3 Haziran 2017 Cumartesi

Seni kerhaneci seni!

AVM, hastaneler, park ve bahçelerde çocukların oyun isteğini karşılamak için kamu kurum ve kuruluşları, ilgili özel firmalar oyun alanları oluştururlar. Amaç, anne ve baba bir taraftan işini yaparken  yanlarında gelen çocuklarının sıkılmasını önlemek ve onları avutmaktır. Bu kervana Diyanet İşleri Başkanlığı da katıldı. Başlattığı yeni projeyle camilerin çocuksuz kalmamasını hedeflemekte. Bunun için camilerde çocuklar için oyun alanları oluşturmak istiyor. Diyanetin bu projesi Samsun'da altı camide uygulamaya konuldu bile. Böylece aileler çocuklarıyla beraber camiye gelebiliyor, ebeveyn namazını kılarken çocuklar da caminin manevi iklimini teneffüs ederek hem oyun ihtiyacını giderip sıkılmıyor, hem de camiye ısınmış oluyor.

Baştan söyleyeyim, çok güzel bir proje. Yıllardır savunduğum bir fikir. Özellikle çocukların Kur'an öğrenmek için yaz dönemlerinde camiye geldiğinde cami müştemilatında bu şekil oyun yerleri yapılması gerektiğini dillendiriyordum. Niyetim camilerin çocuklarımız için cazibe merkezi haline getirilmesiydi. Diyanet bu uygulamayı sadece yaz dönemleri için değil teravih namazları için yürürlüğe koydu bile. Kimin aklına geldi de böyle bir projeyi sundu bilmiyorum. Her kimin aklı ise başta ona  ve o akla geçit verip uygulamaya koyan Diyanet İşleri Başkanına teşekkürü bir borç bilir ve takdirlerimi sunuyorum. Sayın GÖRMEZ, başkan olarak seçildiğinde yeterince tanımadığım biri idi. Görüntüsü ile klasik din adamı imajı edinmiş, başkan seçilmesinin isabetli olmadığını ifade etmiştim. Başkanlığa seçildiği andan itibaren hakkındaki kanaatimin yanlış olduğunu her geçen gün hissettirdi bana. Kendisiyle gurur duymaya başladım. Ufku geniş bir insan. Ne yapmak istediğini biliyor. Birçok alanda dinin daha iyi anlaşılması için çaba sarf ettiğini gözlemlemekteyim. Sayın BARDAKOĞLU döneminden itibaren başlayan Diyanete olan güven ve itimadım GÖRMEZ ile birlikte  daha da arttı. Allah sayılarını artırsın.

Camilerde uygulanmaya konan oyun alanları, yaptığımız hareketlerle camilerden uzaklaştırdığımız ve camiye soğuk bakan çocukları yeniden camiye kazandırma ve eskinin olumsuz imajını yok etmesi bakımından önemli. Zira geçmişte camiye bir heves gelen çocuklardan olgun yaştaki insanların sergilediği davranışı bekledik hep birlikte. Bunun için gülen çocuğa karıştık, koşan çocuğu durdurduk, durmadan azarladık. Sonucunda da camilerimiz sadece ihtiyarlarımızın ibadet yeri haline geldi. Bunun baş sorumlusu da maalesef çocuk psikolojisini bilmeyen bizleriz. Çocuk sesi duyulmayan camilerde yeniden çocuk sesi duymak ve ileride yeni cemaat kazandırma amaçlı bu projenin geleceğimiz adına olumlu ses getireceğine inanıyorum. Toplumun kahir ekseriyetinin de bu projeye sıcak baktığını düşünüyorum. Bu projenin Peygamber zamanında çok yönlü işlev görev cami anlayışını yeniden dirilteceğine inanıyorum. Zira Peygamber zamanında Mescidi Nebevi sosyal, kültürel vb amaçlı kullanılmıştır. Nedense sonraları camileri sadece namaz vakti açıp kapatılan ibadet yeri olarak görmeye başladık. Yine bize göre camilerde dünya kelamı konuşulmaz, şu yapılmaz, bu yapılmaz diyerek yasak üzerine yasak koyduk. Dini de anlaşılmaz ve yaşanmaz kılan bu koyduğumuz kurallardı zaten. 

Camiye taze cemaat kazandırmayı amaçlayan bu proje toplumda olumlu ses getirirken soyadıyla ünlü bir zatın kendi cemaatine ait bir TV kanalında “Yapılan bu uygulamanın camileri kerhaneye çevireceğini” iddia eden güya eleştirisi toplumda "ne alaka" dedirtti. Teşbihe bak, hizaya gel. Maalesef bu örneklemeyi yapan kişi bir ilahiyatçı ve mensubu olduğu cemaati adına böyle bir konuşma yapıyor. Cami-oyun ve kerhane. Kimin aklına gelirdi böyle bir teşbih. Edebiyatımızda yeri olmayan bu teşbih çeşidi, bundan sonra kötü teşbih olarak yerini alacak. Alakası olmayan bu tip  örneklemeye bizde "Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı” denir. Ünlü olmanın yaşı yok. Birden meşhur oldu adam. Öyle soyadına ünlü adı vermekle bir insan ünlü olamıyor. Yıllardır bir türlü kendini gösteremeyen hocamız verdiği örnekle Türkiye gündemine oturdu. Bu açıdan şanslı. Artık herkes onu bundan sonra kerhaneci hoca diye bilecek. İçimden yaşlı insanların küçük çocuklar için söylediği “Seni kerhaneci seni!” deyimi geldi. Yaptığıyla alakalı bir terim değil ama onun alakasına ben de bu şekilde bir tabirle katkıda bulunayım istedim.

Sayın ilahiyatçı, kerhane sözcüğüyle ne alaka dedirtti dedirtmesine. Fakat niçin bir başka kelime değil de kerhane kelimesini seçti. Bilinçli bir seçim mi bu kelime? Yoksa bilinçaltını ele veren gayri ihtiyari bir hezeyanı mı? Bir ilahiyatçı olarak utandım desem abartmış olmam. Bu kişiye ilahiyatçı demekten ziyade mantık yönünden Aristo mantığına sahip biri olarak görmeli ve bu kişiyi yine Freud'un talebesi saymalı. Ama her şeyde bir hayır var demek lazım. Devletten ve sayın GÖRMEZ’den bu vesileyle hayırlı bir proje daha beliyorum. FETÖ kötü örneği  bize gösterdi ki din, bizim yumuşak karnımız. Bize damardan girmek isteyenler hep din kanalından bize şırınga enjekte ediyor. FETÖ’den sokulduk, tedbir alalım derim. Yeni bir cemaat paranoya ve hezeyanı ile karşı karşıya gelmemek için cemaatlere mutlaka bir neşter vurmak gerekiyor. Öyle her önüne gelenin söz söyleyeceği bir alan olmamalı din alanı. Her diplomalı cahile konuşma hakkı verilmemeli, kimin ne konuşacağı mutlaka sorgulanmalı. Bazı cemaatler kendilerine göre bidat ve hurafe içerikli bir din algısı ile halkın karşısına çıkıyor. Bizim milleti kandırmaya ne var! Birkaç ayet, bir iki hadis okudun mu, Allah-peygamber dedin mi peşine binlercesini takarsın. Milletimiz bu konuda çok saf. Kendi yeterince dini bilmese de ağzı Allah-peygamber diyenlerin kendisini aldatmayacağını düşünür. Hele bir de TV kanalın varsa, gazeten varsa yapacağın programın adını da “Huzura Doğru” koyarsan; al sana dört dörtlük bir dini program(!)

Kimsenin bu milletin diniyle alay etmesine, diniyle oynamasına imkan verilmemeli. Sonra ağlamamak için baştan ağlatmak lazım birilerini. Halka doğru din anlatılmalı. Öyle her önüne gelen alternatif bir dinle karşımıza çıkmamalı, bilimsel olmayan alternatif bir takvimle imsak vakti belirleyip zihinleri bulandırmamalı. Devlet merdiven altı din öğretenlere, işkembeyi kübradan atanlara fırsat vermemeli, görevini yapmalı. Unutmayalım ki yeni çıkacak bir cemaatin kalkışması milleti iyice dininden diyanetinden eder. Bu şekilde hep kandırılan millet yarın Allah diyene “Allah deme, Allah’ın adını ağzına alma” noktasına gelebilir. Benden söylemesi… 03/06/2017

2 Haziran 2017 Cuma

Camilerde para toplamaya son verilmeli

Camileri sadaka kapısı olmaktan, dilencilik yapmaktan, kısaca para toplamaktan çıkarmak lazım diye düşünüyorum. Buralarda toplanan paraların, açılan sergilerin amaca hizmet edecek şekilde sadra şifa olduğunu düşünmüyorum. Hele bazı camilerde işgüzar görevlilerin başka türlü vermiyorlar diye cami içinde saftan bazı insanları para toplamak için görevlendirmesi, saftan ayağa kalkan kişilerin şapkasını ters çevirerek saftaki her kişiye şapkasını uzatmasını görünce bu kadar da olmaz dedirtiyor insana.

Hayır-hasenat kapısı açık olmalı, insanımızdan istenmeli. İhtiyaç sahiplerinin veya paraya ihtiyaç duyulan inşaat vb yerlerin ihtiyacını karşılamak için başka yollara tevessül edilmeli artık diye düşünüyorum. Sürekli para toplanan yerler için gelir getirecek kaynaklar düşünülebilir. Bunun için ne yapılabilir?
  • Camilerin ihtiyacını karşılamak için cemaatten  vicdani sorumluluk çerçevesinde aidat toplama yoluna gidilebilir. Aidatlar açılan hesaba kişiler tarafından rutin olarak yatırılmalıdır.
  • Mevcut camilerin aylık ve yıllık giderlerini karşılamak için  geliri camiye harcanmak üzere vakıf olacak arazi ve bina elde etme/yapma ve vakfetme yoluna gidilmelidir.
  • Cami lojmanında kalan görevlinin/görevlilerin lojman kirası yıllık güncellenmek suretiyle kirası caminin ihtiyaçları için harcanmalıdır.
  • Geliri iyi olan cami ile kendi kendine yeter durumda olmayan cami arasında kardeş cami projesi yürürlüğe konmalıdır. İmkanları iyi olan cami, diğerini taşımalıdır.
  • Geliri fazla camilerin yıllık harcamasından fazlası ortak havuzda toplanarak ihtiyaç olan camilerin hesabına aktarılmalıdır.
  • Geliri cami, kurs vb yerleri yerlere harcanmak üzere cami önlerinde veya uygun görülen yerlerde kermes düzenlenmelidir.
  • Herhangi bir yerde inşaatı devam etmekte olan cami, Kur'an Kursu, İHL vb yerlerin inşaatını tamamlamak için camilerde para toplamaktan ziyade DİB veya ilgili yerin müftülüğü tarafından SMS yoluyla verilecek hesaba vicdani sorumluluk çerçevesinde para yatırılması için mesaj yollanmalıdır.
  • Cami önlerinde ihtiyaç sahiplerinin para toplanmasının önüne geçilmelidir. Bunun için merkezi camilerin uygun yerine 'Sadaka taşları' yaptırılarak yardım yapmak isteyenlerin infakını bu sadaka taşlarına koymaları sağlanmalıdır. Sadaka taşının konduğu yerin bazı insanlar veya hırsızlar tarafından kötü amaçlı kullanımının önüne geçmek amacıyla problem olduğunda yetkili kişilerin izlemesi için kör nokta olmayacak şekilde kamera ile takip ve kontrolü yapılmalıdır.
  • Cami veya başka yerlerde dilenen insanlar polis, zabıta vasıtasıyla takip edilerek gerçek ihtiyaç sahibi ise kaymakamlıklar bünyesinde görev yapan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfına bilgisi verilerek iş bulununcaya kadar yardım alması sağlanmalıdır. Gerçek ihtiyaç sahibi değilse caydırıcı tedbirler uygulanmalıdır.
  • Herhangi bir sebeple cami önlerinde devletten izinli sergi açılacaksa cami cemaatinin verdiği her bir para karşılığında makbuz kesilmelidir. 
Çözüm olarak aklıma gelen önerileri yazmaya çalıştım. İstenirse mutlaka kalıcı çözüm önerileri bulunabilir. 02/06/2017


Kendimi Anlatamadığım Tipler ***

Rabbim bu evrende yarattığı hiçbir şeyi boşu boşuna yaratmamış. Hepsini de yerli yerinde kullansınlar diye insanın emrine vermiştir. İnsana bahşettiği organlar ise tabir yerinde ise bir fabrikalar zinciridir sanki. Her biri Onun ayetidir aslında. Verdiği her şeyden de bizi sorumlu tutacaktır mutlaka. Organlarımızın mükemmelliğini bir organımız işlevini yitirdiği zaman daha iyi anlarız. Dil de aralarında anlaşsınlar diye Allah'ın verdiği nimetlerden biridir. Zira hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar ise konuşa konuşa anlaşabilirler.

Hayatım boyunca Rabbimin verdiği bu lisan sayesinde anlaşamadığım, kendimi ifade edemediğim insanların sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Ne onlar beni ne de ben onları anlarım. Çoğu zaman "Kellim kellim, lâ yenfeu" olur tüm konuşmam. İstediğim kadar dil dökeyim, istediğim kadar örnek vereyim, maalesef bir arpa boyu yol alamam. Zira bu nimet, onlara kendimi anlatmada kifayetsiz kalmaktadır. Kimdir bana kök söktüren bu tipler? Müsaadenizle bunları irdelemeye çalışayım sayfamın geri kalan kısmında.
*Bana, düşünceme, fikrime, zikrime ve tipime ön yargılı olanlar… Kendi düşüncesinden başka bir düşüncenin doğruluğuna inanmayan; kendi zekasına ve kafasına aşık olduğu için gözleri kör olanlardır bunlar.
*Düz mantık, düz kontak ve Aristo mantığına sahip olanlar… Espri, mizah, şakadan anlamaz bu tipler. Kelimelere takılıp kalırlar. Maksadı anlayacak ne kapasiteleri ne de çapları vardır. Bunların hayatında mecaza yer yoktur. Ne dediğini anlasalar bile maksuda giden kelimelere takılıp kalırlar. Ahmak insanın özelliği vardır bunlarda. Parmağın gösterdiği yere değil parmağa bakarlar hep. Sonucunda da sadece parmağı görürler. İyi niyetli olmaya iyi niyetliler ama bakış açıları Harici mantık olunca seni bir kâfir ilan etmedikleri kalır. Kelimeler etrafında döner dururlar. Seni elfazı küfür gördükleri bir sözcüğünden dolayı kafir ilan ediverseler mutluluklarına diyecek yoktur. Dünya kadar yazdığın ve söylediğin sözünü görmezler. Cümlelerinin içerisinden seçtikleri bir kelime ile avlamaya çalışırlar seni. Tek kurtuluşun, “Arkadaş ben bu kelimeyi kullanmakla hata yaptım, iyi ki uyardın, Allah sizin gibi bir dostumu gönderdi, sayenizde düzelttim. Allah beni affetsin” desen, tevazu görünümlü kibirleri tavan yapar.
*Savunmacı tipler… Konuşmana karşı hep savunma mekanizmasını geliştirdikleri için suçluluk psikolojisi içerisinde saldırır, suçlar dururlar seni. Beyni akıllarına değil, midelerine bağlıdır bu tiplerin.
*Seni dinler gibi görünen tipler… Hayal alemindedirler, sadece karşında kafasını sallar, ya da put gibi dururlar.
*Kuyruğuna bastığın tipler…Çünkü menfaatlerine ve beslendikleri damara basmışsındır.
*Alıngan tipler…Her söylediğinden hiç akla gelmeyecek mana çıkartan ve kendine çeken aklı evvellerdir. Bunların seni anlamadıklarını, konuşurken yüz hattından veya sana sordukları alakasız sorulardan anlayabilirsin ya da yanından gidip senden uzaklaştıkları zaman anlarsın. Bir bakmışsın! Küsüvermiş ya da eskisi gibi değil: Mesafelidir sana karşı.
*Kinci tipler…Yıllar geçse de sende gördükleri bir hareketinden dolayı altlarına kırmızı halı sersen de seni görünce kin moduna geçerler, hep öyle yaşarlar.
*Anlamadığını/anlayamadığını kabul etmeyen tipler…”Efendim ben şunu kastetmiştim, sanırım anlatamadım” desen, hemen “Biliyorum, anlamaz olur muyum?” cevabı hazır olanlardır.

Bir elin parmaklarını geçmez dedim de gördüğüm kadarıyla beni anlayamayan ya da kendimi anlatamadığım insan tiplerinin sayısı  baya da çokmuş. Hasılı, aklıma gelen bu tipleri görünce yine de bunları suçlamam. Suç, bana bahşedilen dilde değil, benim anlatamayışımdadır derim çoğu zaman. İmtihanım der, yoluma devam ederim. Mümkün olduğunca uzak durmaya çalışırım. Ama çoğu zaman burnumda bitiyor böyleleri.

Allah beni ve sizi, anlayanlarla karşılaştırsın.

***18/06/2020 tarihinde Pusula haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Hristiyanlıktaki Aslî Günah Anlayışının Neresindeyiz? *

Biraz mürekkep yalamışlar bilir, Hristiyanlıkta 'Asli günah' veya 'ilk günah' adını verdikleri bir umde vardır. Güya onlara göre "Hz Adem, yasaklanmış ağacın meyvesinden yemesinden dolayı yeryüzünde ilk günahı işleyerek hem kendisi hem de ondan sonra gelen herkes günahkar olarak dünyaya gelmiştir. İsa-Mesih kendisini çarmıha gerdirmek suretiyle Hz Adem'den kendisine gelinceye kadar bu günahı işlemiş olan herkesi temizlemiştir. Yani öncekilerin bedelini ödemiştir. İsa'nın çarmıha gerilmesinden sonra doğanlar da yine ilk günah suçuyla dünyaya geldiklerinden dolayı bu suçtan kurtulmak için kilisede papaz nezaretinde vaftiz olmaları gerekiyor."

Hristiyanlıktaki bu temel inanca, bu inancı kabul edenler ne kadar inanıyorlar bilmem. Yalnız bildiğim bir şey var İslam dünyası onların bu görüşünü gülünç bulur ve eleştirir, babanın işlediği suçtan dolayı evlat niçin suçlanır diye. Eleştirmekte ve gülünç bulmada yerden göğe kadar haklıyız. Çünkü kimse kimsenin günahından dolayı kınanmaz ve cezalandırılmaz. Zira bizim anlayışımıza göre her doğan günahsız ve masum olarak dünyaya gelir. Asla babanın suçundan dolayı evladı, evladın suçundan dolayı da babası ayıplanmaz ve töhmet altında bırakılmaz.

Hristiyanlığın bu ‘Aslî günah’ anlayışına teoride bakış açımız çok doğru ve olması gereken de bu. Fakat pratikte kazın ayağı hiç öyle değil. Bu konuda İslam dünyası maalesef iyi bir sınav vermemektedir. Bu konuda hepimizin belleğinde verebileceği sayısız örnekleri vardır. Mesela bizde annesi babası belli olmayana piç-veledi zina deriz. Ebeveyninin yaptığından dolayı hiçbir şeyden haberi olmayan kişi hayatı boyunca hep piç damgası yer. Baba, hırsızlığıyla nam salmışsa çocuklarını da öyle görürüz. Damat ceza almışsa tüm sülale suçlanır. Evlat kötü ise aileye iyi gözle bakılmaz. Alıp içeriye tıkmasak bile hep zan, şüphe ve töhmetle yaklaşırız bu tiplere. Nedense suçun ferdiliğini unutur, tüm aileye toptan ihale ederiz. Anlayacağınız veresiyeyi sevmiyoruz, çoğumuz toptancıyız toptancı.

Aileden suç işleyen birinin cezasını hayatı boyunca tüm aile ödemeye devam ediyor. Eğer suçu babadan oğla geçirmeye devam edeceksek boşu boşuna Hristiyanların ‘ilk günah’ komedisini hiç ayıplamayalım. Zira teori ve pratik ikilemi yaşıyoruz. Hayatımız çelişkiler yumağı halinde devam ediyor. Bu çelişkiler zinciri hala uygulamada devam edecekse nasılsa İslam’a girdirmediğimiz bidat ve hurafe kalmadı. Hristiyanların yaptığı gibi vaftiz olmasak da -ki olmamalıyız- bize özgü bir yöntem bulalım ki hiç olmazsa aile bireylerinden birinin işlediği suçtan dolayı tüm aileyi töhmet altında bırakmayalım. Reddi miras, soyadı değiştirme…vs yolu izlenebilir.

“İşi sulandırma” denirse niyetim su koyuverme falan değil. O zaman ne yapalım? Aile fertlerinden birinin işlediği suçtan dolayı aksine bir karine olmadığı müddetçe ailenin diğer fertlerini masum görmeye devam edelim, onlara hayat hakkı tanıyalım, onların başını öne eğdirmeyelim, onlara suçu hatırlatacak şekilde imada bile bulanmayalım. Değilse bu yaptığımız bir bumerang gibi yarın bizi bulmayacağına dair hiçbir garantimiz yoktur. Çünkü kişinin ayıpladığı başına gelmeden ölmez denir bizim kültürümüzde. Kimimiz evladıyla, kimimiz anne ve babasıyla, kimimiz damadıyla hiç ummadığı bir anda imtihan olabilir. O zaman kimseyi yanında bulamaz. Çünkü “Eden bulur,” yine bizde. 02/06/2017

* 27/09/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




Dersimiz "Kontrollü darbe" *

15 Temmuz menfur darbe teşebbüsünden bu yana neredeyse 10 ay geçti, hakkında söylenmeyen kalmadı. Kapalı ve anlaşılamayan noktaları var. Hepsine eyvallah diyorum ama son zamanlarda darbeyi sulandırmaya ve yok saymaya yönelik konuşmaları görünce insanın küçük dilini yutası geliyor. Üstelik işin başını da bir siyasi parti lideri çekti ilk önce. Şimdilerde darbe yapmaya kalkıp da beceremeyen asker müsveddeleri aynı ağızdan konuşmaya başladı yargılama sürecinde. “Bu, kontrollü darbeydi" şeklinde.

"Kontrollü darbe" iddiasını duyunca el insaf diyesi geliyor insanın. Nerede yaşıyor bu insanlar? Kim adına ağzı birliği etmişcesine bu şekilde hareket ediyorlar? Haydi diyelim ki darbeye yeltenen sözüm ona askerler darbede başarılı olamayınca paçalarını kurtarmak ve ağa babaları böyle istediği  için böyle bir yola tevessül ediyorlar, pekiyi bizim siyasi parti liderine ne oluyor Allah'ın aşkına! Madem kontrollü darbeydi, sormazlar mı adama, "Darbenin kontrollü” olduğunu iddia eden senin Yenikapıda yapılan mitingte ne işin vardı diye. Bildiğim kadarıyla oradaki miting 15 Temmuz'u telin ve birlik-beraberlik mitingi idi. Bir milletin gövde gösterisiydi. Olduğuna inanmadığın darbenin neyini telin etmek için bulundun orada? Sende hiç irade yok mu? Birileri ‘git dedi’ diye gittin, birileri darbeye haydi ‘kontrollü de, dediği için dedim’ diyorsan vay bu ülkenin haline! Vay o siyasi partiye bel bağlamış, ardından giden vatandaşlara.

Bu millet oluşturulan algılarla yönetilmeye alıştı alışmasına ama atacaksanız bari biraz ‘Ufak atın da civcivler yesin’ olmaz mı? 80 milyonun gözü önünde cereyan eden kanlı darbe teşebbüsünü küçümsemeye, ihanet şebekesinin yaptığını senaryo gibi göstermeye kimsenin hakkı yoktur, haddi de değildir.  O gece şehit olan 249 kişinin hatırasına bari söylemeyin bunu. Hiç kimse ucunda ölüm olan bir şeye senaryo gereği canını ortaya koymaz.  Görevimiz muhalefet diyerek her şeyi sulandırmayın. Tamam oturun kalkın, hükümeti; “İhmali var, istihbarat iyi çalışmamış, darbeye karşı çıkmada hazırlıksız yakalandı, darbecilerin bu kalkışmasında bu ve geçmiş hükümetlerin dahli var..." diyerek eleştirebilirsiniz. Ama şehit ve gazilerimizin hatırasına ve acısına saygısızlık yapmayın. Sahi bu kontrollü darbe fikri nasıl aklınıza geldi? Batı aynı dilden konuşuyor, FETÖ aynı dilden konuşuyor, siyasimiz aynı dilden konuşuyor, darbeci artıkları aynı dilden konuşuyor. Sizi bu konuda bir araya getiren nedir? Kim pazarlıyor sizi? Bu birlikteliğinizi neye borçluyuz? Allah muhabbetinizi artırsın. Aynı ağızdan konuşmanız düşman çatlatıyor. Böyle demek suretiyle "Şecaat arz ederken merd-i kıpti sirkatin söylermiş" demek geliyor insanın içinden. Buna “Kedi ulaşamadığı ciğere murdar dermiş” denir bizde. İş yapayım derken çiş yapma denir Anadolu'da buna. Böyle konuşarak kimlerle beraber hareket ettiğinizi, neyi amaçladığınızı, kime hizmet ettiğinizi göstermiş oluyorsunuz. Ülke son anda elden gitmekten, ülkede iç savaş çıkmaktan, başka ülkelere peşkeş çekilmekten zor kurtuldu. Sizin yaptığınız işe bakın. Allah’tan korkmuyorsunuz, bari kullarından utanın. Konuşmuş olmak, muhalefet etmek için daha fazla gülünç duruma düşmeyin.

Bir söz de darbeye kalkışan, mahremimize saldıran asker görünümlü müsveddelere söylemek istiyorum: (Biliyorum hainden bu ülke adına hiçbir şey istenmez, zaten istense de doğruyu söylemez.) Yediğiniz  kaba pislediniz,  bizi can evimizden vurmak suretiyle karga olduğunuzu gösterip göz göre göre gözümüzü oymaya kalktınız. Ama gördüğünüz gibi beceremediniz. Ağa-babalarınızın yıllar yılı biriktirdiği sermayeyi kendinize çok güvendiğinizden olsa gerek, hoyratça kullanıp ağzınıza yüzünüze bulaştırdınız ve şu anda adaletin pençesindesiniz. İçinizde zerre miktarı mertliğin kırıntısı varsa mahkemede doğruyu söyleyin. Yoksa bu millet sizin tiyatronuzu izleyecek değildir. İpe un sererek sağa sola sataşarak suçu başkasına yamayarak kurtulacağınızı sanıyorsanız aldanıyorsunuz. Bu millet şu ana kadar kalbinin saflığından çok kandı. Ama gözü açıldı. Avucunuzu yalarsınız. Güneş görmez hapishane hayatı sizin iyi günlerinizdir. Allah’a ve ahiret gününe inanan insanlar olarak Cehennem’e kadar yolunuz var. İşte esas yeriniz orasıdır. Tadın azabınızı! 02/06/2017

* 03/06/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

1 Haziran 2017 Perşembe

Yüreğimize kor düştü bu gece

Ramazan'ın manevi iklimini yaşadığımız bu günlerde Şırnak'tan gelen acı haber yüreğimize ateş düşürdü. İçerisinde rütbelilerin de olduğu 13 askerimiz kalkışından kısa bir süre sonra yüksek gerilim hattına takılması sonucunda meydana gelen helikopter kazasıyla birlikte darı bekaya uçtular. Mekanları Cennet olsun, milletimizin başı sağ olsun, kederli ailelerine sabırlar niyaz ediyorum. Rabbim başka keder göstermesin. Bu keder inşallah son olur, milletçe iyi günler görürüz.

Bizler evimizde sıcak çayımızı yudumlarken, yatağımızda güvenle yatarken onlar gece demeden bir görev gereği vazife başında iken canlarını bu vatan için feda ettiler. Acımız büyüktür milletçe. Bu durum karşısında ne söyleyecek sözümüz var, ne de yapacak bir şeyimiz. Cümleler boğazımızda düğümlendi. Biz bu halde iken acı haberi duyan ailesi ne yaptı? Öyle zannediyorum otura kalmışlardır oldukları yerde. Ne konuşmuşlardır, ne de bağırıp çağırmışlardır. Ağlayıp sızlasalar da acılarını içlerine gömüp "Allah'tan geldik, yine ona döneceğiz" demekten başka sözleri yoktur şu anda. Ateş mutlaka düştüğü yeri yakar yakmasına. İnanın yüreği olan, yüreği vatan aşkına yanıp tutuşan her evi ateş sardı bu gece.

Şehadet şerbetini içtiler, ebedi aleme göçüp gittiler. Görevlerini hakkıyla yaptılar. Onların gözü arkada kalmasın. Bayrağı mutlaka yine vatan aşkıyla tutuşanlar devralacak onlardan. Bu millet onları hep şehit bilecek, hep takdir edecek, hep hayırla yad edecek. Onlar rahat uyusunlar, Rabbim, başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da Cehennem azabından kurtuluş olan bu ayda onlara rahmetiyle muamele etsin.

Bizim için canını tehlikeye atan, kendilerini feda eden bu yiğitlerden biz razı idik, Rabbim de razı olsun. Onların kanları ile terör boğulsun inşallah! 01/06/2017

Helal be sana Konyaspor! *

Çok değil birkaç yıl öncesine kadar Super Lig’in asansör takımlarından biri idi. Çıkmasıyla düşmesi bir olur, sonra yıllarca çıkacağım diye tüm Konya kenetlenir dururdu. Super Lig’e çıktığının ilk yılı ortalarda tutunmuşken  geçen yıl “Ben geliyorum, bu sene farklıyım” dercesine  ligi üçüncü bitirmişti.

2016-2017 sezonunu Konyaspor yine ortalarda bitirdi. Fakat “Böyle göründüğüme bakmayın, siz esas beni Ziraat Türkiye Kupasında görün” dedi ve tüm takımları geride bırakarak Ziraat Türkiye Kupa’sını ilk defa Konya’ya getirmesini bildi. Mütevazı kadrosuna rağmen  Konyaspor yapacağını yaptı, gönlümüzde taht kurdu. Ligin üç, hatta dört büyük takımını geride bırakarak kupanın sahibi oldu. Tüm Konyalıların gönlünde taht kurdu. İşte böyle bir takıma ancak şapka çıkarılır. Azmin, çabanın, gayretin, istikrarın ve inanmışlığın zaferidir bu. Soyadıyla müsemma teknik direktörü  Kocaman bir alkışı çoktan hak etti, seyirci zaten hep takımının yanındaydı, hem deplasmanda, hem de klasmanda. Yönetim  elinden gelen desteği verdi, sporcular ise sahada üzerlerine düşen görevi yaptı. Demek ki topyekûn inanmışlık ve kenetlenme  zaferi getiriyordu.

Lig üçüncülüğünün ardından bu yıl kupanın gelmesi ancak istikrarla açıklanır. Yönetim ve teknik heyetin sürekliliği bu başarıyı getirdi. Bu aşamadan sonra kimse,  Konya’nın düşeceğini konuşmuyor artık. Çıtayı yükseltti çünkü. Bundan sonra Konya’dan beklenen lig şampiyonluğu. Olmayacak olanlar bu güne kadar olduysa lig şampiyonluğunun gelmemesi için hiçbir sebep yok. Yeter ki istikrar hakim olsun, takım kendine inansın, takıma olan güven kaybolmasın, taraftar desteğini vermeye devam ettirsin.

Maça gitmeyen, maç izlemeyen ve maçları takip etmeyen biri olarak Konyaspor’un gösterdiği bu başarıyla gurur duydum. Ben büyük takım diye böyle takımlara derim. Bakmayın, büyük takım diye bizim belleklerimize üç büyükler, dört büyükler diye kazındığına. Eldeki imkanları en iyi şekilde değerlendirerek mütevazı kadrosuyla başarı gösteren takımdır esas büyük olan. Onca imkana rağmen büyük takımların kupada esamesi okunmuyorsa demek ki onların büyüklükleri Anadolu takımlarının kendilerine inanmamasından kaynaklanıyormuş. Demek ki başarı için paraya pula sahip olmak, pahalı futbolcuyu oynatmak yeterli gelmiyormuş…inanmak gerekiyormuş. Onlar yine kendilerini büyük olarak görmeye devam etsinler, Anadolu teker teker büyüklüklerini gösterecek  bu gidişle. Konyaspor’un gösterdiği bu başarı diğer Anadolu takımlarımıza da örnek olacağı kanaatini taşıyorum.

Maç özürlü birisi olarak çorbada tuzum olsun sadedinde bu konuyu ele aldım. Konya’mızın gururu olan takımızı gönülden tebrik ediyorum. Nice başarılarıyla adından söz ettireceği umudunu taşıyorum. Çorbada tuzu olan herkese tek kelimeyle teşekkürler.

Başarılarla dolu nice yıllara!... 01/06/2017

* 05/06/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.