12 Aralık 2016 Pazartesi

Öğretmenler sınıfının öğretmeni

Noktası virgülüne dokunmadan bir başka okulda görev yapan bir meslektaşımın dert edindiği bir mesele ile ilgili değerlendirmesini yorumsuz paylaşmak istiyorum sizinle:

"Arka arkasına derse girmekten ziyade aralarda bazen boşluk olması zaman zaman dinlendirici olur, eksikliklerimiz varsa tamamlama imkanım olur derdim. Sağ olsunlar ders programımda bazı günlerde buna dikkat edilmiş, herhangi bir isteğim olmasa da.

Boş derslerde kafa dinlendirmeye, kendimi dinlemeye fırsat bulamadım nedense bugüne kadar. Çünkü başım dertte. Çünkü benim tüm boş derslerimde de dersi boş olan kültürlü, tecrübeli ve nazik bir meslektaşım var. Hem eli çalışıyor, hem de dili. Sabahın erken saatinde, teneffüs aralarında ve boş derslerde hiç ara vermeden konuşma özelliğine sahip. İki dinle ve bir konuş anlamına gelen iki kulak, bir dili tersine döndürmüş durumda. Konuştukça açılıyor, açıldıkça coşuyor. Yorulmuyor da. Bu adamın dersi ve derdi var mı demeden makineli tüfek gibi konuşuyor maşallah. Falan yaramaz sınıfa gideceğim diye derse isteksiz gitmekte olan öğretmene dersi boş olup öğretmenler odasında kalanlar: "Keşke o sınıfa giden ben olsaydım" diye temenni ediyor dense yeridir.

Boş dersi değerlendireyim derken herhangi bir işle uğraşanlar, işlerini yapmaya devam ededursunlar; meslektaşım hiçbir olumsuz durumdan etkilenmeden maşallah her konuda arzı endam etmeye devam ediyor. Bu durumu bilenler sigara içmediği halde soluğu ya dışarıda sigara içenlerin yanında soğukta beklemekte alıyorlar, ya da bir idarecinin yanına giderek kafa dinlendirmeye çalışıyorlar. Geç de olsa ben de anladım bu durumu. Haydi ben boş olan beş ders saatimde bu bitmek bilmeyen imtihanımı zor da olsa veriyorum. Ya derste öğrenciler, ya evde çoluğu, çocuğu ne yapıyor bu durumda? Orası muamma tabii.

Kendisine göre dersi de en önemli ders. Finlandiya'nın eğitim ve öğretimdeki başarısının altında onun dersine verdikleri önem yattığı kanaatinde. Buna kendisini inandırmış. Tek görevi bu dersin önemini bize kavratmaya çalışması. Acaba bu meslektaşıma okul yönetimi ücret mi veriyor diye düşünmüyor değilim. Ücret tahakkuk ettiriliyorsa o zaman görevini yapacaktır. Başka çaresi yok. Ücret kesilirse belki bu görevinden vazgeçer. Ya ücret ödenmiyorsa bu işi meccanen amatörce, hobi olarak yapıyorsa  işte o zaman yandık demektir.

Bugün boş dersimde bir başka meslektaşımla otururken hayretimden: "O, yok mu" dedim. "Yok galiba" dedi. Kendi halimizde işimize devam ederken meslektaşım kulağıma eğilerek: "Allah'tan başka şey isteseydin olmaz mıydı" dedi. Bir an için ne dediğini anlayamadım. Kafamı kaldırdığım zaman maalesef onun geldiğini gördüm. Felaket tellalıyım, ne yapayım dedim.

Bu durumdan kurtulmak için acaba şu adamın yaptığı yöntemi uygulasak faydası olur mu?

Yaşlı bir amca, cadde veya sokağa bakan evinin önünde sürekli gürültü yapan çocukları bu işten vazgeçirmek için bir yol takip eder. Amca çocukları çağırır. Çocuklar: Ben gürültüyü severim, bundan sonra evimin önünde yapacağınız gürültü karşılığında size her gün 5 lira para versem kabul eder misiniz, der. Hem gürültü yapacaklar, hem de karşılığında para alacaklar. Çocuklar teklifi kabul eder. Birkaç gün geçtikten sonra amca: Çocuklar! Durumum biraz kötüleşti, bundan sonra size ancak 3 lira verebileceğim, der. Hiç yoktan iyi diyen çocuklar yine gürültülerine devam ederler oyun oynarken. Amca her geçen gün çocuklara vereceği paranın miktarını biraz daha düşürür. En sonunda: "Çocuklar, artık bundan sonra size para veremeyeceğim, kusura bakmayın" deyince çocuklar: "Amca! Kusura bakma, biz bedava iş yapmayız. Bundan sonra burada oynamayacağız" diyerek oradan uzaklaşırlar. Böylece amca muradına ermiş.

Anlaşılan okul yönetimi de rahat çalışabilmek için bizi kobay olarak kullanıyor. Bu da öğretmenliğin bir cilvesi. Çekecek çilemiz varmış meğer. Ne yapalım?"

Senin derdin dert midir, benim derdimin yanında mı diyorsunuz yoksa? Bütün derdimiz bu olsun. 12/12/2016

Teröre karşı alacağımız önlemler*

Her terör saldırısından sonra can havliyle yetkililer açıklama yapar: "Şehitlerimizin kanı yerde kalmayacak..." şeklinde. Meclis özel gündemle toplanır, ortak açıklama yapılır. Terör tel'in edilir: Acımız büyük, terörü kınıyoruz” denir. Eli kalem tutanlar bu menfur olayı ele alırlar. TV’ler günlerce bu gündem üzerine program yapar.

Vatandaş ise patlamaya hazır bir bomba. Her yanan candan sonra sinirler biraz daha geriliyor. İhmal var mı diye sorgularız. Saldırıyı kim üstlendi diye sorarız hemen. Ölü sayısının artmamasını temenni ederiz. Millet olarak tek vücut oluruz şer cephesine karşı. Biz böyle iken ya ateşin düştüğü evler ne durumda. Esas sıkıntıyı onlar çekmekte. Allah çektikleri acıların ecrini versin onlara.

Terör saldırısından sonra özellikle devleti yönetenler konuşmaktan ziyade soğukkanlı ve metin bir şekilde sağ gösterip sol vurma taktiği izlemelidir. Teröristi gafil avlamak için gizli bir çalışma yürütmelidir. Asl olan terör ve canlı bomba potansiyeli taşıyanlar sıkı takibe alınmalıdır. Devletin nefesini daha fiiliyata geçmeden ensesinde hissetmelidir. Zor günler yaşadığımız bu günleri sıkıntısız atlatmak için devlet istihbarata daha fazla bir önem vermelidir. Başka istihbarat örgütleriyle sıkı bir ilişkiye girmelidir. Dur emrine uymayan şüpheliler güvenlik güçleri tarafından etkisiz hale getirilmelidir. Vur emri rahatlıkla kullanılmalıdır. Trafiğe çıkan araçların sık sık kontrolleri yapılmalıdır. Devlet ve hükümet ülke ve dış siyaseti etkileyecek bir karar aldığında güvenlik birimleri tarafından denetim ve kontroller sıklaştırılmalı ve sürekli bir teyakkuz halinde olunmalıdır. Özellikle insan yoğunluğu olan yerler sürekli gözetim altında tutulmalıdır. Olaydan sonra değil, olaylar olmadan önce güvenlik kordonu oluşturulmalıdır. Güvenlik güçlerinin bir yere intikalinde kesinlikle toplu taşımalardan kaçınılmalıdır. Polis gideceği yere değişik sivil araçlarla gitmelidir. Olay mahallinde görev yapan polislerin güvenliğini sağlamak için yüksek binalarda görev yapacak başka polisler görevlendirilmelidir.

Kanlı terör eylemini gerçekleştiren örgütlerin ismi kesinlikle kamuoyuna açıklanmamalıdır. Çünkü bu tür örgütler bu şekilde ses getirecek eylemlere başvurarak gücünü ispatlama niyeti taşımaktadır. Her olaydan sonra biz bağırıp çağırdıkça, öfke duydukça, örgütün adını ağzımızda telaffuz ettikçe onların ve şer güçlerin ekmeğine yağ sürmüş oluruz. Onlar bu durumdan  dört köşe olmaktadır. Çünkü reklam reklamdır onlar için. İyisi-kötüsü olmaz.

Acılarımızı -hiçbir şey olmamış gibi- içimize gömerek işimize ve gücümüze yoğunlaşmalıyız. Fevri hareket etmemeliyiz. Çünkü infial başka olaylara sebebiyet verebilir. Tabiat boşluk kabul etmez prensibi gereğince devlet hiçbir alanı boş bırakmamalıdır. Vatandaşa daha güvenilir bir ortamı sağlamak için sessiz ve derinden işini yürütmelidir. Kendi içinde değişik birimler kurmalıdır. Kurulacak olan bu birim; terör örgütlerinin ne zaman, nerede, hangi olaylardan sonra harekete geçtiğinin analizini yaptıktan sonra şer odaklarının ne zaman, hangi dilimde, nerede ortaya çıkabileceği...şeklinde beyin jimnastiği yapmalı ve bunu raporlayarak istihbarata göndermelidir.

Vatandaş nerede bir şüpheli hareket görmüşse güvenlik birimlerine haber vermelidir. Az sayıdaki kötülerin şerrinden korunmak için devlet ve vatandaş hep birlikte el ele verip bize diz çöktürmek isteyenlere karşı tek vücut olmalıyız. Kimin nerede oturduğu, ne iş yaptığı, nereye girip çıktığı, ekmeğini ne şekilde kazandığı sıkı takibe alınmalıdır. Her mahalle, her muhitin fotoğrafı çekilerek içeriden ve dışarıdan takibe alınmalıdır. Suçlu potansiyelinin çok çıktığı meskun mahaller, girişi ve çıkışıyla sürekli kontrol edilmelidir. Özellikle hangi evi, ne zaman, kim kiraladı, kim oturuyor, kimler girip çıkıyor...devlet bundan haberdar olmalıdır.

Bu vesileyle cumartesi gecesi meydana gelen menfur terör saldırısında şehit olanlara Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar ve milletimize başsağlığı diliyorum. Ülkemiz için dirlik, birlik, huzur ve iyi bir gelecek temenni ediyorum. Bu kötü günlerin, güzel günlerin doğum sancısı olması dileklerimle. 12/12/2016

14/12/2016 tarihli Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



11 Aralık 2016 Pazar

Anayasa değişikliğinin bazı maddeleri üzerine**

Yeni Anayasa değişikliği teklifinde 21 madde yer almaktadır. Diğer değişik teklifleri için bir sözüm yok. Hatta olumlu bakıyorum. 2 tanesinin mantığını anlayamadım. Bunlardan biri, seçilme yaşını 18'e indirmek, diğeri de, Meclis üye sayısını 600'e çıkarmak.

Öğrenciler liseyi 18 yaşında tamamlamaktadır. Daha üniversiteye bile başlamamış demek bu. Ailesi liseyi bitirinceye kadar okul-servis-etüt merkezi ve ev şeklinde bir hayat çizmiştir mutlaka. Yani ailesinin yeter ki okusun diyerek saçını süpürge ettiği, hiçbir sorumluluk vermediği, sosyal hayatın içine girmemiş dense yeridir. Birçoğunu ailesi belki de ekmek almaya, bir fatura yatırmaya bile göndermemiştir. İki ayağı üzerinde duramayacak bir yaştadır halen. Aile ve ev sorumluluğu almadan koca bir ülkenin sorumluluğunu vermek bu gençleri ezmekten başka bir işe yaramaz. Bırakın 18 yaşında seçilme hakkını, 25 yaşı bile yeterli görmem. Bu çocukları rahat bırakalım, üniversitesini okusun, askerliğini yapsın. Hayatın içerisinde biraz daha pişsin. Bu maddenin düşürülmesinde fayda görüyorum.

Mecliste bizi temsil edecek vekil sayısını 550'den 600'e çıkarmak ve yedek vekil durumunun da yeniden gözden geçirilmesinde fayda vardır. Yüz ölçümü ve nüfus yönünden hangi ülkede bu kadar vekil vardır, merak ediyorum. 450 bile fazla iken önce 550'ye, şimdi de 600 rakamını telaffuz etmek yine mantıklı gelmedi bana. Milletin sırtına bir yük daha yüklemekten başka bir işe de yaramaz. Hele yedek vekil durumu ise netameli bir konu. Felaket tellallığı yapmak istemem ama normal yol ile ölen her bir asil vekilin ölümünde acaba sorusu sorulursa hiç şaşırmam.(Yazıyı yazarken yedek vekillik tekliften çıkarılmıştır.)

Türkiye'nin derdi seçilme yaşı ve vekil sayısını yükseltmekte değildir. Esas dert ve sorunlarımızın üzerine eğilirsek  daha iyi olur kanaatini taşımaktayım. Yok, bizim için önemli denirse oldu olacak, o zaman cumhurbaşkanı seçilme yaşını da 18'e düşürelim... 11/12/2016
29.12.2016 tarihinde Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır. 


10 Aralık 2016 Cumartesi

Yol ayrımındaki Türkiye'ye mesaj

Türkiye kendisine biçilen rolün dışına çıkmaya çalışsa o zaman bir mesaj verilir. Verilen mesaj da hep kan ve gözyaşı olur. Bombalar patlatılır. Bunun için ya canlı bomba, ya da bomba yüklü bir araç seçilir. Bu, ayağını denk al demektir.

Rus uçağının düşürülmesi sebebiyle aramızda meydana gelen soğukluğu gidermek için Rusya ile anlaşılınca yine böyle bir bomba patlatılmıştı. Şimdi de epeydir gündemde olan Anayasa değişikliği için bugün Meclise verilen 21 maddelik değişiklik teklifi üzerine geldi bomba yüklü araçla yapılan terör saldırısı. Geçmiş terör saldırılarına bakılırsa hepsinde Türkiye ya bir yol ayrımındadır, ya bir karar aşamasındadır, ya bir karar vermiştir. Hemen bir saldırı ile karşı karşıya gelir. Yaşamamız için bize fırsat verenler, bize biçtikleri rol ile yaşamamıza izin verdiklerini, ne zaman bunun dışına çıkmak istersen: "Seni can evinden vururum, burnundan fitil fitil getiririm, ülkeni kan gölü haline dönüştürürüm, Anayasa değişikliği yapmanı istemiyorum..." mesajı verilir.

Tüm bunlar Türkiye'nin bir yol ayrımında ve doğru yola doğru yol aldığının göstergesi aslında. Doğum öncesi sancılardır. Görünen doğumun zor olacağı şeklinde.

Türkiye öncekileri atlattığı gibi bu terör saldırısını da atlatacaktır. Yaralarımızı saracaktır. Ödediğimiz bedellerin karşısında mutlu bir geleceğin bizi beklediğini unutmamamız gerekir. Yeter ki olaylara soğukkanlı bir şekilde yaklaşalım. Ne zaman önemli bir karar aşamasında olduğumuz zaman diliminde bu tür mesajları almaya devam ediyorsak bundan sonraki alacağımız önemli karar aşamasında bu tür menfur olayların olacağını hesaba katarak güvenlik güçlerini teyakkuz halde tutmamızda fayda vardır. Güvenlik amaçlı kılı kırk yarma yolu seçilmelidir. Araç kontrolleri, şüpheli araçların durdurulup kontrolünün yapılması gibi tedbirler alınmalıdır. İstihbarat iyi çalıştırılmalıdır.

Patlamanın maç çıkışına denk getirilmesi bu işi yapanların gemi azıya aldıklarını, kana doymadıklarını göstermektedir. Olayın sıcaklığı dolayısıyla ölü ve yaralı sayısından haberim yok. Şimdiden yaralılara acil şifalar, ölenler var ise -inşallah yoktur- Allah rahmet eylesin. Rabbim beterinden saklasın. Türkiye'nin başı sağ olsun. 10/12/2016

Küçüklere neden melek gibi denir bizde?


Okulumuz (Mustafa Büyükkaplan Hafız İmam Hatip Ortaokulu) 5. Sınıflarda yapmış olduğum Fen Bilimleri 2. Yazılı sorunlarını değerlendiriyorum, fiziksel olarak küçücük bir kızımız:
_ "... ben o soruyu boş bıraktım hocam, dedi.
_ Neden? dedim,
_...
Yüzü kızarmıştı, bir şey diyemedi. Israrcı olmadım, ders bitti ve özel görüştük. Duyduklarımı hâlâ unutamıyorum ve her defasında tüylerim diken diken oluyor.
_ Hocam, kimseye söylemezseniz size o soruyu niye boş bıraktığımı söyleyebilirim. Yine kızarmıştı (ağarması gereken)  yüzü. Biraz zorlandı ve şunları söyleyiverdi:
_ Ben o soruda biraz takılmıştım, düşünürken başımı sırama yan koydum. O anda da yanımdaki arkadaşım aynı soruyu çözüyormuş, ben de gördüm. Aslında ben de aynı şıkkı düşünüyordum,  ama gördüğüm için haram olur diye işaretleyemedim. İşte onun için boş bıraktım. Kimseye söylemeyin, olur mu?
_ Allâhu Ekber...
İnanın bunları söylerken de, (hani yazılıda başkasının kağıdına baktığını düşüneceğimden) yüzü kıpkırmızı idi. Nutkum tutuldu, düğümler ardı ardına dizildi...
Elbette sözüme sadık kalacağım, ismini vermeyeceğim, ama bunu bırak arkadaşlarını tüm dünyanın duymasını istiyorum...
Rabbim, sadece ve sadece Sana havale ediyorum. Bu yavrucuğunu Cennetinle müşerreflendir...(âmin)”

Yukarıdaki yazı okulun Fen Bilgisi öğretmeni Ramazan SANLAV kardeşime ait. Başından geçen bu olayı sanal alemde paylaşmış. Böyle bir öğrenciye sahip olduğu için kendisini tebrik ediyorum. Samimi duygu ve düşüncelerinden dolayı yine kendisine teşekkür ediyorum. Allah böyle öğrencilerin sayısını çoğaltsın.

Bu yazıdaki olayın kahramanı 10-11 yaşlarında 5.sınıf bir öğrenci. Daha sorumluluk çağına gelmemiş. Masumluğun ve saflığın zirvesinde. Günahsız. Melekler gibi yani. Çocuk halihazırda meleklerdeki  “Günah işlemezler” özelliğini bünyesinde barındırıyor. Bu yüzden Anadolu’da çocuklar meleklere benzetilir. İnşallah bozulmadan büyür. Bizde sorun küçüklerde değil, hep büyüklerdedir. Bu çocuk nice çocuğun içini yansıtmaktadır. Bu derece saf olan çocuk yarın kirliliğin, pisliğin içerisinde kendisini ne zamana, nereye  kadar koruyacak...düşünmemek elde değil.


Biz büyükler bu derece saf, berrak ve temiz olan bu dimağları yakın zamanda bozarız. Bunun hesabını nasıl veririz bilemem. Çünkü çocuklar büyüklerin yaptıklarına teslim olurlar bir gün. 10/12/2016

2015 PISA sonuçları*

35'i OECD üyesi olmak üzere 72 ülkenin katıldığı ve 3 yılda bir açıklanan  PISA (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) sonuçları açıklandı. 2015 PISA sonuçlarına göre Türkiye matematikte 52. fende 49. okumada 50.sırada. Sonuç vahim. Tam gaz geriye doğru gidiyoruz.

Bizden sonra hangi ülkeler var diye göz attığımızda şu ana kadar adını-şanını duymadığımız, haritada yerini bile gösteremediğimiz ülkeler var altımızda. Böyle giderse gerimizdeki ülkeler 2018 PISA sonuçlarında bizi sollar geçerse hiç şaşırmayalım.

PISA sonuçlarını  birkaç hafta konuşur, birilerini suçlar, suçluyu bulur, pansuman tedbirlerle yolumuza devam etmeye çalışırız. Bildiğim kadarıyla bu tür yarışmalara katılım zorunlu değil. Yenileceğimizi bile bile niye katılıyoruz? Herhalde "Yenilen pehlivan güreşe doymaz" misali olsa gerek.

Türkiye, hep mağlup olacağı yarışmalara katılacağına birinci geleceğimiz alanlardan katılsa daha iyi olur zannımca. Hangi alanlarda birinciyiz diye aklımıza gelebilir? Aslında başarılı olacağımız alanlarımız fazla. Mesela: Sanal aleme girme, sosyal medyayı kullanma, chatleşme, mesajlaşma, whatsappta geyik muhabbeti, telefon konuşması, kulaklık marifetiyle müzik dinleme, birbirimizi çekiştirme, birbirimizi suçlama, birbirimizi düşman görme, dedikodu, iftira, yalan söyleme, rahatına düşkünlük, kazanmadan harcama, borçlu ve lüks yaşama, TV izleme, dizileri takip etme, aklı ve zihnimizde boş şeyleri tutma, bir bilgiye ihtiyaç olursa 'Google'dan faydalanma, çok tatil yapma, sürekli eğitim sistemiyle oynama, kitap okumama, öğrenmediğimiz konuyu anlamak için sürekli test çözme, yardımcı kaynak alma, başarısızlığa kılıf bulma, mazeret üretme...vb alanlarda yapılsa parmakla gösterilen bir ülke olduğumuzu cümle aleme gösterir, böylece dünya gündemine otururuz. Eğer dünya bu şekil yarışmalar düzenlemiyorsa biz öncülük yapalım.

Türkiye, geçmiş yıllara oranla eğitim ve öğretime bütçeden daha fazla pay ayırmaktadır. Eğitim ve öğretim alanında sürekli değişiklikler, müfredat ve sistem değişikliği yapmaktadır. Fiziki olarak binalarda yenilenme, teknolojiyi kullanma ve imkanlardan yararlanma bakımından çok mesafe kat etmiştir. Fakat nedense başarı bir türlü elde edilememiştir. Tüm bu imkanlara rağmen başarının gelmemesinin nedenleri üzerinde uzmanların inceleme yapmasında fayda vardır. Bu konuyu istatistiklerden yararlanmak suretiyle hükümetin başarı gibi göstermesinin ve muhalif olanların mal bulmuş mağribi gibi hükümete saldırmasının kimseye faydası olmaz. Eğitim ve öğretimimiz objektif bir şekilde masaya yatırılmalıdır.

Bu değerlendirme sistemine katılan 15 yaş grubu 5895 öğrencinin % 36’ı Mesleki ve Teknik Lisesi,  14’ü  İHL, % 38.1’i Anadolu Lisesi, % 2.1’i Fen Lisesi öğrencisidir. Katılımcı öğrencilere bakıldığı zaman % 50 öğrenci Mesleki-Teknik lise ve İHL öğrencisidir. Bu okullar  -ekseriyetle- TEOG sınavlarına göre en düşük puanlı öğrencilerin tercih ettiği okullar olarak bilinmektedir. Fen ve Sosyal Bilimler Lisesinden giren öğrenciler zirvede yer alırken meslek lisesi öğrencilerinin ise başarıyı düşürdüğü görülmektedir. Buradan sorunun meslek liselerinde olduğunu anlayabiliriz. Hiç vakit kaybetmeden meslek liselerine bir neşter vurulmalıdır. Eğer bunu yapmazsak biz her zaman yenilmeye doymayan güreşçi pozisyonunda yer alırız.

Türkiye her şeyden önce TEOG sonuçlarına göre her öğrenciye okul bulma ve okula yerleştirme çabasından vazgeçmelidir. Belirli puanın altında kalan öğrencilerin açık liseye yönlendirilmesi uygulamasına geçilmelidir. Bu liselerdeki öğrenci yoğunluğu azaltılmalı, öğrenci alımında seçici davranılmalı, 9.sınıfta belirli bir başarı kriterini yakalayamayan öğrenciler yine açık liseye gönderilmelidir. Okullarda başarıyı yakalamak için her türlü sınıf seviyesinde mutlaka kalma ve eleme sistemi getirilmelidir. Ders saatleri azaltılmalı, merkezi sınav sistemi anlamaya dönük olacak şekilde yeniden düzenlenmelidir. Öğrenciler dijital ortamdan uzak tutulmalıdır. 10/12/2016
*17.12.2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

5 yıldızlı otellerde eğitimi masaya yatırmak

Milli Eğitim Bakanlığı, bünyesinde görev yapan yöneticilere zaman zaman il dışında seminer, kurs vb aktiveler düzenlemektedir. Buralarda eğitim ve öğretim masaya yatırılmaktadır. Bu tür seminerler sahil kenarında 5 yıldızlı otellerde düzenlenmektedir.

3-5 sene öncesine kadar bu tür programlar devlete ait hizmet içi eğitim enstitülerinde yapılırdı. Masraflı oluyor diye devlet bundan vazgeçmişti.

Hizmet içi eğitim seminerlerini 5 yıldızlı lüks otellerde düzenlemek sanırım Meb'in kendi tesislerine göre daha uygun olmalı ki, şimdilerde oteller tercih edilmektedir. Etkinlikler genelde kış aylarında yapılmaktadır. Yani otellerin müşteri yönünden sinek avladığı bir sezonda firmalar, müşteri olarak Meb'i ağırlamaktadır. Hikmetinden sual olunmaz ama bu uygulama bana biraz garip geldi. Büyüklerimizin bir bildiği vardır mutlaka. Bize garip gelse de yetkililerin doyurucu açıklaması vardır sanırım. Fakat insanların aklına ölü sezonda firmalara destek olma da gelebilir. Belki de yapılan doğrudur. Ben çağın gerisinde kaldım sanırım. belki de müdürlerin böylesi ortamlarda deşarj olmaya ihtiyacı vardır. Kendilerinin ve eğitimin gelişmesine katkısı da vardır, kim bilir?

Bu konuda kimseyi eleştirme ve ayıplama durumunda değilim. Eğitimde kaliteyi artırmak, çalışanlara bir ufuk kazandırmak, onlara moral ve motive etmek gerekir. Fakat bu tür eğitim çalışmalarının yeri devlete ve kamuya ait tesisler olmalı. Kazanacaksa devletin tesisleri kazanmalı, devlet çalışanları için harcama yapacaksa bu işi yine kendi tesislerine harcamalıdır. Ayrıca bu tür aktivitelerin yapıldığı yerlere katılımcı olarak gelen yöneticiler işin mutfağından gelen bireyler olarak her şeyi enine boyuna konuşup tartışabilmelidir. Sadece üniversiteden getirilen akademisyenlerin sunumu veya Ankara'dan gelen yetkililerin telkin ve tavsiyesinden ibaret olmamalıdır. Sorun tespiti, sorunun çözümü mutlaka masaya yatırılmalıdır. Sorunların üzerine ciddiyetle gidilmelidir. Programlara ortak akıl hakim olmalı, sonucunda iyi bir sinerji ortaya çıkmalıdır. 10/12/2016