Ders işlerken bir yardımcı kaynaktan test çözmeye çalışan bir öğrenciyi birkaç kez yaptığının doğru olmadığını izah ettim. Dersi de dinlediğini söyledi.
Nasıl ki bir insanda iki kalp olmazsa yine insan aynı anda hem test çözüp hem de dersi dinleyemez, ben de böyle bir yetenek yok, siz de varsa bilmiyorum, dersi de dinlemiş olsan testi evinde çözmelisin. Ayrıca bu tür davranış doğru değil, bir şeyi yaparken diğerini yıkmayalım. İstersen biraz empati yap. Farz edelim ki ileride öğretmen oldun. Ders işlerken bir bakmışsın ki bir öğrenci test çözüyor. Bu durumda ne yaparsın dedim. Kızarım dedi. Ardından kaldığımız yerden derse devam ettik.
Ertesi hafta yine aynı sınıfa derse geldim. Derse başlamadan öğrenci söz istedi. 'Öğretmenim diz geçen dersinizde ders esnasında test çözmenin uygun olmadığını söylediniz. Ama etütteki öğretmenimiz dedi ki "Haftada 1200 soru çözeceksiniz. Yetiştirebilmek için okulda din kültürü, görsel sanatlar, teknoloji ve tasarım derslerinde de test çöz' dedi. Sizin ders esnasında test çözmeyin görüşünüz çelişiyor" dedi. "Kızım ben olsam ilk işim o etüt merkezini bırakırım, sana şu derslerde test çöz diyen hocadan da ders almam. Bir defa o öğretmenin size vereceği bilgiden ziyade önce etik değerlere ihtiyacı var. Bu yaptığı çok ayıp" dedim. Derse geçtim.
Durum aynen bu şekilde. İçinizden çocuk yalan söyleyebilir diyebilirsiniz. Öğrenciyi tanırım. Tertemiz ve saf bir çocuk. Oksnı aynen aktarır. Siz bu durumu nasıl değerlendirirsiniz bilmiyorum ama bu kişi eğitimci olmuş ama adam olamamış bir defa. Hangi derslerin gerekli olup olmadığı hükmünü de vermiş. Bu öğretmen allameyi cihan olsa, ardından ders almam için milyonlar koşsa benim nazarımda sıfır kadar bile değeri yok. Devletin yasakladığı merdiven altı etüt merkezlerinde okul çıkışı gizli-kaçak çalışarak istediği kadar ders versin, dünyanın parasını kazansın, kısa zamanda evini-barkını, atını-arabasını alsın, paraya para demesin. Nazarımda beş paralık değeri yoktur. Bu kişinin her şeyden önce edebe ihtiyacı var. Öğrenciye iki net daha fazla yaptırıp isim yapacağım, ardından ünümü duyuracağım, sonra gelsin paralar hesabı yapan bu menfeatperestin bu ülkeye, eğitim ve öğretimimize verebileceği bir şey yoktur. İyi ki ülke falan bunun elinde değil. İnanın üç kuruşa satar bu ülkeyi. Öyle zannediyorum kazandığı paranın vergisini de vermiyordur devlete.
Ne yazık ki böylesi tip benim meslektaşım. Mesleğin yüz karasıdır bu psikolojideki biri. 20.10.2017
20 Ekim 2017 Cuma
19 Ekim 2017 Perşembe
Okullar Yeniden Dilenciliğin Merkezi Olmaya Doğru Gidiyor
Bir zaman okullar 'kömür parası, yakıt parası, yakacak parası' ile anılır olmuştu. Zira okul yöneticileri, öğrencileri üşütmemek için çözümü öğrenciden para istemekte bulmuştu. Çünkü devlet ya yakacak göndermiyor, ya da gönderilen yakıt yeterli değildi.
Son yıllarda devlet, okulların hemen hemen her türlü ihtiyacını karşılar oldu. Öğrencilerden pek para toplanmaz olmuştu. Çünkü MEB, ardı arkasına gönderdiği yazılarda her ne ad altında olursa olsun öğrenci ve velilerin para toplanmaması istedi.
Son bir iki yıldır ne olduysa okullar yine para toplamaya koyuldu. Üstelik okul yönetimi bir ayrı istiyor, öğretmen ise bir ayrı. İstenen para da yüklü bir para olsa bari. Okul yönetimi kırtasiye ve kazanım değerlendirme sınavı adı altında para isteme yoluna giderken öğretmenler de ders notları vereceğim diyerek öğrencilerden para isteme yoluna gidiyor. Sınavlar başladığında sınav kağıdı adı altında yine bir başka para isteme ortaya çıkacak.
Toplanan paraya sözüm olmaz. İhtiyaç var ki toplanıyor. Demek ki devlet eskisi gibi ödenek gönderemiyor anlaşılan. eğer devlet yeterince okulların ihtiyaçlarını karşılayamıyorsa o zaman ilköğretim ve ortaöğretimde eğitim parasızdır demeyecek. Devlet ihtiyaç duyarsa velilerden makul bir ücret alır diyecek.
Okullarda para toplarken Çin işkencesi gibi adamı bezdirircesine para toplamaktan ziyade sene başı toplantısında tüm giderler hesaplanır, öğrenci başına ne kadar toplanacaksa belirlenir. Veliden bir veya iki taksit halinde ücret talep edilir. Öğretmen de kendi başına haydi sınav kağıdı, haydi ders notu parası gibi isimlerle küçük paralar toplama yoluna gitmez. Bu durumdan ne veli şikayetçi olur, ne de öğretmen.
Okullarda bu şekilde parça parça toplanan para insanları bezdirdiği gibi bazılarının aklına, "Toplanan bu kadar para nereye gidiyor" şeklinde bir soru getirebilir. Bu durum camilerde sürekli toplanan yardım parasına benzer. Çoğu atmadan geçer, atanın çoğu da cebindeki bozuk parayı atar. yeri geldiği zaman da "Sürekli toplanıyor, bu paralar nereye gidiyor" demeye başlıyor.
İnsanların ağzını büzemeyeceğimize göre okullarda her ne ad adı altında toplanırsa toplansın toplanan paraların adının konmasında fayda vardır. 19/10/2017
18 Ekim 2017 Çarşamba
03.02'de Beni Uyandıran Densiz!
Salı akşamı gece 01.00 sularında uyumak için yatağa girdim. Ne zaman uykuya daldım bilmiyorum. Acı acı çalan telefon sesiyle uyandım. Ne zaman sabah oldu, daha uykumu da alamadım diye düşünürken eşimin, "Kim o arayan, telefonuna bakar mısın" demesiyle telefonu elime aldım. Baktım arayan 'özel numara' idi. Telefonu meşgule aldım. Tekrar yattım. Çünkü daha gecenin 03.02'i idi. Çalan alarm değil, kendini bilmez birinin yediği halttan ibaretti.
Uyku bölündükten sonra yat yatabilirsen, uyu, uyuyabilirsen. Sağa dön, sola dön derken canım geçmiş, 06.20'ye kurduğum alarm çalmaya başladı. Şimdi kalk kalkabilirsen. Ah şu 03.02'de beni arayan adını, sanını bilmediğim davetsiz misafirimi bir elime geçirsem! Neler yapmazdım ona. Alırdım elime sopayı, 'Neren ağrıyor, şurası mı, burası mı' der. Vücudunun her bir yerine vurdukça vururdum. Sopayı bırakır, boğazını sıkar, 'Öldüreyim mi seni' diyerek ellerimi boğazına doğru götürür, gecenin üçünde derdin neydi, yatamadın mı deyip ölümü gösterirdim ona. Ama öldürmezdim. Çünkü ölüm onun için kurtuluş olurdu. Akıl ve hayale gelmedik öyle şeyler yapardım ki en azından bundan sonra bir başkasını rahatsız etme yoluna gitmezdi.
Telefonunu 24 saat açık tutarım. Olur ya ölüm olur, kaza olur diye. Gecenin bir vaktinde arayıp rahatsız edeni görünce, 'Be Ramazan, keşke telefonu kapatıp uyusaydın' diyorum kendi kendime. Ama nereden bilecektim telefon sapığının bana bir otun oynayacağını. Neyse adam sapık olmaya sapık. Benim uykumu kaçırmaya kaçırdı. Uyumaya çalıştım tekrar. Zoraki de olsa uyudum. Sabahleyin uykuluca uyandım. Şimdi düşünüyorum da adı üzerinde sapık. Ne zaman, ne yapacağı belli olmaz. Madem uyandırıldıktan sonra bir müddet uyuyamadın. Bari kalkıp teheccüd kılsaydın ya! Bu uçkuru beynine bağlı adamın yaptığı kötülüğü böylece iyiliğe dönüştürmüş, gecenin karanlığını kâra dönüştürmüş olurdun. Hem de tertemiz bir ibadet olurdu. Sen zamanı değerlendirmediğine yan!
Sahi telefon aramalarında ismi gizlemek yasaklanmadı mıydı? Yasaklansa da devletin derdi kötülerle değil. Zira kimse kötülerle başa çıkamaz. Olan vatandaşa oluyor.18.10.2017
Uyku bölündükten sonra yat yatabilirsen, uyu, uyuyabilirsen. Sağa dön, sola dön derken canım geçmiş, 06.20'ye kurduğum alarm çalmaya başladı. Şimdi kalk kalkabilirsen. Ah şu 03.02'de beni arayan adını, sanını bilmediğim davetsiz misafirimi bir elime geçirsem! Neler yapmazdım ona. Alırdım elime sopayı, 'Neren ağrıyor, şurası mı, burası mı' der. Vücudunun her bir yerine vurdukça vururdum. Sopayı bırakır, boğazını sıkar, 'Öldüreyim mi seni' diyerek ellerimi boğazına doğru götürür, gecenin üçünde derdin neydi, yatamadın mı deyip ölümü gösterirdim ona. Ama öldürmezdim. Çünkü ölüm onun için kurtuluş olurdu. Akıl ve hayale gelmedik öyle şeyler yapardım ki en azından bundan sonra bir başkasını rahatsız etme yoluna gitmezdi.
Telefonunu 24 saat açık tutarım. Olur ya ölüm olur, kaza olur diye. Gecenin bir vaktinde arayıp rahatsız edeni görünce, 'Be Ramazan, keşke telefonu kapatıp uyusaydın' diyorum kendi kendime. Ama nereden bilecektim telefon sapığının bana bir otun oynayacağını. Neyse adam sapık olmaya sapık. Benim uykumu kaçırmaya kaçırdı. Uyumaya çalıştım tekrar. Zoraki de olsa uyudum. Sabahleyin uykuluca uyandım. Şimdi düşünüyorum da adı üzerinde sapık. Ne zaman, ne yapacağı belli olmaz. Madem uyandırıldıktan sonra bir müddet uyuyamadın. Bari kalkıp teheccüd kılsaydın ya! Bu uçkuru beynine bağlı adamın yaptığı kötülüğü böylece iyiliğe dönüştürmüş, gecenin karanlığını kâra dönüştürmüş olurdun. Hem de tertemiz bir ibadet olurdu. Sen zamanı değerlendirmediğine yan!
Sahi telefon aramalarında ismi gizlemek yasaklanmadı mıydı? Yasaklansa da devletin derdi kötülerle değil. Zira kimse kötülerle başa çıkamaz. Olan vatandaşa oluyor.18.10.2017
17 Ekim 2017 Salı
Vücudun Bağışıklık Sistemi ve Antibiyotik Kullanımımız *
Evren yasalarından
biyolojik yasa gereğince Allah, vücudumuzda 'Bağışıklık sistemini de
yaratmıştır. Bildiğiniz gibi "Bağışıklık sistemi, bir canlıdaki
hastalıklara karşı savunma mekanizmasını oluşturan, patojenleri ve tümör
hücrelerini tanıyıp onları yok eden, vücudu yabancı ve zararlı maddelerden
koruyan karmaşık bir sistemdir." Gördüğünüz gibi bize mükemmel bir vücut
veren Allah, vücudu kendi haline bırakmamış, aynı zamanda vücudumuzu
hastalıklara karşı koruyacak bir mekanizmayı da var etmiştir.
Pekiyi bağışıklık
sistemi olmasına rağmen bu kadar hastalık nedir diye bir soru aklımıza
gelebilir. Vücut yapımız hastalıklara karşı dayanıklıdır, zayıf düşünceye kadar
korumasını devam ettirir bağışıklık sistemimiz. Sağlıktan anlamam, zira hekim
değilim. Bu konudaki görüşlerim tamamen kişisel görüşlerimdir.
Geçen hafta haberleri
izlerken bir haber dikkatimi çekti. Türkiye antibiyotik kullanımında dünyada
birinci sıradaymış. Şükürler olsun! Her alanda gerilerdeyiz ama habere göre ilk
sıradayız. Her 10 reçetenin 3 tanesinde antibiyotik tipi ilaçlar yazılıyormuş.
Antibiyotik ilaçlar niçin verilir? Bakterilerin neden olduğu hastalıkları
iyileştirmek için. Olur-olmaz kullanılan antibiyotiklerin 2050 yılında küresel
tehlike haline geleceği, kanserden ölenlerin sayısından fazla olacağı
belirtiliyor. Yani kanserden ölenlerin sayısı 8 milyonda kalırken antibiyotik
direncinden dolayı ölenler 10 milyonu bulacakmış. Çünkü gerekli-gereksiz
kullanılan antibiyotikler, antibiyotik direnci meydana getiriyor. Vücut
antibiyotiği ala ala ileride önemli hastalıklarda kullanılacak antibiyotiklerin
fayda vermeyeceğini, vücudun kabul etmeyeceğini anlayabiliriz.
Bu ülkede bilinen çok
basit hastalıklarda doktora gidildiği, reçetesiz dönülmediği herkesin
malumudur. Eskilerin tabiriyle peynir-ekmek gibi hap kullanıyoruz. Çoğumuzun
evinde ecza dolabı var. Başım ağrıyor hap, karnım ağrıyor, hap. Midem ekşime
yapıyor, hap. Öksürüyorum, hap. Hapşırıyorum, hap. Neredeyse hap kolik olduk.
Bilinçsiz bir şekilde hap tüketiyoruz. İşin garibi kullandığımız hapların prospektüsünü üşenmeyip
okuduğumuzda yazılan yan etkilerini görünce “Bu ilacı çıkaranın amacı beni
tedavi etmekten ziyade öldürmek” aklımıza ne gelir. Ölümü gösterip sıtmaya razı
etmek gibi bir şey bu. Ya da bir yerini iyileştirmeyi amaçlarken vücudun diğer
taraflarında başka hastalıklara davetiye çıkarıyor. Öldürse daha iyi. Çünkü
öldürse bir daha ilaç satamayacak bana. Amacı süründürmek ve ilaca bağlı
kılmak. Böyle yazarken “hiç ilaç kullanılmasın, ilaçtan uzak durun, doktora
gitmeyin, ilaçlar faydasız…” iddiasında bulunmuyorum. İdeali hiç hastalanmamak,
hiç ilaç kullanmamaktır. Bu mümkün olmadığına göre yaratılışımızda vücudumuzu
hastalıklara karşı koruma görevi olarak bahşedilen bağışıklık sistemini yok
etmemek için hastalandığımızda bilinçli ilaç kullanmamızda fayda vardır. Zira
başta antibiyotikler olmak üzere bilinçsiz bir şekilde kullanılan ilaçlar
vücudun bağışıklık sistemini yok ediyor. Çünkü bugünkü ilaçların hemen hemen
hepsi fabrikasyon ve kimyasal üründür. Çoğu ilaçların hastalığımıza deva
olmasından ziyade sanki zehir görevi var gibi geliyor bana. Kemoterapi
tedavisinde kullanılan ilaçları isterseniz gözünüzün önüne bir getirin, ne
demek istediğim daha iyi anlaşılır. Birilerinin bizi diri tutmaktan ziyade
süründürme gibi bir görevi misyon edindikleri aklıma geliyor. Dünyada nasıl ki
ileri ülkeler yaptıkları silahları satmak için dünyanın değişik ülkelerinde
sürekli huzursuzluk çıkararak devletleri silah almaya sevk ediyorsa, ilaç
sektörü de insanımızı sürekli ilaç kullanacak şekilde hasta ediyor diye düşünüyorum.
Bazılarının anasını boyayıp babasına yeniden sattığını aklımıza getirirsek paraya
doymak bilmeyen insanların bunu yapmamaları için hiçbir sebep yok. Çünkü bugünkü
birçok insanın dini, imanı paradır. Kazanmak için her yolu dener. Hele
ihtiyarlayınca rapora bağlı ilaçları torba torba ihtiyarların önünde görünce bu
ilaçlar mı bunları ayakta tutuyor, yoksa bu ilaçlara rağmen bu ihtiyarlar hala
ayakta mı kalıyor diye aklıma geliyor. Antibiyotikler ve ilaçlar hakkındaki
görüşüme ister katılın, ister katılmayın. Bana kızmayan bir doktorlar, bir de
eczacılar kalmıştı. Onlar da bana kızarak sayı tamamlanmış olur. Bu konudaki
acizane görüşüm, mümkün olduğu kadar ilaçlardan uzak duralım, zorunlu olmadıkça
ilaç kullanmayalım. Hele bilinçsiz ilacın yanına hiç uğramayalım. Hatta ilaca
selam vermeyelim, o bize selam verse de selamını almayalım.
Sağlığımız açısından durum bu iken maddi boyutu
itibariyle de aldığımız ilaçlar devletin bütçesinde kara delikler açmaya devam
edecektir. Sağlık alanındaki harcamalar bu şekilde artarak devam ederse ileride
devlet hasta katkı payını, ilaçlardan aldığı yüzdeyi daha da artırma yoluna
gidebilir.
Allah hepimize sağlık versin, dermansız dert
vermesin. Allah’ın verdiği bağışıklık sistemini bozmamayı ve bilinçsiz ilaç
kullanımından uzak durmayı nasip etsin hepimize. 17/10/2017
* 23/10/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
* 23/10/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Başına Buyruk Minibüs Şoförleri *
Şehirlerde kendi aracıyla yolculuk yapmayanlar bunun yerine
toplu ulaşım vasıtalarını kullanır. Kimi belediyeye ait otobüsleri, kimi de bir
hatta bağlı olarak yolcu taşıyan dolmuş veya minibüsleri tercih eder. Her ikisi
de amme adına iş yapar. Kendi rızkını temin etmek için direksiyon başında
dirsek çürütür. Burada konu edineceğim dolmuşçulardır. Baştan söyleyeyim,
niyetim tüm dolmuşçular değil. İçlerinde işini düzgün yapanlar vardır. Onları
istisna tutuyorum. Ama bir kısmı var ki, başına buyruktur bu dolmuş taşımacılığı
yapanların.
Dolmuşların durak yeri olmasına rağmen durak harici de olsa
istediği yerde durur, istediği yerde durmaz. İşine geldi mi dolmuşta kendisine
sesleneni duyar, işine gelmeyince duymaz. Almak istediği yolcuyu alır,
beğenmedi mi durmaz, istediği zaman gözüne bakarak basar geçer. Binmek
istemesen de ya korna çalar, ya da gelir yanına durur. Yeri geldiğinde kağnı
gibi yavaş gider, bazı yerlerde beklemeye koyulur. Bazen de tabakhaneye gider
gibi sürer.
Dolmuşu süren yolların hâkimi benim gibi davranır. Trafiği
tehlikeye atar, yolcu almak için arabanın önüne kırar, ambulans gibi 'S' çizer.
Yeri geldiğinde dolmuşu istifleme doldurur, yeri geldiğinde kaç kişi oldu
hesabı yapar, sayıya göre alır. Bazen sol şeritte yolcu indirir.
Dolmuş sürücüleri aynı zamanda çok yeteneklidir. Hem sürer,
hem yolcu almak için gözü sağ kaldırımdadır, gerekirse sokak aralarına göz
gezdirir. Kâh cep telefonuyla konuşur, kâh yanındakiyle sohbet eder, bir eliyle
de yolculardan para alır, para üstü verir. Bir taraftan inecek var diyeni
indirmek için sağa yanaşır. Boşalan koltuğa ayaktakinin oturmasını ister. Çocuk
küçük diye ücret ödemeyen müşteriye 'İki kişilik verdiniz, yanınızdaki çocuk
altı yaşından büyük' diyerek ücretini ister. İşi olup da güzergâhına devam
etmek istemeyen, ardından gelen meslektaşının dolmuşuna müşterilerini aktarır.
Fazla yolcu almak istediğinde önünden giden meslektaşına telefon açarak yolun
temiz olup olmadığını, yani yolda polisin kontrol edip etmediğini sorar.
Kavgacıdır, kavga etmeye hazırdır, kavgadan korkmaz,
polisten ve şikayetten çekinmez. Kafa-göz kırılacaksa kırar, dayak yiyecekse
yer. Hapse girmesi gerekiyorsa girer. Kavgaya girdiği zaman haklı olup
olmadığına bakmaksızın meslektaşları yardımına koşar. Dolmuşçunun yaptığından müşteri
rahatsız olsa da pek sesini çıkarmaz, çıkaramaz. Çünkü mermi gibi müşteriye laf
sayar. Çoğu müşteri, içine atarak işinin görüldüğüne bakar, pek sesini
çıkarmaz.
Saymakla bitmez bu tip dolmuş sürücülerinin seyir
halindeyken yaptıkları. Her türlü tasarrufta bulunmayı kendilerine mubah görür.
Kimseden çekinmesi de yoktur. Polis ve bağlı bulundukları odaları tarafından ne
kadar denetleniyor bilmiyorum. Denetleniyorsa da çok ciddi denetlenmediği
kanaatini taşıyorum. Zira yapılan denetimlerden çoğu haberdar olduğu için
gerekli tertibatı önceden alabiliyor.
Kamu adına amme hizmeti gören minibüsler bir ihtiyacı
gidermektedir. Bu hizmetin daha sağlıklı olması, vatandaşın güvenliğini
tehlikeye atmaması için şoförlerin daha dikkatli olmasında fayda vardır. Minibüsleri
denetlemekle yükümlü kişilerin denetim görevlerini daha ciddi yapması gerekir.
En azından başına buyruk hareket eden bazı şoförler kendilerine çekidüzen
verir. 17.10.2017
* 30/10/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
* 30/10/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
16 Ekim 2017 Pazartesi
Müslüman ve Müslüman Olmanın Kıstaslarını Yeniden Belirleyelim
Somali'de bomba yüklü kamyonetin patlatılması sonucunda
300'den fazla ölü, bir o kadar da yaralı haberi ajanslara düştü. Saldırıyı
üstlenen olmadı ama el-Kaide bağlantılı Şebab örgütünden şüpheleniliyor. Güya
Müslüman bir örgüt. Müslümanları öldürüyor. Gücü sadece kendi insanına yetiyor.
Sapı bizden olmasaydı şaşardım zaten.
Adı
ister Şebab, ister el-Kaide, ister DAİŞ, ister Boko Haram, ister PKK olsun hepsi
istisnasız Batı'nın ve ABD'nin paralı askerleridir, maşalarıdır. Değişmeyen tek
hedefleri Müslüman mahallelerini kana bulamak. Çünkü efendileri bunu emrediyor.
Ağızlarından Allah-peygamber düşmeyen, kanları beş para etmeyen, aklını
kullanmayan, kişiliksiz kişiliktir bunlar.
Pirincin
içindeki bu beyaz taşlar, Müslüman görünümlü münafıklar sürüsüdür. İslam diye,
İslam kardeşi diye bir dertleri yok. Yeter ki efendileri emir versin. Kıtır
kıtır keser Müslüman'ı. Tek gayeleri efendilerinin gözüne girerek onları memnun
etmektir.
İçimizdeki
bu kişiliksiz kişilerin sayısı bitmeyeceği gibi bu gidişle daha da artacaktır.
Ne yapıp ne edip İslam olmanın, İslam'a girmenin kurallarını koymamız lazım.
Müslüman’ım diyen herkese, Müslüman olmayan kimselere Müslüman olmanın, İslam
dairesinde kalmanın ölçütleri bunlardır diyelim. Bunlara uymayanın bizimle bir
ilgisi yoktur diyelim. İçerisini boşalttığımız kelimeyi tevhidi yeterli
görmeyelim. Hazırladığımız bu akitleşmeyi mevcut Müslüman olanlara ve yeni
Müslüman olacak olanlara okutup imzalatalım. Tamam, kabul ediyorum dediği halde zıddını
yapanları “Bizimle, bizim inancımızla bir alakası yoktur” diyerek cümle âleme
duyuralım. Aklıma gelen kıstaslara isterseniz birlikte bir göz atalım:
·
Allah’tan başka ilah
olmadığına, Muhammed’in Onun elçisi olduğuna dilimle ikrar, kalbimle tasdik ve
uzuvlarımla amel edeceğime,
·
Aklımı kimseye kiraya
vermeyeceğime, Allah’tan başkasına kul olmayacağıma, aklımı kullanacağıma,
başkasının emir eri olmayacağıma,
·
Her ne sebeple olursa
olsun adam öldürmeyeceğime, canlı bomba olmayacağıma, tuzak kurmayacağıma,
bomba patlatmayacağıma, Müslüman kardeşimin mutsuzluğu üzerine mutluluk kurmayacağıma,
·
Kurtarıcı beklemekten
ziyade çalışıp çabalayarak işimin en iyisi olacağıma, namerde muhtaç
olmayacağıma… söz veriyorum. Beni bu taahhütlerim üzere görmezseniz içinizde
beyaz taş olarak kalmayacağıma; pılımı, pırtımı toplayarak efendilerimin yanına
gideceğim sözünü veriyorum. Bunları ve İslam'ın emrettiği diğer umdeleri yapmazsam Allah'ın laneti ve tüm lanetçilerin laneti üzerime olsun. 16/10/2017
Kariyer mi, mutluluk mu?
Hiç bitmeyen ve çözülemeyen sorunlarımızdan biridir eğitim ve öğretim. Kim çözmeye kalkarsa elinde kalır, iyice kördüğüm yapar. Cadı kazanı gibidir. İçine giren ne kadar emek sarf ederse etsin, terlemekten öte bir şey yapamaz. Dünyada başarılı olmuş en iyi sistemi getirsek de çare olmaz bize. Çünkü hiçbir sistem bizi memnun etmez. Zira bu ülkede eğitim ve öğretimden anlaşılan iyi bir kariyer yapmaktır. İşin garibi kariyer yapan da mutlu değil, yapmayan da. Eğitim ve öğretimin bize çare olmasını istiyorsak önce beklentilerimizi törpülemek zorundayız.
Anne-babaların, eğitimcilerin ve toplumun eğitim ve öğretimden beklediği sınava odaklı başarıdır. Bu yüzden var gücümüzle çocuğunuzun/öğrencimizin sınavlarda başarılı olmasını, emsallerine fark atmasını ve Türkiye derecesi yapmasını beklemektir. Bunun için okul derslerinin yanında her türlü ilave ders aldırma yoluna gidiyoruz. Sosyal hayattan çocuğu koparıyoruz, varsa-yoksa ders diyoruz. Her türlü imkanı sunduğumuz çocuğumuz için tabir yerindeyse saçımızı süpürge ediyoruz. Bu esnada ders çalışmanın dışında çocuğumuza hiçbir sorumluluk vermiyoruz. Bu durum ve bakış açısı şu ya da bu şekilde hepimizde var. Tüm yaptığımız çocuğumuzu hayattan kopararak kariyer yapmasını sağlamaktır. Beklenti bu şekilde. Hiçbirimiz çocuklarımızı hayata hazırlamıyoruz, mutlu olmanın yollarını öğretmiyoruz, azla yetinmeyi, aza kanaat etmeyi göstermiyoruz. Hayatın acı yönleri ile karşılaştırarak pişmesini istemiyoruz. Halbuki tabiatta her şey zıddıyla kaimdir. Acı olmadan, acıyı tanımadan tatlıyı bilemeyiz.
Eğitim ve öğretim boyunca hep başarılı olan insanların çoğunun mutlu olmadıkları bilinmektedir. Nasıl ki para tek başına mutluluk getirmezse, tek başına kariyer de insana mutluluk getirmiyor. Araştırma şirketi Gallup'un araştırmasına göre bu ülke insanı mutsuzlukta dünyanın üçüncü ülkesi imiş. İşte hali pürmelalimiz bu. Varın gerisini siz düşünün. Fazla bir şey söylemeden kariyer yapmış, mesleğinin zirvesine çıkmış birisinin anlattıklarını değerli eğitimci Selçuk Karaman'ın kaleminden okuyalım:
"Hep başarı odaklı idim. Bu durum beni her zaman hırslandırıyordu. Daima ilk sıralarda olmak, arkadaşların bana gıpta ile bakması, kızların benimle daha çok konuşmak istemesi hoşuma gidiyordu ve bu yüzden günde 5-6 saat uyuyor geri kalan zamanımda hep ders çalışıyordum.
Sonunda ÖYS'de (geçen yıl ki adıyla LYS) Türkiye'de ilk 500'e girip Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesini kazandım, bitirdim ve Amerika'da uzmanlığımı pekiştirerek ülkeme döndüm.
Artık hedeflediğim tüm başarılara ulaşmıştım. Kariyer vardı, şöhret vardı, istemediğim kadar param vardı ama bir şeyim eksikti, mutlu değildim.
İçimdeki boşluğu ders, hırs, para, başarı ve şöhretle doldurmuş, mutluluğa yer kalmamıştı. O da istenmediği yerde durmamış koyup gitmişti
Şu anki aklım olsa idi zamanımı mutluluğa ayırır geri kalan zamanımda ders çalışır, hangi meslek nasipse onu olurdum.
Ailem, öğretmenlerim bana başarıyı öğretmiş ama mutlu olmayı öğretmeyi unutmuşlardı.
Parası, ünü, şöhreti ve başarısı olan bir hekim, asgari ücretli ve 5 çocuklu mutlu bir aileye özenir mi?
Özeniyor işte hem de derinden iç çekerek..." 16.10.2017
Anne-babaların, eğitimcilerin ve toplumun eğitim ve öğretimden beklediği sınava odaklı başarıdır. Bu yüzden var gücümüzle çocuğunuzun/öğrencimizin sınavlarda başarılı olmasını, emsallerine fark atmasını ve Türkiye derecesi yapmasını beklemektir. Bunun için okul derslerinin yanında her türlü ilave ders aldırma yoluna gidiyoruz. Sosyal hayattan çocuğu koparıyoruz, varsa-yoksa ders diyoruz. Her türlü imkanı sunduğumuz çocuğumuz için tabir yerindeyse saçımızı süpürge ediyoruz. Bu esnada ders çalışmanın dışında çocuğumuza hiçbir sorumluluk vermiyoruz. Bu durum ve bakış açısı şu ya da bu şekilde hepimizde var. Tüm yaptığımız çocuğumuzu hayattan kopararak kariyer yapmasını sağlamaktır. Beklenti bu şekilde. Hiçbirimiz çocuklarımızı hayata hazırlamıyoruz, mutlu olmanın yollarını öğretmiyoruz, azla yetinmeyi, aza kanaat etmeyi göstermiyoruz. Hayatın acı yönleri ile karşılaştırarak pişmesini istemiyoruz. Halbuki tabiatta her şey zıddıyla kaimdir. Acı olmadan, acıyı tanımadan tatlıyı bilemeyiz.
Eğitim ve öğretim boyunca hep başarılı olan insanların çoğunun mutlu olmadıkları bilinmektedir. Nasıl ki para tek başına mutluluk getirmezse, tek başına kariyer de insana mutluluk getirmiyor. Araştırma şirketi Gallup'un araştırmasına göre bu ülke insanı mutsuzlukta dünyanın üçüncü ülkesi imiş. İşte hali pürmelalimiz bu. Varın gerisini siz düşünün. Fazla bir şey söylemeden kariyer yapmış, mesleğinin zirvesine çıkmış birisinin anlattıklarını değerli eğitimci Selçuk Karaman'ın kaleminden okuyalım:
"Hep başarı odaklı idim. Bu durum beni her zaman hırslandırıyordu. Daima ilk sıralarda olmak, arkadaşların bana gıpta ile bakması, kızların benimle daha çok konuşmak istemesi hoşuma gidiyordu ve bu yüzden günde 5-6 saat uyuyor geri kalan zamanımda hep ders çalışıyordum.
Sonunda ÖYS'de (geçen yıl ki adıyla LYS) Türkiye'de ilk 500'e girip Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesini kazandım, bitirdim ve Amerika'da uzmanlığımı pekiştirerek ülkeme döndüm.
Artık hedeflediğim tüm başarılara ulaşmıştım. Kariyer vardı, şöhret vardı, istemediğim kadar param vardı ama bir şeyim eksikti, mutlu değildim.
İçimdeki boşluğu ders, hırs, para, başarı ve şöhretle doldurmuş, mutluluğa yer kalmamıştı. O da istenmediği yerde durmamış koyup gitmişti
Şu anki aklım olsa idi zamanımı mutluluğa ayırır geri kalan zamanımda ders çalışır, hangi meslek nasipse onu olurdum.
Ailem, öğretmenlerim bana başarıyı öğretmiş ama mutlu olmayı öğretmeyi unutmuşlardı.
Parası, ünü, şöhreti ve başarısı olan bir hekim, asgari ücretli ve 5 çocuklu mutlu bir aileye özenir mi?
Özeniyor işte hem de derinden iç çekerek..." 16.10.2017
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)