25 Şubat 2018 Pazar

Kaçta kaçımız Müslümanız?


Bu ülkenin kaçta kaçı Müslümandır şeklinde bir araştırma yapılmamış olmasına rağmen yeri geldiği zaman çoğumuz, "Bu ülkenin yüzde 99,9'u Müslümandır." deriz. Bu ülkenin 40 yılında şu ya da bu şekilde demagojisiyle söz sahibi olmuş eski bir siyasetçi, çok söylerdi bu sözü. Çevresindeki insanların çoğunun yaşantılarını Müslümanlığa yakıştıramayanların bir kısmı, "Bizdeki Müslümanlık, nüfus cüzdanı Müslümanlığı" şeklinde eleştiri getirmektedir.

Doğrusu nedir bilmiyorum ama eski nüfus cüzdanlarına göre bu halkın kahir ekseriyeti Müslümandı. Yeni hüviyetlerde dini kısım kaldırıldığına göre bundan sonra "Nüfus cüzdanı Müslümanı" da diyemeyecek kimse.

Merak edip bu ülkenin ne kadarı Müslüman diyen olursa şu ana kadar yapılmış en geniş bir araştırma Mak Danışmanlık tarafından yerine getirilmiştir. 30 büyükşehir ve 23 il ve 154 ilçede 5400 kişi ile yüz yüze yapılan bu araştırma, merak edenlerin merakını gidermekle kalmıyor, halkın yüzde 99’unun Müslüman olduğu tezi de sözde kalmış oluyor. Araştırmaya katılanların yüzde 46’sı bayan, yüzde 54’ü de erkek olanların yaş aralıkları ise yüzde 24 ile 18-25, yüzde 25 ile 25-35, yüzde 22 ile 35-45, yüzde 18 ile 45-65, yüzde 11 ile 65 ve yukarısı. Mak Danışmanlık'ın araştırmasını okumayanlar için araştırma sonuçlarından kısaca bahsetmek istiyorum. Okuyunca  bu ülkenin kaçta kaçının Müslüman olduğu hakkında -öyle zannediyorum- bir kanaate sahip olacaksınız.

Soru
Allah’ın varlığına, birliğine bizi yaratıp yaşattığına inanıyor musunuz?
Cevap
Evet
Evet, inanıyorum ama her şeye karıştığını karışacağını düşünmüyorum
Hayır
Kararsız
Yüzde
86
6
4
4

Meleklere inanıyor musunuz?
Cevap
Evet
Hayır, gözümle görmediğim varlıklara inanmam.

Kararsız
Yüzde
75
15

10
Soru
Kur'an-ı Kerim ve diğer kitapların vahiyle geldiğine inanıyor musunuz?
Cevap
Evet

Hayır
Kararsız
Yüzde
76

14
10
Soru
Evinizde Kur'an-ı Kerim var mı? Ve düzenli aralıklarla okuyor musunuz?
Cevap
Evet
Evet, evimizde Kur'an-ı Kerim var ama pek okuduğumuz söylenemez.
Hayır
Kararsız
Yüzde
25
32
33
10
Soru

Peygamberlere inanıyor musunuz? Hz. Muhammed (SAV) sizin için her
anlamda örnek alınacak örnek insan mıdır?
Cevap
Evet
Evet, Peygamberlere inanıyorum ama bazı konularda örnek alsam da her konuda Hz. Muhammed (SAV) örnek alınacak örnek değildir.
Hayır
Kararsız
Yüzde
63
20
10
8

Kadere (Hayır ve Şerrin Allah'tan geldiğine) inanıyor musunuz?
Cevap
Evet
Evet, kadere inanıyorum ama insan kendi kaderini kendi yapar
Evet, kadere inanıyorum çünkü insanın zaten hiçbir iradesi yok.
Hayır
Kararsız
Yüzde
55
15
15
10
5
Soru
Öldükten sonra dirileceğinize ve bu dünyada yaptıklarınızdan hesaba
çekileceğinize inanıyor musunuz?
Cevap
Evet
Evet, öldükten sonra dirileceğime inanıyorum ama hesaba çekilmeye inanmıyorum
Hayır
Kararsız
Yüzde
73
10
9
8

Kur'an'ı Kerim'i Arapça hattından okuyabiliyor musunuz?
Cevap
Evet

Hayır
Kararsız
Yüzde
32

54
14

Hiçbir Kur'an Kursu'na eğitim almak amacıyla gittiniz mi?
Cevap
Evet

Hayır
Kararsız
Yüzde
25

65
10
Soru
Kuran-ı Kerim'in Türkçe mealini hiç okudunuz mu?
Cevap
Evet

Hayır
Kararsız
Yüzde
17

60
23
Soru
Cennete gideceğiniz kesin olsa; şu an Cennete gitmek için ölmeyi düşünür müsünüz?
Cevap
Evet

Hayır
Kararsız
Yüzde
15

65
20
Soru
Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (SAV) hayatını hiç okudunuz mu?
Cevap
Evet
Evet, evimizde Kur'an-ı Kerim var ama pek okuduğumuz söylenemez.
Hayır
Kararsız
Yüzde
23
32
33
10
Soru
Camiye / mescide hangi sıklıkta gidiyorsunuz?
Cevap
Bayramdan bayrama
Cuma-bayram-kandil
Zaman zaman vakit namazları
Hayır
Kararsız
Yüzde
12
32
13
30
13
Soru
Ramazan ayında oruç tutuyor musunuz?
Cevap
Evet
Ramazan’ın bir kısmını
Hayır
Kararsız
Yüzde
45
25
20
10
Soru
İslam dini ile ilgili bilgileri daha çok hangi kaynaklardan öğreniyorsunuz?
Cevap
Dini kitap
İnternet
Birine sorarak

Kararsız
Yüzde
30
45
20

5
Soru
Hangi sıklıkta namaz kılıyor musunuz?
Cevap
Evet
Arada vakit namazları kılarım ama cumaları ve teravihleri ve bayram namazlarını tam kılarım.
Ara sıra
Hiç
Kararsız
Yüzde
22
26
24
22
6
Soru
Herhangi bir dini cemaate veya tarikate bağlı bulundunuz mu / bulunuyor musunuz?
Cevap
Evet

Hayır
Kararsız
Yüzde
15

60
25
Soru
Dini bir cemaat görünümlü FETÖ terör örgütü tarafından tapılan 15 Temmuz     
darbe teşebbüsü dini grup, cemaat yada tarikatlara bakışınızı nasıl etkiledi?
Cevap
Olumsuz etkiledi
Denetlenmeli gerektiğini
Değişmedi
Kararsız
Yüzde
30
50
12
8
Soru
Dua eder misiniz? Hangi sıklıkta dua edersiniz?
Cevap
Çok sık
Ara sıra
Hayır
Kararsız
Yüzde
75
10
6
4

Eş seçiminde eşinizin dinine düşkün biri olması sizin için ne kadar önemli?
Cevap
Çok önemli
Kısmen
Önemli değil
Kararsız
Yüzde
51
24
20
5
Soru
Eşinizin dini değerlere bakışı ve yaşayışı sizinle kıyasladığınızda nasıl olmalıdır?
Cevap
Benim gibi
Benden daha dindar olmalı
Benden daha az
Karasız
Yüzde
30
45
15
10
Soru
Bir topluluk içine ya da birinin yanına gittiğinizde genelde nasıl selam verirsiniz?
Cevap
Selamün aleyküm
Merhaba/günaydın
N’aber
Kararsız
Yüzde
41
24
30
5
Soru
Siyasi bir seçimde(belediye- milletvekili vs.) adayın dinine düşkün biri
olması sizin için ne kadar önemli?
Cevap
Çok önemli
Kısmen
Önemli değil
Karasız
Yüzde
51
24
20
5
Soru
İslam ülkelerinin (Hıristiyan ülkelerin dini lideri papalık gibi) HALİFELİK
benzeri bir dini liderliğe ihtiyacı olduğunu düşünüyor musunuz?
Cevap
Evet

Hayır
Kararsız
Yüzde
54

40
6
Soru
Günah işlediğinizde pişman olur musunuz?
Cevap
Evet

Hayır
Kararsız
Yüzde
90

2
8
Soru
Gusül abdesti alır mısınız?
Cevap

Ara sıra
Hayır
Kararsız
Yüzde
65
17
13
5
25/02/2018, Ramazan Yüce, Konya

23 Şubat 2018 Cuma

"Asansörde Halvet" **


Ülkemizde gündemler sık değişmekte. Bir konu, enine-boyuna konuşulmadan diğer konuya geçiliyor.  Bazı alanlar vardır ki hiç gündemden düşmez. Din alanı da bunlardan birisidir. Bazen gerçekten ihtiyaç olduğu için, bazen günden saptırmak veya bir algı oluşturmak ya da kamuoyu oluşturmak için din alanından bir konuya yer verilir. Amaç, dinin bu konuda ne dediğinin merak edildiğinden değil. Din adına bir şeyler söyleyenlerin cümlelerinden kesitler sunarak o kişi veya camia hakkında halkın olumsuz bir kanaat sahibi olmalarını sağlamaktır. Niyetleri üzüm yemek değil, bağcı hiç değil. Tamamen kasıtları, söylenen sözden hareketle din adına söz söyleyenleri halkın gözünden düşürmek. Sanırım gerisinde dinden soğutmak olsa gerek. Öyle zannediyorum, bunda da başarılı oluyorlar.

Şimdi gündemde “Asansörde halvet oluşur” diyen bir ilahiyatçı var. Gazete köşelerinden, televizyon ekranlarına ve sosyal medyaya varıncaya kadar bu konu konuşuluyor, yazılıp çiziliyor. İş, sadece bu görüşle kalmıyor, ilgili kişinin önceden söylediği “Altı yaşında bir çocuk evlenebilir” dediği de eklenerek kimi hocayı tiye alıyor, kimi kızıp köpürüyor, kimi de işi genelleyip tüm ilahiyatçıları aynı kategoriye koymaya kalkıyor. Genel görüntü, “Olur mu böyle şey” deyip ilgili zatın psikolojik bir hasta olduğunu söyleyenleri bile görebiliyoruz.

Niyetim, bu fetvayı veren kişiyi savunmak veya eleştirmek değil. Söyleyenin kendine göre bir gerekçesi vardır. Bu sözü hangi ortamda, kime karşı söyledi? Fetva genel mi yoksa özel bir soruya verilen bir cevap mı bilmiyorum. Basında tartışıldığı kadarını biliyorum. Hocanın verdiği fetva kendisini bağlar. İsteyen bu fetvaya uyar, isteyen uymaz. Kimi takva kabul eder, kimi de yersiz bulur. Sayın ilahiyatçının dediği şekilde asansörde halvetin oluşacağını düşünmüyorum. Benim bildiğim kadarıyla halvet, birbirine nikah düşen iki karşıt cinsin, üçüncü şahısların giremeyeceği, kapalı ve kilitli bir yerde belli bir süre durmalarıdır. ”Şuyuu, vukuundan beter” bir durumun olmaması için dinin tedbir amaçlı bir görüşüdür. Görüşte isabet de olur/olmaz da.

“Asansörde halvet” olayı, hazır gündemimizde iken ben olaya bir başka açıdan bakmaya çalışacağım. Bu fetvayı savunur veya eleştirirken Türkiye’nin son zamanlarda yaşadığı travmayı düşünmek gerekiyor. Gün geçmiyor ki “Bu da mı olur!” dediğimiz menfur vakalarla karşılaşıyoruz. İlahiyatçıyı, verdiği fetvadan dolayı eleştirmeden önce bu ülkede “4 yaşındaki bir çocuğa tecavüz edildiğini, amcanın yeğeni ile aşk hayatı yaşadığını, dayının yeğenine tecavüzde bulunduğunu, öğretmenin ilkokul öğrencisine sarkıntılık ettiğini, bazı yurtlarda görevlinin 6-10 yaşlarındaki çocukları cinsel istismara maruz bıraktığını, babanın kızına tecavüz ettiğini, anne ve babanın kızını para karşılığı sattığını…” aklımıza bir getirelim. Sonra bu ilahiyatçıyı yargılayalım. Hatta asalım. Kimin aklına gelirdi ultra bir sapığın çıkıp 3-5 yaşındaki bir çocuğun hayatını karartacağı? Ülkemiz maalesef cinnet geçirmiş bir şekilde ensest ilişkinin beterini yaşıyor. Şeytanın aklına gelmeyecek, ona pabucunu ters giydirecek fiiller bunlar. Caydırıcı tedbirler alınmadığı müddetçe devam edeceğe de benziyor. Allah beterinden saklasın.

Günümüzde anne ve babalar, çocuğu evine gelinceye kadar hop oturup hop kalkıyor. Artık kimin kimseye güveni kalmadı. Devlet, yurtlarda bir odada iki kişinin kalmayacağı şekilde bir düzenlemeye gidiyor. Ülke, kimyasal hadım konusunu tartışıyor. Ebeveynlerin bu endişesini, devletin bu tedbirini sanırım kimse yadırgamıyor. Çünkü çirkeflik ve rezillik ayrılmayacak şekilde paçamızdan akıyor. Hocanın asansör fetvasını, olan nahoş olaylar çerçevesinde söylenmiş, aşırı bir tedbir olduğunu düşünürsek -en azından katılmasak bile- Hocanın ne demek istediğini anlayabiliriz. Yoksa ayaklarımızı yere basmadan, hamaset yaparak bir yere varamayız. Hocayı eleştirirken de seviyemizi koruyalım. Çok mu zor, "Hoca! Bu görüşüne katılmıyorum" demek? 23/02/2018, Ramazan Yüce, Konya

** 24/02/2018 günü Kahta Söz'de yayımlanmıştır.




22 Şubat 2018 Perşembe

"Antibiyotik yazamam" *

Bir aydır sol azı dişimle yemek yiyemez oldum. Hep sağa yüklendim. Baktım ben inat, o inat…Sonunda beni yıllardır sırtlayan, kahrımı çeken dişimi göstermek için özel bir diş polikliniğinin kapısını çaldım. Kanal tedavisinden önce yazdığı antibiyotiği kullanmam gerektiğini söyledi. Kullanmasam olmaz mı dedimse de “Kanal tedavisi yapılan bazı dişler sonradan sancı yapabiliyor. Kullanman gerekiyor, bu ilacı aile hekiminize yazdırabilirsiniz” dedi.

Çaresiz aile hekimime uğradım. İlacı görür görmez “yazamam” dedi. Niçin dediğimde “Antibiyotik yazma kontenjanımı doldurmuşum, uyarı geldi. Bu yüzdem yazamayacağım, kusura bakma. Yoksa sorun değil, yazardım” dedi. Kurumunuz yazdığınız toplam antibiyotiği hesaba katacağına keşke antibiyotik kullanan hastaların da bir istatistiğini çıkarsaydı. Zira kaç yıldır ne antibiyotik, ne ağrı kesici kullanmışlığım var. Keşke leblebi gibi sürekli antibiyotik ve ağrı kesici kullanan kişilere daha önce bir sınırlandırma getirseydi, dedim. “Maalesef doktorlara kota geldi,” dedi. Teşekkür edip çıktım. Özel diş hekiminin reçetesiyle antibiyotiğimi eczacıdan aldım. Mecburen kullanıyorum şimdi. Diş bu, şakası yok. Onun zaferiydi bu.

Ucu bana dokunsa da, vücudun bağımlılık sistemini yok eden bu antibiyotik kullanımını sınırlandırmakla Sağlık Bakanlığı en iyisini yaptı. Zira böyle giderse 2050 yılında antibiyotik direncinden dolayı vücudumuz tedavi edilemez olacaktır. Uzmanların dediğine göre kanserden ölenlerin sayısı 8 milyonda kalırken antibiyotik direncinden ölenlerin sayısı 10 milyonu bulacakmış. Yani antibiyotik kullanımının şakası yok. Fakat antibiyotik kullanımına sınırlandırma getirmede Bakanlık geç kaldı. Keşke bu tedbiri daha önce alsaydı. Hatta tedbirden önce bilinçsiz antibiyotik kullanımı konusunda halkı, kamu spotu başta olmak üzere değişik platformlarda bilinçlendirseydi, belki birinciliğimiz olmazdı ama daha iyi olurdu. Belki de halktan önce başta aile hekimleri olmak üzere doktorları bilinçlendirip “Olur olmaz ilaç yazmayın, hele antibiyotik yazımında çok dikkatli olun.” deseydi. Doktor ve hastanın dışında ilaç mümessillerini bir yere toplayıp “İthal ettiğiniz ilaçların satışını yapmak için reprezantlarınızı doktorların peşine takmayın. Tamam, bu işin ticaretini yapıyorsunuz, para kazanmanız gerekiyor ama hayatta her şey para değildir. Bu halkın sağlığı daha önemli. Siz çikolata reklamı yapar gibi ilaçların özellikle antibiyotiklerin pazarlamasını yaparsanız  parasını yediğiniz bu millete en büyük kötülüğü yapmış olursunuz.” deseydi çok daha iyi olurdu.

Gecikmiş olsa da olur-olmaz antibiyotik kullanımına devletin el atması, bunun için bir seferberlik başlatması yerinde bir karar. Umarım bu konudaki hassasiyetini devam ettirmede süreklilik gösterir. Doktorundan, hastasına, ilaç mümessillerine varıncaya kadar devletin başlattığı bu seferberliğe destek vermemiz gerekiyor. Bundan sonra ilacın en fazla yazıldığı halk dilinde “İlaç yazma merkezi” diye maruf olan aile hekimliklerimiz, sadece antibiyotik yazmada değil, diğer ilaçları yazma konusunda da biraz cimri davranırlar. Öyle her kapısını çalan hastaya reçete yazma yoluna gitmezler. Eczacılarımız da bakkal dükkanında satış yapan görevli gibi eczaneye uğrayan kişilere reçete olmadan antibiyotik ilaçları verme yoluna gitmezler. 21/02/2018, Ramazan Yüce, Konya

* 26/02/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

20 Şubat 2018 Salı

Suçlu Şeyh mi Yoksa Mürit mi?

Şeyh, mürit kelimelerini çok duymuşsunuzdur. Müritler kendi aralarında şeyhinin kerametlerini anlata anlata bitiremezler. Bu anlatımlar bir müddet sonra cemaat sohbetlerinin dışına çıkar. Cemaat mensuplarının kendisini inandırdığı bu kerametler, daha sonra tarikata kazandırılmak istenen kişilere anlatılır. Bu anlatılan kerametlerden kim sorumlu, ya da kim suçlu? Şeyh mi mürit mi?

Hepimizin bildiği zaman zaman kullandığımız bir atasözümüz var, "Şeyh uçmaz, mürit uçurur" diye. İşte size evlere şenlik bir fıkra. Okuyunca suçun kimde olduğu daha iyi anlaşılır:

"Bayburt il olmuş. Hac kuraları çekilecek. Bir de bakmışlar ki kurada koskoca Bayburt’ta hac bir kişiye çıkmış. Bu kişiye Bayburt halkı izzet-i ikramını esirgememiş ve her gün bir Bayburt hanesi adamı akşam yemeğine çağırmış. Maksat hacda hayır duasına nail olabilmek.

İlk akşam gittiği hanede adama hane halkı demiş, 'Ne şanslı adamsın bak koca Bayburt’ta hac sana çıktı' diye.
İkinci akşam gittiği hane halkı 'Ya sen ermiş adamsın hac çıka çıka sana çıktı' demiş. Bizim Bayburtlu, 'Ya olur mu öyle, şans işte!” diye ağzında geveliyor lafları.
Üçüncü akşam gittiği evde millet buna 'Ya sen evliyasın evliya” deyince bizim Bayburtlu iyiden iyiye kendini acaba, hakkat mi? gibi sorulara maruz bırakmış.
Böyle hac zamanına kadar adamı pohpohlamışlar. Bizim Bayburtlu da hani bir adama 40 kere deli dersen kendini deli sanırmış misali, iyiden iyiye kendini evliya sanmaya ya da şöyle diyelim kendinden şüphelenmeye başlamış. Neyse Bayburtlunun hayatında bırakın büyük şehre gitmeyi Bayburt dışına adım atmışlığı dahi yokmuş.
Hac zamanı gitmiş Erzurum havaalanına tam girecek kapı bir anda açılmış, önünde durmuş demiş ki 'Ya ben hakkat erdim sanırım kapılar önümde açılmaya başladı'.

Yolda bu mucizevi olayı düşünürken demiş, 'Abdestli binelim, uçağa öyle gidelim' diye girmiş abdesthanede abdest almaya. Tam elini musluğa getirmiş, suyu açacak. Bir de bakmış musluktan su akıyor 'Ya ben evliya oldum herhalde' diye kendi kendini iyiden iyiye kurmuş.
Neyse gitmiş Medine’ye ikindi namazını kılıp Peygamber Efendimizin kabrini ziyaret ederim diye düşünmüş. İkindi namazını kılmış çadır kubbelerin altında. Sonra uyuya kalmış. Bir uyanmış ki uyuduğu kubbe yerinde yok. Gökyüzü ay yıldız tertemiz bir hava. Bizimki uyurken kubbe çadırı yetkililer kaldırmış ama uyku mahmuru şaşkın şaşkın kendi kendine seslenmiş 'Ya Rabbi bu kulun için kapıları açtın, musluklardan sular akıttın, tamam da gök kubbeyi kaldırdın bu kulun için” diye düşünerek iyice gerim gerim gerinmiş.
O ruh hali ile demiş peygamberimizin kabrine de gideyim. Kalkmış kabre gitmiş, bir bakmış ki izdiham, her taraf durmuş iyice gerinmiş ve demiş ki 'Ya Resulallah bırak onları bah hele huzuruna kim geldi”.

Umarım fıkrayı okuyunca "Hacca giden Bayburtlu kim, ne zaman gitmiş, böyle biri var mı? Hac yolculuğu esnasında bunu izleyen biri var mıymış? Adamın kerametlerini kim izledi? Hac sonrası yine kerametleri devam etmiş mi?" diye sormazsınız. Ne de olsa fıkradır. Fıkralarda mantık aranmaz. Gülerken düşündürmek içindir.

Şimdi cevabı belli soruyu soralım: Burada Bayburtlu mu suçlu, yoksa onu şişiren etrafı mı? Şeyh-mürit açısından bakarsak şeyh mi suçlu, yoksa müritleri mi? 20.02.2018, Ramazan Yüce, Konya

18 Şubat 2018 Pazar

Kötüleri Korumaktan Ne Zaman Vazgeçeceğiz? **

Adana'da 4 yaşındaki bir çocuğa tecavüz eden sapığı vatandaş linç etmesin diye polis tedbir almış ve hangi cezaevine götürdüğünü bile gizlemiş. Genelde polisin yaptığı bu. Halkın infialine karşı suçluyu koruma altına alıyor. Ki polisin görevi bu. Zira bağlı olduğu mevzuat bunu istiyor. Buradan hareketle sistemimiz kötüleri korumaya devam ediyor diyebiliriz.

Polis görevini yapsın, Meclis de bir infiale veya linç girişimine karşı gerekli yasal zemini hazırlasın. Zira hukuk devleti olmanın bir gereğidir bu. Aynı zamanda suçlu da nefes alma hakkına sahiptir. Fakat benim anlamadığım, anlamak istemediğim hiçbir şeyden habersiz yatağında mışıl mışıl uyuyan dört yaşındaki bir çocuğa tecavüz eden biri de nefes almamalı diye düşünüyorum. Uçkuru beynine bağlı, insanlıktan nasibi olmayan, insanlığın yüz karası böylesi ultra sapığın hayat hakkı olmamalı. Zira bu dünya lükstür onun için. İnsan görünümlü bu nemenem mahluğun cezaevinde aldığı her bir nefes, ona verilen tavizdir. Niye besliyoruz bu tipleri, kimden koruyoruz? Bu adam, bu yaptığı halt sonucu alacağı ceza ile iflah mı olacak? Ar damarı çatlamış, rezilliği paçasından akan bu tipi içeride niye besleyeceğiz? Niye nefes almasına imkan vereceğiz? Böyle pislik rezilleri halkın önüne atıp linç ettirme cezası vermeliyiz. Linç olayını ne polis, ne savcı, ne de hakim görmeli. Gelip-geçen ne oluyor burada, siz ne yapıyorsunuz dememeli. Devlet "Bu suçlu nerede, ona ne oldu" diye işin peşine düşmemeli. Pislik temizlendikten sonra formalite icabı bir inceleme başlatmalı. Rapora, "Adı geçen malum mahluğun, kim tarafından öldürüldüğü tespit edilememiştir." notunu düşmeli. Herkes "Hele şükür! Dünya bir rezilden, bir pislikten daha kurtuldu" demeli, cenazesi yıkanmamalı ve namazı kılınmamalı, naaşı mezarlarımıza gömülmemeli, mevta değil; leş muamelesi görmeli. Nasıl ki bir kedi, bir köpek ölmüşse kokutmasın diye bir çukura sürüklenip gömülüyorsa bunlara da böylesi yapılmalı. 

Çocuğa veya büyüğe tecavüz edenlere verilecek ceza, emsali daha önce görülmemiş bir ceza olmalı ki bu tip melanetlere karışmaya meyilli olanlara ibret olsun. Burası bir hukuk devleti, böyle ceza olmaz, onun da nefes almaya hakkı var diyerek edebiyat taslayacak olursa halt etmiş olur. Bu tiplerin cezası anında, sıcağı sıcağına olmalı. İlk iş olarak esiri olduğu cinsel organı kesilmeli, kan kaybından bağıra bağıra can vermeli. İnfaz yeri meydanlar olmalı, infazı uygulayanlar kim vurduya gidip faili meçhul kalmalı. Bu cezanın adı da TCK'da "yargısız infaz" olmalı.

Suçluyu içeri alıp besleyecek olan devlet, beyni uçkuruna bağlı kişilere hiçbir şey yapmayacaksa bari suçluyu dışarı salıversin. Başka da bir işe karışmasın. Vatandaş ona gereğini yapar. 

Ne dediğinin, nasıl bir ceza kestiğinin farkında mısın? Sen kendinde misin diyen olursa -kimse kusura bakmasın- ne dediğimin farkındayım. Teklif ettiğim ceza, dört yaşındaki çocuğun çektiği eziyetin ve o çocuğun ailesinin yaşadığı haleti ruhiyenin yanında benim kestiğim racon hafif bile kalır. 18.02.2018, Ramazan Yüce 



** 18/02/2018 günü Kahta Söz'de yayımlanmıştır.



Türk Dil Kurumunun Türkçemize Yaptığı Kötülük *

Bir vesileyle Türkçe ve Türk dili kurallarına bakmam gerekti. Kurallara bakmaya başlamadan daha başlıkta duraksadım. Niye mi? Benim yıllar önce öğrendiğim sözcükler bir başka adla anılır olmuş. İsterseniz bir kısmını yazayım. Bakalım size ne ifade ediyor bu kelimeler?


Zarfa belirteç, sıfata ön ad, zamire adıl, edata ilgeç, bağ-eyleme ulaç, zarf tümlecine belirteç tümleci, şarta koşul, harflerin yer değiştirmesine göçüşme...vs. isimler verilmiş. Eski bildik kelimelerin yerine teklif edilen kelimeleri yazmak ve saymakla bitmez. Her yeni ismin eski adı da parantez içinde verilmiş. 

Kullanılsın diye icat edilen kelimeleri görünce fakülteyi bitirdiğim zaman öğretmen olarak atanmak için Ankara'da girdiğim, yeterlilik sınavı aklıma geldi. 1991 yılında girdiğim sınavda dikkatimi çeken okuduğumu anlamıyordum. Tekrar tekrar okudum. Nafile… Çünkü cümlelerdeki birkaç kelimenin anlamını bilmiyordum. Bu tür kelimelerin eş anlamını parantez içinde vermişler. Onlar da yabancıydı bana. Parantez içi ve dışındaki kelimelerin ne anlama geldiğini anlamak için cümlenin siyak ve sibakından bir anlam çıkarmaya çalıştım. Yine olmadı. Çoğu soruyu bu şekilde gördüm. Cevapladığım soruların çoğunu atmasyon olmasa da doğruluğundan emin olmadan işaretledim. Sınav çıkışı görüştüğüm arkadaşlara sorun bende mi acaba diye sınavın dilini sordum. Onlar da benden farklı değillerdi. Yaşadığım ülkenin dili bana yabancı olunca ne oluyoruz, dedim. Sanki uzun yıllar yurt dışında yaşamışım da dilimi unutmuş gibiydim, sudan çıkan balığa dönmüştüm.


Sorun nerede derseniz? Bana göre sorun Türk Dil Kurumunun mantığında. Ya tutarsa deyip olur olmaz kelime türetiyor veya uyduruyor. Amacı, Türk dilini zenginleştirmek. Buna sözümüz olmaz. Yeni çıkan bir ürün veya eşyaya bir isim bulmaya çalışsa isabet eder veya edemez. Ama gördüğüm kadarıyla Kurul, ilk kurulduğu andaki "Türkçeyi eski ve yabancı kelimelerden kurtarıp öz Türkçe kelime bulmak" amaç ve niyetini hala terk etmemişe benziyor. Bence bir dil, bu şekilde zenginleşmez. Halkın ve bilim dünyasının özümsemediği ve kullanmadığı kelimelerle bir yere varılmaz. Sadece birkaç yılda yenilenen Büyük Türkçe Sözlüğünün sayfa sayısı biraz daha kabarır. Üretilen, türetilen veya uydurulan kelime sözlüğün içinde kalır, tedavülde olmaz. Bundan öte de bir işlevi olmaz.

TDK, şu ana kadar ürettiği veya türettiği kelimelerin ne kadarı kullanılıyor, hiç araştırma yapmış mı acaba? Öyle zannediyorum, tabanda benimsenmeyen hiçbir kelime tedavülde değil şu anda. TDK’nın görevi masa başında kelime üretmek olmamalı diye düşünüyorum. Yeni bir kelimeyi sözlüğün içine koymadan önce bu kelimenin halkta ne kadar karşılığı var? Önce bunu test etmesi gerekir. Halk benimsemişse sözlüğe alma yoluna gitmelidir. Arapça, Farsça vb dillerden bize geçip yerleşmiş, halkın özümsediği kelimelerin yerine yenisini bulma sevdasından vazgeçmeli TDK. Başka bir dilden dilimize geçmiş bir kelime -TDK’nın kurallarına göre Türkçe değilse bile- bizi anlaştırıyorsa, meramımızı karşı tarafa anlatabiliyorsa o kelime bizimdir diye düşünüyorum.

Benim endişem, TDK hizmet ediyorum, Türk dilini zenginleştiriyorum diye böyle devam ederse bırakın kuşak çatışmasını, aynı devirde yaşayan kişiler bile bir müddet sonra birbirini anlamayacak. Çünkü aynı dili konuşmuyor olacak. 18/02/2018, Ramazan Yüce, Konya



* 23/02/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.