16 Aralık 2017 Cumartesi

Bir Neslin Cinneti *

İzmir'in Ödemiş ilçesinde Çok Programlı Lise adı verilen bir lisenin müdürü, okuldan uzaklaştırma cezası alan iki öğrencisi tarafından pompalı tüfekle öldürüldü.

Ödemiş'te görev yapan okul arkadaşımın sosyal medyadaki paylaşımından anladığıma göre bu öğrenciler "Her gün elindeki silahla poz veriyor ve öğretmenine parmak işaretiyle görürsün sen..." diye tehditler savuruyormuş. Anlayacağımız bu feci ölüm göstere göstere gelmiş. Üstelik bu işi, okul dışında müdür okula giderken, gelirken tenha bir yerde yapalım bile düşünmemişler. Okula, müdür odasına ellerinde silahla geldiklerine göre bu işi planlayarak yapmışlar ve karakola giderek teslim olmuşlar.

Olayın iç yüzünü bilmiyoruz. Haberlerde detaya yer verilmemiş. Çünkü olay tazeliğini koruyor. Olan bir eğitimci daha öldü. Bu son olur mu? Sanmıyorum perşembenin gelişi, çarşambadan belli. Gelmekte olan büyük tehlikenin öncü kuvvetleri bunlar. Lokal bir olay hiç değil. Belirli periyotlarla Türkiye’nin değişik okullarında bu tür olaylara maalesef daha sık rastlamaya başladık. Daha haziran ayında devamsızlığını silmediği için Adana’da öğrencisi tarafından okulun müdür yardımcısı bıçaklanmıştı. Okumaya geçen öğrencisine makas attığı için 24 Kasım Öğretmenler Gününde çocuğun babası, yanına aldığı dört kişiyle birlikte öğretmene hanımının gözü önünde bir araba sopa atmıştı. Boyun kemiği kırılan öğretmen yoğun bakımdaydı. Akıbetini bilmiyoruz.

Gelmekte olan bu gençlik ‘Z’ neslidir. Bilgisayarın, tabletin, cep telefonunun ustası ve hastasıdır. Hayatlarında sokak yoktur, arkadaş edinme yoktur. Oyunları bile dijital. Fakiri de aynı, zengini de. Yoktan anlamaz. Bu nesil ne bizim neslimiz, ne de bizden sonraki yetişen nesil. Farklı mı farklı, özel mi özel. Öz güveni tavan yapmış, hızını alamayıp densizliğe doğru gidiyor. Ne durdan anlar, ne de duraktan. İstediği her şey olacaktır. El bebek, gül bebek   büyütülen, hazır yiyici bir nesildir. Aşırı korumacıdır bu neslin anne ve babası. Arkalarında da bunları koruyan en büyük destekçisi devlettir, onun koyduğu kanunlarıdır. Empatiyi kendisine bekleyen ama karşı tarafın da empatiye ihtiyacı olduğunu düşünmeyen bir nesildir bu ve bunları yetiştirenler. Kendisine ve çocuğuna şiddeti reva görmeyen, ama sorununu şiddetle çözmeye kalkan bir ordu var karşımızda. Bunların en büyük destekçisi, okullarda olan en ufak bir olayı, küçücük bir şiddeti deve yapan koskoca bir anne-baba, basın ve medyadır. Öğrenci ne yaparsa yapsın daima haklıdır, öğretmen ve idareci daima suçludur bilinçaltının bir sonucunu yaşıyoruz elan. Bir bakarsın; bir kediye, bir köpeğe merhameti tavan yapmış yufka yürekli bir nesil, öbür taraftan öğretmenini gözünü kırpmadan öldüren gaddar bir nesil. Taşıdıkları taban tabana zıt iki bünye, iki kalp. Bu nesli yetiştirmeye ne devletin, ne anne babanın, ne de öğretmenlerin gücü yeter. Çocuk yetiştirmedeki tüm bildiğimiz ezberleri bırakıp farklı yol, yöntem ve metotlar bulmalıyız hepimiz.

Niyetim suçlu ve sorumlu aranmak değil. Ama ortada bir suçlar zinciri var. Arkası da gelecek. Bu, daha iyi günlerimiz. Biz ne yaptık, ne ettik diye hiç dövünmeyelim. Gelin hep beraber birbirimizi suçlamadan bu gelmekte olan tehlikeden nasıl kurtuluruz; çocuklarımızı nasıl geleceğe, hayata hazırlayabiliriz, bunun üzerine kafa yoralım.

Bu nesle sorumluluk verelim, sevdiği işi yaptıralım nefret ettirmeden. Herkesi okutacağız sevdasından vazgeçelim. Zira zorla güzellik olmaz. Okumak istemeyene, okumamak için direnene illaki okuyacaksın, diploma sahibi olacaksın diye dayatmayalım. Çoluk-çocuğumuzu koruyalım ama sınırını koyalım, aşırı korumacılıktan kaçınalım. Okullarda sıkı bir eleme yapalım. Lise okumayı zorunluluktan çıkaralım. Eğer tedbir almazsak yakın zamanda tüm anne-babalar, devlet, eğitimciler, basın vb hep beraber kına yakarız bu yetiştirdiğimiz nesilden dolayı. 16/12/2017 Ramazan YÜCE

* 18/12/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


15 Aralık 2017 Cuma

Kadınlar da Cuma Namazına Gitseler Ne Olur!

Derse girdigim, namaza gittiğim zamanlar telefonumu sessize alırım genelde. Hele cemaatle namaz için camiye girdiğimde hep sessize alırım. Ne zaman ki unutur, ya da bu saatte kim arayacak diyerek ihmal ettiğim telefonumu sessize alma işi beni hiç yanıltmadı. Tam namaza durduğumda 'Ya bir arayan olursa' diye içime damar dammaz mutlaka biri arar.

Sabah 07.30'dan itibaren girdiğim dersim cuma namazı öncesi bitti. Bu zaman diliminde ne arayan oldu, ne de soran. Her teneffüste arayan soran var mı diye telefonuma bir göz attım. Rutin cuma mesajları geliyordu sadece. Hem de resim formatında olanı.

Dersten sonra abdestimi alıp camiye girdim. Telefon Ramazan! Yok ya, kim arayacak cuma vakti dedim kendi kendime. Yeter ki aklıma gelsin. Namaz kılarken çalmaya başladı. Ne yapacaktım şimdi? İmam bir taraftan okudu, benim telefon bir taraftan çaldı. Bereket kısa bir çalmadan sonra kesildi. Hele şükür! Arayan insafa geldi, çaldırmayı bıraktı dedim. Namaza devam ettim. Ama kimdi bu münasebetsiz  saatte arayan? Ver namaza kendini verebilirsen. İmam okudu, ben düşündüm. Beni aramazdı kimse. Hele cuma vakti. Acaba bir ölüm kalım mı vardı? Yoksa GSM operatörlerinin bir densizliği mi veya pazarlama firmalarının işgüzarlığı mı derken namaz bitti. Ne olur ne olmaz, az sonra bir daha aranırım derken telefonuma sarıldım. Sessize alırken merakımı da giderdim. Kayıtlı olmayan bir numaraydı. Arayan ne 444'li idi, ne de 850 ile başlayan. 

Bu arada tamamen dikkatimi dağıtan bu telefona vermedim kendimi. Zira imam gıybetten bahsetmişti hutbede. Namazda da Hucurat Süresinde geçen 'gıybet' ayetini okudu. İkinci rekatta ne okumuştu? Şimdi de onu düşünüyorum.

Son sünneti kıldıktan sonra namazdan çıktım. Çıkardım telefonu cebimden. Kimin nesiymiş, önemli bir durum mu var diyerek aradım beni arayanı. Bir bayan sesiydi telefondaki ses. "Okulu arayacak iken yanlışlıkla beni arayan" bir veliymiş. Ne cuma vakti zamansız aradım dedi, ne de derdini anlattı, kusura bakma dedi, o kadar. Demek ki benim telefonumu aradıktan sonra cevap veremeyince ardından okulu aramış.

Konuşmasından günlerden cuma, vaktin de cuma vakti olduğundan bile habersizdi veli. Çünkü bayandı. Cumaya yazılık yapma ve cumaya gitme diye bir sorumluluğu yoktu. Nasılsa cuma erkeklere farzdı. Kılsın da nasıl kılarsa kılsın.

Bayanlardan cuma vakti telefon gelmesinin önüne geçmenin yolu, onları da cumaya çekmek. Zaten hemen hemen her kulvarda varlar. Girmedikleri tek yer, cuma ve bayram namazları kaldı. Buraya da gelmeye başlarlarsa halka hem tamamlanmış, hem de cuma vakti telefon açmaya vakitleri kalmamış olur. Yok bayanlar cumaya da gelirlerse yer sorunu ortaya çıkar, eski köye yeni adet getirip başımıza iş açma denirse, en azından cuma vakti telefon açma ve telefonla oynama yasağı getirilsin onlara.

Mübarek! Haydi cumaya gitmedin, erkekler gidiyor biliyorsun. En azından telefona sarılırken vakit, erkeklerin cuma vakti desen, az sonra arayayım desen ne olur! Haydi yurtdışından veya il dışından arayan biri olsan, saat farkı var; vaktin cuma zamanı olduğunu bilmiyor diyeceğim. Güpegündüz Konya'dan arıyorsun be kardeşim! Haydi günün cuma, vaktin de cuma vakti olduğunu hatırlayamadın, birbiri arkasına verilen selaları da mı duyup ayıkmadın. 

Bari bir iyilik yap bana. Namaz kıldığım camiye git, imamı bul. Ona, 'Hocam bugün cuma namazının ikinci rekatında ne okudun?' de. Öğrendikten sonra yine bana telefon açıp söylesen... Bu iyiliği bekliyorum senden. 

Senin bu yaptığın kulağıma küpe olsun. Bir daha mı? Telefonumu kapatmadan girmem camiye. 

Sahi, benim namaz oldu mu şimdi? Oldu derseniz hayır duamı alırsınız. Yok olmadı derseniz, be kadın gördün mü yaptığını?Mübarekler, bana bir şey söyleyeceğinize bu kadına da bir şey söyleseniz olmaz mı?15.12.2017 Ramazan Yüce


14 Aralık 2017 Perşembe

Müslümanların Başat Sorunu

Müslümanların bugünkü içler acısı durumunun baş sorumlusu halkı Müslüman ülke liderleridir. İslam’ın ve Müslümanların önündeki en büyük engel bu liderlerdir. Topu taca atarak sağdan soldan sorumlu veya düşman aramaya gerek yok.

Dünyaya dizayn veren, dünyayı sömüren ileri ülkeler, İslam dünyasının güçlü olmasını, birleşmesini, bir araya gelmesini istemez. Zaten bu yüzden bölüp parçalamışlar bizi. Bunda herkes hemfikirdir. Parçaladıkları her bir toprak parçasının başına menfaatlerini devam ettirecek bizden görünen liderlere emanet etmişlerdir. Zira kendileri yönetmeye devam etse hem tepki çeker, hem de maliyetlidir.

Durum bu iken bizler çoğu zaman Batı ülkelerine, ABD’ye ve İsrail’e kızar köpürürüz. Kızalım kızmasına. Çünkü bizi bize bırakmayanlar bunlardır. Ama bunlardan daha fazla kendi liderlerimize kızmamız gerekir diye düşünüyorum. Çünkü bize düşman olanlar bizi zayıf düşürmek, bölmek, daha kolay yönetmek için her yolu deneyecektir. Bu aşamada içimizden lider seçilmiş veya seçtirilmiş olanlar ne yapıyor? Güçlenmemizi istemeyenlerin ekmeğine yağ sürüyor. Halkı ya baskı altında tutarak ya da ikna etmek için varlar orada. Onların misyonu bu. Zaten bağımsız değiller, kendi başlarına karar veremezler, vermek isteseler de buna izin vermezler. Koltukta oturmaları ABD’nin ve Batı’nın bir dediklerini iki etmemeden geçtiğini çok iyi biliyorlar.

O zaman sorun içimizde. Bizden görünen bizim yöneticilerde. Ne yapıp ne edip kendi koltuğu için değil; İslam’ı, Müslümanları dert edinen milli insanları başımıza geçirmeden geçiyor bunun yolu. Başımızdakilerden ne şekilde kurtulmamız gerekiyorsa işe oradan başlamamamız gerekiyor. Yoksa oturduğumuz yerden durmadan dış güçlere kızmaya, öfkelenmeye devam ederiz. Bunun da sorunun çözümüne katkısı olacağını düşünmüyorum. Bağımsız olmamızın, özgür olmamızın, ayaklarımız üzerinde durmamızın yolu budur. Ancak bundan sonra şahsiyetli bir dış politika izlenir. Bu da ayakları yere basan ve Müslüman camiasını memnun eden bir yol olur. İşte bu, İslam’ın ve Müslümanların şahlanışı demektir. İşte o zaman içimize çomak sokanlar korksun. Çünkü koltuk sahipleriyle halk aynı idealde buluşacak, bütünleşecektir. Biz, bir ve beraber olursak dış güçler asla bize zarar veremezler. 14/12/2017 Ramazan YÜCE







13 Aralık 2017 Çarşamba

Okul ve Yemek

Hiçbir kurumda, kuruluşta, işletmede, insan topluluğunun olduğu yerde okullarda olduğu gibi yemek işleri sorun olmaz. Okul dışında hemen hemen her yerde yemek meselesi bir düzene girmiştir. Okullarda yemek yeme işleri evlere şenlik dense yeridir. Öğrenci, öğretmen ve personel bu durumdan nasibini alır. 

Yemek dedimse okullarda yemek bulmak mümkün değil, atıştırmalık dense yeridir. Yani baştan savma. Kantindir karın doyurdukları yer. Kimi simitle, kimi tostla, kimi dürümle, kimi bisküvi ile öğün geçirir. Başka da bir seçenekleri yok zaten. Buna eğer karın doyurma denirse. Her gün aynı şeyi yiye yiye bir müddet sonra yediğinden nefret eder veya bıkkınlık vermeye başlıyor.

Haydi aynı tür nevaleyi günlük yemeye alıştılar, elleri mahkum diyelim. Bu nevale, 10 dakikalık teneffüste yenmesi gerekiyor. Kimi ayakta, kimi yürüyerek, kimi ders esnasında hızlı bir şekilde doğru-dürüst çiğnemeden yutması gerekiyor.

Öğrenci ve öğretmen bu şekilde karnını doyururken simit vb. şeylerle yeme ihtiyacını odasında geçiren yöneticiler ise bir müddet sonra bu tür nevaleden bıkıp usanınca kendi aralarında organize olarak okulda yemek yapmaya başlıyor. Menüde değişik yemekler yenmeye ve mideler bayram etmeye başlıyor.

Doğru-yanlış bazı okullarda yöneticiler bu şekil yemek yeme yolunu seçiyor. Zira yapacak başka seçenekleri de kalmıyor. Çünkü okul idarecilerinin öğle arası diye bir mesaileri yoktur. Öğrencisi, velisi, öğretmeni, misafiri sabahtan akşama kapılarını aşındırır. Çözüm çözümdür. Eleştirecek değiliz. Yalnız bu tür sıcak yemeklerin kokusu tüm binayı, sınıfları kaplıyor. Çünkü binalar betonarme. Hele bir de burun iyi koku alıyorsa ne tür yemeğin piştiğini bile biliyor bazıları.

Koku alırsa alsın, ocakta pişen yemeği bilirse bilsin, ne yapalım diyebilirsiniz? Olaya bir de başka açıdan bakalım. Bizim toplumumuzda hak geçme, göz hakkı denen bir şey var. Evinde beğenmediği yemeği bir başka yerde yiyesi gelir. Çünkü canı çeker öğrencinin. Ne de olsa küçük çocuk bunlar. Ne zaman canının çekeceği belli olmaz, hele bir de aç iken buram buram tüter, pişen yemek.

Müdürlüğe ilk başladığım yıllarda çalıştığım okulda öğretmenler, öğle arasında her türlü yemeği pişiyordu. Öğle aradı evine gidemeyen veya imkanı yerinde olmayan öğrencilerden gelen şikayet üzerine arkadaşlardan, ocakta yemek yapmamalarını, bunun yerine zeytin, peynir türü yiyeceklerle geçiştirmelerini istemiştim. Adım, yemeği yasaklayan müdüre çıkarıldı öğretmenler tarafından.

Başkasının canını çeken, rahatsızlık veren bu tür durumlarda en iyisi pişirilmemiş yemekleri veya kahvaltılık türü şeyleri seçmekte fayda vardır. Benden söylemesi. 13.12.2017 Ramazan Yüce


"Osurup Geleceğim"

Ders esnasında çok özel bir durum olmazsa tuvalet ve lavabo ihtiyacı için dışarıya çıkmak isteyenlere izin vermem. Bizim koyduğumuz yasak, ÖSYM'nin koyduğu dediğim dedik türü yasaklarından değil. Esnek bir yasak bizimki.

Koyduğum yasağa rağmen zaman zaman inisiyatif kullanıp "Lavaboya gidebilir miyim, tuvalete gidebilir miyim" diyenlere izin veririm. 

Değişik izin isteme türlerini görmüşsem de bugün farklı bir izin isteme gördüm. Öğrenci yanıma geldi, "Dışarıyı dolaşıp gelebilir miyim" dedi. Niçin dedim. 'Bir osurup geleceğim' dedi. Böyle bir gerekçeyi görünce böylesi için izin istendiğine ilk defa şahit oluyorum. Güler misin, ağlar mısın misali. 

Orijinal ve doğal bir mazeret. Sonra anlıktır yellenmek, esnemek gibi. Beklemeye gelmez. Bu şekil bir dışarıya çıkma isteğini garipsesem de izin verdim öğrenciye. 

Gitmesiyle gelmesi bir oldu öğrencinin. Anlaşılan lavaboya da gitmemiş, koridora çıkınca salmış, ardından geldi.

Siz böylesi izin isteyen öğrenciyle karşılaştınız mı? Sanmam, bana denk gelir böyleleri. İyiki izin verdim. Vermesem sınıfı kokutacaktı. Belki de üzerine bırakacaktı. Ya bir de sesliyse. İşte o zaman gör durumu. Gülmeye başlardı öğrenciler. Hatta çocuğa 'Osuruk M...' lakabı bile takılırdı.

Yeni nesil böyle. Ne zaman, ne isteyeceği, ne mazeretler yumurtlayacağı belli olmaz. Yaşarsak daha ne gün görmedik sözler duyacağız bu nesilden. Bekleyip göreceğiz. 

Böyle bir izin istemenin adı şeffaflık mı, öz güven mi, yoksa hadsizlik mi? Takdir sizin... 13.12.2017


12 Aralık 2017 Salı

Yaka Otobüsleri Beni Hiç Yanıltmadı

Bu ülkede çoğu zaman günübirlik yaşarız. Çoğu işimizde bir istikrar yoktur. Ama hakkını yemeyelim bazı alanlarda tam bir istikrar ve süreklilik vardır. Siyasi liderler pek değişmez, STK'ların başında olanlar, cemaat ve tarikat liderleri de değişmez. Değişmeyen bir şeyimiz daha vardır. Yaka otobüslerinin durumu.

Yaka otobüs seferleri istikrar abidesi desem abartmış olmam. Çünkü yıllardır istikrarını hiç bozmadı. Otobüs modelleri değişti, renkler değişti, eskiler gitti, yenileri geldi ama çizgisi hiç değişmedi.

Değişmez, değiştirmezler. Çünkü ilgili koltuk sahipleri de değişmiyor.

Ortalama her onbeş dakikada bir otobüs seferi vardır bu otobüslerin. Gündüz saatlerinde rutin seferler yapılırken  akşama yakın saatlerde saatine göre beklenen otobüsler gelmez, mutlaka gecikir. Yaka yolcuları iyice yığılır duraklara. Duraklarda bekleşenler nihayet gelen otobüsü hınca hınç doldurur. Kaptan güç-bela hareket eder. Yolda inmek isteyenleri ön ve arka kapılardan indirir. İnen yolcu hemen arkasına yanaşan bir otobüs daha olduğunu görür. İçerisinde birkaç yolcu olur. Yol boyunca biri önde diğeri arkada son durağa kadar gider.

Umarım meramımı anlatabilmişimdir. Anlatmak istediğim akşam saatlerinde hiçbir sefer kolay kolay gelmez. Bazı zamanlar yarım saat beklenir. Otobüs gelmez, geldi mi arka arkasına gelir, ya da biri dolar, diğerleri peşinden tay gibi öncekini takip eder. Belediye Ulaşım Dairesine bu durumu ilettiğiniz zaman size, "Şoförlerimiz daha dikkatli olacaktır" cevabı veriliyor. Kaç yıllar geçti, eski hamam eski tas. Hâlâ bir düzelme yok. Düzeleceğe de benzemiyor. Çünkü yetkililer niçin böyle oluyor, bunun için ne yapabiliriz sorularına kafa yoracaklarına suçu şoförlere atıyor. Gördüğüm kadarıyla suç şoförlerde değil. Akşam saatlerinde seferine zamanında çıkan şoför, yolcu fazlalığından zamanında gideceği yere gidemiyor. Bundan dolayı doğal olarak zamanında gelemiyor. Sanırım her gün birbirinin aynısı olan bu durumu ne şoförler amirlerine bildiriyor, ne de amirler hangi durakta kaç yolcu biniyor, hangi seferin otobüsüne toplam kaç kişi bindi incelemesi yapıyor. Hepsi istatistiklere girdiğiyle kalıyor. Hangi güzergahta ne sıkıntı var? Farklı güzergâhların farklı seferlerine binerek bir yolculuk yapmayı da düşünmüyor yetkililer. Hepsinin altında kendilerine tahsis edilmiş makam veya hizmet aracı var, ya da kendi özel otolarıyla gidip geliyorlar işlerine.

Hal böyle olunca 02 numaralı Yaka Otobüsleri akşam saatlerindeki yoğun yolcu taşımacılığını, zamanında gelmeyen otobüsleriyle taşımaya devam edecekler görünüyor. Otobüs geciktikçe duraklar bekleşen yolcularla dolup taşacak, gecikmeli gelen otobüs, hınca hınç yolcu dolduracak; hemen ardından yanaşan otobüs, bomboş bir şekilde ardından onu takip edecek. Yolcular bu duruma kızıp garipse de, kızıp hamurdansa da Yaka otobüslerinin serencamı devam edecek. Şehrin değişmez istikrarı olacaktır. Ne diyelim, sorumlularımız daha çok yaşasın. Birgün onları da akşam saatlerinde çarşıdan Meram'a yolculuk yapmak için beklerken görürüz. 12.12.2017 Ramazan Yüce

Yollardaki Setler

Önce dümdüz yol yapmak, ardından hızın önüne geçmek için setler yapmak herhalde bizim ülkemize mahsus bir icattır. Genelde ara sokaklara konmakla beraber bazı işlek yollarda da görmek mümkün bu setlerden. Hem de aynı cadde üzerinde birden fazlası var bunlardan.

Setler olsun olmaya. Zira bizim ülkemizde kural tanımamazlık var. Aynı zamanda bu hız tutkusu ölümlü kazalara da sebebiyet vermektedir. Bazı kazalara da kazaları önlesin, hız kesilsin diye yapılan setler sebep olmaktadır. Belediye tarafından 'Set var' uyarısı olsa da set levhalarının çoğu ya ağacın dal ve yaprakları tarafından örtülmüş, ya da halk tabiriyle zula bir yere konmuş olduğu için sürücü tarafından görünmemektedir. Veya sürücünün dikkatinden kaçabilmektedir. Üstelik setlerin herhangi bir standardı da yoktur. Set yapmaya gelen yetkilinin insafına, bilgisine ve görgüsüne kalmıştır. Bazı setler vardır, araba geçmesin diye yapılmış sanki.

Her ne sebeple olursa olsun görmeden girilen setler beraberinde  kaza riskini barındırmaktadır. Kaza olmasa da arabayı iyi bir hoplatıp aksamına zarar veriyor. İçinde oturanların içini, dışına çıkarıyor. Ne oluyor dedirtiyor insana? Korku da işin bonusu.

Hızı düşürmek amacıyla yapılan bu setlerin dışında başka bir yol yok mu? Setlerin yerine cadde ve geniş yollara mobesalar döşense daha iyi olur diye düşünüyorum. Kameraya alındığını bilen sürücü belirlenen hız sınırına uyar. Uymayan olursa sürekli kameraya alınan araç sahipleri cezasını çeker. Bu yöntem pahalı denebilir. Bir defaya mahsus yapılacak masraf hız sınırına uymayan sürücüleri daha dikkatli seyretmeye sevkedecektir. İstanbul yolunda TEDES adı altında yürürlükte olan hız sınırı denetimi, sürücüleri daha dikkatli olmaya itmiştir. Cadde ve caddeye benzer sokakların mobesa ile denetimi sonucunda hız sınırına riayeti beraberinde getireceği gibi hırsızlık, kapkaç, adam yaralama ve taciz gibi adi suçların önlenmesine katkıda bulunacaktır. Bu yöntem suçluların daha çabuk bulunmasına da katkıda bulunacaktır. 12.12.2017 Ramazan Yüce