24 Aralık 2017 Pazar

Siz olsanız öğrencinin bu cevabına kaç puan verirdiniz?

Yan tarafta gördüğünüz bir yazılı kağıdı. Öğretmenimiz, İslam'ın şartlarını sormuş. Öğrenci ise tüm şıkları doldurarak döktürmüş. Siz olsanız 10 puanlık bu soruya kaç puan verirsiniz?

Sizi bilmem ama ben bu öğrencinin verdiği cevapları tamamen es geçip puan vermemezlik yapmazdım. Tam 10 puan vermesem de en azından beş puan takdir ederdim, doğru olmamasına rağmen.

İslam'ın şartı da bilinmez mi diye öğrenciyi ayıplamayalım. Zira çocuk daha 5.sınıf öğrencisi. İçinden geldiği gibi yazmış. Belli ki öğretmeni hiç dinlememiş, kitabı da açıp okumamış. Sınavda çevresindeki İslam algısını aktarmış. Verdiği cevapların bazısı algı, bazısı da gözlemleri. Zira çocuk; ya tutarsa deyip anlatılanı değil, gördüğünü yazmış.

11 yaşındaki bu çocuk, sınav esnasında bu soruyu görünce İslam adına ne yapılıyor diye düşünmüş olmalı. Aklına Kur’an okumak, süre okumak, Arapça bilmek gelmiş. Niye gelmesin ki kendisi yaz dönemlerinde Kur’an kursuna veya özel bir kurs merkezine gittiğinde hep karşısına cüz okuma, Kur’an okuma, süre ezberleme çıkmış olmalı. Bu okudukları da Arapça olduğuna göre Arapça bilmek gerekir diye bir mantık yürütmüş. Çocuk da haksız değil hani. Daha okumayı yeni sökmeye başlayan çocuğa biz ilk iş olarak süre ezberleme ve Kur’an okutmaya kalkıyoruz. Çocuk olsa olsa süre bilmek demiş. Çünkü hep bunu görmüş. Tıpkı ilkokula başlayan çocuğa daha okula gelir gelmez bilgi yüklemeye kalktığımız gibi bizler de evlerde, kurslarda hep işe cüz öğrekmekle başlıyoruz. Demek ki İslam anlayışımız küçüklerde bu şekilde anlaşılmış. Keşke işe cüz ve Kur’an okuma, süre ezberleme diye başlamasaydık. İleride çocuk istedikten sonra her halükarda Kur’an-ı öğrenir. Hatta hafız da olur. Keşke işin başında biz ona iyi ve güzel olanı, etik ve ahlaki değerleri; doğruluğu, yalan söylememeyi, yerleri kirletmemeyi, paylaşmayı, Allah sevgisini aşılasaydık daha iyi olurdu diye düşünüyorum.

Çocuğun cevap olarak yazdıklarından bir tanesi de ‘Türk olması’ idi. Bu cevabı da tamamen algıya dayandığını söyleyebiliriz. Biz büyükler mezhebi farklı olanları bile kolay kolay Müslüman kabul etmiyoruz. Adam Şafiymiş diyoruz. Daha yurtdışına çıkmamış bu çocuk ‘Türk Müslüman olmalı, Türk’ün dışındakiler Müslüman olamaz, Türk olmak İslam’ın şartıdır diye sığdırmış o küçücük dünyasına.

Sizi bilmem ama çocuk çok masumane bir şekilde yazmış. Din-diyanet öğretme şekil ve metodumuz, çocuğa öyle işlemiş ki Kur’an öğrenmeye ve süre ezberlemeye bu kadar önem veriliyorsa bunlar olsa olsa İslam’ın şartı olur diye düşünmüş. Biz büyükler, çocuğun bu yazdıklarını İslam’ın şartları kabul etmesek de İslam, Müslüman, çocukların dinini ve diyanetini öğrenmesi deyince aklımıza hep Kur’an öğrenmesi geliyor. Hasılı çocuk; olması gerekeni değil, olanı yazmış. Akılda da öğretmenin anlattığı doğru din değil; gördükleri, gözlemledikleri ve yaşadıkları kalmış. Bizi gülümseten veya garip karşılatan bu cevap, küçüklere İslam adına ne anlatmaya, ne öğretmeye başlayalım sorusunu bize sordurmalıdır.

İçinizden bu daha bir çocuk, büyüyünce doğrusunu öğrenir diye düşünebilirsiniz. Bu iş, hiç de öyle değil. Bir meslektaşımdan bu yazılı kağıdını whatsapp vasıtasıyla alınca ilk aklıma gelen başımdan geçen bir anekdot oldu. Onu sizinle paylaşmak isterim.

Bir İHL’de 11.sınıfların yani son sınıfları kelam dersine giriyorum. Yaptığım iki sınavda da 45’in altında alan öğrencileri kurtarma yazılısına aldım. Onlara geçsinler diye kolay kolay 8 tane beylik soru sordum. Kendilerinden, iki soru da kendilerinin sorup cevaplamalarını istedim. Sorduğum sorulardan biri de “Dört büyük kitap kimlere verilmiştir. Kitapların ve peygamberlerin adını yazınız” idi. Bir öğrencimiz yazmış:
Kur’an-ı Kerim Hz Muhammed’e,
Tevrat Hz Ömer’e,
İncil Hz Osman’a,
Zebur Hz Ali’ye

Ne dersiniz bu cevaba? İşin ilginç yanı bu cevapları veren İmam Hatip Lisesinde okuyan son sınıf bir öğrenci. Okulu bitirir bitirmez belki de imam olacak. Anlatmak istediğim 5.sınıf bir öğrencinin verdiği cevapla, 11.sınıf bir öğrencinin İslam veya din bilgisi anlayışı arasında pek fark yok. Tek farkı küçüğün verdiği cevap insanı güldürürken büyüğün verdiği cevap dudak ısırtır.

İçinizden bu cevabı yazan öğrenci geçti mi diye geçebilir. Her ne kadar niyetim öğrencinin geçip geçmemesi olmasa da merakınızı gidereyim. Bu öğrenci, benden sınıf geçememişti.

Sonuç; çocuklara anlattığımız din konularını, metodunu ve zamanlamasını yeniden gözden geçirmemizde fayda var.

Yine bu cevap bize  gösterdi ki klasik sınavların gözünü seveyim. Gördüğünüz gibi nelerle karşılaşıyorsunuz. 24/12/2017 Ramazan YÜCE



Bu Çöpü Kim Kaldıracak?

Yan tarafta gördüğünüz bir halıfleks. Vatandaş tepe tepe kullanıp işi bittikten sonra evinin balkonundan herkesin gelip geçtiği yere atmış. Bir aydan fazla bir zamandır, bu atıldığı yerde  bekliyor.

Gelip geçenler görsün, gözü-gönlü açılsın diye teşhir edilen bu sergi, daha ne kadar izleyicilerin hizmetinde olacak? Ne zaman kaldırılacak? Sergi bittikten sonra kim kaldırıp çöpe atacak? İşte burası muamma.

Gelip-geçenler, kendine Müslüman bu kişinin çevreye sunduğu bu hizmetinin ne zaman sona ereceğini merakla bekliyor. Her geçişinde acaba kaldırıldı mı diye kafasını kaldırıp bakıyor. Aynı şekilde duruyor. Zaten bakmasa da  "Ben buradayım" diyor gelip geçenlere. Bu durum garibine gitse de temizlik anlayışını hayırla yâd edip geçip gidiyor. Çünkü evinin içini temizleyip evinin önüne atmak psikolojisini anlamaya çalışıyor. Herkes ibret ve hayretle bu moloz buradan ne zaman kaldırılacak diye merak ederken mal sahibinin böyle bir derdi hiç olmadı. Çünkü onun için önemli olan bu fazlalığı dışarıya atmaktı. Evini temizledi, dışarıya süpürdü. Daha ne yapsın? 

Rahatsız olan varsa bir zahmet halıfleksin altına elini uzatsın, çöpe götürüversin. Bu kadar da hazır yiyici olmaya gerek yok. Bu işler paylaşım işidir. Adam evinden herkesin gelip geçeceği yere koyacak ki bıkıp usanan, rahatsız olan çaresiz götürecek. Üstelik bunu yapmakla sevap bile kazanır. Belki de halıfleks sahibinin niyeti, başkasının sevap kazanmasını istemek olabilir. Adamın niyetini, içinden geçeni bilmeden ayıplamamak lazım. Belki de bana lazım olmayan bir başkasına lazım olabilir, çöpe atsam çöp toplayıcılar götürür gider, hiç olmazsa herkesin gözü önüne atayım ki ihtiyaç sahibi götürsün gitsin diye düşünmüş olabilir. Ya da adamın zamanı yoktur. Çöpe götürünceye kadar ilmi çalışmaya önem verir. Ne de olsa üniversitede kariyer yapıyor. Sonra kariyer yapmayı basite almamak lazım. Sen yaslanıp televizyon izlerken adam masasında dirsek çürütüyor.

O zaman iş başa düştü. Adamın bu kadar iyi niyetine bizim de bir katkımız olsun. İhtiyaç duyup da bugüne kadar götüren olmadığına göre görüntü kirliliğine sebebiyet veren bu seyirlik molozun hamallığını biz yapacağız. Allah onun ilmini artırsın. Zira bu ülkenin ilim adamına ihtiyaç var. 

Bu düşünce ve bakış açısı ile ömrü de uzun olur. Çoğu kimseyi mezara gönderir, kendisi yaşar oğlu yaşar. Çünkü bu gailesizlik başkasını saç-baş yoldururken, dişlerini sıka sıka kırdırırken o daha çok yaşar. Yaşasın ki bu ülke onun ilminden faydalansın. Bakmayın siz bu mumum dibine ışık vermediğine…bakarsınız faydalanan çıkar.

Bana müsaade şimdilik! Nereye derseniz malum kişinin pisliğini temizlemeye. Ne demişlerdi atalarımız? “Akıllı, deliye söyletir lafını.” Biz de bu sözü değiştirelim: Akıllı, bulur kendine bir hamal. 24/12/2017 Ramazan YÜCE


23 Aralık 2017 Cumartesi

Hep Beraber Başardık Bunu

-Notun kadar konuş öğretmenim-

Ortaokullardan liseye geçiş adı verilen LKS sınav sistemi ilk defa bu yıl uygulamaya konacak. Belirlenen okullara öğrencilerin yüzde onu yerleşecek, diğer yerleşemeyenler ise kayıt alanlarına göre mahallesindeki veya evine en yakın okul türlerinden birine tercih sonucuna göre yerleşecek. Sistem ilk defa uygulanacağı için ne getireceği, ne götüreceği belli değil. Zaten niyetim de yeni sistemle ilgili olumlu-olumsuz görüş serdetmek değil.

Önceki yıllarda yapılan ortaokuldan ortaöğretim kurumlarına geçiş sınavlarında alınan puanın yüzde yetmişi, geriye kalan otuz puan ise okul derslerinden alınan puanlardan oluşuyordu. Burada, öğrencinin okul derslerine de önem vermesi amaçlanıyordu. Yeni sistemle okul puanlarının bir etkisi olmayacak. İyi mi oldu, kötü mü oldu? Bunu da zaman gösterecek. Görünen, okul derslerinin etkisiz eleman olması.

MEB, yeni sistemde okul puanlarının etkisini kaldırdı, ya da kaldırmak zorunda kaldı. Çünkü öğrencisi, velisi, öğretmeni, vatandaşı, MEM ve MEB yetkilileri okullarda verilen puanların gerçeği yansıtmadığını, öğretmenler tarafından şişirildiğini biliyor. İşte bundan dolayı Bakanlık, haksız rekabete sebebiyet verir düşüncesiyle yeni sistemde okul puanlarını hesaplamaya dahil etmedi. Yani öğretmenin verdiği notun hormonlu olduğunu, öğrencinin gerçek başarısını yansıtmadığını düşünüyor. Burada olan kime oldu? Kimin itibarı zedelendi? Öğretmenin tabii. Zaten öğretmenin notuna güvenilseydi yıllardır uygulanmakta olan merkezi sınav sistemlerine gerek olmazdı. Bunda pay kimin? Sadece öğretmenin mi? Bu başarı ise, bu başarıda iç ve dış paydaşların hepsinin sorumluluğu var. Başarısızlık ise yine tüm paydaşların sorumluluğu var. Her ne kadar ihale öğretmenin üzerinde kalsa da burada sorumluluğu en az olan kişi öğretmendir. Zira öğretmen burada sadece kobay olarak kullanılmıştır.

Sonuç olarak lise giriş sınavlarında okul puanlarının hesaplanmamasında pay hepimizin. Hepimiz birlikte başardık bunu. Nasıl mı başardık? İşi ve inisiyatifi öğretmene bırakmayarak. Öğrencisi, velisi, yöneticisi öğrencinin aldığı 90 puana bile razı olmadık. Hemen öğretmeni sıkı bir markaja aldık. " Aman hocam! Özel okullar, tüm öğrencilerine yüz puan verirken sizin verdiğiniz bu puanla bu çocuk fen liselerine nasıl girecek? Sanki notu cebinizden mi veriyorsunuz? Fazla verip çocuğu moral-motive edeceğinize düşük puan vererek öğrenciyi demoralize ediyorsunuz. Bu sistemde virgülden sonraki küsuratların bir etkisi büyük. Binlerce kişiyi geride bırakabiliyor, öne geçebiliyorsunuz. Siz okul ve öğrencinizin başarılı olmasını istemiyor musunuz yoksa? Bir defa sizin 90 puan verdiğiniz çocuk, etüt merkezinde tüm soruları ful çekiyor. İnsaf ya!..." demek suretiyle mahalle baskısı yapmaya başladı. Öğrencisi durumuna razı olmadı, veli çocuğunun durumunu kabullenmedi, okul yönetimi ve milli eğitim yetkilileri bol bol not verin dedi. Baktı ki olmayacak...öğretmen kesenin ağzını açtı. Herkes iyi olurken niçin ben öğrenci, veli ve yöneticilerin gözünde kötü olacağım dedi. Çocuğun notunu en yüksek düşürmek için ne yapılması gerekiyorsa yaptı. Sonuç, bir sınıfta takdir almayan öğrenci kalmadı neredeyse. En kötüsü teşekkür aldı. Okullar başarıya doydu. Bakanlık da yaptığı merkezi sınavla bundan geri kalmadı. Sınav sistemini kolaylaştırdıkça kolaylaştırdı.17 bin birinci çıkararak başarısını taçlandırdı. 

Hasılı; bu bakış açısıyla öğrenci, öğretmen, veli ve üst yetkililer denizi bitirdiği gibi kumu da bitirdi. Sistem tıkandı. Sonunda Bakanlık, kendi sınav sistemini lağvetti. Öğretmenin verdiği puanları da es geçti. Şimdi ne not isteyen var, ne de notu hesaba katan. Öğretmen kendi notuyla kala kaldı. Kimsenin onun verdiği notta gözü yok artık. Tabir yerindeyse kendisi gibi notu da etkisiz eleman oldu. Aslında bu durumda olması gereken, okullarda sınavların da kaldırılması. Böylece öğretmen ne soru hazırlar, ne fotokopi çeker, ne sınav yapar, ne kağıt okumaya çalışır, ne de kağıt israfı olur. Ekonomiye katkısı da olur bu yöntemin. Öğretmen dersini anlatır, geri kalan zamanda öğrencinin etüt merkezinde yanlış yaptığı soruları çözer. Böylece öğrenci konuyu daha iyi kavramış olur. Bazı derslerinde öğrencileri test çözmesi için serbest bırakarak etüt yaptırır. Öğrenci de etüt merkezinin şu kadar soru çözeceksin ödevini derste çözmüş olur.  Öğretmenin okullardaki misyonu etüt hocalığı olur. Böylece hayatın hiçbir alanında işe yaramayan notlar da böylece kalkmış olur. Yine bu sistemde devlet karne çıkarmak zorunda kalmaz, okullar karne çıkaracağım daha telaşına kapılmaz. Nasılsa okullarda kalma da yok. Ana sınıfından başlayan çocuk hiç kalmadan Prof olabiliyor bu ülkede.

Bu sistem işlemez mi? Pekâlâ işler. Yeter ki çözüm merkezli düşünelim biraz. Hala eski alışkanlığı olarak öğretmen, öğrenciyi notla değerlendirmeye kalkarsa öğrenci ve veli, "Notunun değeri kadar konuş öğretmenim" diyerek eğitim ve öğretim görmeye devam eder. 23.12.2017 Ramazan Yüce 


21 Aralık 2017 Perşembe

Dünya, Mazlumun Yanında Yer Aldı *

“Kudüs’ü, İsrail’in başkenti ilan eden” ABD kararının, hukuken geçersiz sayılması için BM Güvenlik Konseyine getirilen Kudüs tasarısı, Konseyin 15 üyesinden ABD dışındaki 14 üye tarafından lehte oy verilmesine rağmen karar, ABD tarafından veto edildi.

Konsey’de veto edilen bu tasarı, BM Genel Kuruluna getirildi. Yapılan oylamada 128 ülke, karara evet derken 9 üye ret, 35 ülke de çekimser kalmıştır. Oylamada, ABD ve İsrail’in yanında yer alan ülkelere baktığımız zaman adı-sanı duyulmamış, varlığı-yokluğu belli olmayan devletlerin olduğu göze çarpmaktadır. Çekimser kalan ülkelerin çoğu yine kelli-felli devletler değil.

Bu oylamaya göre BM Genel Kurulu, ABD’nin tek taraflı olarak ‘Kudüs’ü, İsrail’in başkenti ilan ettiği kararını dünya devletlerinin kahir ekseriyetiyle onaylamamış oldu. Üstelik kendi ülkesinde dünyaya mağlup oldu. ABD’nin kaç gündür sürdürdüğü lobi faaliyetleri, tehdit, şantaj, aba altından sopa göstermesi hiçbir işe yaramadı. Dünya devletlerinin kahir ekseriyeti, kovboyun yaptığı onca arsız ve ahlaksız tehdidine boyun eğmedi. Haklının, mağdurun ve mazlumun yanında yer alan 128 ülkeyi tebrik ve her birine ayrı ayrı teşekkür etmek lazım. Gerçi dünya devletlerinin çoğu, her Filistin davasında hep Filistin’in yanında yer aldı. Ama karşımızda ‘Ben güçlüyüm; silahım var, param var. Bundan dolayı her şeyi yaparım, her kararımı dünyaya dikte ettiririm. Kabul etmezlerse de veto ederim. Peşimden gelmeyenlerin burunlarını sürterim…” diyen bir dünya kabadayısı var. Ömrünü Orta Doğu’nun gayri meşru çocuğunu koruyup kollamakla geçiriyor. İsrail’in yayılmacı politikası, uyguladığı terör, dünyaca tasvip edilmemesine rağmen bu yapay devleti ayakta tutmaya çalışıyor. Sanıyorlar ki paran varsa, silahın varsa senden güçlüsü yoktur.

Son BMGK kararı gösterdi ki dünya; ABD’nin uyguladığı, dünyaya dayattığı politikalardan memnun değil. Aslında bu karardan dolayı utanması lazım diyeceğim ama ar damarı çatlayan insan ve devletlerin utanması olmaz, yüzlerine tükürsen yağmur yağıyor sanırlar. Öyle zannediyorum ABD ve İsrail, nasıl ki daha önceki BM kararlarına uymadıkları gibi bu son karara da uymayacak, yayılmacı politikalarını devam ettirmeye çalışacaklardır. Ama dünyanın hoşnut olmadığı bu politikaları nereye kadar sürdürecek? Dünya, ABD ve İsrail’i nereye kadar sırtında taşıyacak? ABD ve İsrail, dünyaya rağmen daha ne kadar at oynatabilecekler? Sanki iyice yalnızlaştıklarını ve istenmediklerini bir kez daha anlayacaklar.

Dünya devletleri ABD ve İsrail’in hak bilmez ve hukuk bilmez tavırlarına karşı her zaman topyekûn birlikte hareket edebilirlerse iyi bir sinerji meydana getirebilirler, iyi bir blok oluşturabilirler. ABD ve İsrail, bundan sonra bu bloğu çatlatmaya çalışacaktır. Bu kararın çıkmasında çaba gösteren öncü bir iki devlete haddini bildirerek diğer devletlere aba altından sopa göstermeye çalışacaktır. Suyumu bulandırdın diyerek yaralı bir kurt gibi saldıracaktır. Bu yüzden özellikle Türkiye’nin çok dikkatli olmasında fayda vardır. ABD ve İsrail’in ne tür hamleler yapabileceğini düşünerek karşı hamleler yapmalıdır. Birlikte hareket ettiği ülkelerle iyi ilişkiler geliştirmelidir. Hatta ABD menfaatini korumaktan veya ABD’ye söz geçirememekten başka bir işe yaramayan mevcut BM’e alternatif bir birleşmiş milletler kurulmasına öncülük etmelidir. Bu işi, sessiz ve derinden götüreceği diplomasiyle yürütmelidir. 21/12/2017 Ramazan YÜCE



* 25/12/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Bir Lawrence Uşağının Hezeyanı *

Hangi anne-babadan doğacağıma, hangi millet ve milliyetten olacağıma kendim karar vermedim. Kimsenin doğumu ve ırkı kendi elinden kaynaklanmamaktadır. Bu durum, Allah’ın kaderinde (ölçüsünde) olan biyolojik yasanın bir sonucudur. ‘Allah tanışalım diye farklı millet ve milliyetler şeklinde yaratmış.’ Bundan dolayı hiçbir ırkın diğerine karşı asla bir üstünlüğü yoktur. ‘Üstünlüğün ancak takva ile olduğunu’ belirtir Kur’an.

Müslim’de geçen bir hadiste Peygamberimiz: “Ümmetimde dört şey vardır ki, cahiliye işlerindendir, bunları   terk etmeyeceklerdir: Irkla övünme, soyu sebebiyle başkasını kötüleme, yıldızlardan yağmur bekleme, ölenin ardından matem ve ağıt yakma.”

Bu açıklamayı yapmamın sebebi Birleşik Arap Emirlikleri Dış İşleri Bakanının Iraklı bir twitter kullanıcısının tweetini paylaşması. Paylaşımda "1916 yılında Türk Fahri Paşa'nın Medinetü'l Münevvere halkının hakkına girdiğini ve onların mallarını çaldığını, onları kaçırdığını, Şam'dan İstanbul'a "Seferberlik" ilan ederek, Medine'deki el yazması eserleri çaldığını biliyor muydunuz? İşte Erdoğan'ın dedelerinin Müslüman Araplarla ilişkisi buydu."

Tweet değil, deve…Neresini düzelteceksiniz bu tweetin? Burada 'Medine Müdafaası' ile nam salmış Fahrettin Paşa hırsız tutuluyor. Bununla da yetinmemiş, işi Erdoğan'a getirerek 'Atalarının Araplarla ilişkisine' işaret etmiş. Hırsızın torunu da olsa olsa hırsız olur demek istiyor aklı sıra.

Bu tweete ancak insaf, vicdansızlık, nankörlük denir. 17-25 Aralık kumpasını düzenleyenlerin ağzı bu.  Arap ırkçılığı kokuyor bu tweette. Bunu beğenip paylaşan bir bakan. Normal biri değil. Lawrence'nin iyi bir öğrencisi, onun tohumu belli. Size Lawrence'yi anlatacak değilim. Zira hepiniz bilirsiniz bu Arap elbisesi giymiş, Arapları Osmanlı aleyhine kışkırtan kişiyi. Şerif Hüseyin'in akıl hocası. Bir olup Osmanlı'yı arkadan vuran bir kısım hainlerin nesli bu. Osmanlı, tarih sahnesinden çekildikten sonra Batı’nın kendilerini sömürdüğü yetmediği gibi hala da çanak yalamaya devam ediyorlar.

Sen hiçbir yardım almadan iki yıl yedi ay çekirge yiyerek Medine'yi müdafaa et, İngilizler çalıp çırpmasın diye o hengâmede kutsal eserleri İstanbul'a taşıt. Karşılığında kadir-kıymet bilmeyen, kendini bilmez birileri sana laf etsin. Görünüşü Arap, kendisini Müslüman olarak lanse eden bu Lawrence'nin  torunu laftan anlamaz, çünkü Osmanlı'ya ve Türkiye'ye karşı ön yargılı. Arap görünümlü bu modern Lawrence, ancak çüşten anlar. Buna laf fayda etmez. Boynundaki tasmayı asılır, ‘çüüüş’ dersen ne âlâ!

Geçmiş ihanetlerini sorgulayacakları yerde saldırı oklarını bize çevirmiş bu bedevi. Densizliktir yaptığı. Yediği ve yumurtladığı haltı hiçbir söz temizlemez.

Haydi diyelim ki Osmanlı sizi sömürdü. Böyle inandırıldınız buna. Peygamberimizin dediği gibi cahiliye adeti olan ırkçılığı devam ettireceksiniz. Müslümanlık diye bir derdiniz yok. Yanı başınızda sizinle aynı ırktan olan Filistinliler var, yüzyıldır esir hayatı yaşıyor. Bize hömereceğine git İsrail’in ağzının payını ver. Yüz yıl öncesini karıştırma! Şayet karıştırırsanız sizin ihanetiniz çıkar ortaya. Bizim utanacak bir geçmişimiz yok. En iyisi edebini takın, geçmişi karıştırma. Zira biz geçmişi çöpe attık, arşive kaldırdık. Geçmişi karıştıran kedi ve köpektir. Sen bugüne dair bir şey söyle. Gayri Allah’tan korkmuyorsunuz, bari kuldan utanın! 21/12/2017 Ramazan YÜCE



* 23/12/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




20 Aralık 2017 Çarşamba

Kudüs Turları *

Bugünlerde Kudüs’e tur ve geziler revaçta. Çoğu bir yolunu bulup gidiyor Kudüs'e. Sanırım turlar vasıtasıyla gidiyor gitmek isteyen. 

ABD'nin tek taraflı olarak 'Kudüs'ü İsrail'in başkenti' ilan etmesiyle birlikte  bu karar başta ülkemizde olmak üzere birçok ülkede telin edildi. 

Olayın sıcaklığı ve tartışması devam ederken sosyal medyada Kudüs'e gitme teşviki yapılmaya başlandı. Hatta bazı kişiler; vakıf, dernek, kaymakamlık, belediye, müftülük ve STK'ları göreve çağırmaya başladı bile.

Kudüs'e gezi isteyenlerin bazısının iyi niyet ve samimiyetlerinden şüphem yok. Zira kim gitmek istemez böylesi mukaddes bir beldeye. Çünkü kültürel, tarihi ve dinen bizim için kutsal yerlerden biridir. Hem İsra mucizesinin gerçekleştirildiği, hem geçici bir süre de olsa kıblemiz olan Haremi Şerif orada. Üstelik ibadet niyetiyle gidilmesinde sakınca olmayan üç mescitten biri olan Mescidi Aksa oradadır. Fakat âcizane sıcak karşılamıyorum bu öneri ve teşvikleri. Niçin mi?

Malumunuz Kudüs ve Filistin toprakları işgal altında. Kudüs'te Müslümanların ve Filistinlilerin zerre inisiyatifi yok. Kudüs'e yapılan her ziyaret ve tur, İsrail turizmine bir katkıdır diye düşünüyorum. Bırakılan para Filistinlilere kalsa eyvallah hep beraber gidelim, başta ben yazılırım bu tür organizasyona derim.

Gidip-gelenlerden edindiğim intibaya göre ziyaretler, İsrail askerleri nezaretinde yapılmaktadır. Belki de bir Filistinli ile bile görüştürmezler. Ziyaret edilmesi gereken birçok yere de izin vermeyebilirler. 

Durum benim taşıdığım endişe şeklinde ise, Filistinlilere hiçbir katkımız olmayacaksa ve bu tür ziyaretler İsrail'in ekonomisine katkı sağlayacaksa Kudüs'e gitmeyi teşvik etmekten ziyade gitmemeyi teşvik etmek lazım diye düşünüyorum.

İçimiz kan ağlasa da beklemek, özlemimizi resimlerine bakarak gidermek gerekir şimdilik diyorum. Ayrıca menfaatine olmasa İsrail devleti, güvenliği gerekçe göstererek oraya bir kişiyi dahi kabul etmez. İşgal ettiği Filistin topraklarında yaşayan Filistinlileri bile Kudüs'e katmayan İsrail, dışarıdan gelen kişileri niçin kabul eder?

Kudüs’e gitmeyi savunanlar, ‘Oraya sık sık gidip gelmek, kalabalık gitmek, İsrail’i korkutur’ demektedir. Bence bırakın korku vermeyi; turist geldi, turizm canlandı diye zil takıp oynar İsrail.

Kudüs ziyaret edilmesin görüşüme katılır veya katılmazsınız. Gidene de niçin gidiyorsun demem. Zira tercih meselesidir. Yine de görüşümün değerlendirilmesinde ve tartışılmasında  fayda var diye düşünüyorum.  20.12.2017 Ramazan YÜCE



* 27/12/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

19 Aralık 2017 Salı

Öğrenci Andı

Aileme her şeyi aldıracağıma,

Öğretmenin verdiği ödevleri yapmayacağıma,

Derse öğretmenden sonra geleceğime,

Denemelerde arkadaşlarıma kağıt atacağıma,

Dersi dinlemeyeceğime,

Dersi kaynatacağıma,

Okulun ve sınıfın altını, üstüne getireceğime,

Beni uyaran öğretmeni aileme söyleyeceğime,

Dersten başarılı olamayınca öğretmen iyi anlatmıyor diyeceğime, takviye derse ihtiyacım olduğunu söyleyeceğime,

Öğretmen bir tokat atarsa ailemi okula yığacağıma veya babamın av tüfeğiyle onu öldüreceğime; mahkemede hakimin, “Pişman mısın” sorusuna ‘Değilim, bugün olsa aynısını yine yaparım’ diyeceğime,

Günümü gün edeceğime,

Başkasına hayatı zindan edeceğime…

Söz veriyorum. 19/12/2017 Ramazan YÜCE