Kendi yetiştiğim zamana göre şimdiki neslin imkanları daha iyi. Fakat ben bu neslin yerinde olmayı hiç istemezdim. Sanki yeni nesil birbirinden farklı onca oyuncağın içerisinde oyuna susamış gibi görünüyor.
Oyun çocuğun zihnen, bedenen, sosyal ve psikolojik yönden gelişmesi için olmazsa olmaz bir ihtiyaçtır. Çocuk ve oyun birbirinden ayrılamaz. Bizim zamanımıza göre zamane çocukları daha fazla bir oyuncağa sahipler. Evlerde çocuk ve oyuncak odasına hapsedilmiş çocuklarımız var artık. Ne toprak yüzü görüyor, ne de arkadaş. 4-5 yaşından itibaren de soluğu kreş ve ana okullarında almaktadır. İçeride sun'i-yapay, plastik oyuncaklar. Çoğu da ucuz maliyetli Chine malı oyuncaklar bunlar. Öyle zannediyorum bu oyuncakların çoğu da mikrop saçıyor. Hatta bakanlık zaman zaman bazı oyuncakları yasaklama yoluna bile gitmektedir. Fakat bunca oyuncağa rağmen çocukların çok mutlu olduklarını sanmıyorum. Çünkü oyuncaklar çocuğun çok yönlü yetişmesine katkı sağlamamaktadır. Çocuk ne sosyalleşebiliyor, ne paylaşabiliyor, ne de kendi başına bir oyun kurabiliyor. Çünkü tüm oyuncaklar hazır. Çocuğun düşünmesine pek ihtiyaç kalmıyor. Ebeveynimiz basıyor parayı, alıyor oyuncağı. Çocuk yeni alınan oyuncaktan bir iki gün içerisinde hevesini alıyor. Aile yeni ve başka oyuncak alma yoluna gitmek zorunda kalıyor.
Çok geç yaşlarda tanışması gereken cep telefonu, bilgisayar, tablet vb teknolojik aletler daha küçük yaşta iken çocuğun hayatına giriyor. Dijital alemde oyun oynamaya kendini kaptıran çocuk, oyunda yenildikçe hırslanıp tekrar tekrar oyun oynama yoluna gidiyor, hem de saatlerce yerinden kalkmadan. Bu tür oyunlar çocuğun zihnini yormadan başka bir işe yaramıyor maalesef. Çocukluğunu dijital oyunlarla geçiren çocuk, okullu olduğu zaman aile çocuğunu sanal alem oyunlarından uzaklaştırma yoluna gitmek istiyor. Fakat zamanında bilinçsizce zamanından önce kullandırılan bu tür oyunlar çocuğa bağımlılık yapmakta. Okullu olduktan sonra da bırakamıyor. Aile yasaklama yoluna gitse de çocuk gizli-kaçak oynama yoluna gidiyor.
Çocuklarımız cep telefonu, tablet, bilgisayar kullanımını bizden daha iyi biliyor. Yeni bir telefon aldığım firmanın elemanına: "Bunu nasıl açacağım gösterir misin" dediğimde yanımdaki çocuğumu göstererek: "Bu çocuk var ya, yanındaki. O sana gösterir, benim göstermeme gerek yok" dedi bana. Ben, bu nesle şeytanı bol nesil diyorum. Onları oyalayacak o kadar oyun türü var ki, çocuklar bunlardan fırsat bulup da derse falan bakamaz, kimse kusura bakmasın. Gerçek oyunlarla büyümeyen bu çocuklar sonra nedense büyüyemiyor, büyüse de çocukluğu kaybolmuyor. Çünkü doya doya yaşamadı çocukluğunu. Doğal oyunları görmedi. Sanki bir laboratuvarda yetişmiş gibiler. Çünkü ne dışarı biliyor, ne sokak, ne akraba biliyor, ne de arkadaş. Varsa yoksa bilgisayar oyunu onlardaki eğlence. Bu da deşarj etmiyor çocuğu. Halbuki çocuk dışarıyı görmeli, dışarıda oynamalı, toprak yüzü görmeli. Üstünü, başını toprakla batırmalı. Beraber oynadığı çocukla akşam kavga etmeli, ertesi günü barışmalı. Arkadaşlarıyla oynarken kendileri doğal oyunlar bulabilmeli. Vücut yorulup eve gelmeli. Banyodan sonra mışıl mışıl uyumalı.
Bizim çocukluğumuzdaki oyunları bilmiyor çocuklarımız. Bilse de kimse yüzüne bakmıyor. Çelik çomak, çember çevirme, bilye oynama, aşık atma, ayçiçeği kafasından yaptığımız araba ile yarış yapma, kayma, körebe, saklambaç...nedir bilmez. Üstelik bizim oyunlarımız sıfır maliyetli idi. Şimdiki oyuncakların yanına varılmıyor.
Hasılı biz çocukluğumuzu adam gibi yaşadık. Şimdiki çocuklar maalesef onca pahalı oyuncağın yanında çok mutlu değiller. Gelin aklımızı başımıza alalım. Bu çocukları, mutlu olabilecekleri oyunlara yönlendirelim. Pahalı, özellikle masaya ve eve hapseden dijital oyunlardan uzak tutalım onları. 10/11/2016
10 Kasım 2016 Perşembe
9 Kasım 2016 Çarşamba
Okullardaki Kur'an-ı Kerim dersleri
4+4+4 sistemiyle birlikte IHL dışındaki okullarımız da Kur'an-ı Kerim dersleriyle tanıştı. Veli ve öğrencide ayrı bir heyecan meydana geldi. Türkiye'nin geçmişte din ve Kur'an konusundaki anlaşılmaz tavrı göz önüne getirildiğinde bu dersin okullara seçmeli olarak konması çok önemlidir ve radikal bir karardır.
Üç-dört yıldır okulların çoğunda bu dersler işletmeye başlandı. Nedense heyecan kaybolmaya başladı. Çünkü bu ders birçok velinin beklentisine cevap vermedi ya da veremedi.
Kuranı Kerim'in okullardaki ders yükü haftada 2 ders saatidir. Sınıf mevcutları 30-40 civarında. Öğretmenin toplam 80 dakika içerisinde tüm öğrencileri okutabilmesi mümkün değildir. Hepsine sadece besmele çektirse dersi biter. Öğrencilerin kimi Kuranı biliyor, kimi cüzde, kimi harfleri tanıyor, kimi hiçbir şey bilmiyor. Bu derse giren bir öğretmen bu çocukların hangi birine ne okutsun? Bu dersin içeriği itibariyle öğretmenin her bir öğrenciyle mutlaka ilgilenmesi gerekiyor. Mevcutların kalabalık olması sebebiyle maalesef öğretmen her öğrenciye ayrı bir zaman ayıramamaktadır. Sonuç olarak öğrenciler sene sonu itibariyle bu dersi anlam ve mantığına uygun bir şekilde öğrenemiyor.
Bu dersin verimli işlenmesi için çözüm ders saatlerini artırmada değildir. Yapılması gereken bu ders işlenirken sınıfın ikiye bölünmesidir. Sınıf bölme olayına okullar yabancı değildir. Ortaokul 7.ve 8.sınıflarda işlenen Teknoloji ve Tasarım derslerinde öğrenciler iki sınıfa bölünmekte. Sınıfın yarısına bir öğretmen, diğer yarısına da diğer öğretmen girmektedir. Bu dersteki uygulama Kur'anı Kerim dersleri için de uygulanırsa bu dersten azami başarı elde edilebilir. Görüşümüzün sorulduğu tüm toplantılarda ve Bakanlığa bu teklifimizi bildirdik. Ama nedense bu konuda bir ilerleme sağlanmamıştır.
Öğrenci hem ortaokulda, hem de lisede bu dersi seçse maalesef kalabalık sınıf ortamından dolayı öğrencinin bu derslerde Kur'anı öğrenebilmesi mümkün değildir. Veli ve öğrenciler şok yaşamadan Bakanlık bu konuda gereken adımları atmalıdır. 09/11/2016
8 Kasım 2016 Salı
Size beni iyi dinlemeler!
Telefonumla konuşma yaptığım zaman ne karşı taraf beni anlayabiliyor, ne de ben. Yankı, gürültü eksik değil. Kendi kendime, 'Adam gibi iyi bir telefon almazsın, olacağı bu' dedim zaman zaman.
İki buçuk ay önce bir arkadaşım aradı telefonla beni. Anlayamıyorum benim telefonda sorun var deyince. Telefonunda sorun falan yok. Telefonun dinleniyor. Tüm sorun bu. Boşu boşuna telefonuna kızma" dedi bana. Benim neyimi dinleyecekler dedim. "Beni bir kaç defa aradın ya, ondan" deyince benim jeton düştü. Telefonla görüştüğüm kişi 15 Temmuz'dan sonra FETÖ şüphesiyle açığa alınmıştı. Kendim gibi tanıdığım, o yapıya ait olmadığını bildiğim bu arkadaşın başına geleni duyunca aslını-astarını öğrenmek için telefon açtım, yeterli görmeyerek evine kadar da gittim. Sana yapılan bu haksızlık kısa zamanda giderilir, hatta Bağdat'a varmadan dedim.
Yapılan inceleme ve tahkikten sonra o arkadaşın adı geçen yapı ile bir ilgisinin olmadığı tescillendi ve beklediğimizden uzun olsa da o arkadaş görevinin başına döndü. Dönmesine sevindim sevinmesine fakat nedense benim telefon hala dinlenmeye devam ediyor. Bakalım ne çıkartacaklar, ben de merakla beklemekteyim. Ne çıkarsa artık bahtıma. Benim ki de merak ya. Ne çıkacaksa çıksa da beni meraktan çatlatmasalar. Bekleye bekleye ağaç oldum iyice. Artık FETÖ'cü mü çıkarım, eskiden olduğu gibi 'Selam-Tevhit' örgütüne bağlılığım mı ortaya çıkacak. Ya da başka bir örgüt bağlantım... Bunu da zaman gösterecek. Ben de ne ketum kişiymişim, doğrusu kendimi daha yeni yeni tanımaya başladım. Demek ki özelliklerimden biri de ketum olmakmış. Hayırlısıyla ne çıkacaksam çıksın artık da ben de kendimi bileyim. Çünkü kişi kendini bilirse Rabb'ini de bilirmiş. Toplumda en büyük sorun, sorunun kendisinden kaynaklandığını bilmeyenlerle dolu. Anlaşılan bende bir sorun olmalı. haydin artık görevliler! Beni dinlemek için işi sarpa sarmayın, ipe un sermeyin. Devlet size bunun için para veriyor. Yoksa dinleyecek kimse kalmadı da kendinize iş çıkartıp üstelik bir de para mı alıyorsunuz? Eğer bu ülkede sorun olarak görünüyorsam, benim bağlantım ortaya çıkınca ülkenin sorunu çözülecekse bu kadar beklemenize gerek yok. Bu ketumluk bende olduğu müddetçe işiniz zor mutlaka. Ama artık başka yol ve yöntemler bulmanızda fayda var artık. Ayrıca ben zor anlıyorum telefon konuşmasını siz nasıl duyacaksınız. Yok bu yöntem devam edecekse gelin siz bana adamakıllı bir telefon alıverin. Tüm konuştuğumu rahat bir şekilde dinleyin. Siz de rahat edin ben de. Yok alamayız diyorsanız bakın ben size başka bir yol daha göstereyim. Benim bir sayfam var: "dilinkemigiyok.blogspot.com.tr" diye. İçimi-dışımı buraya yazdım. Gelin bu sayfayı okuyun. Hem de yazılı. Sizin telefon görüşmesini ayrıca yazıya geçirmenize gerek yok. 1 yıldır yazdıklarım hep orada. Hem okuyunca benim okuyucu sayım da artmış olur böylece. Çoğunu da facebook'da paylaşıyorum. Bana arkadaşlık isteği gönderin, ben sizi kaydedeyim, beni oradan takip edin. Yok deşifre oluruz diyorsanız, benim face'm herkese açık. Beni bu şekilde de takip edebilirsiniz. Yok arkadaş, biz bize verilen görevi yaparız, telefonla dinlemeye devam edeceğiz diyorsanız, Allah aşkına ne arıyorsunuz onu söyleyin de ben sizi daha fazla bekletmeyeyim. Aradığınızı ben söyleyeyim. Siz de rahat edin, ben de. Hem böylece mal bulmuş mağribi gibi sevinirsiniz. Ben insanları sevindirmeyi severim. Yeter ki siz isteyin. Yok laf olsun diye takip ediyorsanız, yazık harcadığınız vakte, ve devletin parasına.
Sonra ben göründüğüm kadar kötü bir insan değilim, iyi zaten hiç değilim. Hainlik ve ihanet hiç yoktur defterimde ve kitabımda. Siz en iyisi bir başka bir kapıya uğrayın. Dostu düşmanı biraz da başka yerde arayın. İnsan sarrafı değilsiniz gayri, belli. Eğer siz bu iseniz suçluyla mücadeleyi asla yapamazsınız. Sadece dostlar alışverişte görsün diye oyalanır durursunuz. Beni dinlemekten gerçek suçluları dinlemeye zamanınız kalmamış anlaşılan. Zaten darbeye kalkışan FETÖ'nün hiç teknik takibe yakalanmaması da sizin derdinizin suçlu bulmak olmadığını gösteriyor. Allah bu devlete zeval vermesin. İşini düzgün yapan insanların sayısını çoğaltsın.
Ama hakkınızı yemeyeyim, sizi tebrik ederim. beni kaç aydır dinliyorsunuz. beni ilk defa siz dinlediniz. Normalde ben çok konuşurum, insanlar benden kaçar. Sizi çok sabırlı ve azimli gördüm. Ne mutlu ki bana! Benim de beni dinleyenim var artık. Teşekkürler size.
Başka ne diyeyim: Size beni iyi dinlemeler demekten gayri! 08/11/2016
İki buçuk ay önce bir arkadaşım aradı telefonla beni. Anlayamıyorum benim telefonda sorun var deyince. Telefonunda sorun falan yok. Telefonun dinleniyor. Tüm sorun bu. Boşu boşuna telefonuna kızma" dedi bana. Benim neyimi dinleyecekler dedim. "Beni bir kaç defa aradın ya, ondan" deyince benim jeton düştü. Telefonla görüştüğüm kişi 15 Temmuz'dan sonra FETÖ şüphesiyle açığa alınmıştı. Kendim gibi tanıdığım, o yapıya ait olmadığını bildiğim bu arkadaşın başına geleni duyunca aslını-astarını öğrenmek için telefon açtım, yeterli görmeyerek evine kadar da gittim. Sana yapılan bu haksızlık kısa zamanda giderilir, hatta Bağdat'a varmadan dedim.
Yapılan inceleme ve tahkikten sonra o arkadaşın adı geçen yapı ile bir ilgisinin olmadığı tescillendi ve beklediğimizden uzun olsa da o arkadaş görevinin başına döndü. Dönmesine sevindim sevinmesine fakat nedense benim telefon hala dinlenmeye devam ediyor. Bakalım ne çıkartacaklar, ben de merakla beklemekteyim. Ne çıkarsa artık bahtıma. Benim ki de merak ya. Ne çıkacaksa çıksa da beni meraktan çatlatmasalar. Bekleye bekleye ağaç oldum iyice. Artık FETÖ'cü mü çıkarım, eskiden olduğu gibi 'Selam-Tevhit' örgütüne bağlılığım mı ortaya çıkacak. Ya da başka bir örgüt bağlantım... Bunu da zaman gösterecek. Ben de ne ketum kişiymişim, doğrusu kendimi daha yeni yeni tanımaya başladım. Demek ki özelliklerimden biri de ketum olmakmış. Hayırlısıyla ne çıkacaksam çıksın artık da ben de kendimi bileyim. Çünkü kişi kendini bilirse Rabb'ini de bilirmiş. Toplumda en büyük sorun, sorunun kendisinden kaynaklandığını bilmeyenlerle dolu. Anlaşılan bende bir sorun olmalı. haydin artık görevliler! Beni dinlemek için işi sarpa sarmayın, ipe un sermeyin. Devlet size bunun için para veriyor. Yoksa dinleyecek kimse kalmadı da kendinize iş çıkartıp üstelik bir de para mı alıyorsunuz? Eğer bu ülkede sorun olarak görünüyorsam, benim bağlantım ortaya çıkınca ülkenin sorunu çözülecekse bu kadar beklemenize gerek yok. Bu ketumluk bende olduğu müddetçe işiniz zor mutlaka. Ama artık başka yol ve yöntemler bulmanızda fayda var artık. Ayrıca ben zor anlıyorum telefon konuşmasını siz nasıl duyacaksınız. Yok bu yöntem devam edecekse gelin siz bana adamakıllı bir telefon alıverin. Tüm konuştuğumu rahat bir şekilde dinleyin. Siz de rahat edin ben de. Yok alamayız diyorsanız bakın ben size başka bir yol daha göstereyim. Benim bir sayfam var: "dilinkemigiyok.blogspot.com.tr" diye. İçimi-dışımı buraya yazdım. Gelin bu sayfayı okuyun. Hem de yazılı. Sizin telefon görüşmesini ayrıca yazıya geçirmenize gerek yok. 1 yıldır yazdıklarım hep orada. Hem okuyunca benim okuyucu sayım da artmış olur böylece. Çoğunu da facebook'da paylaşıyorum. Bana arkadaşlık isteği gönderin, ben sizi kaydedeyim, beni oradan takip edin. Yok deşifre oluruz diyorsanız, benim face'm herkese açık. Beni bu şekilde de takip edebilirsiniz. Yok arkadaş, biz bize verilen görevi yaparız, telefonla dinlemeye devam edeceğiz diyorsanız, Allah aşkına ne arıyorsunuz onu söyleyin de ben sizi daha fazla bekletmeyeyim. Aradığınızı ben söyleyeyim. Siz de rahat edin, ben de. Hem böylece mal bulmuş mağribi gibi sevinirsiniz. Ben insanları sevindirmeyi severim. Yeter ki siz isteyin. Yok laf olsun diye takip ediyorsanız, yazık harcadığınız vakte, ve devletin parasına.
Sonra ben göründüğüm kadar kötü bir insan değilim, iyi zaten hiç değilim. Hainlik ve ihanet hiç yoktur defterimde ve kitabımda. Siz en iyisi bir başka bir kapıya uğrayın. Dostu düşmanı biraz da başka yerde arayın. İnsan sarrafı değilsiniz gayri, belli. Eğer siz bu iseniz suçluyla mücadeleyi asla yapamazsınız. Sadece dostlar alışverişte görsün diye oyalanır durursunuz. Beni dinlemekten gerçek suçluları dinlemeye zamanınız kalmamış anlaşılan. Zaten darbeye kalkışan FETÖ'nün hiç teknik takibe yakalanmaması da sizin derdinizin suçlu bulmak olmadığını gösteriyor. Allah bu devlete zeval vermesin. İşini düzgün yapan insanların sayısını çoğaltsın.
Ama hakkınızı yemeyeyim, sizi tebrik ederim. beni kaç aydır dinliyorsunuz. beni ilk defa siz dinlediniz. Normalde ben çok konuşurum, insanlar benden kaçar. Sizi çok sabırlı ve azimli gördüm. Ne mutlu ki bana! Benim de beni dinleyenim var artık. Teşekkürler size.
Başka ne diyeyim: Size beni iyi dinlemeler demekten gayri! 08/11/2016
Nihai hedef için denge siyaseti güdülmeli
Ülke olarak büyük bir badirenin eşiğindeyiz. Hiç olmadığı kadar bir sıkışmışlığın içerisindeyiz. Olmak ve olmamak mücadelesi veriyoruz. Vücudun her bir yerine sirayet eden kanser gibi ülkenin her bir yerine yerleşmiş hainler ve teröristler kök salmış. Hepsini aynı anda yok etmek mümkün görünmemektedir. Çünkü deşifre olanı var, deşifre olmayanı var. Kuyruğuna basınca ortaya çıkanı var. Belki de sırasını bekleyen uyuyan hücreler var bizim bilmediğimiz ve devletin tespit edemediği.
İçimiz böyle iken dışımız da bundan farklı değil. Üstelik içerideki hain şebekeleri dışarıdan bağımsız değil. Hatta onların güdümünde hareket ediyorlar. Ne zaman ülke, dış dünyada kendini göstermeye kalksa hemen içerideki uyuyan hücreler harekete geçiriliyor. Ülke iki ateş arasında kalabiliyor. Bu durumu tespit etmek için bir insanın uluslar arası ilişkiler veya siyaset bilimi okumasına gerek yok. Görünen köy kılavuz istemiyor. Üstelik iki ateş değil, çoklu ateşin içerisinde kalabiliyor. Şu an Türkiye, maalesef böyle bir durumu yaşıyor. Her saldırı da dozaj biraz daha artırılıyor ve hiç beklemediğimiz yerlerden gelebiliyor.
Ülkenin bu başına gelenler şahsiyetli bir politika izleme, bağımsız hareket etme, uydu bir ülke olan ülkenin lider bir ülke ve oyun kurucu bir ülke olmak istemesinden kaynaklandığını düşünmekteyim. Katılır veya katılmazsınız. Çektiğimiz sıkıntılar doğum öncesi sancıya benziyor. Çocuk ya anne karnında iken sancı çekerek ölecek/öldürülecek, ya da nur topu gibi bir çocuğumuz olacak. Eğer çocuk alınan tüm önlemlere/desiselere rağmen doğarsa büyümeden boğulacak. Asırlardır emekleyen/sürünen ülkenin yürümeye başlamasının önüne geçmedir tüm mücadele.
Bu çocuk yürüyecek, koşacak, serpilecek ve büyüyecek. Başka yolu yok. Çünkü asırlardır Türkiye'ye biçilen don dar gelmeye başladı. Büyüyüm gelişeceğiz. Buna eyvallah! Ama bu nasıl olacak? Türkiye'nin yolu haktır. Fakat sanırım metot ve yöntemlerimizde sorun var gibi geliyor bana. Bunun için ne yapmak lazım. Önce yaşamak ve büyüyüp gelişmek ve dünyada oyun kurucu olarak yer almak istiyorsak bunun yolu içeriye ve dışarıya meydan okumada değildir. Mutlaka dünya siyasetinde denge gözetmek lazımdır. Siyaseti ve oyunu kurallarına göre oynamak ve kurmak lazım. Belki de düşmanın silahıyla silahlanmamız gerekiyor. Mesele ben haklıyım demekle bu kurtlar sofrasında kimse bize hakkımızı teslim etmeyecek. Söke söke hakkımızı ve hak olanı almak istiyorsak uzun soluğa ve sabra ihtiyacımız var.
Diplomasi hiç elden bırakılmadan dünyadaki güç dengesinin içerisinde veya yanında yer almalıyız. Herkesi karşımıza alarak nihai hedefimize ulaşamayız. Nasıl ki her insanın bir damarı varsa her ülkenin de bir damarı vardır. Önemli olan o damarı bulmaktır. Peygamberimiz belirli bir güce ulaşmadan önce Hudeybiye'de olduğu gibi ekseriyeti aleyhte görünen bir anlaşmaya imza atmıştır. Müslüman olmak isteyen Taifliler, "Müslüman oluruz, ama şartlarımız var" dediklerinde belli kırmızı çizgileri kabul etmeyerek Taiflilerin bir takım şartlarını kabul etmiştir. Müslümanların savaş yapmasına uzun süre izin verilmemiştir.
Aleyhte görünen Hudeybiye Anlaşması kısa bir zaman sonrasında Müslümanların lehine dönmüştür, Belli şartlarla gelen Taifliler kısa bir zaman sonrasında gerçek mü'min olmuşlardır. Savunma amaçlı verilen savaş izni bir müddet sonra "Yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din sadece Allah'a has kılınıncaya kadar" cihat yapılmasına izin verilmiştir. İslam tarihinde buna benzer örnekleri çoğaltabiliriz. Demem odur ki, küpe girmeden sirke olmaya kalkmayalım.
Attığımız adımların, söylediğimiz sözlerin nereye varacağını, sonucunun ne olacağını iyi düşünüp bir kaç hamle sonrasının planını kurmak lazım. Tıpkı satranç oyunu gibi. Rakibin hamlelerine göre mat olmamak ve mat etmek için gerekirse "ABC" planlarını devreye sokabilmek gerekmektedir. Oyun içinde oyun kurabilmek ve oyunda değişikliğe gidebilmektir burada tüm mesele. Eğer amaç kazanmaksa mutlaka değişik yol ve yöntemler denenmelidir.
Allah bu ülkenin, bu ülkeyi yönetenlerin, dünyadaki mağdur ve mazlumların yardımcısı olsun. 08/11/2016
İçimiz böyle iken dışımız da bundan farklı değil. Üstelik içerideki hain şebekeleri dışarıdan bağımsız değil. Hatta onların güdümünde hareket ediyorlar. Ne zaman ülke, dış dünyada kendini göstermeye kalksa hemen içerideki uyuyan hücreler harekete geçiriliyor. Ülke iki ateş arasında kalabiliyor. Bu durumu tespit etmek için bir insanın uluslar arası ilişkiler veya siyaset bilimi okumasına gerek yok. Görünen köy kılavuz istemiyor. Üstelik iki ateş değil, çoklu ateşin içerisinde kalabiliyor. Şu an Türkiye, maalesef böyle bir durumu yaşıyor. Her saldırı da dozaj biraz daha artırılıyor ve hiç beklemediğimiz yerlerden gelebiliyor.
Ülkenin bu başına gelenler şahsiyetli bir politika izleme, bağımsız hareket etme, uydu bir ülke olan ülkenin lider bir ülke ve oyun kurucu bir ülke olmak istemesinden kaynaklandığını düşünmekteyim. Katılır veya katılmazsınız. Çektiğimiz sıkıntılar doğum öncesi sancıya benziyor. Çocuk ya anne karnında iken sancı çekerek ölecek/öldürülecek, ya da nur topu gibi bir çocuğumuz olacak. Eğer çocuk alınan tüm önlemlere/desiselere rağmen doğarsa büyümeden boğulacak. Asırlardır emekleyen/sürünen ülkenin yürümeye başlamasının önüne geçmedir tüm mücadele.
Bu çocuk yürüyecek, koşacak, serpilecek ve büyüyecek. Başka yolu yok. Çünkü asırlardır Türkiye'ye biçilen don dar gelmeye başladı. Büyüyüm gelişeceğiz. Buna eyvallah! Ama bu nasıl olacak? Türkiye'nin yolu haktır. Fakat sanırım metot ve yöntemlerimizde sorun var gibi geliyor bana. Bunun için ne yapmak lazım. Önce yaşamak ve büyüyüp gelişmek ve dünyada oyun kurucu olarak yer almak istiyorsak bunun yolu içeriye ve dışarıya meydan okumada değildir. Mutlaka dünya siyasetinde denge gözetmek lazımdır. Siyaseti ve oyunu kurallarına göre oynamak ve kurmak lazım. Belki de düşmanın silahıyla silahlanmamız gerekiyor. Mesele ben haklıyım demekle bu kurtlar sofrasında kimse bize hakkımızı teslim etmeyecek. Söke söke hakkımızı ve hak olanı almak istiyorsak uzun soluğa ve sabra ihtiyacımız var.
Diplomasi hiç elden bırakılmadan dünyadaki güç dengesinin içerisinde veya yanında yer almalıyız. Herkesi karşımıza alarak nihai hedefimize ulaşamayız. Nasıl ki her insanın bir damarı varsa her ülkenin de bir damarı vardır. Önemli olan o damarı bulmaktır. Peygamberimiz belirli bir güce ulaşmadan önce Hudeybiye'de olduğu gibi ekseriyeti aleyhte görünen bir anlaşmaya imza atmıştır. Müslüman olmak isteyen Taifliler, "Müslüman oluruz, ama şartlarımız var" dediklerinde belli kırmızı çizgileri kabul etmeyerek Taiflilerin bir takım şartlarını kabul etmiştir. Müslümanların savaş yapmasına uzun süre izin verilmemiştir.
Aleyhte görünen Hudeybiye Anlaşması kısa bir zaman sonrasında Müslümanların lehine dönmüştür, Belli şartlarla gelen Taifliler kısa bir zaman sonrasında gerçek mü'min olmuşlardır. Savunma amaçlı verilen savaş izni bir müddet sonra "Yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din sadece Allah'a has kılınıncaya kadar" cihat yapılmasına izin verilmiştir. İslam tarihinde buna benzer örnekleri çoğaltabiliriz. Demem odur ki, küpe girmeden sirke olmaya kalkmayalım.
Attığımız adımların, söylediğimiz sözlerin nereye varacağını, sonucunun ne olacağını iyi düşünüp bir kaç hamle sonrasının planını kurmak lazım. Tıpkı satranç oyunu gibi. Rakibin hamlelerine göre mat olmamak ve mat etmek için gerekirse "ABC" planlarını devreye sokabilmek gerekmektedir. Oyun içinde oyun kurabilmek ve oyunda değişikliğe gidebilmektir burada tüm mesele. Eğer amaç kazanmaksa mutlaka değişik yol ve yöntemler denenmelidir.
Allah bu ülkenin, bu ülkeyi yönetenlerin, dünyadaki mağdur ve mazlumların yardımcısı olsun. 08/11/2016
Derslik sistemini çöpe gönderme zamanı gelmedi mi hala?
Sistem dendi mi okullarda uygulanan farklı uygulamalar akla gelir. Burada değinmek istediğim okullarda uygulama imkanı olan sınıf ve derslik sisteminden bahsetmektir.
Sınıf sistemi Türkiye'de okulların çoğunda uygulanan sitemdir. Öğrencinin sınıfı olur. Her sınıfta mutlaka oturma planı olur. Sabahleyin derse gelen öğrenci direk sınıfına geçer. Öğrenci sınıf öğretmenince belirlenen sırasında oturur. Ders vermek için öğretmen öğrencinin ayağına gider. Sınıfın kapısı kilitli olmaz.
Derslik sisteminde ise öğretmene aittir sınıf. Öğrenci her teneffüs derslik derslik gezer. Her teneffüs öğrenci lavabo, wc ihtiyacını karşılamadan, kafasını dinlendirmek için gezmeden, yeme ve içme ihtiyacını karşılamak için kantine gitmeden önce mutlaka sırtına çantasını alıp öğretmenin ders vereceği dersliği bulmak ve gitmek zorundadır. Ya da sırtına çantasını alıp önce ihtiyaçlarını giderip sonra dersliğe gidecektir. Eğer öğretmen gelmemişse veya gecikirse öğrenci kilitli kapının önünde bekler. Sınıfla beraber sınıf defteri de derslik derslik dolaşmak zorundadır. Bu sistemde öğrenci öğretmenin dersliğini takip etmek zorundadır. Böyle okulların bir çoğunda öğrencinin çanta, kitap, elbise vb eşyasını koymak için koridorda öğrenciye ait bir dolap da bulunur.
Her iki sistemin avantaj ve dezavantajları vardır. Derslik sisteminde öğrenci sınıfı sınıf dolaşmaktan kavgaya zaman ayıramaz. Her sınıf değiştirdikçe uykusu açılır. Öğretmen sınıf sınıf dolaşmaz, müşterisi ayağına gelir. Hangi sınıftayım diye ders programına bakma ihtiyacı hissetmez. Öğrencilere göstermek ve öğretmek istediği malzeme ve materyali kendi dersliğinde sergileme imkanına kavuşur. Öğrenci bir eşyasını unutmuşsa veya sınıf defteri öğretmenin dersliğinde kalmışsa almak için geri geldiklerinde kilitlenmiş bir derslikle karşı karşıya gelme ihtimalleri yüksektir.
Sınıf sisteminde öğrencinin teneffüste rahatlaması ve kendini derse vermesi için daha fazla vakti kalır.
Bakanlık bir zamanlar binası ve donanımı yeterli olan okulların geçmesi için derslik sistemini tavsiye etmişti. Okullarda akıllı tahtaların yaygınlaşmasıyla birlikte her bir sınıf donanımlı hale geldi. Bu yüzden öğrenciler için bir eziyet olan bu derslik sisteminden vazgeçmenin zamanı geldi de geçiyor artık. Bazı okullar hala değişim ve gelişimin farkında değil. Derslik sistemi diye direnmeye devam ediyor.
Çöpe giden bir çok sistem şekli gibi bu derslik sisteminin de çöpe gidip tarihteki yerini alması gerekiyor. Haydin okul yöneticileri! Bu konuda öğrenci merkezli düşünelim artık. 08/11/2016
Fincancı katırlarını ürkütmeye ürkütelim. Ama...**
Asırlar geldi geçti neredeyse. İç ve dışa karşı "Başkası ne der" pozisyonu aldık hep. Pek sesimizi çıkarmadık. Çünkü ya gücümüz yoktu, ya da gücümüzün farkında değildik.
Doğu kimliğimizle Batılı olmak için çabaladık durduk. Onlar ne dediyse yaptık. Aynı dine inandığımız dindaşlarımıza bile mesafe koyduk, onların gözüne girmek için. Ayrıca muasırlık onlardaydı, medeniyet onlardaydı, gelişmişlik onlardaydı. Kaç nesil geldi geçti; onlar gibi olmak, onlar gibi düşünmek istedik hep. Onların seviyesine çıkmak için yönetenlerimiz halkın dokusunu değiştirmek istedi. Çünkü Batı aşığıydı onlar. Onlar gibi olursak gelişebilirdik. Kimini uydurdu kendine, kimi ise direndi. Böylece halkı karşı karşıya getirdiler. İlericilik-gericilik, laik-antilaik gerilimi hiç eksik olmadı. Hep biri diğerinden ülkeyi kurtarmaya çalıştı, gönüllü olmazsa cebren.
Bu hengamede maalesef ne Batılı olabildik ne de Doğulu. Kimliğimizi kaybettik. Bu kişiliksiz durum devleti yönetenlere de sirayet etti. Doğuya sırtını dönerek Batıya yöneldi. Dış politikamız Batı merkezli oldu hep.
2000'li yıllardan sonra kendi özümüze dönmeye başladık. Hep ortada duran, kişiliksiz ve kimliksiz politika terk edildi. İleriye çıkan, oyun kuran bir ülke olmak için pozisyon aldık. Fincancı katırlarını ürkütür olduk. Bir çomak soktuk halihazırda. Batının ve batı gibi düşünenlerin zoruna gitti bu durum. Yıllardır kurdukları oyunun içerinde yer alan Türkiye, kendisi oyun kurmaya başladı. Onlar için Türkiye güdülen ülke olmaktan yani elden çıkıyordu. Çünkü ülke düştüğü, yıkıldığı yerden yeniden kalkmak istiyordu. Bu yüzden var gücüyle tekrar yere yıkmaya çalışıyorlar.
Bu durumda diklenmeden dik dururken mutlaka dünya dengesini gözetmek. Satranç oyunu gibi taşları yerli yerine oturtmak ve zamanı geldiği zaman doğru taş ile hamle yapmak lazım. Yoksa dünyayı kendi lehlerine hizmet edecek şekilde dizayn eden kurtlar sofrasında yem olma durumuyla karşı karşıya kalabiliriz. Haklı olduğumuz davamızda doğru yol ve yöntemi bulmamız gerekiyor. Diplomatik dil hiç eksik edilmemeli. Adam adama markaj gibi ülkeleri yöneten ağır topları markaja almak gerekiyor. Kapalı kapılar ardında konuşulması gereken dilin meydanlarda, sokaklarda ifade edilmesinden mutlaka kaçınılmalıdır. Bir fincancı katırını ürkütürken diğer fincancı katırlarını yanımıza almaya çalışalım. Yoksa hepsini karşımıza alarak hak bildiğimiz yolda ilerleyemeyiz. Mutlaka ajandamızda bir plan olmalı. Plan çerçevesinde hareket etmek lazım. 08/11/2016
** 11/11/2016 tarihinde Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır
Doğu kimliğimizle Batılı olmak için çabaladık durduk. Onlar ne dediyse yaptık. Aynı dine inandığımız dindaşlarımıza bile mesafe koyduk, onların gözüne girmek için. Ayrıca muasırlık onlardaydı, medeniyet onlardaydı, gelişmişlik onlardaydı. Kaç nesil geldi geçti; onlar gibi olmak, onlar gibi düşünmek istedik hep. Onların seviyesine çıkmak için yönetenlerimiz halkın dokusunu değiştirmek istedi. Çünkü Batı aşığıydı onlar. Onlar gibi olursak gelişebilirdik. Kimini uydurdu kendine, kimi ise direndi. Böylece halkı karşı karşıya getirdiler. İlericilik-gericilik, laik-antilaik gerilimi hiç eksik olmadı. Hep biri diğerinden ülkeyi kurtarmaya çalıştı, gönüllü olmazsa cebren.
Bu hengamede maalesef ne Batılı olabildik ne de Doğulu. Kimliğimizi kaybettik. Bu kişiliksiz durum devleti yönetenlere de sirayet etti. Doğuya sırtını dönerek Batıya yöneldi. Dış politikamız Batı merkezli oldu hep.
2000'li yıllardan sonra kendi özümüze dönmeye başladık. Hep ortada duran, kişiliksiz ve kimliksiz politika terk edildi. İleriye çıkan, oyun kuran bir ülke olmak için pozisyon aldık. Fincancı katırlarını ürkütür olduk. Bir çomak soktuk halihazırda. Batının ve batı gibi düşünenlerin zoruna gitti bu durum. Yıllardır kurdukları oyunun içerinde yer alan Türkiye, kendisi oyun kurmaya başladı. Onlar için Türkiye güdülen ülke olmaktan yani elden çıkıyordu. Çünkü ülke düştüğü, yıkıldığı yerden yeniden kalkmak istiyordu. Bu yüzden var gücüyle tekrar yere yıkmaya çalışıyorlar.
Bu durumda diklenmeden dik dururken mutlaka dünya dengesini gözetmek. Satranç oyunu gibi taşları yerli yerine oturtmak ve zamanı geldiği zaman doğru taş ile hamle yapmak lazım. Yoksa dünyayı kendi lehlerine hizmet edecek şekilde dizayn eden kurtlar sofrasında yem olma durumuyla karşı karşıya kalabiliriz. Haklı olduğumuz davamızda doğru yol ve yöntemi bulmamız gerekiyor. Diplomatik dil hiç eksik edilmemeli. Adam adama markaj gibi ülkeleri yöneten ağır topları markaja almak gerekiyor. Kapalı kapılar ardında konuşulması gereken dilin meydanlarda, sokaklarda ifade edilmesinden mutlaka kaçınılmalıdır. Bir fincancı katırını ürkütürken diğer fincancı katırlarını yanımıza almaya çalışalım. Yoksa hepsini karşımıza alarak hak bildiğimiz yolda ilerleyemeyiz. Mutlaka ajandamızda bir plan olmalı. Plan çerçevesinde hareket etmek lazım. 08/11/2016
** 11/11/2016 tarihinde Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır
Kendini tatminle yetinenler...
Sevindirdiğin insanların mutluluğundan ziyade onurunu zedelediğin insanların âhından ve hayata küsmesinden çekin. Bir şey yaparken kişisel davranma.
Bil ki ancak küçük insanlar kişilerle uğraşır. Onurunu zedelediğin insanın kalbini tamir edemezsin, zaman gelir o da senin yolunu takip eder. Artık canavarınla, eserinle gurur duyabilirsin.
Unutma ki, bir hayra sebep olan ve bir şerre sebep olan onu işlemiş gibidir. Devir, ikna dönemidir. Yaptığın tasarrufu insanlara anlatıp ikna edemezsen başarılı olamazsın. Sadece kendini tatmin edersin. Bilinçaltındaki egon da böylece ortaya çıkmış olur. 08/11/2014
Bil ki ancak küçük insanlar kişilerle uğraşır. Onurunu zedelediğin insanın kalbini tamir edemezsin, zaman gelir o da senin yolunu takip eder. Artık canavarınla, eserinle gurur duyabilirsin.
Unutma ki, bir hayra sebep olan ve bir şerre sebep olan onu işlemiş gibidir. Devir, ikna dönemidir. Yaptığın tasarrufu insanlara anlatıp ikna edemezsen başarılı olamazsın. Sadece kendini tatmin edersin. Bilinçaltındaki egon da böylece ortaya çıkmış olur. 08/11/2014
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)