27 Şubat 2017 Pazartesi

Pardona Pardon!

Kelime takıntım yok normalde. Önemli olan meramın anlaşılır şekilde anlatılmasıdır. Kelimenin hangi dilden geçmesi de önemli değil. Yine de kelime seçiminde kendi dil ve kültürümüze uygun kelimeleri seçip konuşmaya çalışırım.

Dilimize Fransızcadan geçen ve özür dileme anlamına gelen 'pardon' kelimesi nedense hep kulağımı tırmalar. Bana bu kelime özür dileme gibi gelmiyor. Sanki öylesine söylenmiş, içten olmayan yüzeysel bir kelime gibi gelir bana. Günümüzde büyük-küçük herkesin özellikle gençlerin dilinde çok yaygın olarak kullanılmakta. Bu kelime de -sanırım dilimizi Arapça kelimelerden kurtarmak için- Cumhuriyet'in ilk yıllarında Fransızca'dan dilimize aktarılan sözcüklerden biri olsa gerek.

Türkçemiz zengin bir dil olmasına rağmen bizde karşılığı olmayan kelimeleri bulmak için TDK'nın yeni kelime türetmesi, bu mümkün değilse diğer dillerden dilimize yakın olan bir kelimeyi  alternatif olarak önermesini  uygun bulurum. Yüzyıllardır dilimize geçmiş ve Türkçeleşmiş 'affedersiniz, kusuruma bakmayın, özür dilerim, hata ettim, kabahatliyim...' gibi kelimelerimiz varken sanki kelime kıtlığı çekiyormuşuz gibi Fransızcadan 'pardon' kelimesini transfer etmeyi manidar bulurum, doğru bulmam. Bunun altında bir Çapanoğlu ararım. O günün elitlerinin Fransızca hayranı olduğunu düşünürsek sanırım mesele anlaşılır. Ülkeyi Arap alfabesinden kurtardıkları(!) gibi dilimize geçmiş, bizden bir parça olmuş kelimeleri de değiştirmek için epey bir çaba sarf etmişler anlaşılan. Özür, kusur… gibi kelimelerin Arapçadan dilimize geçtiği gibi Fransızcadan da pardon kelimesi geçmiş. Artık bu kelimeleri ne Arapça ne de Fransızca olarak görmek lazım.

‘Pardon’ kelimesini diğerlerinden ayırmamı yadırgayabilirsiniz. Hatta çok da ince düşündüğümü ifade edebilirsiniz. Fakat oldum olası bu pardon kelimesine ısınamadım gitti. Özür dilemek anlamında düşünemiyorum. Mesela biri ayağınıza mı bastı. "Pardon" demek suretiyle "Ayağınıza tam basamadım, bir daha ki sefere tam basarım, es geçmem" demek gibi geliyor bana. Zaten pardon diyen yüzüne bakmadan yoluna devam edip gidiyor. Pardonunu kabul edip etmemen çok da önemli değil zaten onun için. ‘Özür dilerim, kusuruma bakma’ demeyi daha samimi bulurum. Zaten özür dileyenin üzüntüsünü yüzüne bakınca da anlayabilirsiniz. İstemeyerek bir hata yapıp ‘pardon’ diyene ‘Özrün kabahatinden büyük’ demek lazım.

Özür dilemek çoğumuzun zoruna gidiyor. Geçmişte birbirleriyle kavga eden öğrencileri barıştırmak istediğim zaman haydi birbirinizden özür dileyin dediğimde “Hocam! Ben özür dileyemem. Benden her şeyi iste. Ama özür dilememi isteme” dediklerine şahit oldum. Çünkü bazılarımız özür dilemeyi pek onurlarına yedirmezler. Aslında özür dilemek bir erdemliliktir. Özür; hiçten doğar, ama hiç değildir. Her adam özür dileyemez. Halbuki özür çoğu zaman gönülleri yeniden fetheder.

Sözlerimi, maksadımı en güzel şekilde ifade eden ‘ekşisözlük’ten bir alıntı ile noktalayayım: Pardon demek şarkı söylemek kadar kolay ve yüzeyseldir. Özür dilemek ise kişinin en derininden gelen bir temenni, bir telafi çabasıdır. Ancak çoğu kimse sıkışık otobüste giderken ayağına bastığı kişiden özür dilemez, pardon der. Çünkü özür dilemenin temel kuralı bir paylaşıma ortaklık etmiş olmaktır. Pardon elin adamıdır, özür dilerim baba, kardeş, kankadır.” 

Pardonunuza pardon! 27/02/2017


26 Şubat 2017 Pazar

Bir muhatap bulabileceğim artık **

Anayasa referandumunda evet mi çıkar, hayır mı  bilinmez. Çünkü 16 Nisana kadar taraflar her şeyi söyleyip eteklerindeki taşı dökecekler. Sandık günü ise halk onlara notunu verecek. Yani son sözü halk söyleyecek.

Fikir, vicdan ve düşünce özgürlüğü gereğince vatandaş özgür iradesiyle oyunu verdikten sonra çıkan sonucu, herkes kabullenip hayırlısı bu imiş diyecek/demelidir.

Hayır çıktığı takdirde mevcut sistem devam edecek, evet çıktığı zaman sistemde değişikliğe gidilmiş olacaktır. Geleceği bilme imkanımız yok, hangisi daha iyi olur, bilinmez. Herkes mevcut durumun ağır-aksak devam ettiğini biliyor. İşin garibi kimse bu mevcut durumdan memnun değil, evet çıktığı takdirde iyi olur, kötü olur. Bunu da zaman gösterecek. Görmeden bir şey denemez. Hayat risklerle doludur. Siyaset de bunlardan biridir. Risk almadan olmaz bu işler. Eksi ve artısını bilmek için öncelikle denemek lazım.

Evet çıkarsa ülke çift başlılıktan ve koalisyonlu hükümetlerden kurtulacak, devlet daha çabuk karar verip hızlı hareket edebilecektir. Yetki ve sorumluluk ağırlıklı olarak tek elde toplanacağı için devlet başkanının icraatlarından memnun olmadığı zaman halk hesap sorabilecektir. Meclis üçte iki nitelikli çoğunluk oyuyla cumhurbaşkanını Yüce Divan’a sevk edebilecektir.

Mevcut anayasamıza göre Cumhurbaşkanı layüsel yani sorumsuzdur. Vatana ihanet dışında yargılanması söz konusu değildir. Yeni sisteme göre cumhurbaşkanı yaptıklarına karşı hesap verme cezai sorumluluğu vardır. Bugünkü mevcut durumda yetki ve sorumluluk kurum-kuruluş ve şahıslara dağıtılmıştır. Zaman zaman aralarında uyum olmadığı takdirde devlet krizine sebep olmuştur. Kimi bağımsız veya özerk statüsüne dayanarak maşeri vicdanı rahatsız edecek şekilde karar ve inisiyatif almış, kimi elindeki yetkiye dayanarak diğerinin alanına tecavüz etmiş, kimi uzlaşmayarak kavga yolunu seçmiştir. Devletteki kriz ve kilitlenmeyi aşmak için çoğu zaman siyaset seçim kararı almıştır. Çoğu hükümetler seçim dönemini tamamlamayacak şekilde görevi yeni hükümetlere bırakmak zorunda kalmıştır. Türkiye siyaseti özellikle başbakan ile cumhurbaşkanı arasındaki çekişmelere sahne olmuştur. İşin garibi siyaset tıkandıkça orta yerde sorumlu bulunamamış, herkes birbirini suçlamıştır. Krizi aşmak için her parti seçim çalışmasında topu başkasına atma yoluna gitmiştir. Problemi çözmek için gidilen her seçim çoğu zaman sorunu çözmemiştir. Özellikle çoğunluğun elde edilemediği 1990-2000’li yıllar ülkenin koalisyonla yönetildiği senelerdir. Ülkenin kayıp yıllarıdır. Bu dönemde hiçbir radikal karara imza atılmamıştır.

Yeni sistemle birlikte koalisyonlara elveda derken krizlere de güle güle denecektir. Tek başına ülkeyi yönetme görevi alan devlet başkanından halk memnun olmazsa 5 yıl sonra seçmen ipini  çekebilecektir. Bunu bilen devletin başındaki sorumlu kişi ikinci beş yıl için halkın teveccühünü kazanacak icraatlara yer verecektir. Tüm kurumların başı olacağından “Ben bu işi şunlar yüzünden yapamadım, onlar beni engellediler” gibi mazeretlerin arkasına sığınamayacaktır. Devlet uluslar arası ilişkilerde daha güçlü temsil edilecektir. Bu sistemle birlikte meclise girmek isteyen küçük partilerin büyük partilerle seçim çalışması yapma gibi konularda birlikte hareket etme yoluna gitmesiyle uzlaşı kültürü ortaya çıkacaktır. Seçimi kazananın 5 yıl seçim gibi bir derdi olmayacaktır, icraatlara ağırlık verecektir.

Cumhurbaşkanının partisiyle ilişiğini kesmemesi hem cumhurbaşkanını partisine karşı sorumlu olmaya/davranmaya itecek, hem de seçim çalışmasını bir ekiple birlikte yürütecektir. Şimdiki cumhurbaşkanlığı seçiminde olduğu gibi zenginlerin bağışıyla seçim çalışması yapma yoluna gidilmeyecektir. Belirttiğim hususlara ilave olarak bu sistem dolayısıyla ülke bir seçimden daha kurtulmuş olacaktır. Çünkü bu sistemle cumhurbaşkanlığı ve meclis seçimleri aynı anda yapılacaktır. Bu da ülkeye rahat bir nefes aldıracaktır. 26/02/2017

** 09/03/2017 günü Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.

Tost

Ne zaman bir tost görsem ya da yesem ortaokul ve lisede iken yediğim tostlar gözümün önüne gelir. Ta uzaktan buram buram kokusu gelirdi. Ben buradayım, gel beni ye der gibiydi. Davet güzeldi, icabet etmezsem olmazdı ama gidemezdim çoğu zaman. Lükstü benim için. Çünkü cebim delikti. Öğrenciydim ne de olsa. Cebimde param olur da kantine yolum düşerse dünya benim olurdu. Aldığım çeyrek tostun bitmesini istemezdim. Ne kadar çabalasam da birden biter ve doyurmazdı. Doyumluk değil, tadımlıktı sanki. Yedikçe yedirir, acıktırırdı. Tok iken de çerez niyetine yerdim, şayet bulabilirsem.

Peynirlisi, sucuklusu fark etmezdi. Hangi marka peynir/sucuk kullanılır, birinci sınıf mı, beşinci sınıf mıydı bilmezdim, hangi markanın kullanıldığını merak edip sormazdım. Benim için birinci sınıftı. Üzerine sürülen yağ ise sanırım margarin idi.

İlk defa ortaokulda iken yediğim tostu şimdi evlerde tost makinesi marifetiyle yapıyoruz. Yiyoruz yemesine. Her evde eksik değil. İştah da açıyor. Ama öğrencilikte yediğim tostun lezzetini alamıyorum. Üstelik eskiden ta uzaktan aldığım kokusunu da hissetmiyorum. Yokken aldığım tadı varken  alamıyorum.  Bir şeyin değer ve kıymetini bilmek elde olmadığı zamanmış, ulaşılması zor olduğu anlarmış. Varken değeri bilinmediği gibi zevk de vermiyor, vesselam! 25.02.2017

25 Şubat 2017 Cumartesi

İlklerin adamıydı *

Ömrünü mücadeleye adamış bir dava adamıydı. Ülkesine ve İslam dünyasına hizmetten geri kalmadı. Bilim adamı ve siyasetçi. Dini, ilahiyatçılardan daha iyi bilen biri idi.

Gözlerinin fıldır fıldır etmesi zekasındandı. Bilim adamı ve yüksek mühendis olarak hayatını devam ettirseydi bir eli yağda, diğeri balda olacak; paraya para demeyecek, sıkıntı çekmeyecekti. Leopard tanklarına imzasını attığı gibi yeni icatlara da mührünü basacaktı.

Memlekete hizmetten başka bir düşüncesi olmadığından rahatı değil zoru seçti. Memleketin gelişmesi için ağır sanayiye ihtiyacı vardı. Önce Gümüş motoru kurdu ve üretimini gerçekleştirdi. Yeterli desteği görmeyince TOBB genel sekreteri, ardından başkanı oldu. Baktı ki; üretim, sanayi siyasetsiz olmuyor. Bağımsız olarak siyasete adım attı. Tamı tamına 5 parti kurdu. Her kurduğu parti irticanın odağı olarak görüldü. Laikliğe aykırı görülerek kapatıldı. Çoğu zaman siyasi yasaklı hale geldi. Hapiste yattı. Pes etmedi. Yılmadı. Onlar kapattı. Bu yeniden açtı.

Önceleri küçük bir parti iken rakipleri  dalga geçti, ciddiye almadı. Ne zamanki büyümeye başladı, tehlike olarak görüldü. Tek kişiyle başlattığı siyaset mücadelesinde koalisyon ortağı oldu çoğu zaman. Ağır sanayi hamlesini başlattı. Her bir yere fabrika temelleri attı.  Bize hayal gelen icraatlarını yapmak için didindi durdu. Önce manevi kalkınma dedi. İslam Birliği fikrinden hiç vazgeçmedi.  Bugün hayal gibi görünüyor. Dün hayal gibi görünenler bugün yapıldı. İnşallah! İslam  birliği niçin olmasın.

Rakiplerinin saldırma, yıldırma ve hakaretlerine karşı beyefendi kişiliğini hiç bozmadı. En kötü sözü: “Sizi gidi taklitçiler sizi” idi. Bütün hayat mücadelesini “Biz ve onlar” bandına oturttu. Kendi kesimine kızmışsa “Sakallı Hüsnü," diğerlerine de "Hadi ordan" dedi.

Kapatılan, baraj altında kalan partisini iktidara taşımayı bildi. İktidar olur olmaz, “Denk bütçe” yaptı. “Havuz sistemini” getirdi. Rant ve faiz lobisine darbe vurdu. D8'leri kurdu. Memur, hayatında görmediği zammı gördü zamanında. Enflasyon da azmadı.  Silahlı ve silahsız kuvvetler, iktidarına savaş açtı. Hortumları kesilenler onun iktidarına bir yıl dayanabildiler. Okul arkadaşının ayak oyunu ile iktidardan uzaklaştırıldı. Partisi iktidarda iken yine kapatma davası açıldı. Partisinin kapatılmasına karar verildiğini bildiği halde Yüce Divanda saatlerce ayakta partisini savundu. “Savunan adam” olarak tarihe geçti. Partisini kapatılmaktan kurtaramadı, çünkü kalemi kırılmıştı ve partisi aynı zamanda parçalandı ya da kendisi ikiye böldü bilinçli olarak. Partisi kapatıldığı zaman: "Karar aslında etkisi ve sonuçları bakımından fevkalade önemsizdir. İnancın, halkın, milletin arzuları önüne engel olunamaz. Onlar daha güçlenerek daha da büyük gayrete gelerek hedeflerine ulaşırlar ve öyle olacaktır" diyerek ortamı germedi. Nezaketinden ve efendiliğinden hiç ödün vermedi.

Sonunda siyaseten attığı tohumlar meyvesini verdi. Rahle-i tedrisinden yüzlerce siyasetçi yetişti.  Talebeleri gitmemek üzere yıllardır ülkeyi yönetiyor. Üstelik başında da "Artık muhtar bile olamaz" dedikleri siyaseten yasaklı biri var. Kendisine yaptırmadıklarının çoğunu öğrencileri yaptı. Üniversiteler başta olmak üzere hemen hemen her alanda başörtüsüne geçit verilmediği anlarda: "Gün gelecek, rektörler başörtülü kızlarımızın önünde selam duracak" diyerek hiç ümidini yitirmedi. Ve bugün başörtü yasağını millet unuttu. Sadece üniversite rektörleri değil, asker bile selam durdu. Çünkü başörtülü görev yapma askeriyede de serbest hale geldi. Çünkü öğrencileri diklenmeden dik durmayı bilerek mücadele etmeyi düstur edindiler.

O, karşıt kesim için “Takunyalı” idi. Bizim içinse ilklerin adamıydı. 85 yıllık ömrüne, küçük boyuna dünyayı sığdırdı. Öğrencilerinin mücadele azmini, hizmet anlayışını gören Hoca; ülkeyi FETÖ'ye otoban yapmak için yapılan 28 Şubat post-modern darbesinin yeni bir seneyi devriyesi olmadan 27/ Şubatta her fani gibi ebedi aleme yürüdü.

Çoğumuzun dün hayal olarak gördüğü milli-manevi değerleri ve kalkınmayı gerçekleştirmek için talebeleri bugün yedi düvele karşı var gücüyle mücadele ediyor. Savrulup hata yapmazlarsa başaracaklar gibi sanki... Ülke, boynuzun kulağı geçtiği gibi emin ellerde. Gözü arkada kalmasın, mekanı Cennet olsun, nur içinde yatsın. Bu ülke ve tüm İslam ülkesi insanlarının gönlünde taht kurdu. Unutulmayacak ve hep hayırla yadedilecektir. 25.02.2017

* 27/02/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde ve ladik.biz sitesinde  yayımlanmıştır.


Hacca bir yol bulmalı...*

2017 yılında hacca gitmek için 335 bin kişi müracaat etmiş, önceki yıllarda başvurduğu halde gitmek için sıra bekleyen 1.700.000 kişi ile birlikte 2 milyondan fazla kişi sıra bekliyor. 24 Şubatta çekilen kura ile birlikte kutsal beldeye gidecek 80 bin kişi belli oldu.

9 yıl önce yazılıp her yıl kayıt yenileme yapmasına rağmen kurada hac farizası çıkmayan aday adaylarının sayısı az değil. Eskiden hacla ilgili: "Ona bir yol bulup güç yetirenlerin Ev'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerindeki hakkıdır.ayetini okurken “güç getirme” ile maddi imkana sahip kişilerin kastedildiğini anlıyordum. Şimdi ise zenginlikle beraber hac kotasına takılmama, kurada çıkma şeklinde de anlamak lazım. Her ne kadar Suudi Hükümeti ülkemize ayırdığı kontenjanı artırsa da hacca gitmek isteyenleri eritmek mümkün gözükmüyor. Kutsal vazifemi bir an evvel yerine getireyim diye müracaat edenlerin her yıl çekilen kurada sevinçleri kursaklarında kalıyor, umutlarını bir başka bahara saklıyorlar. Bekleye bekleye insanımız mutlaka muradına erecek ama o zamana kadar kim öle, kim kala.

Hacca gitmek için sıra bekleyip kurada ismini göremeyen üzülse de ardından demek ki nasip değilmiş diyerek durumu kabulleniyor. İşin garibi yıllardır davet edilmeyi bekleyip de gidemeyenlerin yanında yeni müracaatlarla sayı iyice artıyor. Pekiyi ne yapmak lazım? Var mı bir alternatifin denirse bu konuda görüşümü söylemek isterim. Görüşümü söyleyeceğim söylemesine de: "Eski köye yeni adet getirme, dini ne hale getirdiniz zaten. Dini reforme etmeye çalışıyorsun, sonra sen bu işten ne anlarsın..."şeklinde kınanmakta var bu işin içinde. Hemen söyleyeyim, söyleyeceğim görüşün doğruluğu iddiasında değilim, üstelik bu işin uzmanı hiç değilim. Görüşümde isabet de eder, yanılırım da. İstediğim bu konunun uzmanlarınca seviyeli bir şekilde tartışılması.

Bakara süresi 197.ayette: “"Hacc, bilinen aylardır…” buyrulmaktadır. Burada hac, bilinen aylar denmektedir, ay demiyor. Zaten şevval, zilkade ve zilhicce, hac ayları olarak bilinmektedir. Hâlihazırda ifa ettiğimiz hac zilhicce ayında vuku bulmaktadır. Acaba hac, zilhicce ayı dışında diğer iki ay olan şevval ve zilkade aylarında yapılamaz mı? Yapıldığı takdirde hac farizasına bir halel gelir mi? Haydi hepsini anladık. Kurban ne olacak denebilir burada… Haccın ifrad, temettü ve kıran çeşitleri vardır. Bakara 196.ayette ise, “Güven içinde olursanız hacca kadar umreden yararlanan kişiye, kolayına gelen bir kurban gerekir. Onu bulamayan kişi, üç gün hacda, yedi gün de geri döndüğünde oruç tutar. Bu tam on gün eder. Bu, ailesi Mescid-i Haram civarında oturmayanlar içindir. Allah’tan korkun. Bilin ki Allah’ın cezası pek ağırdır.”buyrulmaktadır. Bu ayete göre ifrad haccı, yani umre yapmaksızın sadece hacc ibadeti yapan kişiler kurban kesmezler. Ama hacca kadar umre yapan kişilerin yani temettu’ veya kıran haccı yapanların kurban kesmesi lazımdır. Eğer bunlar para bulamama vs. gibi çeşitli sebeplerle bu kurbanı kesemezlerse üç günü hacda, yedi günü hac dönüşünde olmak üzere toplam on gün oruç tutacaklardır.”(fetva.net)

Ayetten anlaşıldığına göre umre yapmaksızın yapılan hac çeşidi  ifrad hac çeşidinde kurban kesilmez. Temettü ve kıran çeşitlerinde ise kurban kesmek gerekir. Kurban kesmeye güç yetiremeyen Mescid-i Haram dışından gelen hacılar ise üçünü hacta, geri kalan yedisini ise memleketine gittikten sonra tutacak şekilde oruç tutmakla yükümlü kılınmıştır. Burada Peygamberimiz zilhicce ayında hac yaptı denebilir. Hz Muhammed ömründe bir defa hac görevini ifa etmiştir. Birden fazla yapsaydı belki diğer iki ayda da yapabilirdi demek mümkün.

İşin ehli ve uzmanları, hac ayları denen diğer iki ayda da haccın yapılıp yapılamayacağı konusunu enine boyuna tartışıp bu konuda olur ya da olmaz fetvası verebilirler.(Bildiğim kadarıyla bu konuyu geçmişte Bayraktar Bayraklı gündeme getirmişti.) Şayet diğer iki ayda da hac yapılabilir görüşü  bir seçenek olarak benimsenirse hacca gitmek isteyenler üç aydan birini seçmek suretiyle kuraya tabi tutulabilir. Şevval ve zilkade ayında hacca gitmek isteyenler ifrad haccına niyet edebilir. Böylece yıllardır beklediği halde hac kotasından dolayı bir yol bulamayanlara bir yol açılmış, geçmişten günümüze sıra bekleyenler de bu şekilde eritilmiş olur.

Umarım bir hadsizlik yapmamışımdır. Niyetim acaba bir çıkış yolu bulunabilir mi? Olmaz denirse her yıl kurada hac çıkacak diye umutla beklemeye devam ederim. Kurada hac vazifesi çıkan şanslı ve nasipli insanlara şimdiden haclarının mebrûr olmasını temenni ederim.  25/02/2017

* 04.03.2014 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde "Bu sene de çıkmadı hacc" başlığıyla yayımlanmıştır.


23 Şubat 2017 Perşembe

İnsanımızı tanıyalım: Bir İnsan Profili

24/02/2015 tarihinde bir toplu ulaşım aracına bindim. Otobüs kalabalık mı kalabalık. Binen yolcular binmenin sevincini yaşarken sıra, aralarda tutunmak için yer bulmada. Kaptansa "Lütfen arka tarafa ilerleyiniz!" diye seslenmeye devam ediyor.

Bir kızımız da bindi, bir eliyle tutunurken diğer eliyle de -"Cep telefonu ile konuşmak yasak" uyarısına aldırmadan ve "Konuştuğumu diğer yolcular duyar ve rahatsız olurlar" demeden aradı birini, başladı anlatmaya:

-Az önce kimi gördüm biliyor musun? Fatmanur'u gördüm yanında biriyle beraber. Başında kabşonu vardı, beni görünce kapşonunu çıkardı, yanındaki sevgilisinin koluna biraz daha yaslandı, ben geçtikten sonra sevgilisi döndü döndü bana baktı, benimle ilgili ona bir şeyler söylüyor belli, ne yapmaya çalışıyor bu ya, sinir oldum, sonra kendisi de döndü bana baktı durdu, ne yapmaya çalışıyor bu ya, sinir oldum...

Arkadaşını bilgilendirdikten sonra telefonu kapattı, bir başkasını aradı, aynı gördüğünü bu sefer ablasına anlattı. Sonra ne mi oldu.Yeni yolcular bindikçe kızımız arka tarafa doğru ilerledi. Sesi duyulmaz ve görünmez oldu, daha başka kimleri aradı ya da arayacak kim bilir?..

Eskiden bu fiskoslar gizli yerlerde anlatılırdı, maalesef kalabalık bir ortamda herkesin duyabileceği bir ses tonuyla anlatıldığına göre dedikodu, fiskoslarımız ve günahlarımız da alenileşmeye başladı. Allah feraset, hidayet ve utanma duygusu versin.


Meraklısına not: Ben ne mi yaptım. Kızımız daha kaç kişiyle konuşacak ve bu Fatmanur kim onu düşündüm durdum.(!) Herkesin sessizliğine ben de sessiz kaldım ve bu dedikoduyu sanal aleme taşıdım. 25/02/2015

Hac ve umre yapmak için mukaddes beldeye gideceklere...

Öncelikle sizlere hayırlı yolculuklar diler, ibadetinizin mebrur olmasını dilerim. Daha gitmeden eşe dosta, akrabaya ne hediye getireyim telaşı içerisine kapıldınız.

Hediyeleşmek güzeldir. Kiminiz içten hediye getirme niyetindesiniz, kiminiz hediye getirmek istemese de "Getirmezsek olmaz, almazsak olmaz, başkası ne der" toplumsal baskı ya da ikilemi içerisine girdiniz. En güzel hediye ibadetinizin kabul olması ve geri dönmenizdir.


Dönüşte yapacağınız en güzel ikram hurma ve zemzem ikramıdır. Yok ben illa alacağım diyorsanız mağazalara gitmekten önce bir düşünün. Evimde bol miktarda mukaddes beldeden gelenlerden şahsıma verilen hediye mevcuttur. Ne mi var? Takke, tespih(33'lü,99'lı) seccade, kına mevcuttur. Uygun fiyatla evlere teslimat yapılır. Nakliye bedeli şirkettendir. 24/02/2015