1 Mayıs 2017 Pazartesi

Affetmek büyüklüktür *

Hz Muhammed için af makinesi dense umarım teşbihte hata yapmış olmayız. Çünkü cezalandırmaktan ziyade affetmeyi seçmiştir hep. “Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir.” Ayetini kendisine düstur edinmiştir. Ömrünü insan kazanmaya vermiş desek yine yanılmayız.

Vatana ihanet suçu diyebileceğimiz büyük bir suç işlemeye teşebbüs eden Hatip bin Ebi Beltea’yı sorguladıktan sonra itirafını samimi bularak affetmiştir. Üstelik affetmekle de kalmamış: "Bedir ashabındandır" diyerek onurlandırmıştır Hatib’i. Mekke'yi fethettikten sonra peygamberliği boyunca kendisine kök söktüren, boykot uygulayarak açlığa terk eden, öldürmek isteyen, kendisiyle savaş üstüne savaş yapan Mekke'nin ileri gelen müşriklerini affetmiştir. Affetmesinin ardından büyük bir çoğunluğu Müslüman olmuştur.

Tebliğ görevi yapmak için gittiği Taifliler tarafından taşlanmış, vücudu yara bere içerisinde iken meleğin: "İstiyorsan Taif halkı yerle bir edilecek" demesine karşın "Ben rahmet peygamberiyim, olur ki onların soyundan namaz kılan bir nesil gelir" diyerek rahmeti gazabının önüne geçmiştir. Bunun semeresi olarak daha vefat etmeden Taif halkı topluca huzuruna gelerek Müslüman olmayı yeğlemiştir.

Medine'de kendisine kök söktüren, her türlü fitnenin içerisinde yer alan, eşi Hz Aişe'ye iftira atan münafıkların başı Abdullah b.Ubey b.Selül'ü dışlama yoluna gitmemiş, onu kazanmak için çaba sarf etmiştir.

Mekke'yi fethetme esnasında "Kim Ka'be'ye sığınırsa, kim Ebu Süfyan'ın evine sığınırsa emniyettedir" diyerek müşriklerin liderini taltif etmiş ve bunun sonucunda da onun Müslüman olmasını sağlamıştır.

Uhud Savaşında amcasını öldüren Vahşi'yi ve onun azmettiricisi Hind'iyi de cezalandırma yoluna gitmemiş ve "Sadece gözüme görünmeyin, çünkü sizi gördükçe amcam Hamza'yı hatırlıyorum" demiştir. 

Hz Muhammed’in affetmesine verebileceğimiz örnekleri çoğaltabiliriz. Ahzap süresi 21.ayette: “And olsun ki, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Resulullah (Allah'ın Elçisi) en güzel örnektir.” Denilerek Peygamberin bizim için örnek olduğu belirtilmektedir. İki sözümüzden biri onun hayatından örnekler veririz, ismi geçtikçe salavat getirir, senede iki defa doğum gününü kutlarız. Niçin onun affetmesini de örnek almayız. Hep cezalandırma ve dışlama yolunu seçeriz. İnsanımız bilerek veya bilmeyerek suça girmiş, suç işlemiş, kanmış, kandırılmış olabilir. Her suç işleyeni cezalandırarak ne suçu bitirebiliriz, ne de suçluyu. Affetme yolunu deneyerek birçoğunu kazanabiliriz. Allah Teala birçok ayetinde “Allah tövbe edenleri ve temizlenenleri sever” buyurmaktadır. Allah’ın verdiği tövbe kapısını insanlardan esirgememek lazım. “Merhamet maraz doğurur” şeklinde bir itiraz dile getirilebilir. İşlediği suçtan dolayı affedilen insanın tekrar tekrar suç işlemesi karşısında caydırıcı cezalar verilirse kimsenin söyleyecek sözü olmaz.

Hele bir suç toplumun ekseriyetine şu ya da bu şekilde bulaşmışsa af yolunun seçilmesi  
toplumsal barış için elzemdir, aciliyet arz eder. 01/05/2017

* 22/05/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


  



29 Nisan 2017 Cumartesi

Mağdurlara oynamayalım **

Referandum sonuçları istediği gibi çıkmayan  ve mahkemelerden de bir sonuç alamayan hayır cephesinin en önde geleninin bugünlerde işi hep YSK ile. Ağzını açıyor YSK’yı eleştiriyor, kapatıyor yine YSK’yı eleştiriyor.

YSK’nın kanunu çiğnediğini, oyları çaldığını, mühürsüz oy pusulalarını saydığını ifade ediyor her konuşmasında. Bugün de il başkanlarına “Referandumda gittiğiniz yerlere tekrar gidin, vatandaşa YSK’nın hiçe saydığı kanun maddelerini okuyun” diye talimatlar yağdırıyordu. Bu referandum sonuçlarını da kolay kolay hazmedeceğe benzemiyor. Sürekli gündemde tutacak anlaşılan. Niçin tutmasın ki hayatında yüzde 25’in üzerinde hiç oy alamayan bu partinin yüzde 49’a yakın oy alması iştahını kabarttı. Anladığım kadarıyla alınan 49’luk oyu kendinin sanıyor. Bence referandum sonuçlarını hep gündemde tutacağına, YSK hakimlerine kızıp hakaretler edeceğine iki yıl sonraki seçimlerin startını vermek için alt yapı oluşturmasında, birlikte hareket etmek için koalisyonlar kurmasında fayda vardır. Vatandaş hayatımız boyunca göremediğimiz bu oyları niçin verdi? Niçin evete gitmedi bu oylar da, bizim cepheye geldi. Demek ki vatandaş ön yargılı değil, onların dilini anlarsak biz bu işi başaracağız planları yapacağı yerde hala referandumda hile var iddiasını dile getirmeye devam ediyor.

Sayın lider, gördüğüm kadarıyla referandum sonuçlarıyla ilgili YSK ‘ya, Danıştay’a iyi bel bağlamış. İstediği sonuç çıkmayınca mahkeme kararlarına saygılıyız sözünü bir tarafa bırakarak gerilim siyaseti izlemeye çalışıyor.

Keşke mahkemelerin verdiği bu kararı beğenmediğinizi ifade ederken yaptığınız eleştiriyi geçmişte mahkemelerimiz bir başka partinin canını yakarken, ocağına incir ağacı dikerken de yapsaydı…daha samimi olur, kendisiyle çelişmemiş olurdu. Anayasa Mahkemesi 367 garabetine imza atmadan önce bu partinin önceki lideri: Yüce Mahkeme  367 nitelikli çoğunluğu onaylamazsa kriz çıkar” dediğinde itiraz edilseydi. Hiç teröre bulaşmadığı halde partileri bir bir kapatılan partinin yanında yer alsalardı.
Maalesef geçmişte mahkemeler iktidar olmamanıza rağmen hep sizi korudu ve kolladı. Bugün o mahkemeleri yanınızda göremeyince kahrediyorsunuz. Geçmişte haksızlık karşısında dilsiz şeytan olmasaydınız bugün yanınızda destekçileriniz olurdu. Maalesef hep gücün ve güçlünün yanında oldunuz.

Dün mağdurların yanında olmadınız. Bugün mağdurlara oynuyorsunuz. Mağdur edebiyatı yapıyorsunuz. Kimse yutmaz bunu. Bugün bir nöbet değişimi var. Beğenseniz de beğenmeseniz de. 29/04/2017

** 05/05/2017 günü kahta söz gazetesinde yayımlanmıştır.

Emek ve Dayanışma Günü

Dünyada kutlanan Emek ve Dayanışma Günü İşçi Bayramı olarak ülkemizde de kutlanır her yıl 01. Mayısta. Birkaç yıldır da resmi tatil yapıldı üstelik.

Bu bayramı kutlamak için işçi sendikaları her yıl gözünü Taksim Meydanına diker. İzin verildi, verilmedi, kutlayacağız vb. tartışmalar günler öncesinden başlar. Bu sene de bu meydanda işçi bayramının kutlanmasına izin verilmedi. Bereket sendikalar bu yıl kutlama yeri illaki Taksim olacak diye ısrarcı olmadı ve ortamı germedi. Kimi İstanbul'u, kimi Ankara'yı, kimi de Erzurum'u seçti miting yeri olarak. Kutlama öncesi oluşan bu sakin ve anlayışlı ortamı inşallah 01 Mayıs günü de görürüz. Çünkü bizde her bir 01 Mayıs sancılı olur. Gergin başlar ve gergin sona erer. Şeytanın bacağı bu bayramda kırılacak gibi görünüyor.

Bildiğim kadarıyla 01 Mayısta tüm emekçilere izin verilmiyor. Özel sektör emekçileri bugünde yine çalışmaya devam ediyorlar. Sanırım onlara her gün bayram. Yani 1 Mayısın diğer günlerden farkı yok onlar için. Kamuda çalışan memur ve işçiler bugünde tatil yapıp miting yapabiliyor. Sendikaların miting yeri olarak belirlediği ile, her bir şehirden emekçiler katılır. Kilometrelerce yolu uzun uğraş sonucunda katediyorlar. Mitinge geldikleri zaman bağıracak, bayrak sallayacak takatları kalmaz. Gönüllü-gönülsüz sloganlar atılır, bayraklar sallanır. Kafalarında da dönüş yolu var. Çünkü geldikleri yolu yeniden tepmeleri gerekecek. Yorgun-argın geç vakit evlerine gelip doğru-dürüst dinlenemeden ertesi gün iş başı yapacaklar. Bunlar iş başı yapmayı düşünedursun diğer emekçi arkadaşları hemen iş başı yaptı bile. Çünkü emekçinin kirlettiği, savaş alanına çevirdiği meydanı temizlemek, eski haline getirmek yine diğer emekçinin işi.

Benim bayram diye bildiğim gün dinlenme günü olmasıdır. Bayram denilen günde miting yapanlar yorulur. Yorulan ise mesaiye başladığı zaman işinde verimli olamaz. Mitingde harcanan efor ve giden para da işin bir başka yönü. Meydanlarda gövde gösterisi yapılarak istediği haklar da verilmez. Miting yapılacaksa bir konfederasyon bir yerde yapacağına her ilde yapsa emekçiler fazla yorulmamış olur. Mitingler sembolik olmalı, miting yerleri kirletilmemeli. Sonra niçin her bir konfederasyon ayrı ayrı miting düzenler. Amaçları işçi haklarını korumaksa hep birlikte kutlamalılar. Çünkü istedikleri haklar üç aşağı, beş yukarı aynıdır. Her biri ayrı bir baş olmamalı.

Kanaatimce mitingler hiç olmamalı, işçiler o günü dinlenerek geçirmeli. Mademki bugün işçinin günü. Bırakalım istediği gibi o günü değerlendirsin. İşçinin alın teri kurumadan karşılığını aldığı, özlük haklarının insanca yaşayabileceği bir seviyeye getirilmesini temenni ediyorum. Bu gün sadece kamu emekçileri için değil, özel sektörde çalışan asgari ücretliler için de tatil yapılmasını istiyorum.

Maaşını beğenmeyen emekçilerin hiç işi olmayan işsiz insanları düşünerek mevcut hallerine şükretmelerinde fayda var. Zira beğenmedikleri maaş ve özlük haklarına çalışacak binlerce insanımız var dışarıda. Hakkıyla çalışan ve emeğinin karşılığını tastamam alan kişilerden olmamız temennisiyle. 29.04.2017


Kutsal Topraklarda yapılan kavgayı nasıl okumalı? *

Bir cemaate mensup iki ayrı grubun yaptığı kavga konuşuluyor şimdi. Hangi ajansı açsanız bununla ilgili habere ulaşabilirsiniz. İçlerinde 8 yaralı varmış. Olay da Kutsal Topraklarda, Kabe’ye bir km uzaklıkta geçiyor. Anlaşılan taraflar Türkiye’de geçmişi olan anlaşmazlıklarını umrede kavgaya dönüştürerek ibadetlerini taçlandırmışlar. Ne denir bu habere? Ancak şapka çıkarılır ve tebrik edilir.

Kavganın seçildiği yer, emin belde.  Taraflar ise bir cemaat üyesi…şahane gerçekten. Haber olacaksan kavga edeceğin yeri iyi seçeceksin. Bu kavga Türkiye’de olsa haber değeri olur ama tıklanma rekorları kırmaz. Tarafları ve bunları yetiştiren camiayı bu açıdan tebrik etmek lazım. İşi yaralamayla bırakmışlar, öldürmeye güçleri yetmemiş, bir de öldürselerdi İslam dünyasının tarihine geçerlerdi. Ha gayret bakalım, daha vakitleri var, gelmeden önce umarım bunu da başarırlar. Bu işi Kabe’nin hemen dibinde yapsalardı daha iyi olurdu. Sanırım niyetleri de bu idi. Ama kavga bu. Kan gibidir. Nasıl ki akacak kan damarda durmuyorsa kavga da hedeflenen yerde her zaman gerçekleşmeyebilir. Ah o ham müritler yok mu? Kinlerini menzile varmadan hemen boşaltıverdiler.

Ülkemizdeki fırsatçılar bu küçük kavgayı hemen eleştiri bombardımanına tutabilirler. Onlar art niyetlidir. Halbuki bu iki güzide grubu bu yaptıklarından dolayı eleştireceğimize niyetlerini anlamaya çalışsak nasıl olur? Belki de bu kardeşlerimiz kutsal beldede kalmak için bu kavgaya tutuştular. Ne de olsa sayılı günler için gittiler. Süresi doldu mu bunları uçağa bindirip yolcu edecekler. Birbirlerini orada kıracaklar ki ölüp-öldürdükten sonra orada yani Cennetü’l Mualla mezarlığına defnedilecekler. Böylece mukaddes bölgede kalma imkanları olacaktı. Varsa ufak-tefek günahları onlar için şefaat edecek yakın kimseleri de vardır zaten. Bu kişilerin gördüğüm kadarıyla niyetleri halistir.

Hemen bu olaydan hareketle Türkiye’deki cemaatleri masaya yatıranları da iyi niyetli olarak görmemek lazım. Cemaatler yaşamalı, yaşatılmalı ki değerleri böyle yerlerde ortaya çıksın. Kim yapabilir bu kavgayı mübarek beldede. İçki içen, kumar oynayan ve dini duyarlılığı olmayan insanlara para verseniz bu işi Kabe’de yaptıramazsınız. Hatta, “Belki içki içeriz, dini yaşamayız ama bu işi Allah’ın evinde yapacak kadar düşmedik” gibi bir bahane de bulabilirlerdi. Birilerinin dediği gibi, cemaatlere saldırının arkasında İslam var sözünü yabana atmamak lazım. Bu cemaatleri ve mensuplarını iyi beslemek lazım ki istediğin kavgayı istediğin yerde sorgulamadan yapabilsinler. Bize de akıllarını sorgulamayacak adamlar lazım. Zaten istediğimiz de bu değil mi? Önemli olan cemaatlerin yaşaması. İslam nasıl olsa olur. İt ürür, kervan yürür misali bizler kafamızı kuma gömüp yolumuza devam edelim. Bu İslami cemaatlerin yaptığı kavgada mutlaka bir hikmet arayalım. Hatta daha iyi besleyelim. Çünkü anlaşılan yemleri yeterli gelmedi ki birbirlerini öldüremediler.

Türkiye’deki cemaatleri denetim ve kontrol altına alalım diyen kişiler de çıkacaktır bu olaydan sonra. Para giriş ve çıkışlarını kayıt altına alalım. Buralarda İslam adına ne anlatılıyor diyenleri de kulak ardı yapalım. Cemaatlere hiç sesimizi çıkarmayalım. Onlar istedikleri gibi at koştursunlar. Her yaptıklarında biz bir hikmet arayalım. Hatta etkili ve yetkili kişiler olarak bu cemaati ziyaret ederek geçmiş olsun dileklerinde bulunalım. Cemaatin yetkililerinin “Efendim! Cemaatimize karşı bir algı operasyonu yapılıyor, aramıza fitne sokmaya çalıyorlar, bugün bu kavgada taraf olan kardeşlerimiz karıncayı bile incitmezler, cemaatimiz nazara geldi” derlerse de sorgusuz sualsiz kabul edelim.

Helal olsun, size yiğitlerim. Haya perdesini de şükürler olsun Kabe’de attınız. Kim tutar sizi bundan sonra. Haydi göreyim sizi! 29/04/2017 

* 03/05/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

28 Nisan 2017 Cuma

Bazılarında eşeklik bakidir

Bu yazımda konu edindiğim eşeğin gerçek hayattaki dört ayaklı eşekle bir alakası yoktur. Buradaki eşek, insanlıktan nasibini almamış iki ayaklı bir eşektir. Herkesin bildiği eşeğe hakaret anlamı taşımaz. Konu edindiğim kişi/kişileri anlatmak için bu hayvan seçilmiştir.

Buradaki iki ayaklının dört ayaklıdan farkı sadece okumuş olmasıdır. Dört ayaklı eşek bir defa okuyamadığından kendini cahil bilir. Hiç bıkıp usanmadan eşekliğine devam eder. Tekerleğin icadından önce ve sonrasında insanlara binek görevi ifa etmiş, ömrü yük taşımakla geçmiştir. Zaman zaman anırır. Anırmasında hiç makam yoktur. Sesi de güzel değildir. Seslerin en çirkini olmasına rağmen zamanlı zamansız anırır. Kimse de niye anırdığını bilmez. Kim bilir belki de "Benden bu kadar faydalandığınıza göre benim kahrımı da çekeceksiniz, benim kahrım anırmak" demek istiyordur. Önüne sapını-samanını koydun mu ondan iyisi yoktur.

İki ayaklı olanı dört ayaklı olana kurban olsun bir defa. Çünkü iki ayaklı eşek okumuştur okumasına. Bir kesere sap olmuştur olmasına. Ama adam olamamıştır. Hani bir baba oğluna: "Oğlum sen adam olmazsın" demiş de oğlu, okumuş kaymakam olmuş ve gün bugün deyip babasını makamına getirtmiş ve babasına "Bak! Ben koskoca kaymakam oldum" deyince babası: "Oğlum, ben sana kaymakam olamazsın demedim. Adam olamazsın dedim. Gördüm ki, olamamışsın. Eğer olsaydın, babanı ayağına getirtmezdin" diyerek kendisine caka satmak isteyen oğluna haddini bildirmiştir. Okumak bir defa haddini bilmektir. Madem fıkra ile başladık, yine devam edelim bir fıkrayla. Adamın adını zamanında eşek koymuşlar. İnsanlar eşek gel, eşek git dedikçe zoruna gidiyormuş. Hanımı: “İhtiyar heyetine git, sana yeni bir isim versinler” diye akıl verir. Adam heyete durumunu anlatır. Heyet buna yeni bir isim verir. Sevinçle evine gider. Hanımına müjdeyi verir. Hanım, artık adımı değiştirdim” der. Ne koydular diye hanımı sorar. Heyet oy birliğiyle adımı sıpaya dönüştürdü” deyince kadın gülmeye başlar: “Behey akılsız, niye itiraz etmedin? Bir defa sıpa eşeğin yavrusuna verilen isimdir. Bu durumda sen büyüyünce yine eşek olacaksın, bu gidişle sen eşeklikten kurtulamayacaksın” der.

Okumak güzeldir. Çünkü insana değer katar. Ama bazılarında bu değerin ‘de’si bile görünmez. Çünkü tahsili ondan sadece cehaleti alır, eşekliği ise baki kalır. Okur görev alır. Daha iyice pişmeden gözünü yukarıya diker. Çünkü çalıştığı alanda verimli değildir. Ayrıca çalışmakta da gözü yoktur. Nasılsa idareci olmak için bir kriter de yoktur. Kabiliyetli, çalışkan, liyakatlı ve ehliyet sahibi olman şart değildir. Hırlı-hırsız, tacizci olman fark etmez. Bunun için geçer akçe bir sendikaya üye olmaktır. Üye oldun mu en azından bir yerde idareci olarak işe başlar, bir koltuk sahibi olursun. Bayan isen yönetici olman daha kolaydır. Çünkü yönetici görevlendirme yönetmeliğine göre bayan kontenjanları vardır. Her bayan yönetici olmak istemediğine göre emsallerine göre şansı daha yüksektir. Koltuğa yapıştın mı dünya senindir artık. Kolay kolay kalkmazsın.

Daha ne ister insanoğlu bu durumda. Allah’tan istedi bir göz, Allah verdi ona iki göz. Daha dün işini beceremeyen bir öğretmendi, nasıl gelecek bu emeklilik derken Allah ona bir başka kapı açtı. Hele koltukta otururken ayağına çağırıp insanlara emir vermenin keyfi bir başkadır. Dört köşe yapar insanı. Sevmediği, nefret ettiği kişileri ezmek için bir fırsattır bu koltuk. Köyüne muhtar seçilen adam gibi tepeden bakar onlara. Hani adam muhtar seçildikten sonra eşiyle birlikte balkonda yemek yerken aşağıdan geçen insanları hanımına göstermiş: Hanım! Daha dün biz de şu adamlar gibiydik, hey gidi günler hey!” demiş ya. İşte öyle. Çünkü bu koltuğa oturmak öyle her kişinin harcı değildir. Haftalık gireceği derslere de girmesine gerek yok. Çünkü işinin yoğun olduğunu öne sürer. Sıkıldıkça egosunu tatmin edecek bir iş bulur.

Bu tiplerin sayısı az değil. Ne oldum delisidir bunlar. Yaptığı işi önemseyen, oturduğu evrak memurluğu koltuğunu bir şey sanan zavallılardır. Ekranın karşısında otura otura mayışır, bir müddet sonra beyni de uyuşur. Ne yaptığını, kimi kırdığını bile bilmez. Bu tipler okumuştur ama diplomalı cahillerdir. Bir yere kritersiz geldiği için o koltuğun hakkını vermeye de çalışmaz. Böylelerinin durumu kendisine miras kalan hayırsız evlat gibidir. Har vurur, harman savurur. Gününü gün eder. Etrafını kırar geçirir. Herkesi kırdıkça egosunu tatmin eder. Sorunun kaynağı kendisinin olduğunu bilmeden başkasını düşman beller. İletişime de kapalıdır. Kafasını kuma gömen deve kuşu misalidir bunlar. Kendisini ekrana gömer, sağa-sola emirler verir. Orta yerde sorun olduğu zaman da suçu kendisinde bulmaz. Hırçınlığını, iç kavgasını başkasını ezerek unutmaya çalışır. Bu tipler bok böceği gibidir. Hani o böcek kendi pisliğini yuvarlarken bir taraftan da etraf ne kadar pis kokuyor diye burnunu tıkarmış. Maalesef sorunun kaynağı olduğunu nasıl bok böceği bilmiyorsa bunlar da bilmiyor. Yine iki ayaklı eşekliklerine devam ediyorlar. Bu tiplerin üzerine altın semer de vursan eşek yine eşektir. Ama suç bunlarda değil, hiçbir kriter koymadan alıp bunlara koltuk verenlerdedir. Sayıları çok mu dersen çevreni biraz gözlemle, mutlaka bulursun böylelerini. Sözüm meclisten ve görevini yapan kişilerden dışarıdır. 28/04/2017

27 Nisan 2017 Perşembe

8.sınıflar bundan sonra ne yapacak? *

Sekizinci sınıf öğrencileri Kasım ayında birinci TEOG, Nisan ayının son haftasında da ikinci TEOG sınavlarına girdiler. Öncelikle çocuklara geçmiş olsun diyelim. Bir geçmiş olsun da okullara diyelim.

Çocukları anladık da okullara niye geçmiş olsun dediğim garibinize gidebilir. Okulların kapanmasına daha 1,5 ay gibi bir zaman var. 8.sınıf öğrenciler liseye yerleşmede yüzde yetmiş etkisi olan birinci ve ikinci sınavlarını oldular. Bu çocuklar aylarca çalışıp didindiler. Bütün bildiklerini de 26 ve 27 Nisan’da ortaya döktüler. Bundan sonra derslere nasıl adapte olacaklar, nasıl okula devam edecekler, nasıl ders dinleyecekler, öğretmen bunlara nasıl ders anlatacak? Artık top ders öğretmeninde. Odaklandığı sınavlara girmiş, hedefini bitirmiş bu çocuklar okullarda hayredecekler mi?

Sınavlardan sonra derslere odaklanmak zor. Çünkü bizde eğitimden ziyade sınavlara odaklanılır. Sınav merkezlidir bizde eğitim. Sınavlardan sonra  öğrencilerin çoğunda bir boş vermişlik olacaktır. Sınıfta ders dinlemek istemeyen öğrenciye ders anlatmak deveye hendek atlatmaktan daha zordur. Çünkü öğrencilerin karnı bundan sonra ders dinlemeye toktur. Tok misafiri ağırlamak nasıl zorsa sınavdan sonra bu çocukları derse motive etmek de bir o kadar zordur. Allah bundan sonra bu çocukların dersine giren öğretmenlere ecir ve sabır versin.

Çoğu öğrenci okula doğru dürüst gelmeyecek, gelen de dersi işletmemek için her yolu, her kozu oynayacak. Öğretmen ise dersi anlatmak için didinip duracak. Sınavları bitirdikten sonra hedefi olmayan öğrenciye kim ne verebilir? Okula doğru dürüst gelmeyen öğrenci sağda-solda gününü gün edecek. Okula geldiğinde ise dersi dinlemeye karşı kulağını kapatacak. “Söz dinleyene göre söylenir; terzi elbiseyi adamın boyuna göre diker” der Celalettin Rumi. “Marifet iltifata tabidir.” Yine “Müşterisiz meta zayidir” denir bizde.

O zaman ne yapmalı? Öğrencileri dönem bitinceye kadar okula ve derse bağlamanın yolu ikinci TEOG sınavlarını MEB’in olabildiğince geç yapmasıdır. Mayıs’ın son haftası aslında sınav yapmak için en uygun ortamdır. Nedense MEB, dönemin ortasında yapmak suretiyle işin içinden çıkmaktadır. Sanırım Bakanlık, sınava giremeyen öğrenciler için yapılacak telafi sınavını ve sorulara yapılacak itiraz süresini de dikkate alarak Nisan ayının son haftasında yapıyor. Bakanlık bu gerekçesinde haklı olabilir. Ama sınavını bitirmiş bir öğrenciye Nisan ayından sonra yapılacak eğitim ve öğretimin verimini de düşünmelidir. 

MEB'in önceliği sınavı yapıp işi bitirmek olmamalı, okullardaki eğitim ve öğretimi de düşünmeli. Mayıs ayının son haftasında yapılacak sınavın okunması, sonuçların açıklanması, tercih süreci var denirse MEB mutlaka bir yolunu bulur. İnanın şimdi sonuçları okumak ve açıklamak fazla bir zaman almıyor. Birkaç günde okunabiliyor. Yerleşme sürecini biraz uzun tutuyor. Pekala tercih süresi kısaltılabilir. 27/04/2017

* 06/05/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




Okulları da özelleştirsek mi ne?

27/04/2017 günü TEOG sınavında görev yapmak üzere bir özel ortaokulda görevlendirildim. Saat 08.00’de görev yerimde oldum. Kapıda okul müdürü karşıladı. Toplantı salonuna kadar eşlik etti. Masaların üzerinde kahvaltılık ve çay hazırlanmış, ikram etmek için. Sınav komisyon başkanı sınavla ilgili dikkat edeceğimiz hususları okurken biz de önümüzdeki çayları yudumladık.

Saat 09.00’da Fen Bilimleri dersi ile birlikte 40 dakikalık ilk sınav başladı. Sınavın ilk 5 dakikasında tüm seçenekleri işaretleyen öğrenciler oldu. Sınavın ilk 20 dakikasından sonra öğrenciler çıkabiliyor olmasına rağmen salondan hiçbir öğrenci çıkmadı. Sınav boyunca döndü döndü kontrol etti öğrenciler. İlk sınavdan sonra teneffüs yapmak için bahçeye çıkan öğrencilerin arasından ihata duvarının dışına çıkmak için yöneldim. Kapısı kapalı bahçenin dışında bekleşen veliler çocuklarına el sallıyorlardı. Ne dışarıya velisinin yanına gitmeye çalışan çocuk var, ne de çocuğunu görmek için içeriye girmeye çalışan veli gördüm. Bahçenin ortasında görevli birine velileri çocuklarıyla görüştürmüyor musunuz yoksa dedim. Evet görüştürmüyoruz dedi.

İkinci sınav başladı, yine bitirenler tekrar tekrar kontrollerini yaptılar. Dışarı çıkalım diyen olmadı hiç. Üçüncü sınav olan İngilizce dersinde ise sınavını bitirip birkaç defa kontrolünü yaptıktan sonra sınavın bitmesine 20 dakika kala sınıfın yarından fazlası evrakını teslim edip çıktı. Tüm sınav süresini doldurmak için bekleyen iki öğrenciyi biz de bekledik.

Sınav esnasında sınıfı gözlemledim durmadan. Salon tertemiz, yerlerde kağıt yok. İşin garibi çöp kutusunu da göremedim. Zaruri ihtiyacını gidermek için lavaboya gidip gelen bir öğrenci elini kuruladıktan sonra kağıt peçeteyi atmak için öğretmen kürsüsünün yanına varınca çöp kovasının kürsünün yanında olduğunu gördüm. Çocuk çöp kovasının yerini hiç aramadan öğretmen kürsüsünün yanına gittiğine göre öyle zannediyorum çöp kovasının yeri her daim öğretmen kürsüsünün yanı. Sanırım öğretmen derste oturmasın diye oraya konmuş olmalı.

Sınav salonum 6.sınıf öğrencilerine ait bir sınıftı. Sınıfa yapıştırılmış bir ders programı dikkatimi çekti. 45 saat ders görünüyordu. Devlet okullarında işlenen 35 saatin yerine burada 45 saat ders işleniyordu anlaşılan. Hangi dersler var diye bir göz attım. Sabahın ilk iki saati reading ile başlıyor, Perşembe günü ilk iki saate kulüp dersi konmuş. Diğer dersleri saydım Türkçe, Matematik, Fen Bilimleri, İngilizce, Sosyal Bilgiler derslerine ilaveler yapılmış gördüm. Sabah 08.50’de başlayan ders saati 16.30’ a kadar devam ediyor. Sınıfta her bir öğrenciye ait bir dolap dikkatimi çekti.
Sınav esnasında en fazla dikkatimi çeken de öğrencilerin titiz ve dikkatli olmalarıydı. Hepsinin önünde birden fazla kurşun kalem var. Hele bir tanesinin önünde 6 adet kurşun kalem gördüm. Sadece bir öğrencinin önünde silgisi yoktu. Önündeki öğrenciden silgi istedi. Sınavlarda silgi veriliyor mu diye bana sordu. Ben de verebilirsin dedim. Hemen ardındaki öğrenci kitapçığın arka tarafını göstererek sınavda öğrencilerin silgi, kalem vb alışveriş yapmaları yasaktır bölümünü gösterdi bana. Kimse kimseyi rahatsız etmedi. En arkadaki öğrenci sandalyesini hafif kaldırırken ses yapınca eliyle işaret yaparak özür diledi.

Çocukların sınava odaklanıp sınav boyunca çıkmamaları, kitapçıkta çözdüğü yerlerin yanına açıklamalarını yazmaları, yaptığı sorulara dönüp dönüp tekrar kontrol etmeleri, imza attırırken nereyi imzalıyorum dercesine ismine bakmaları hoşuma gitti. Hele bir öğrenci vardı yaptığı kontrolün haddi hesabı belli değildi. En son sınavını bitirdikten sonra birinci TEOG’taki durumunu sordum. Sadece bir Türkçe yanlışım var dedi. Helal olsun bu çocuklara dedim. Her sınav başlamadan önce okul öğretmenlerinden birinin gelip öğrencilere sınavda ne yapmaları gerektiğini hatırlattıktan sonra başarı dilemeleri takdire şayandı. Özel okula gitmeden önce kafamda: Özel okulun çocukları şımarık olur, velilerinde yeterli duyarlılık olmaz diye düşünmüştüm. Bu çocukların sınav esnasındaki takındıkları sorumlu davranışları görünce özel okullar hakkındaki kanaatimin yanlış olduğunu anladım. Özel okulda okumanın verdiği şımarıklık vardır belki bazı özel okullarda. Ama ben burada görmedim.

Sınavı bitirip okuldan ayrılırken acaba MEB’deki tüm okulları özelleştirsek mi dedim kendi kendime. Çünkü gördüğüm kadarıyla  okudukları okula bir bedel ödeyen bu çocuklar ve velileri sorumluluklarının farkında. Demek ki maddi bir bedel insanları daha duyarlı hale getirebiliyor. Darısı hiç maddi bedel ödemediği halde okulunun kıymetini bilmeyen devlet okullarındaki çocuklara…27/04/2017