyüdü artık. Okula yazdıracaksın. Araştırdın sordun soruşturdun.
Herkes Nalan öğretmen iyidir dedi. Gittin okula kayıt için, bir de baktın ki MHP il başkanının eşi. Bildiğin, koyu ülkücü! Vazgeçmezsin, okulda CHP’li Ak partili öğretmen aramazsın. O bildiğin ülkücü öğretmene emanet edersin çocuğunun geleceğini. Senden benden de iyi sahip çıkar. Kendi çocuğu gibi gözünden bile sakınır.

O partilisin, bu partilisin. İdeolojin, fikrin ne olursa olsun bu yaşına kadar yanında olduğun, sokağa çıktığında selâmlaştığın, hal hatırını sorduğun dostların, arkadaşların, komşuların, akrabaların seninle aynı fikri paylaşmak zorunda değildir. Ve yaşadığın sürece iyi ya da kötü gününde bu insanlar senin yanındadır her zaman.

Düğün dernek edersin misafirlerinin arasında Ak Partili de, CHP'li de, MHP'li de, İyi Parti’li  vb de  vardır. Hediye getirirler, altın takarlar; cenazen olur taziyeye gelirler. Yeri gelir tabutunun altına hep birlikte girer, omuz verirler. Arkandan helal ederler haklarını. Düğününe, taziyene Ak Parti Genel Başkanı gelmez, Cumhurbaşkanı gelmez, CHP Genel Başkanı gelmez, MHP Genel Başkanı gelmez, İyi Parti Genel başkanı ve  diğer  başkanlar gelmez.

Ama olur da onlar yüzünden kırarsan sevdiklerini, bu sefer işte o zaman yalnız hissedersin kendini. Halayın başına geçirecek komşu da bulamazsın, cenazende Fatiha okuyacak dost da.

Siyasi görüş farklılıkları yüzünden tepedekilerin tepişmeleriyle sen komşunla, eşinle, dostunla tepişme. Dünya bir tane ve hepimiz burada yaşıyoruz; ama acı, ama tatlı. Güçlü ve akıllı olmak zorundayız. Güçlüyseniz, akıllıysanız bölünmeyin birleşin. Daha sıkı sarılın birbirinize, oyunlara gelmeyin.

Klavye başında birbirinize küfür, tehdit sallayarak siyaset yapmayın. Siyasetinizi sandıkta yapın. Bizim birbirimize ihtiyacımız var, birlik olmaya ihtiyacımız var.

Siyasi kimliklerimizin, ideolojilerimizin, ırklarımızın, milliyetlerimizin, dinlerimizin arkasında olan birisi var: İNSAN olan halimiz. Birbirimize baktığımızda derinlerdeki o kimliği görmeyi başarmalıyız. Bernard Russel’in 1950’lerde dediği gibi  “HEP BİRLİKTE YAŞAMAK İSTİYOR AMA HEP BİRLİKTE ÖLMEK İSTEMİYORSAK birbirimize saygı duymayı öğrenmeliyiz…” Alıntıdır.

* 12/05/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


8 Mayıs 2018 Salı

100'den Oldum

Yaptığım test sınavından 84 alan bir öğrenci ders bitimi yanıma geldi: "Öğretmenim! 84'ü, 85 yapar mısınız, dedi. Olmaz dedim. "Niye?" dedi. Delikanlı, bu test sınavında ne aldıysanız o. Fazla veremem, dedim. Tamam öyleyse diye yanımdan giderken "Benim 84'ü, 85 yaparsanız; performansınıza 100 veririm" dedi gülerek. Olmaz dedim ama fena fikir değildi. Zira cazip gelmişti bana. Çünkü 1 verip 15 kazanacaktım.

Performanstan 100 alacağımı hisseden Bakanlık, öğretmenlere uygulanacak olan performans sisteminden vazgeçti. Halbuki ne güzel olacaktı. Üstelik 84 alan çok sayıda öğrencim vardı. Belki de sene sonunda öğrenciyle masaya oturacaktım. Sanki Bakanlık beni kıskandı gibi geldi bana ama neyse hayırlısı diyelim. 100 kaçtı artık! Hem de kaç 100 birden...

Sandıkta Konuşalım! **

Seçime giden partilerin siyasi partiler yasasına göre ittifak yapmasının yasak olduğu 1991 yılında yüzde 10 barajını aşmak amacıyla RP, MÇP ve IDP bir araya gelerek Refah Partisi amblemi altında genel seçimlere girmişti. Adı geçen partiler resmi olmayan bu birliktelik sonucu barajı aşmış ve 62 de milletvekili çıkarmışlardı.

Seçimden önce Refah Partisine geçmek suretiyle vekil adayı olanlar, milletvekili seçildikten sonra istifa ederek kendi partilerine geçti. 19 vekil ile MÇP, Meclis'te grup kuramadı. "Pazara kadar değil, mezara kadar buradayım, zira biz gemileri yaktık da geldik" diyerek RP'ne katılan IDP de seçilen 3 vekiliyle IDP çatısı altında Meclis'teki yerini aldı.

Seçimden önce başlayan "İttifak ne yapacak" heyecan ve endişesi yüzde 17'ye yakın oy alınca seçim sonrası yerini başarının konuşmasına bırakmıştı. Seçimde "Hangi partinin katkısı fazla olmuştu?" değerlendirmeleri de eksik değildi.

Bir gün kalabalık bir arkadaş grubuyla yemek yerken konu döndü dolaştı, yine ittifaka geldi. Ortamda bulunanlar ağırlıklı olarak Refah Partisine oy vermiş kişilerden oluşuyor ve gözlerden sevinç okunuyordu. Biraz muziplik olsun diye "Seviniyorsunuz ama ittifakta Islahatçı Demokrasi Partisinin (IDP) katkısı büyüktü. Eğer o olmasaydı bu kadar oy alamazdınız" dedim. Benim bu konuşmama oradaki bulunanlar kahkahayı bastı. Çünkü IDP, ittifakın en küçük ortağıydı, önceki seçimlerde alabildiği en yüksek oy yüzdesi binde 9'u geçmemişti hiç. Bundan dolayı IDP'nin (şimdiki adı, Millet Partisi) ittifaka katkısının fazla olmadığını herkes biliyordu. Katıla katıla gülmeleri de bundandı. Fakat o da ne! Gülenlere orada bulunanlardan biri "Ne gülersiniz, adam doğru söylüyor. Eğer IDP olmasaydı bu kadar milletvekili çıkarılamazdı" diyerek tepki gösterdi. Oradakiler ve ben, ne olduğunu anlayamamış ve şaşırmıştık. Ortam gerilmişti. Kısa bir duraksamadan sonra arkadaşlar "Olur mu öyle şey" diyerek tekrar gülmeye başladılar. Fakat ben gülemedim, dudaklarımı ısırdım. Nasıl gülebilirdim ki? Çünkü ittifak başarısına -şaka olsun diye- farklı pencereden bakan bendim. Daha doğrusu fikir babasıydım. Bugünkü aklım olsaydı o gün o espriyi de yapmazdım.

91 ittifakında başımdan geçen bu anekdotumu niçin anlattım? Yine bir seçim sathı mailine girdik malumunuz. Demokrasinin vazgeçilmezi olan seçimler ve siyaset bizi bölüyor, kırıyor, döküyor, incitiyor. Birbirimizi kırıp dökmemek, küstürmemek ve incitmemek için nerede, ne zaman, hangi ortamda ne konuşacağımıza dikkat etmemizde fayda var. Özellikle siyasi mülahazalardan kaçınmak, bir partinin lehinde veya aleyhinde görüş bildirmek, paylaşımlarda bulunmak için yoğurdu üfleyerek yemede fayda vardır. Görüşümüzü herkes bilmiş olsa da muhabbet ortamlarına siyaseti sokmamak gerekir diye düşünüyorum. Çünkü bu ülkede kimse yeknesak değildir. Bildiğiniz gibi 90’dan fazla irili-ufaklı partimiz var. Tabela partisi bile olsa hepsinin bu ülkede az veya çok bir karşılığı var. Hiç ummadığımız yerde partilerin seçmenleri karşımıza çıkabiliyor. Bizim için siyaset kadar bu ülkenin birliğe, dirliğe, huzura ve barışa ihtiyacı var. Hatta siyasetten daha önemli! Gündelik hayatta biz farklı siyasi görüşe mensup insanlarla iç içeyiz. Çoğu zaman düğün-cenaze vb nedenlerle bir araya geliyoruz. Siyaset öyle bir şey ki çekirdek yer gibi insan konuşmaya başlayınca kendini kaybedebiliyor. Biz birbirimize lazımız ve gerekliyiz. Bulunduğumuz ortamda partisinin aleyhine yapılan değerlendirmeler insanımızı üzebiliyor, kırabiliyor, hatta küstürebiliyor.

Biz en iyisi muhabbet ortamına, whatsapp gruplarımıza, sosyal medya sayfalarımıza siyaseti sokmayalım. Hatta unutulmayan üç çeşit arkadaş grubu olan; sınıf/okul, hapishane ve askerlik arkadaşlığına hiç ayak bastırmayalım. Bırakalım bu işi, profesyonelce yapmaya kalkanlar, yani siyasiler yapsın. Onlar meydanlarda, ekranlarda konuşsun; biz onları dinleyelim, değerlendirelim ve sandıkta -oy vererek-konuşalım. Unutmayalım ki biz birbirimizi üzdüğümüzde yanımızda siyasiler olmayacak. Siyasi görüşümüz için birbirimizi üzmeye değmez. Zaten kimse kimseyi de ikna edemez. Çünkü biz siyaseti en iyi bildiğimizi, en iyi görüşün kendimizin görüşü olduğunu sanırız. Muhatabımız da aynısını düşünüyor, haberimiz olsun. Baki selam!

** 17/06/2018 günü kahtasoz.com da yayımlanmıştır.


7 Mayıs 2018 Pazartesi

Fransız Aydınları Neler Yumurtlamışlar Öyle! *


Fransa'da kendilerine yazar ve siyasetçi denilen 300 kişilik sözde bir aydın kalabalığı, "Yahudi düşmanlığı ve şiddet yaydığı" iddiasıyla Kur'an'dan bazı ayetlerin çıkarılmasını isteme densizliğinde bulunmuş. Aralarında Fransa’nın eski cumhurbaşkanı Sarkozy de var.

Hazretler; Kur'an-ı, kendi elleriyle yazdıkları İncil sanıyorlar galiba. Siz gidin kuşa çevirdiğiniz kendi dininize neşter vurun, Kur'an'dan ayet çıkarmaya kalkmak sizin ne haddinize! Siz kim oluyorsunuz, bu yetkiyi nereden/kimden alıyorsunuz da bunu isteme densizliğini kendinizde buluyorsunuz? Kabul etmediğiniz bir kitaptan bazı bölümleri çıkarmada size ne düşer? Aydınsanız aydınlığınızı bilin, sınırlarınızı aşmayın. Değil bazı ayetleri; bir ayetine, bir kelimesine, bir harfine dahi dokunamazsınız Kur’an’ın. Çünkü Kur'an'da ne bir eksiklik var, ne de bir fazlalık! Biz ona öyle inandık, öyle kabul ediyoruz ve bir noktasına dahi dokunulmadan ve bir harfi değiştirilmeden kıyamete kadar böyle devam edecek. Çatlasanız da, patlasanız da bu böyle! Sakın sizin bilinçaltınızda İslam'ın en fazla yayıldığı Fransa'da İslam'ın yayılışını nasıl durdurabiliriz psikolojisi yatmasın. Anladığım kadarıyla siz, çamur atalım ki izi kalsın diyorsunuz. Korkunun ecele faydası yok, başta Fransa olmak üzere tüm Avrupa kıtasında gelecek İslam'ın olacaktır ve sizin Müslümanlarınız bizden daha iyi İslam'ı yaşayacaktır. İslam'ı ne kadar öcü göstermeye çalışsanız da, şiddet yayıyor diye camileri kapatsanız da bu böyle olacaktır.

Şunu unutmayın ki Kur'an şiddeti emretmez, Yahudi düşmanlığı yapmaz, Yahudi temayülünden haber verir: Yahudiler böyle yaptı, yapmayın. Yoksa sonunuz onlar gibi olur der. Yoksa siz o küçük beyninizle dünyada akan kanın müsebbibi İslam ya da Müslümanlar sanıyorsunuz? Beyzadeler! Kafanızı kumdan çıkarın da etrafınıza bir bakın. Bugün dünyayı yaşanmaz kılan sizin kurduğunuz kanlı medeniyettir, sömürgeci anlayışınızdır. Başta PKK olmak üzere FETÖ, DAEŞ, DHKP-C, Boko Haram gibi terör örgütlerinin arkasında yine siz varsınız. Sizin desteğiniz olmazsa onlar bir adım dahi atamadıkları gibi nefes bile alamazlar. Bunlar sizin maşanızdır. Yine Ortadoğu'da şiddet varsa, kan varsa, ölümler varsa, insanlar mülteci durumundaysa bunun arkasında yine siz varsınız. Bugün kendine aydın süsü veren Sarkozy değil mi dün Libya’yı yerle bir eden? Bugün sayesinde Libya diye bir devlet yok. Kaç tane devletçik var orada? Başta Fransa olmak üzere Afrika’da sömürdüğünüz, hala sömürmeye devam ettiğiniz ülkelerin içler acısı durumuna bir bakın.

Biz Yahudi düşmanı falan değiliz. Eğer bugün dünyada Yahudi düşmanlığı varsa o arkaladığınız Yahudiler -daha doğrusu İsrail devleti- bugünkü Ortadoğu'nun çıbanbaşı olduğu içindir. Kafanızı kaldırın da bir bakın, Yahudi düşmanlığı yapılıyor diye arkaladığınız İsrail devleti, günde eli silahsız kaç Filistinliyi öldürüyor? Bugün Irak’ın, Suriye’nin işgal edilmesinin ardında İsrail’in güvenliği yok mudur? Siz bize bunu söyleyeceğinize yatıp kalkıp, gece-gündüz “Arzı Mev’ud” hayali kuran İsrail’i bu sömürgeciliğinden vazgeçirmeye çalışın. Ama bir şey diyemezsiniz. Çünkü köle efendisine bir şey söyleyebilir mi? Ancak onun emrinde, onun dümen suyuna girerek ona hizmet edersiniz. Sizin yaptığınız da bu. Ama size Kur’an’ın bazı bölümlerini çıkarma teklifine cesareti veren bölük pörçük İslam dünyasıdır. Bizi eleştirirken gözünüzdeki merteğe bakın olmaz mı? Haydi başka cevherler yumurtlayın olmaz mı? Çünkü buradan size ekmek yok…

* 09/05/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.