3 Aralık 2016 Cumartesi

İhanette Sınır Tanımayan Korkusuz Korkaklar*

"Gün geçmiyor ki, bir öğrenci yurdunda zehirlenme, cinsel taciz ve ölüm olayları olmasın. Bu millet cemaatin eğitim kurumlarını çok arayacak" tweeti paralel yapının gazeteci görünümlü silahşörüne ait. Paralel yapının gücü ele geçirdiği dönemlerde korkusuzca saldıran bu gazeteci, 15 Temmuz'dan sonra kayıplara karıştı, tıpkı diğer hainler gibi.

Kendisi defoldu gitti ama tweetleriyle yine gündem olmaya devam ediyor. Maşallah korkusuz korkaklığından hiçbir şey kaybetmemiş. Dışarıdan çanak yalayıcılığı yapmada sınır tanımıyor, tıpkı kendisi gibi olan diğer binlerce dalkavuk gibi.

Bu millet zehirlenme, taciz ve ölüm vb olaylarını atlatır, kısa zamanda yaralarını da sarar, cezasını da verir. Ama sizin gibi hainlere asla tahammül etmez. Sizin gibi ihanet şebekesini yok etmeden asla dur durak bilmez, gözü uyku tutmaz. Bunu iyi bildiğiniz için zaten kaçaksınız. Uzaktan salvolarınıza devam ediyorsunuz. Çünkü millete bakacak yüzünüz yok diyeceğim ama paylaştığınız tweetlere bakınca hala utanma ve arlanma diye insani hasletlerin yanınıza uğramadığı belli oluyor...

Gönderdiği tweete bakılırsa cemaatin(!) eğitim kurumlarına toz kondurmuyor... Elinizden kayıp giden bu eğitim kurumlarını madem bu kadar önemsiyorsunuz. O halde elinizden uçup gideceğini bile bile devlete meydan okuma da neyin nesi. Haydi elinizden haksız(!) yere alındı diyelim. O zaman burada kalıp çok önem verdiğinizi iddia ettiğiniz bu kurumları geri almak için burada durup mücadele etmeniz gerekmiyor muydu? Ne diye soluğu yurt dışında aldınız? Halbuki bir zamanlar ne kadar mağrur bir görüntü veriyor, herkese haddini bildiriyordunuz... Ben de bu korkusuz hücumlar nereden geliyor diyordum. Meğer emniyeti, askeriyeyi ve yargıyı arkalarına almışlar, cesaretleri de bundanmış. Arkalarındaki kartondan güç olan örümcek ağı ellerinden uçup gidince bizim cesurlar soluğu firarda buldular. Ne de olsa “Erkekliğin(!) onda dokuzu kaçmaktır” değil mi?

Kendinizi eğitime gönül vermiş hizmet hareketi olarak göstermeniz de tıpkı diğer samimiyetleriniz gibi sahte imiş. Altın nesil yetiştiriyoruz diye çıktığınız yolda bol kendinize bende yetiştirmişsiniz. Nihayet deniz bitip kum görününce ve foyalarınız bir bir ortaya çıkmaya başlayınca soluğu akıl hocalarınızın yanında aldınız. Bir maşadan da ancak bu beklenirdi zaten. Kandırdığınız binlerce saf insanı geride bırakarak...Yönettiğiniz eğitim kurumlarına da bir kuruş harcamadınız zaten. Eğer harcasaydınız, tırnaklarınızla kazıyarak bir yere getirmiş olsaydınız o trilyonluk devasa kurumları korumak için bu ülkeye, bu ülke insanına kol-kanat gererdiniz. Zaten o eğitim kurumları milletin fedakarlığıyla yapılmıştı. Helal para ile yapılmış ki yine milletin emrine tahsis edildi. Kargalar, kendilerine yapılan iyiliğin kıymetini bilmezler. Bu millet sizi besledi de besledi. Bunun karşılığında siz millete hizmet edeceğinize gözünü oydunuz, hatta kalbine nişan aldınız. Onca yaptığınız ihanetin sonucunda esas üzüldüğüm nokta milletin birbirine güvenini yok ettiniz. Dindar-mütedeyyin insanlar yara aldı sizin yüzünüzden. Artık kimse kimseye güvenmiyor. Esas acı olan da bu. Sizin bu yaptığınız halt sonucunda ‘taciz, zehirlenme ve ölümlerin’ lafı mı olur. Sittin sene tamir edilmez bu açılan yara.

Yediğiniz herzeler bir bir çıkınca arkanıza bakamadan  kaçtınız. Üstelik darbenin sonucunu bile beklemeden cehennem olup gittiniz. Demek ki yapacağınız darbenin başarılı olamayacağını kendiniz de biliyordunuz o zaman. Beceriksizliğinizi iyi tespit etmişsiniz. Kendisini tanıyan insanları severim ben...Son kertede bari biraz utanın da uzaktan paylaşım yapmayın. Ağa babalarınıza "Bize Türkiye’den ekmek yok, bize başka bir iş verin” deyin. Onlara iyi davranın, yoksa bir gün sırtlarından atarlar da gidecek bir ülke bile bulamazsınız. Boşuna bu ülkeye mesaj vermeye kalkmayın, çünkü size yani hainlere bu ülkede ekmek yok.  03/12/2016

*07.12.2016 tarihinde Anadolu'daki Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

İlişkin batsın

Günümüzün paparazzisi sanal alemdir. Ne ararsan var burada. Kimin,  ne yaptığını bu alemde bulabilirsin. Özellikle Facebook insanın içinin dışa vurulduğu bir yerdir. Yediden yetmişe herkesi oyalayan bir alem.

Bir kimse hakkında yeterli bilgi almak istiyorsan profiline girivermen yeterli. Kimdir, necidir, nasıl biridir, nelerden zevk alır, nelerden nefret eder; fikri, zikri nedir? Ne yer, ne içer hepsini öğrenirsin bir çırpıda. Hiç birilerine sormana bile gerek kalmaz. Bunlara alıştık. Üstelik normal görüyoruz artık.

Facebook'ta gariplikler say say bitmez. Bir tanesi dikkatimi çekti: İlişki durumu.
Bazen arkadaşlık isteği göndereni tanımayınca kimdir, necidir diye 'hakkında' bölümü var. Oraya girince karşına en sonunda ilişki durumu dikkatten kaçmıyor. bazılarına bakınca "evli, bekar, yok..." şeklinde durumlar göze çarpıyor. Bazılarında da 'İlişkisi var' şeklinde bir tanıtım dikkatini çekiyor. Göre göre belki bu durumu da normal görmeye başlayacağız ama şimdilik ben buraya  "ilişkisi var." Hatta bazıları ismi de yazıyor x kişiyle şeklinde yazılar yazıyor. Yazıyı görünce ilişkin batsın diyesim geliyor. Eskiden karşılaştığın insana medeni hali sorulurdu, ya da çoluk çocuk var mı diye. medeni halini soramadığın kişilerin eline bakılır. Eğer elinde yüzük varsa "evli' ya da 'nişanlı' şeklinde bir kanaate sahip olunurdu. Daha önce elinde yüzüğü olmayan birinin elinde yüzük görülünce tanıdıkları hayırlı olsun, kim bu talihli denirdi. Şimdi ise sanal alemde ilan ediliyor: İlişkisi var falanla şeklinde.

İşin garibi  kişinin profiline tam bakmasan bile kullanıcı profilinde bir değişiklik yaptığı zaman "Falan kimse ilişki durumunu var-yok şeklinde değiştirdi" diye bildirim de geliyor. Bizim kendi aramızda yaptığımız dedikodu ve laf taşımayı facebook sanal olarak yapıyor. bazılarının profili borsa gibi anlık, günlük değişiyor. Bugün birini buluyor, hemen ilişkisi var şekline döndürüyor, akşama ayrılıyor, ilişkisi yok'a dönüşüyor.

Yaşadığım yaşadığım kadar. Geldim gidiyorum. Yetişme tarzıma göre belki de çağın dışında kaldım. Bu yaşıma kadar bir çok gelişmelere şahit oldum. Hepsini kabullendim ama sosyal olaylardaki kültür ve değer yozlaşmasını bir türlü özümseyemedim. Bu şekilde ilişkiler tıpkı günümüz evlilik-boşanmalar gibi günübirlik değişiyor.

Sözün özü, kadın ve erkeğin helalinden biri ile sözlenmesi, nişanlanması, evlenmesi kadar doğal bir şey yok. Günümüzde sanal alemde 'İlişkisi var' şeklinde ifade edilmekten ziyade ele yüzük takılması bana daha şık geliyor vesselam. 03/12/2016

2 Aralık 2016 Cuma

Konya'yı temaşa

İstanbul yedi tepe üzerine kurulu biliyorsunuz.  Hani Yahya Kemal Beyatlı, 'Aziz İstanbul' isimli şiirinde: "Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!" diyordu ya. Hangi tepesine çıkarsanız İstanbul'u seyredebilirsiniz.

Konya dümdüz ova. İstanbul gibi şehri seyr için Akyokuş gibi bir seçeneğin dışında Konya'yı temaşa etmek mümkün değil herhangi bir tepeden. Bu temaşa zevk ve özlemimi bugün bir vesileyle çıktığım Kombassan gökdeleninin 23.katında giderdim. Dümdüz ovaya ve şehre tepeden nazar ettim. Fena değilmiş tepeden bakmak. Binalar ve yollar bir insicam halinde yukarıdan daha düzgün gözüküyor. Göz zevkini bozan tek şey diğer binalardan daha yüksek katlı yapılmış bazı binalardır. İskelet görüntüsü veren bu heyula binalar olmasa şehir daha bir güzel görünürdü.

Bu da, bu yüksek kat verenlerin ayıbı. Ne Diyelim? Benim aldığım seyir zevkini almak isteyeniniz olup da gökdelene çıkma imkanınız yoksa Akyokuş tepesine çıkarak seyir zevkinizi giderebilirsiniz.  02.12.2016


Resmi araçla kazaya sebebiyet vermek

Bizde her şeyin kuralı vardır. Ösym'nin merkezi sınavla ilgili koyduğu kuralların dışındaki kuralları genelde görmezden geliriz. Çiğnemekten de zevk alırız. 

Trafik kuralları da bu kural tanımazlığımızdan nasibini almaktadır. Kural bilmeme gibi bir sorunumuz yoktur. Kuralları en alası ile biliriz. Sorun uygulamada. Yangından mal kaçırır gibi araç kullanırız. Hep bir yere yetişeceğiz aceleciliğimiz vardır. İşimizi son ana kadar bekletir, sonra harekete geçeriz. Yetişmek için de Allah ne verdiyse basarız. Çoğu zaman da işimize, randevumuza zamanında varamayız. Mazeretimiz hazır: "Trafik yoğundu."

Trafik kural tanımazlığımızdan kazaya sebebiyet vermekten kıl payı kurtuluruz çoğu zaman. Yeri gelir, kırmızı ışık ihlali yaparız. Sarı ışık zaten bizim hakkımız. Tepe tepe kullanırız.  Yeri gelir kaldırıma çıkar, oradan geçmeye çalışırız. Olmadı, sağa, sola girme imkanı varsa oraya dalarız. Hiç mümkınatı yoksa şerit ihlali yapıp ters istikamete süreriz aracımızı. Karşı trafiği engelleyeceğimizi bile bile. Arka boş ise geri geri gideriz. Hiç bir seçenek yoksa önün tıkalı olduğunu bile bile acı acı kornaya basarız. El ve dil zaten hep hareket halinde. Stres zaten tavan yapar bu esnada.  Yani diğer alanlarda göstermediğimiz zekamızın tamamını burada kullanırız. 

Kural tanımazlığımız bir gün gelir, duvara toslar. Çünkü kaç defa tıpkı çekirge gibi sıçrarız. Bir, iki derken kazaya sebebiyet veririz. İşimize gidemediğimiz gibi trafiği de tamamen kapatırız. Ya yandakine sürteriz, ya önümüzdekine vururuz, ya da arkadaki gelir, bize vurur. Bereket kazaya karışanlar kaza fotoğrafını çekerek araçlarını uygun bir yere çekerek tutanak düzenleyebiliyorlar, trafik polisinin gelmesine gerek olmadan. Ya kazaya karıştığın araç resmi bir araç, hele de belediyeye ait bir toplu taşıma aracı ise işte şimdi yandın demektir. Sivil aracın sahibi tutanak tutalım dese de, aracın masrafını tamamen ben çekeyim dese de resmi şoför mutlaka polisi çağırır, onu bekler, aracını da uygun bir yere çekmez. Araçtaki yolcuları indirir. Trafiği tıkıyorum demeden istirahate çekilir. 

Bugün ve iki hafta önce toplu taşıma aracının kazaya sebebiyet vermesi nedeniyle menzilime bir türlü varamadım. Yolculuğum hep yarım kaldı. Arkadan gelmesini beklediğin araç nice sonra geldiğinde araç tıklım tıklım dolu olduğundan zaten binemedim. Bu durumda ya gitmekten vazgeçeceksin, ya da tabana kuvvet deyip yürüyeceksin. 

O yüzden sen sen ol, sakın kaza yapma, kurallara uy. Yok yapacağım, başa gelen çekilir diyorsan bari belediye otobüsüne vurma. Vurursan hayatta duymadığın pişmanlığı duyarsın. Trafiği felç ettiğin de işin cabası. Yok benim işim yok, zaten işe de gidemedim diyorsan, o zaman sana iyi beklemeler...  02.12.2016

Engelli dili

Son yıllarda empati kelimesini ağzımızdan düşürmüyoruz. Güzel bir şey. Bu demektir ki başkasını kendimizin yerine koyabileceğiz. Fakat öyle olmuyor. Çünkü biz empatiyi sadece kendimize bekliyoruz. Bir çok konuda olduğu gibi bu konuda da maalesef benciliz.

Haydi birbirimize yapamıyoruz bu empatiyi. İçimizde epey bir yekûn oluşturan engellilere yapabiliyor muyuz? Onlara gereken ilgi, alaka ve saygıyı gösterebiliyor muyuz? Onlar için ayrılan pozitif imkanları kendi menfaatimize kullanmıyor muyuz? Benim verebileceğim cevap maalesef engellilere tahsis edilen yerleri hor kullanıyoruz. Kaldırımlara engelliler için yapılmış sarı renkli yürüyüş bantlarının üzerine aracımızı park ediyoruz. Yol benim diye ama biri gelip çarpıp yere düşse ne olur? Bir düşünmek lazım. Park yerlerinde engelliler için uyarı levhası olmasına rağmen boş yer yok diye aracımızı park ediyoruz. Bu konuda verilebilecek örnekleri çoğaltabiliriz.

Bugün mevcut engellilerin bir kısmının engeli doğuştan değildir. Yarın bizim de engelli olmayacağımıza dair bir garantimiz var mı? O zaman bu meseleyi ciddiye almak lazım. Engellilere ilgi, alaka ve hatırlamayı sadece 3 Aralık'a indirgememek lazım. Onlar bizim velinimetimizdir. Onları gördükçe kendi sağlığımızın kıymetini bilir, şükretme aklımıza gelir.

Engellilere karşı devlet son yıllarda daha bir duyarlı hale geldi. Onlar için hayatı kolaylaştıracak imkanlar sağlamakta ve faaliyetler yapmakta ve teşvik etmektedir. Kaldırımlar onlara göre düzenlenmekte, toplu taşıma araçlarını onların bineceği şekilde değiştirme yoluna gitmektedir.

İçimizdeki engelliler her şeye rağmen hayata tutunmuşlar, içimizde kimseye yük olmadan yaşamaya çalışıyorlar, kendilerindeki engele aldırmadan, isyan etmeden hayat mücadelesi veriyorlar, mevcudu kabullenmişler. Burada sorun biz sağlamlarda. Bizim onları anlamamız ve yardımcı olmamızda. İçimizdeki engelleri atamıyoruz.

Dünya Engelliler Günü münasebetiyle dünyalılar olarak ortak bir engelli dili oluşturabiliriz. Böylece ister engelli ister engelsiz olalım, dünyanın neresine gidersek gidelim, dilini bilmediğimiz insanlarla daha kolay anlaşabiliriz. Yabancı dil öğrenmeye vereceğimiz önemi ortak işaret diline versek daha hayırlı bir iş yapmış oluruz, çok da faydalı olur kanaatindeyim. Yabancı bir ülkeye gittiğimiz zaman olaya fransız kalmayız. Hemen B planımızı devreye koyarız: Ortak engelli dili. 02.12.2016

10.cu köy


1.köy    Karatay Kemerli kolca ilkokulu                  1991
2.köy    Nizip İmam Hatip Lisesi                              1992
3.köy    Kahta İmam Hatip Lisesi                             1994
4.köy    Kahta Anadolu Lisesi                                  2000
5.köy    Seyhan İsmail Safa Özler Anadolu Lisesi  2001
6.köy    Sarayönü Anadolu Lisesi                            2005
7.köy    Meram Çomaklı Talip Kahraman İÖO          2010
8.köy    Karatay Mehmet Hanife Yapıcı And.Lisesi 2013
9.köy    Selçuklu Şemsi Tebrizi Anadolu İHL           2014
10.köy  Meram Kaşınhanı İmam Hatip Ortaokulu   2014
01.12.2016

"Büyüyünce ne kadar da acı oluyorsun!"*

Babası Küçük Nasreddin'e şehirden incir getirir. İlk defa yediği inciri çok sever. Büyüyüp şehre gidince ilk işinin incir alıp yemek olacağını aklının bir köşesine yazar.

Gel zaman git zaman Küçük Nasrettin büyür ve şehrin yolunu tutar. İlk iş olarak manavın önüne gelir, adını hatırlayamadığı meyveyi bulmak için meyve kasalarını tek tek gözünün önünden geçirir ama istediğini göremez ve bu esnada manav, hocaya ne istediğini sorar. Hoca, adını unuttuğunu söyler. Manav:
-Sen bana istediğini tarif et, der. Hoca:
-Dışı yeşil, içi çekirdekli, deyince manav hemen teşhisi koyar: Kardeş, sen patlıcan istiyorsun diyerek bir kilo patlıcan verir.

Küçüklüğünden beri hayalini kurduğu yiyeceğe kavuşmanın sevinci ile hoca, hemen poşetten bir patlıcan çıkararak ısırır. Bir de ne görsün, acı mı acı! Ağzının tadı kaçan hoca:
-Ulan büyüyünce ne kada da acı oluyorsunuz, der.

Not:1- Küçüklük fotoğrafı olmadığı  için hocanın resmi bu sayfaya konmamıştır. Resim özlemim maalesef giderilemedi.
2.Hocanın bu fıkrasından anladığım incir büyüyünce patlıcana dönüşüyor.
3.Acaba, büyüyen ve gelişen her şey acı mı oluyor? (Küçüklükteki saflık, ideallik büyüyünce yok mu oluyor? Partiler, şirketler, STK'lar kuruldukları samimiyeti büyüyüp geliştikçe kayıp mı ediyorlar? Anlayamadım vesselam. Yardım sevaptır biliyorsun, haydi göreyim seni kardeş)

*01/12/2014 tarihinde Facebook'ta yazılarak paylaşılmış yazı.