14 Ocak 2017 Cumartesi

Meclis’in anayasa sınavı*

90’lı yıllardan beri ülkenin yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğu hemen hemen her kesim tarafından dile getirilir. Her parti seçime giderken yeni bir anayasa yapacaklarının vaadini verir seçim beyannamesinde.  İhtilal anayasasından bu zamana  34 yıl geçmiş, nedense kısmi değişiklikler dışında her partinin sözünü verdiği değişiklik bir türlü gerçekleşmedi gitti.

Millet, hiçbir partiye anayasayı tek başına yapma ve değiştirme çoğunluğunu vermedi. Çünkü anayasa bir partinin tek başına yapabileceğinden ziyade birlikte yaşamanın sözleşmesidir. Bu yüzden millet, vekiline: “Aranızda anlaşın, bir araya gelin, ortak bir anayasa yapın. Çünkü bu ülkede her renkten insan var. Yapacağınız anayasa tüm kesimleri kucaklasın. Bir partinin görüşlerinin hakim olduğu bir anayasa olmasın “ demek istedi hep.

İktidara gelen parti Meclis’te grubu bulunan partilere gider, gelin şu anayasayı değiştirelim diye. Komisyonlar kurulur, aylarca üzerinde çalışılır, sonra önümüzdeki seçimden sonra açılmak üzere rafa kaldırılır.  Niçin kaldırılır?  Aralarında anlaşamadıkları için. Çünkü aralarında uzlaşı kültürü yok, uzlaşmazlık kültürü var. Hepsinin kırmızı çizgileri var. Vekil sayısı fazla olan da az olan da  bizde değişmez. Hepsi dediğim dedik der. İyi niyetle oturduğu koltuktan mızıkçılık yaparak aylarca devam ettirdiği nafile turlarını sona erdirir.  Hasılı  yamalı bohça gibi olan bir anayasa ile kör-topal yaşamaya çalışıyoruz.

İçinde yaşadığımız günlerde tümü olmasa da 18 maddeyi kapsayan yine bir mini anayasa değişikliği Meclis’te görüşülüyor şu günlerde. İrili-ufaklı partiler kendi aralarında bir takım oluşturarak referanduma götürecek sayıyı yakalayalım/yakalatmayalım şeklinde yine mevzilerini aldılar. Ölümüne kıran kırana bir mücadele söz konusu. Kimi bir an evvel maddeler oylansın, kimi de ipe un sererek nasıl geciktiririm derdinde. Kürsünün kırılmasından kürsü işgaline, ayak ısırmadan boğaz sıkmaya varıncaya kadar tüm kozlar oynanıyor. Oyuncularımız da milletin içinden seçilerek gelen temsilciler. Anadolu’da “İmam osurursa cemaat ...” diye bir atasözümüz var. İçimizden giden seçkinler böyle yaparsa seçmenin ne yapabileceğini varın siz düşünün.  Yine  bizde beklenilenin dışında anormal hareket yapmaya çalışan, sürekli olay çıkartan kişiler için “Senin yemin fazla, senin yemini kısmak lazım” denir. Çünkü Millet, kendisi asgari ücretle kıt-kanaat geçinirken vekiline kesenin ağzını açmış, her türlü imkanı sunmuştur. “Yeter ki yasama görevi yerine getirilsin, ülke düzlüğe çıksın,  ülkede aksayan yönlere çözüm üretilsin” düşüncesindedir.

Kavga-gürültü ile bu kısmi anayasa değişikliği için referanduma gidecek 330 sayıya ulaşılır mı, referandumda millet onay verir mi vermez mi bilmiyorum. Bunu zaman gösterecek. Fakat üzüldüğüm nokta, içimizden giden vekillerimizin ekranlardaki kavgası güzel bir örnek değildir. Meclis’in bir ayıbıdır. Bu görüntü maalesef ne ilk idi ne de son olacak, bizde bu kabadayı ruhu oldukça. Vekillerin ilk ayıbı sadece bu değil. 20-25 yıl boyunca bir araya gelip yeni bir sivil anayasa yapamayan bu meclise bu ayıp yeter de artar bile. Maalesef görüntü bal yapmayan arı misalidir. İstedikleri ‘Anayasa bizim işimiz değil, bu anayasayı yapsa yapsa eli silahlı olanlar yapabilir.  Anayasa kim, biz kim? Bir defa biz bu konuda yeterli donanıma sahip değiliz. Biz kendimizin yaptığı bir anayasa ile değil, ancak başkasının dayatması ile yapılan bir anayasayla ülkeyi yönetmeye talibiz” demek istiyorlar. Anlaşılan kendilerine öz güvenleri yok.

Bir başka husus; grup kararı, parti kararı diyerek liderlerinin dediği şekliyle oy verip kendi görüşünü özgür iradesiyle ortaya koyamayan bir vekil profilinin herhangi bir cemaat, tarikat ve hareket liderinin dediğini yapan, onun emri dışında iradesini ortaya koyamayan, aklını kiraya vermiş kişilerden ne farkı var? Ben bir fark göremedim.

Kusura bakmayın! İster anayasayı değiştirin, ister değiştirmeyin. Ben bir seçmen olarak ekranlarda kavga eden, milleti kutuplaştıran çirkin görüntülerinizi görmek istemiyorum. Oturun, adam gibi dört dörtlük olmasa da yıllardır bir anayasa bile yapamayan bir Meclis görüntüsünden kurtulun. Yapamıyorsanız gerekirse birbirinizi kırın, dökün. Ama görüntünüz ekranlara yansımasın. Yoksa gölge etmeyin!.. Çünkü aslın karşısında vekil olarak verdiğiniz görüntü oranın manevi şahsiyetini lekeler. Buna ne sizin ne de bizim hakkımız vardır. 14/01/2016

16/01/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde 14/01/2017 tarihinde ladik.biz sayfasında yayımlanmıştır.

12 Ocak 2017 Perşembe

Karanlıkta ders

Siz hiç karanlıkta ders yaptınız mı? Ya da yapanı gördünüz mü? Ben iki defa gördüm. Birini Adıyaman Kahta'da, diğerini de Konya'da.

Adıyaman'da iken sabahleyin derse 06.30'da girerdik. Bir gün geldik. Elektrikler yok. Bir ders saati boyunca göz gözü görmeyen bir ortamda ışıkların gelmesini bekledik.

İkincisini ise Konya'da yaşadım. 07.20'de derse giriliyor. Ne var 07.20'de diyebilirsiniz? Bu sene geri saat uygulamasına geçilmediğini ve Güneş'in 08.00'de doğduğunu bilirsek ortalığın epey karanlık olduğu anlaşılır.

Kahta'daki bulunduğum okul lise idi. Sınıfımızı bulup sessizce elektriklerin gelmesini bekledik. Konya'da dersine girdiğim okul bir ortaokul. Elektriklerin olmaması, ortamın karanlık olması çocukları bir mutlu etti ki sormayın gitsin. Uzun süre bağırıp çağırdılar. Deşarj oldular. Biraz bekledim gürültü yapmalarını. Ardından cep telefonumdan K.Kerim'i açarak namaz sürelerini dinledik hep birlikte. Ardından Hucurat süresinden bazı ayetleri okuyarak anlamı üzerine konuştuk. Cep telefonumdan K. Kerim açınca çocuklara "Çocuklar susun!" deme ihtiyacı bile hissetmedim. Sesi duyan kendiliğinden susarak dinlemeye koyuldu.

Bizim milletimizdeki Kur'an'a saygı özellikle çocuklarda bir başka gerçekten. Az önce bağırmaktan dört köşe olan çocuklar: "Kur'an okunduğu zaman onu can kulağıyla dinleyiniz" ayetine en güzel şekilde riayet ettiler, bilerek veya bilmeyerek. Ne de olsa daha masumlar.

Helal çocuklar sizlere! İnşallah içinizdeki bu temiz ve saflık büyüyünce de devam eder. 12/01/2017

Yeni Anayasa için teklifler

Yeni Anayasa için 6 ay sürecek nafile turları 25 Ocak'tan sonra başlayacak*
Önerilerim:
A-Her parti kendi Anayasasını hazırlasın, seçim yoluyla halka sorulsun. %51 oy alan Anayasa yeni Anayasamız olsun. % 51 çoğunluk sağlanamazsa en yüksek oyu alan iki Anayasayı halk oylasın.
B-Anlaşamadıkları Anayasa maddelerini önce halk oylasın. En fazla oyu alan maddelere göre yeni Anayasa meclis tarafından hazırlansın. 
C-Meclis 4 ay içerisinde yeni Anayasa hazırlamakla yükümlü olsun. 4 ay içerisinde hazırlayamadığı takdirde mevcut vekillerin vekilliği düşsün. Ölünceye kadar siyasi yasaklı olsun.
D-Meclisin dışında Anayasa Prof'u olan öğretim görevlilerinden bir komisyon kurulsun. 4 ay içinde hazırladıkları Anayasayı meclis referanduma sunsun.
E-Ülke yönetimini 3 aylığına askere bırakalım. 2 ay içerisinde Anayasayı yaptıktan sonra kışlasına çekilsin.
F-Yurt dışından Anayasa hazırlayacak görevliler ithal edelim.
Seçin, beğenin, hangisini isterseniz. Sizin de mutlaka alternatifiniz vardır. İsterseniz onu da siz ilave edin.
Doğru ya bu ülkede yaşayıp da alternatif görüş olmaz mı? 12/01/2016
* Geçen ocak ayında yeni Anayasa için partiler bir araya gelip bir anayasa yapacaklardı. Komisyon kurulmadan nafile turları diye ifade ederek yeni Anayasa için önerilerde bulunmuştum. Şu anda Meclis kısmi Anayasa değişikliğini oyluyor.

11 Ocak 2017 Çarşamba

Kar tatillerinin kime ne yararı var?

Aralık ayı sonundan başlayan kar tatillerinin yedincisini yaptık. Daha ne kadar yapacağımız meçhul. Son bir aydır hiçbir haftayı tamamlayamadık. Kah üç gün gittik, kah dört gün.

İlk kar tatillerinde kar tatili var mı derdik, şimdi artık okul var mı diye sormaya başladık. Tatil aralarında tatil havası içerisinde ne kadar verimli ders işlenir? Varın siz düşünün. Eğitim can çekişiyordu, artık yatalak oldu.

Tatillerin arasında sınavları yetiştirmeye çalışırken ufukta 15 tatili göründü. Okullar sınavları nasıl tamamlayacak, tamamlansa da ne kadar sağlıklı bir değerlendirme olacak? Çünkü bir güne yeterinden fazla sınav yapılmak zorunda. Haydi sınav yapıldı diyelim. Ya sınava katılamayan öğrenciler. Ara ki bulasın.

Eskiler "Ayvanın bol olduğu yılın kışı şiddetli geçer" derlerdi. Ne kadar test edildi bilmiyorum. Ama bu yıl ayvalar bol gerçekten. Son 30-40 yılın en şiddetli ve çetin kışı yaşanıyor. Bir aydır kar tatili dolayısıyla hiç beş gün okula gidilemedi. Yapılması gereken karne vermeyi, 15 tatilini bulmayı beklemeden sömestri tatil kararı verilmeliydi. Hatta bu yıla mahsus bu ara tatil biraz daha fazla yapılabilirdi. Hiç olmazsa herkes evinde barkında tatilini geçirirdi. Halihazırda kar tatili yapan öğrenci ve öğretmen sınav stresi ile tatilden de bir şey anlamıyor zaten. Madem ki yağan kar dolayısıyla yollarımızı açık tutamıyoruz, aciz kalıyoruz, kimse risk almak istemiyor. Hemen "Yoğun kar yağışı ve buzlanma nedeniyle bir gün süreli tatil kararı verilmiştir" kararlarına imza atılıyor.

Bu tatillerden kim memnun bir düşünelim. Bakmayın siz öğrencinin ve öğretmenin sevindiğine. Bu sevinen, birbirine bağlı iki grup sadece problemi ötelemektedir. Her tatille birlikte daha da bir rehavete kapılıyorlar. Sorunlar kartopu gibi büyüyor durmadan. Ya kantinciler? Bu adamlar bu şekil aralarda çalışma pozisyonu itibariyle nasıl evlerine ekmek götürecekler. Çalıştırdıkları elemanların parasını ödeyebilecekler. Servisçiler taşımadığı günlerin parasını alsa bir türlü, almasa bir türlü. Okulların demirbaşı yöneticiler ne durumda? Millet tatil yapıyor. Onlar okulu açık tutacak, yazışmalara bakacak, sınav programlarını güncelleyecek, kaloriferi dondurmayacak. Birileri evlerinde keyif çatarken yoğun kar ve buzlanmadan etkilenmeden okul bekleyen bu garibanlara hiçbir getirisi de yok maalesef.

Gerçekten ardı arkası kesilmeyecek bu kar tatillerinin kime ne faydası var? Kendilerini etkili ve yetkili gören sorumlular böylesi günlerde yolları açık tutamayacak da ne zaman tutacak? Tamam olduğundan fazla, arka arkasına yağıyor. Hepsine eyvallah! Madem beceremiyoruz, o makamlarda da oturmaya devam edeceğiz. Karla da mücadele edemiyoruz. Bari tatili öne çekin, böyle bir tasarrufta bulunun. Herkes önünü görsün. 11/01/2017

10 Ocak 2017 Salı

Saçmalık beynimizde olmasın

Bir konuda bir görüş serdedersin. Muhatabın katılmadığını 'saçma' diye ifade eder. Böyle cevap verenlere 'Sakın ola ki, saçmalık beyninde olmasın' derim.

Aslında görüş görüştür, bir fikirdir, olaylara bir başka zaviyeden bakabilmedir. Görüş, bizim bakış açımıza göre mantıklı ve isabetli olmayabilir. Bunu da 'Görüşünüze katılmıyorum. Ben bu konuda şöyle düşünüyorum' şeklinde ifade etmek gerekir diye düşünüyorum. Bu şekil bir cevap muhataba daha şık gelir, daha nazik olur. Kapıyı kapatmadığı gibi gönülleri de fethedebilir. En azından tartışma ve müzakere ortamını germeden devam ettirir.

Beğenmediği görüşü saçma olarak nitelemek her şeyden önce ortamı gerer. Maksada hizmet etmez. Muhatabın fikrini küçümsemedir. Saldırgan ve suçlayıcı bir üsluptur. Çoğu zaman vusulsüzlüğümüz usulsüzlüğümüzdendir. Sonra bize bugün saçma gibi gelen yarın çok mantıklı gelebilir.

Tatlı dilimizle yılanı deliğinden çıkarmayı bilmek lazım. Bu da bir üslup, yol-yordam meselesidir. İlmi siyasettir. Yoksa yüzümüze açılan tüm kapıları tek tek kapatırız da farkına vardığımız zaman iş işten çoktan geçmiş olabilir. Bugün her şeyden önce iletişime en fazla ihtiyacımız var. Diller susarsa başka organlar konuşur. Biz dili iyi konuşturma yolunu seçelim. 10.01.2017

9 Ocak 2017 Pazartesi

Trafiğin dokunulmazları

Şehir içi yolcu taşıma işi yapan dolmuşçuları konu edineceğim. Baştan söyleyeyim, görevini layıkıyla nizami bir şekilde yapıp evine ekmek götürenlere sözüm yok. Derdim kural tanımayan, nezaket ve incelikten nasibini almamış, şehirde yaşayan ama dağ kanunları uygulayan kişilerdir.

Kendisine belirlenmiş indirme-bindirme yerlerinde değil, istediği yerde durur, istediği yerden yolcu alır ve indirir. Trafiği tehlikeye sokacağım diye bir endişesi yok. Yolcu nerede isterse, kendi canı nerede isterse orada durur. Kimse bunlara laf edemez. Eğer laf ederse ağzının payını vermekle kalmaz. Allah'ın kendisine verdiği gücü, kuvveti, eli, kolu, ayağı ve dilini istediği şekilde kullanır. Gün görmedik küfürleri duyarsın. Kavganın her çeşidini görürsün. Denemesi bedava. Kazara böyle birine uymadığı kuraldan dolayı istersen bir uyar. Anandan doğduğuna, doğacağına pişman eder seni. Çünkü edepsizliği, terbiyesizliği, arsızlığı hak arama olarak görür. Asla hata yaptığını kabul etmez. Hata yapsa da suç bastırırcasına bağırır, çağırır. Şoför mahallinden inmişse bil ki kavga için iner. Karşı tarafın güçlü güçsüz olması önemli değil. Nasılsa kendini ve karşı tarafı tutacak, kavga etmesinin önüne geçecek kadar yolcu ve müşterisi vardır. Zaten kavga büyüyecek olsa yardımcıları aynı anda yığılır yanına. Çünkü bugün buna, yarın öbürüne. Böyle günde mesleki dayanışma olmayacak da ne zaman olacak?

O yüzden sen sen ol. Asla bir dolmuşçuya gözünün üstünde kaşın var deme. Çalıyı dolan daha iyi. Bırak onu kendi haline. O istediği yerde dursun, istediği zaman önüne sürsün, trafikte 'S' çizsin. Yeri geldiği zaman el kaldırmana rağmen seni iplemeyip içi boş olduğu halde geçip gitsin. Yeri  geldiği zaman aracının içini hınca hınç doldursun. İstediği şekilde hız yapsın. Canı istemezse yavaş yavaş gitsin. Çünkü istediği kadar yolcu çıkmamıştır. Ya da yangından mal kaçırır gibi sürsün. Çünkü ileriden yolcu kapması gerekiyor. Korna çalarsa yol vereceksin, seni uyarınca teşekkür ederim, bir daha olmaz diyeceksin. Araba sürerken istediği kadar telefonla konuşsun, bir taraftan da para üstü vermeye devam etsin. Bir defa o, çok kabiliyetli biridir. Aynı anda kaç işi birden yapar. Ondaki yetenek sende olmayınca sanırım kıskanıyorsun sen onu. Bir defa onun bilmediği tek şey araba sürmedir. Kolay kolay kaza yapmazlar. Çünkü onları gören kendine çekidüzen vermek durumundadır.

Hasılı onlar trafikte dokunulmazdır. İstediğini yapar. Kimse onlara karışamaz. Onlar istediğine had bildirir. Gerekirse bu uğurda ölümü bile göze alır. Hapse girmek ise onun için sefere çıkmak gibidir. Trafikte geçiş üstünlüğü olan ambulans ve itfaiye de bile yok onlardaki geçiş üstünlüğü ve kural tanımazlık.

Korktukları tek şey trafiğin onlara ceza kesmesidir. Şükür ki onu da hallettiler. Çünkü rutin kontrollerden haberleri olur, o anda fazla yolcu almazlar. Yolda trafik kontrolü varsa öndeki meslektaşı haberdar eder onu. Onlardaki iletişim ağı devlette yok. Polis nerede, neyin kontrolünü yapar, hepsinden aynı anda haberdar olurlar. O zaman kim tutar bunları. Tüm yollar, tüm duraklar onlarındır. Kim karışır onlara. Kazara biri had bildirmeye kalkarsa ona haddini bildirirler. Kaşınıyorum diyorsan istersen bir dene.

Allah şehrin ortasında güpegündüz dağ kanunlarını uygulayan, racon kesen böylesi trafik canavarlarından korusun. 09.01.2017

"Yarın teslim tarihi!.."

Toplum içinde yaşayan biz insanların önemsemeden işlediğimiz günahlardan biri de laf taşımadır. Leblebi yer gibi  yaparız bu işi iki lafın arasında. Her duyduğumuzu, her işittiğimizi doğru mu yanlış mı araştırmadan hemen aktarırız bir başkasına.

Laf taşıma özellikle sanal alem olan facebook ile birlikte daha hızlı yayılır oldu. Gazete okumayan, açıp bir köşe yazısı okumayan, bir kitap okumayan bizler hemen hemen her türlü haberleşmemizi sanaldan yapar hale geldik. Haberin nereden, kimden geldiği, bu haberi yaymadaki amaçlarının ne olduğunu sorgulamadan hemen kes-kopyala-yapıştır yapıyoruz. Bu kadar mı teşne olduk yalan haber taşımaya? İşin garibi herkese bir korku salan bu tür asparagas haberlere inanan da paylaşıyor, inanmayan da. Hemen hemen herkesin kafasında ne olur ne olmaz endişesi var.

Üç-beş gündür facebookta "Yarın teslim tarihi...!!!!!!!
Paylaştığımız her şey, yarın herkese açık olacakmış. Silinmiş veya izinsiz olan mesajlar bile..." diye başlayan yarım sayfalık bir metin dolaşıyor. Paylaşım rekorları kırıyor. Hiç yazı okumayanlar bile paylaşıyor. Herkes başına gelebilecek bir tehlike olursa onu savma derdinde. Eskiden bir kağıt dağıtırlardı: “Bu kağıdı şu kadar kişiye dağıtmayanın evi yandı...” şeklinde. Sonraları bu tür mesajlar cepten cebe gönderilmeye başlandı. Bu mesajı alan çoğu kimse bu tür mesajların aslı astarı yok biliyorum ama mevzu bahis olan evdir.  Ya bir de doğru çıkarsa bir de evden olmayayım diyerekten gelen mesajı başkasına gönderirdi. Facebookta bu tür paylaşımları görünce ‘evi yanma’ mesajları aklıma geldi.

Kanaatimce, ‘Bu mesajı şu kadar kişiye gönderemeyenin evi yanar’ mesajlarının nasıl ki aslı-astarı yoksa bir kaç gündür tedavülde olan sanal alem paylaşımlarının da aslı-astarı yoktur. Bu metni ortaya çıkarıp tüm dünyaya servis edenlerin niyetlerinin ne olduğunu bilmem ama bu şunun habercisi olabilir: “Bizde haberlerimizi yayan bu kadar fahri müşterimiz olduğuna göre yarın biz dünya kamuoyunu yönlendirmek için başka haberler de icat edip servise koyabiliriz. Gönüllü paylaşımcılarımız sayesinde bir ülkedeki kamuoyunu aynı anda etkileriz. Haberin yalan olduğu ortaya çıkıncaya kadar biz atı alır Üsküdar’ı geçeriz” demek istiyor olabilirler. Neye ve kime hizmet ettiği belli olmayan bu tür paylaşımlara alet olmamak gerekir. Öyle her gördüğümüz, her duyduğumuz haberi paylaşırsak yarın başımıza başka gaileler açmış olabiliriz. Zaten her duyduğunu paylaşmak ve aktarmak kişiye günah olarak yeter diye düşünüyorum.

Bugünkü sanal alem dünkü gazetelerin paparazzi sayfalarını temsil etmektedir. Her gördüğümüze atlamamak lazım. Akıl süzgecinden geçirmek gerekir. Bu konuda bin okuyup bir paylaşmak lazımdır. Yoksa bu tür fasık haberler dolayısıyla birilerini töhmet altında bırakarak üzmüş oluruz da iş işten geçmiş olur.

Bu tür paylaşımların bir faydasını gördüm. İş, kişinin canı olunca, kendisine zarar gelme konusu olunca maşallah okunmayan yazılar okunmaya başlanmış, paylaşılmayan yazılar paylaşılmaya başlanmış. Bu da önemli bir gelişme. Belki bu sayede yazı okumayanlar “Acaba benimle ilgili bir paylaşım mı” diye okumaya başlarlar. 09/01/2017