2 Kasım 2017 Perşembe

Kendisini Dünyanın Merkezine Alan Tipler!

Hayatımızın vazgeçilmezlerindendir fıkralar. Hazır cevabın en güzel örneklerini görmek mümkün fıkralarımızda. İçinde zeka kokusu vardır. Kimsenin düşünemediği cevapları barındırır. Güldürürken düşündürür. Kıvamında anlatıldığında 'cuk' oturur. Dinleyen herkese kıssadan hisse verir.

Şimdi size -fıkra gibi- yaşanmış bir olaydan bahsedeceğim. Ardından da içimizde yaşayan dediğim dedikçiler için birkaç kelam etmek isterim. Güneysınır yöresinde yaşanmış bir olaydır. İsmi Hasan Hüseyin olsa gerek, Camgöz Hasan Hüseyin Lakaplı yaşlı  amcanın hindisini bir kamyoncu çiğner. Kamyoncu birçok kamyoncu gibi değildir. Hemen aracından iner, hindi can çekişirken murdar olmadan boynunu keser. Hindinin sahibini sorar, soruşturur. Sahibinin Camgöz Amca olduğunu tespit eder. Anlaşmak için amcayı yanına çağırır.
"Amca! Oldu bir kere, senin hindiyi çiğnedim, parasını vereyim," der. Amca:
"Olmaz" cevabı verir. Kamyoncu,
"Yeni bir hindi alayım sana" der. Amca yine,
"Cık olmaz" der. Kamyoncu,
"İyi amca, parasını kabul etmiyorsun. Yenisini alayım diyorum, onu da kabul etmiyorsun. Ne yapacağız ya?" der. Amca,
"Ben hindimi isterim" diye tutturur. Kamyoncu,
"Amca, biliyorsun hindi öldü, gerisin geriye gelmez. Şu inadı bırak da dediğimi kabul et, ben de yoluma gideyim," der. Camgöz amca,
"Ben onu, bunu bilmem; ne paranı, ne de yenisini kabul ederim. Benim hindinin boynunu ulayacaksın, hindi dirilecek, ben camiye giderken ardımdan gulu, gulu diye ötecek" demiş.

Fıkralara taş çıkartan ve inadın en güzel örneği bir olay diye düşünüyorum. Olayın bu kadarını biliyorum. Kamyoncu ile Camgöz amca anlaştı mı, nasıl bir yol buldular bilmiyorum. Zaten gerisi de önemli değil. Camgöz amcaya Allah rahmet eylesin, mekanı Cennet olsun. Fakat günümüzde Camgöz amcaya rahmet okutacak "dediğim dedik, astığım astık, benim sözüm doğru, en iyisini ben düşünürüm, mutlaka benim dediğim olacak..." kişiler vardır. Asla konuşamaz, kazara konuşmayı denesen de bir orta yol bulmazsın. Böyleleri dünyanın merkezine kendisini alır, dünyanın ve çevresindekilerin kendi etrafında dönmesi gerektiğine inanır. Mutlaka bu tiplerin dediği olacak. Acaba karşı tarafın söylediklerinde haklılık payı olabilir mi diye asla düşünmezler. Çünkü başka düşüncelerin doğru olmasına düşmandır. Fazla da düşünmezler, empati yapmazlar, yaptıkları empati tek taraflıdır. Sadece kendisine yontar. Bu; alınma hakkına sahip, başkasına söz söyleme yetkisine sahiptir. Ömrü başkasını eleştirmekle geçer. Kendisine hayatta yaptığın hiç hata var mı desen, tevazusundan vardır dese de örnek veremez. Kendisine karşı yapılan hata ve yanlışa asla tahammülleri yoktur. Ne zaman, neye alınacağını, neden hoşlandığını sen kestireceksin. Tabii kolay değil, kişinin kendisini dünyanın merkezinde görmesi.

Memnun edebilir misin böylelerini? Ne mümkün... Dünyayı altına sunsan, sırtında taşısan Nuh der, peygamber demez. Çünkü bu tipler yeniliğe, yeniye, farklı bakış açısına kapalıdır. Geçmişte yaşamaya devam eder. Rumi'nin dediği gibi "Dün dünde kaldı cancağızım, bugün artık yeni şeyler söylemek lazım" demez. Geçmişi bir tarafa bırakmadığı, zihninde taşıdığı müddetçe hem kendine yazık eder, hem de etrafında iletişim halinde olduğu kişilere. Kendi hatasını söylesen asla kabul etmez, ardı arkasına mazeret, gerekçe ve bahane üretir. İyi bir niyet okuyucusudur aynı zamanda.

İnsanları olduğu gibi kabul etmek isterim ama insanlar tek başına kaldıkları zaman acaba bende de hata var mı diye sorgulamasını isterim. Kendisine ışık vermeyen bu tipler etrafına da ışık vermezler/veremezler. Unutmayalım ki öz eleştiri yapmak Ademi bir yöntemdir, saldırmak, kırmak, dökmek, savunmak, gerekçe üretmek, bahane üretmek ise şeytani bir yoldur. Allah bilerek veya bilmeyerek şeytanın adımlarını takip ettirmesin. Atamız Adem’in yolunu seçmek en güzeli bence.

Allah kendisini sorgulayan iyilerle karşılaştırsın. Hep geçmişte yaşayan bu tiplere de yardım etsin. Ramazan YÜCE 02/11/2017


2.740,61 TL veya Para Biriktirmenin Yolu

Bazı insanlar “Para yetmiyor, ihtiyaçlarımı karşılayamıyorum, maaşım kıtı kıtına yetiyor, tasarruf yapamıyorum, elimde ne varsa harcayıveriyorum gibi dertlenir  durur. Böyle kişilere yol gösterebilirim. Zira burada tecrübe konuşuyor, haberiniz olsun. Yolumu takip ederseniz paranız yettiği gibi tasarruf da yapabileceksiniz. Tek yapabileceğiniz beni takip etmektir. 15 ay gibi bir zaman zarfınca 1740,61 TL para biriktirdim. Nasıl mı?

Diyelim ki uzamayan ve kısalmayan bir maaşınız var. Yani bordro mahkumusunuz. Aylık hesabınıza ne yattıysa harcayabilirsiniz. Bunun için ne yapıp ne edip maaşınızın yanlış hesaplanmasını, yani maaşınızdan bazı kalemlerin hesaplanmamasını sağlayacaksınız. Az veya çok maaşınızdan bazı kalemleriniz hesaplanmayınca ister istemez maaşınızı da düşük alacaksınız. Aldığınız maaşa göre harcama yaptınız, hesabınızda kuruş kalmadı her ay. Nice sonra maaşınızdaki hesaplanmayan kalemlerin hesabını yaptırıp bağlı bulunduğunuz saymanlığın ödeme yapmasını sağladığınızda elinize birikmiş bir yekûn para geçecektir. Al sana birikmiş para işte! Parayı toplu alınca hesabınıza fazladan para gelmiş gibi hissedersiniz kendinizi. Bir sevinç, bir sevinç! Deme gitsin. Hani birikmiyor diyordun. Gördün değil mi tasarrufu ve para biriktirmeyi? Sanırım tam iyi anlaşılamadı. O zaman ben 1740,61 TL’yi nasıl biriktirdiğimi anlatayım.

22/07/2016 tarihinde müdürlük yaptığım bir okuldan bir başka okula öğretmen olarak nakil gittim. 2017’nin Kasım ayına kadar yeni okulumdan maaş aldım. Aldığım maaştan ne kadar paraya ihtiyacım varsa çekip harcadım. Ne kadar maaş aldığıma pek bakmadım. Üç aşağı, beş yukarı aldığım maaşımı bilirim o kadar. Bir akşam arkadaşlarla beraber otururken özel sektörde çalışan bir arkadaşa içimizden biri “eline 4 bin lira geçiyor mu” diye sordu. Arkadaş da geçtiğini söyledi. Akşam evlerimize gitmek üzere ev sahibiyle vedalaşıp ayrıldık. Yolda özel sektör bir de para vermez derler, bakın bu arkadaş lise mezunu olmasına rağmen bizden fazla gelir elde ediyor. Biz daha 3500,00 lira  alıyoruz, dedim. Araçtaki arkadaşlar, “Biz de 3800,00 civarında alıyoruz deyince ben internet şubemden hesabıma yatan maaşıma baktım. Yanlışınız var, bakın 3527,00 lira yatmış bana dedim. Herkes -e devlet sayfasına girerek bordrosuna baktı. Diğer arkadaşların maaşları dedikleri gibiydi. Ama emsal olmamıza rağmen benimki düşüktü. Maaş işlerinden anlayan bir arkadaş benim bordroma baktı. “200 lira eksik alıyorsun ağabey,” dedi. İncelemesi sonucunda uzman öğretmenlikten kaynaklanan ek tazminatımın hesaplanmadığını söyledi. Eve geldikten sonra yeni okulumdaki tüm aylara göz attım. Hiçbir ay ek tazminatım hesaplanmamış. Yani 15 ay boyunca. Memur maaş katsayısının her altı ayda değiştiği, ek tazminatın aylara göre farklılık gösterdiği hesaba katılınca ortalama her ay 170 ila 195 arasında düşük almışım.

Okulum ile irtibat kurdum, “Hesaplanmayan ek tazminatımın hesaplanarak hesabıma yatırılması gerektiğine” dair dilekçe verdim. Eklenmesi gereken evrakı ekledim. Hazırlanan çeşitli ödemeler bordrosuna göre 2740,61 TL devletten alacağım çıktı. Bugün hesabıma baktım. Devletten alacağım toplam para hesabıma yatmış. Halihazırda hesabımda bu para duruyor. Sanki bulmuş gibi oldum. Bir sevindim bir sevindim. Şimdi içimdeki sevinçle beraber bu parayı ne yapacağım diye kara kara düşünmeye başladım. Ama sevinç, kara kara düşünmemden daha baskın.

Gördünüz para biriktirmenin yolunu. Yeter ki devletten alacağınız olsun ve siz de buna azmedin. 15 ay gecikmeli de olsa aldım ve hesabımda ve bana ait tamı tamına 2740,61 lira para var şimdi. Hani birikmiyor, artmıyor diyordunuz. Buyurun size birikmiş para. Yitik para veya bedavadan gelmiş bir para gibi geldi bana. Bunun için tek yapacağınız bir yolunu bulup maaşınızdan eksik ödeme yapılmasını sağlamak. Ama bunu siz bilmeyeceksiniz. Maaşınızı eksik alırken ayağınızı yorganınıza göre uzatacaksınız. Sonra bir bakmışsın ki eksik ödeme damlaya damlaya bir yekûn oluşturmuş. 

Ne diyelim? Sebep olanlardan Allah razı olsun. Eksik hesaplayandan, eksikliği görmeyen benden, eksik aldığımı söyleyen ve tespit edenden, bordromu hazırlayan ve evrakımı hazırlayandan...hepsinden Allah razı olsun! Bana iyi harcamalar, size de iyi biriktirmeler! Ramazan YÜCE 02/11/2017

1 Kasım 2017 Çarşamba

"Enişte buyur!"

Küçükken beni, tanımadıklarım 'Hey çocuk, lan çocuk' diye çağırırlardı. Büyüyüp genç oldum. "Hey delikanlı!" şeklinde çağırır oldular. Nadir de olsa birkaç kişi 'beyefendi' dedi. Sağıma-soluma baktım, kime diyor diye. Baktım kimse yok. Demek ki bana diyorlarmış dedim. Hoşuma da gitmedi değil hani bu hitap. 'Abi, bizim oğlan, hemşerim, hişt...' diyen de oldu. Bazısı da 'sarı, kırmızı, turuncu, havuç kafa, çilli...' dedi kaportama uygun olarak.

Göreve başladım, 'hocam' demeye başladılar. Bunlar benim hoca olduğunu nereden öğrendiler diye düşünürken bir duydum ki hocam, bir hitap şekliymiş tanımadıkları insanlar için.

Büyüyüp yaşlandım. Amca, dayı, dede, hacı abi, hacı amca...hitaplarını duymaya başladım. Kimin dağarcığında ne varsa artık. Hele dede denmesi hiç kabul edeceğim şey değildi. Bu hitap zor gelse de yaşlanmıştım. Zamanla alıştım, hatta bazen de hoşuma gitmiyor değil. Zira yer veren çıkıyor toplu taşımalarda az da olsa.

Geçen gün pazarda yeni bir hitapla daha karşılaştım. Pazarcı, 'Buyur enişte!' demez mi? Hiç duymadığım bu hitap karşısında irkilmedim değil. Bir an için kafamı kaldırıp baktım, bizim kayın birader, pazarcılığa mı başladı diye. Tanımıyorum adamı. Yoksa 29 yıldır tanımadığım bir kayınım daha mı var? Eğer bu adam kayınımsa acaba kayınpeder gizli gizli ikinci evlilik yaptı da ikinci hanımından mı bu adam' diye aklıma gelmedi değil. Madem akrabayız düşüncesiyle pazar alışverişini kayının tezgahından yaptım.

Pazardan ayrıldım ama yeni kayınımın 'enişte' diye seslenmesi kulağımda çınladı durdu. Ne demek istedi, bu hitap tarzı yeni versiyon mu diye düşünürken garip gelen bu hitap tarzı bana makul gelmeye başladı, üstelik yabancısı da değildik. Sanırım pazarcı, enişte diyerek eşin benim bacımdır demek istedi. Zira bizde tanımadığı bayanla konuşması gerekirse bir erkek, 'bacım' diye hitap eder. Ayrıca erkekler arasında bir kadının ismi geçerse 'Dünya-ahiret bacım olsun' der. Kültürümüzü, örf ve adetimizi hatırlayınca hem taşlar yerine oturdu, hem de enişte.

Gördüğünüz gibi ismimi bilmeyenler bana hitapta çok zorluk çekmediler. Akıllarına ne geldiyse, beni nasıl gördülerse öyle hitap ettiler. İsim önemli ama ismim olmasaydı da hayatta çok zorluk çekmeyecektim. Zira ismime çok ihtiyaç duyulmadı, yarım asrı devirdiğim bu süreç zarfında. İsmim dışında her hitaba alışmıştım zira.

Her türlü hitap tarzına alıştım alışmaya da yine de bayan ve erkekler için ortak bir hitap tarzı benimsesek fena olmaz hani, ya da ismimizi yazıp  yakamıza taksak, hitap edecek olan yaka kartına bakıp ismimizle hitap etse...

Allah kimseyi yazacak konu sıkıntısı çektirmesin. 01.11.2017 Ramazan YÜCE


Gelin Bu Hesabın İçinden Siz Çıkın!

21.10.2017 günü iki numaralı çocuğumun, ikizimin ilkini sade bir düğünle başgöz ettim. Tereyağından kıl çeker gibi kolay bir düğün oldu.Bu mutlu günümüze eş-dost da şahitlik yaptı.  Davetimize icabet eden, hatır bilen dostlara teşekkür ediyorum. Darısı onların başına inşallah!

 Düğün demek masraf, maliyet demektir. Çünkü yeni bir yuva kuruyorsunuz. Hele düğünde eşe-dosta ikram etmek için yemek verecekseniz mutlaka hesap-kitap yapmanız gerekiyor. Bunun için davetli listesi hazırlarken sıkı bir elemeye tabi tutarsın. Çünkü Konya'da verilen düğün yemekleri ucu açık yemeklerdir. Kimin kaç kişiyle geleceğini, davetinize icabet edip etmeyeceğini bilemezsiniz. Bu yüzden yemeğim yeter mi, yetmez mi diye dokuz doğurur düğün sahibi. Düğün yemeğinde verilen her davetiye kartı 3 ile çarpılır kaba bir hesapla.

Dostlar arasında zorunlu bir eleme yaparak 400 kart dağıttım. Yani 1200 kişilik yemek. Düğünden önce mazeretinden dolayı gelemeyeceğini ifade eden dostlarımız oldu, kimi de düğünden sonra aradı, ya da evime kadar ziyaretime gelerek hayırlı olsun dedi. Kimi ise hiç aramadı. Ne diyelim? Gelen de gelmeyen de sağ olsun!

Firmanın yüzde 10 ilavesi olmasaydı pilavımız yetmeyecekmiş. Zira düğünümüzde 1260 kişiye yemek ikram edildi, katılanlar doyasıya yedi. Kimse aç olarak geri dönmedi. Burada anlayamadığım bir husus var. Davet ettiğim kişiler içerisinden 65 kart sahibi katılmamış veya katılamamış. Yani 195 kişi demektir bu. Şayet tüm davetlilerim davetime icabet edebilseydi 20 sofraya daha ihtiyaç olacaktı. Garip olan 1200 kişiyi beklediğim yemeğe 195 kişi katılamadığı halde 1260 kişiye yemek vermemiz. Bu demektir ki düğün yemeğimize epey bir davetsiz misafir katılmış. Gelen misafirlerimi 6 sofralık ilaveyle doyurdum, herkese yetti. Benim için sevindirici olan bu. Fakat davetsiz misafirlere ne demeli? Güya biz gücümüzü aşar diyerek davet listemizi sınırlandırdık. Ama asalak ve parazitlerin böyle bir derdi ve hassasiyeti yok. Onlar için yemeğin nereden geldiği, kime ait olması önemli değil, önemli olan karınlarını doyurmak. Girişte davetlileri karşılarken zaman zaman gelip karnımızı doyurabilir miyiz diyenler oldu, 112 acilden gelip yemek yiyebilir miyiz diyenler oldu. Böylelerini soframıza buyur ettik. Kapıda dururken bana ve dünürüme selam vermeden geçenler de oldu. Dünürüme sordum, sizden mi bunlar diye. Aldığım cevap, "Tanımıyorum' oldu. Demek ki bunlar da davetsiz tiplerdendi. Düğün bittikten sonra dünürle bir durum değerlendirmesi yaptık, kadınlar arasında oturmuş bazı kadınların davetlilere ait masaya konmuş telefonu almaya çalıştıklarını duyduğunu söyledi. Demek ki hırsızlar da varmış aramızda. Tabii kambersiz düğün olur mu? Değerli davetkilerimiz arasına maalesef hırlısı da gelmiş, hırsızı da. Anlaşılan bu tipler düğün salonlarının durumunu biliyor, utanmadan kalabalığın arasına dalıyor. Yol geçen hanı gibi buralar diye düşünmeden edemiyor insan. İşin garibi sayıları da az değil, yenen yemeği ve gelmeyen misafir sayısını hesaba katınca.

Düğünden sonra hırsız ve davetsiz misafirleri duyunca aklıma bir hikaye geldi. Bunu da sizinle paylaşmak isterim. Abbasiler döneminde -sanırım- Halife Me'mun zamanında zaptiyeler bir kalabalık grubu saraya götürürken herhalde davet var diye bunların peşine biri de katılmış, karnımı iyice doyurayım düşüncesiyle. Kalabalık gide gide halifenin huzuruna çıkar. Halife grubun içerisinde sırası gelene, 'Bu ne yaptı' diye sorar. Zaptiye, 'Efendim bu adam birini öldürdü' diye cevap verir. Halife, 'Vurun kellesini' der. Gelenlerin kimi hırsızlıktan, kimi katillikten vb. dolayı buraya getirilmiş. Halife tek tek cezalarını çekmesi emrini vermiş. Gruba yolda katılana sıra gelince halife, 'Sen ne yaptın, suçun ne' diye sormuş. Adam ağlamaya başlamış. 'Efendim, benim bir suçum yok. Ben kalabalığı görünce davet var, karnımı bir güzel doyururum diye katıldım bu gruba' deyince, halife; 'Ha sen asalak birisin, senin gibi parazitin cezası 40 sopadır' diyerek adamlarına emir verir. Neye niyet, neye kısmet! Adam umduğunu değil, bulduğunu yemiş oldu neticede.

Nasıl aramazsın günümüzdeki başkasının sırtından geçinen parazitlere cezasını vermesi için halife Me'mun'u? 01.11.2017
Ramazan YÜCE




31 Ekim 2017 Salı

Ne Oldu Sana Be Kardeş!

Kendin gibi az sayıda inanmış kişiyle yola çıktın. Kimsenin küçümsemesine, ayıplamasına, hor görmesine aldırmadan yoluna devam ettin. Ekibin sana ne görev verdiyse bihakkın yerine getirmek için ibadet aşkıyla bıkıp usanmadan didindin, durdun.

Aldığın her görevde farkını gösterdin. Kapı kapı dolaştın. Çalmadık hane bırakmadın. Şurası gazino, pavyon demedin. Her nerede bir insan varsa ayağına gidip fikrini, zikrini, ideolojini ve görüşünü anlattın. Hep dobra oldun, dik durdun. Kısa zamanda gönüllerde taht kurdun. Çalışıp didinmenin sonucunda kimseye nasip olmayacak şekilde muhtarlığın dışında tüm makamları Allah sana bahşetti. Her bir makamda yeni dost ve ekipler edindin. İyice piştin.

Birileri önüne set çekip takoz olmaya çalışsa da, basamakları tek tek çıktın. Çünkü millet de  seni baş tacı yaptı. Kaç yıllardır zirveye taşıdı. Hala da açık ara öndesin. Sen de ekibinle birlikte milletin teveccühüne karşılık hizmetler verdin. Ülke bir köşeden diğer köşeye şantiye görüntüsü verdi. Millet görmediği, hayal edemediği hizmetleri gördü sayende. Ekonomik krizler geride kaldı, vatandaş ekonomik yönden rahatladı.

Ülkeye hizmet ederken mücadeleci ve dobra bir görüntü çizdin, sıra dışı bir profildi seninki. Sana ve düşüncene mesafeli olanların da desteğini aldın zamanla. Çalışıp didindikçe sevenlerinin ve sempatizanlarının sayısını artırırken düşman sayın bir o kadar arttı. Birlikte çalıştığın ekibine hep arka çıktın. Onları kurtlar sonrasına atmadın. Her dönemde vitrinini fazlasıyla yeniledin. Bu zaman zarfında kendisine görev vermediklerin peşini bırakmadı, bir nefer gibi çalıştı. Çünkü sen onlara değer verdin, onlar da sana. Problem çıksa da kol kırılır, yen içeride kalır misali çözüme kavuştu/kavuşturdun. Çünkü beraber çıkmıştınız yola, beraber ıslanmıştınız yağan yağmurlarda. Parola bu olunca birlik, dirlik, huzur hiç eksik olmadı sofranızda. Bu durum seni ve zihniyetini sevindirirken düşmanlarını hep üzdü.

Bir ve beraber bir şekilde düşman çatlatırcasına yolunuza dolu dizgin giderken kurtlar sofrasına karşı söylediğin 'one minute, dünya beşten büyüktür...' gibi sözlerin dünyaya dizayn verenlerin hoşuna gitmedi. Peşi sıra bombardımana tuttular seni. MİT tırları, 17/25 Aralık, Güneydoğu hendek olayları ve nihayet son vuruşları olan 15 Temmuz bunlardan bazıları. Dertleri sendin. Çünkü herkesin bildiği, fakat kimsenin  dillendirdirmediği hususlar birilerinin hoşuna gitmedi.

Devlet-millet bütünleşmesi sayende gerçekleşti. Kefeninle yola çıkan sana bu halk her şeyiyle destek oldu, göğsünü siper etti ve 250 şehit verdi. Çünkü millet sende kendini görmüştü. Sana yapılanı kendine yapılmış saydı. Birlikte 15 Temmuz kanlı kalkışma kanla önlendi.

15 Temmuz’dan sonra 15 Temmuz’a kalkışanlar devletin hücrelerinden bir bir temizlenmeye çalışılırken araya kırgınlıklar girmeye başladı. Çünkü bir kısmı FETÖ’cülükle suçlandı basındaki kalemşörler eliyle. Kimi de FETÖ’ye ses çıkarmamakla veya FETÖ’cüleri korumakla suçlandı. Kamuoyunda bu ithamlar sürdürülürken çoğu zaman sessiz kaldın. Birlikte yola çıktığın arkadaşlarını korumaz oldun. FETÖ ile mücadelede eleştirenlere ve öneri getirenlere de kulak vermedin. Çünkü ihanetin beterini gören sen, bu aşamadan sonra eleştiri ve öneri değil; icraat bekledin, yanında yer almasını istedin. Kim biraz geri durmuşsa dışlanma yoluna gidildi.

Nihayet gelinen noktada teşkilat meydanlardan yönetilir oldu. Birlikte çalıştığın insanların istifası istendi. İstifası istenenler iyidir-kötüdür iddiasında değilim. Zira hepsi başarılı-başarısız kendi tercih ettiğin kişilerdi. Yıpranmış olabilirler, iyi mücadele edememiş olabilirler, zaaf göstermiş olabilirler. Ama bunun yolu böyle olmamalıydı. Zira her istifa soğukluğu, uzaklaşmayı, kırılmayı ve incinmeyi beraberinde getirir. Her ne olursa olsun oynanan insanın onurudur. Yapılan her şey tarafınızca makul görülmüş olmalı ki yürürlüğe kondu. Adına da iç temizlik denebilir. Birlikte çalıştığın kişiler yeterli veya değil, elimizdeki malzeme bu. Dün ne ise bugün de aynı. Uzaydan adam getirecek değilsiniz.

Yeni bir ekiple halkın karşısına çıkıldığı zaman belki de çok başarılı olunacaktır. Bunu halihazırda bilme imkanımız yoktur. Benim dikkat çekmek istediğim dün pavyon ve gazinolarda insan kazanma yolu tercih edilirken bugün niçin içimizden dışarıya çıkarmaya/atmaya çalışıyoruz? Doğru mu bu? Kanaatimce insanları özellikle kendi insanımızı ötekileştirmemek, başkasının kucağına atmamak lazım. Buna hem senin hem de Türkiye’nin fazlasıyla ihtiyacı var, özellikle birlik ve beraberlik hiç olmadığı kadar elzemdir. Yola çıktıklarımızı, yolda bulduklarımızla değiştirmeyelim. Bir şey yapılacaksa ikna yolunu işletmek lazım. Unutmayalım ki ikna edemediğin, açıklayamadığın doğru, doğru değildir.

Sahi 17/25 Aralık’tan sonra yolda bırakılanların sayısı ne kadar, hiç düşündünüz mü? 31/10/2017







Kırgınlık ve İncinmişlik

İnsani ilişkiler içerisinde kişiler arasında zaman zaman kırgınlıklar, incinmişlikler, kızgınlıklar ve küskünlükler olabilir. Zaman her şeyin ilacıdır. Üçüncü şahıslar araya girerek kızgın ve küskünleri barıştırır. Bazen de düğün ve cenaze bir sebep olur. Zorunlu konuşmanın ardından gelen birliktelik yeniden eski havayı getirebilir. Ya da hiç karşılaşmazlar,  birbirini yok kabul ederek herkes yoluna gider. İncinmişlik ve kırgınlık  ise böyle değildir. Aralarında küskünlük olmasa da aradaki soğukluk belki de ilânihaye devam edebilir. Çünkü kişilerin kırıldığı ve incindiği kişi uzun süre birlikte iş yaptığı, aynı davaya gönül veren kişilerdir.

Kırgın ve incinmiş kişilerin arasındaki sorunun büyük olması gerekmez. Çok küçük bir ayrıntı bile dostlar arasını buz gibi yapar. Bir arada yaşamaya devam etseler de birbirlerine karşı saygıda kusur etmese de ölü beden gibidirler. Uzaklaşsalar da olmaz, bir araya gelseler de. Yakınken uzaklar birbirlerine, uzakken de yakınlar. Zira hep o anı yaşarlar. Hiç içlerinden çıkmaz. Akla geldi mi uyutmaz da insanı. Çünkü incinmişliğini bir türlü üzerilerinden atamazlar. Hep içinde bir düğüm kalır. Bu düğümün ne zaman ortaya çıkacağı belli olmaz. Aynı oda içerisinde yalnızlara oynarlar. Yakınken bile uzaktırlar birbirlerine. Mümkün olduğu kadar göz göze gelmemeye çalışırlar, gözlerini kaçırırlar. Uzaktan birbirlerini izler dururlar.

İncinmişliğe duygular girer, çoğu zaman aklın önüne geçer, alınganlık tavan yapar. Çünkü alınganlık had safhadadır. Birbirine karşı aşırı kırılgan olurlar. Birbirlerine karşı davranışları taraflar arasında hep yanlış anlaşılır. Her şeyi hayra yormazlar. En olumsuz yönüyle düşünürler. Her harekete farklı bir anlam yüklerler. Çünkü kırıldığı dostudur. İnsan dostuna kırılır. 

Dostlar arasında meydana gelen bu kırgınlık ve incinmişlik kapalı kapılar ardında değil de kamuoyunun önünde olursa milyonda bir de olsa birbirini affetmeleri mümkün değildir. Arayı düzeltmek için birileri devreye girse bile dostların eski havayı yakalaması mümkün değildir. Zira buradaki kırgınlık ve incinmişlik, kırılan ayna gibidir. Nasıl ki ayna eski halini alamazsa dostların kırgınlıkları da geçmez. İçlerini yakar durur, bu durum. Her biri dağa küser, dağın durumlarını bilmesini, kendilerine adım atmasını ister.

Kırılganlık ve incinmişliğin tedavisi var mı? Her şeye çare bulan tıbbın bu psikolojiyi tedavi etmesi, onların yarasına merhem olması mümkün değildir. En iyisi, dostların kalbini kırmaktansa kırmamaya çalışmak lazım. Yola birlikte çıkılan dostlar arasında kırgınlıklar olsa da yolda bulduklarınla dostu değiştirmemek gerek. Bunlara gösterilen tolerans, güler yüz gerçek dosttan esirgenmemelidir.

Gönül yıkan değil, gönül yapanlardan olmak dileklerimle. 30/10/2017


30 Ekim 2017 Pazartesi

Ekonomimiz Freni Patlamış Kamyon Gibi


İyice hissedilmeye başladı ki ekonomimiz iyiye gitmiyor. Dövizin ateşi söndürülemezse felaket kapıda demektir. Her şeye gelen ardı ardına zam duracağa benzemiyor. Çünkü yeniden çift haneli enflasyonlu hayata döndük. Altı sıfır attığımız paramız eriyor. Freni patlamış kamyon gibi ekonomimiz.

Birçok icraatlara imzasını atan hükümet, çift haneli enflasyona da dur demişti. Güven gelmişti ekonomimize. İç ve dış etkenlerden pek etkilemiyordu. 2009 küresel kriz bile bizi teğet geçmişti. Orta ve dar gelirli vatandaş rahat bir nefes almıştı. 17-25 Aralıkta bile bu kadar etkilenmemişti piyasa. 2000 öncesi birçok ocağı söndüren, esnafa kepenk kapattıran rutin krizler geride kalmıştı.

Fiyatlar durmuyor, uçuyor neredeyse. Birçok ürüne son 1,5 yıl içinde yüzde yüzün üzerinde zam geldi. Sanki otomatiğe bağlanmış gibi. Hükümetlerin genel politikası olan "Memur ve işçiyi enflasyona ezdirmeyeceğiz" politikası 'ezdireceğiz'e dönüştü. Kriz dönemlerinde memurun maaşı verilemeyebilir endişesi yok ama alım gücü azaldığı gibi bundan sonra geçim derdi başlayacak. Kiralar uçuyor, satılık ev ganimet gibi fakat yüzüne bakan yok. İşsizlik had safhada, özellikle üniversite mezunları arasında.

Ekonomi Bakanına göre ekonomimiz yılsonunda yüzde 5'in üzerinde büyüyecekmiş. Vatandaşa yansımayan büyüme ne işe yarar? Böyle giderse vatandaş  ekonomik darboğazın altında boğulacak.

Geldiği andan itibaren ekonomiyi rayına oturtan ve bütçe disiplininden hiç ödün vermeyen hükümet, şimdilerde freni patlamış kamyonu andıran ekonomiye kalıcı çözüm bulmuyor/bulamıyor, ya da önemsemiyor. İşin ciddiyeti görülmez ve tedbir alınmazsa dört dönemdir rakiplerine karşı açık ara önde olan hükümet ekonomik sıkıntının altında boğulur ve iktidarı kaybeder, millet de ağır bedeller öder.

Hükümeti yönetenler ekonomi ile ilgili hamasi duyguları bir tarafa bırakıp önce ekonominin mevcut durumunu masaya yatırmalı, krizin altından nasıl kalkılır sorusuna cevap aramalı. Ekonominin düze çıkmasının yolu acı reçete ise toplumun tüm kesimine yansıtılmalı ve bu, topluma izah edilmeli. Başta kamu kaynakları olmak üzere azami bir tasarrufa gidilmeli. İhracat ve ithalat dengesinin korunması için devletlerle kazan kazan politikası izlenmeli. Üretime ağırlık verilmeli, pazar bulunması için ikili diyalog kapısı hep açık tutulmalı.

Bu iş ciddiye alınmazsa hepimiz altında kalırız. Çünkü nice yıllar zamsız yaşayan bizler rahat yaşamaya ve harcamaya alıştık. Bugünkü nesil yoklukla  büyüyen kuşağa pek benzemez. Yoktan ve kemer sıkmadan anlamaz. 30.10.2017