3 Kasım 2016 Perşembe

Af yolunu tutalım!

“Sizden önce geçen ümmetler arasında bir adam doksan dokuz kişiyi öldürmüştü. Bu yaptıklarından dolayı tövbesinin mümkün olup olmadığını öğrenmek üzere, yeryüzünün en aliminin kim olduğunu sordu. Kendisine bir rahibin en çok bilgili olduğunu söylediler. O rahibin yanına gelip kendisinin doksan dokuz kişiyi öldürdüğünü ve kendisi için tövbe imkanı olup olmadığını sordu.

Rahip: ‘Hayır, yoktur,’ diye cevap verdi. Bu defa, adam o rahibi de öldürdü. Böylece öldürdüklerinin sayısı yüze çıktı. Sonra yine yeryüzünün en aliminin kim olduğunu sordu. Kendisine alim olan bir kimseyi haber verdiler. Buradan alimin yanına geldi ve yüz kişiyi öldürdüğünü, kendisi için tövbe imkanı bulunup bulunmadığını sordu. Alim adam: ‘Evet, vardır. Seninle tövben arasına bir şey giremez, tövben daima makbuldür. Ancak filan beldeye git, orada Allah'a ibadetle meşgul olan bir kısım insanlar vardır. Sen de onlarla beraber Allah'a ibadet etmeye başla ve tekrar kendi memleketine dönme. Zira orası kötü bir yerdir’ dedi. Adam gitti. Yolun yarısına gelince ölüm, karşısına çıktı ve orada ruhunu teslim etti. Bunun üzerine rahmet melekleri ile azap melekleri kendisini almak hususunda münakaşaya başladılar.

Rahmet melekleri: ‘Bu adam, tövbe etmiş ve Allah'a yönelmiş olarak geldi,’ dediler. Azap melekleri ise: ‘Bu kimse, ömründe hayır işlememiş birisidir,’ diye ısrar ettiler. Bu münakaşa devam ederken insan suretinde bir melek  geldi. Onu aralarında hakem olarak seçtiler. Hakem olan melek: ‘Adamın kendi memleketi ile gitmekte olduğu belde arasındaki mesafeyi ölçün. Şu anda bulunduğu yer, bu ikisinin hangisine daha yakın ise, bu o tarafa aittir,’ dedi. Melekler ölçtüler ve gitmekte olduğu kasabaya daha yakın olduğu tespit edildi. Bunun üzerine kendisini rahmet melekleri teslim aldılar.”

Halk arasında çok yaygın bir şekilde anlatılan bir hikaye, Buhari ve Müslim’in Sahih’inde geçen bir hadisi şeriftir. Yaptıklarına pişmanlık duyan birisinin arayış içerisine girmesini konu edinir. Adamın işlediği suçun büyüklüğünden dolayı rahip tarafından 'Tövben kabul edilmez' denince zaten suç makinesi olan adam rahibi de öldürür. Papaz burada adamı yeniden suça itmiştir. Halbuki ne kadar suç işlense de tövbe kapısının kapanmayacağına işaret etmeliydi. Alim ise adamı kazanma yoluna giderek alkışlanacak bir tavra imzasını atmıştır. Kur'an-ı Kerim'de "Bir insanı öldüren tüm insanlığı öldürmüş gibidir...Bir insanı yaşatan da tüm insanlığı yaşatmış gibidir... Bir insanı bile bile öldüren ebediyen cehennimliktir..." buyurulmasına rağmen yüz kişiyi öldürdüğü halde yaptığı samimi tövbeden dolayı seri katili rahmet meleklerinin götürdüğü ifade edilmektedir hadiste. Üstelik tövbeden sonra adamın iyilik yapmaya fırsat bulamadan ölmesine  rağmen...

Suç insanoğlu ile yaşıttır. İlk zelle diyebileceğimiz suçu da ilk insan Hz Adem işlemiştir. Aynı kişiyi Allah daha sonra peygamber olarak seçmiştir. Mekke’nin fethedileceğini haber vermek üzere mektup yazan sahabilerden Hatip Bin Ebi Beltea’yı peygamberimiz affetmiştir. Müşriklerin ordu komutanı iken Müslümanlara kök söktüren ve Uhut Savaşında Müslümanların tattığı mağlubiyetin mümmessili Halid Bin Velid, Müslüman olduktan sonra aynı kahramanlıklarını bu sefer Müslümanların safında devam ettirmiştir... Affetmek aynı zamanda kazanmaktır. Asıl olan da kazanmak olmalıdır zaten. Her suçluya, Tatlıses’in dediği gibi: “Seni yakacaklar benim yerime/Seni Allah bile affetmeyecek” muamelesi yapmak suçluyu yeniden suçun içine atmak demektir.

İslam dininde  iman ve tövbe kapısı, ölürken yapılan iman ve tövbe (yeis halindeki iman) hariç her daim açıktır. Yeter ki insan nasuh tövbe yapabilmeyi bilsin. Tövbenin kabulü için eğer suç Allah'a karşı işlenmişse 3, kula karşı işlenmişse 4 şart gerekmektedir. Suçlu; işlediği günahı tamamen terk edecek, bir daha yapmamaya söz verecek, günahından pişmanlık duyacak. Eğer işlediği suçta kul hakkı varsa mağdurdan özür dileyip helallik dileyecek. 

Ne diyordu 199.ayette Allah: “Sen yine de af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.” İşlenen suçlarda tövbekarlık varsa haydi  biz de af yolunu tutalım. Hele suç toplumun tüm katmanlarına sirayet etmişse toplumsal bir barış için elzemdir af. Bir suçta aktif rol alanla almayanı aynı kazana atmayalım. Kandırılanları kurtararak kazanmaya başlayalım işe. 03/11/2016




Tripleks tripleks dedikleri

Tripleks ev derlerdi. Üç katlı bir ev diye bilirdim. Ama gözümle görmediğim için nasıl bir şey diye merak eder dururdum. Artık merakım gitti. Şimdi bana tripleks ev ne demek dense? Bol merdivenli ev derim artık.

Bodrum katında garajı, zeminde bir salon, bir mutfak ve wc, birinci katta 3 oda bir lavabo ve banyo, 2.katta ise 2 oda bir mutfak, bir lavabo ve banyo. Çık çık bitmiyor. Çünkü karşında hep merdiven var:

Eve girmek için öncelikle yoldan 8 basamak ineceksin. 15-20 adım yürüdükten sonra karşına iki seçenek çıkıyor. Garaj kapısından eve girmek için 18 basamak çıkacaksın. Yok ben normal yoldan gireceğim dersen 6+2+6 yani 10 basamak çıkman gerekiyor. Zemin kattan itibaren merdivenler ortaktır artık. 1.kata gitmen için 17 basamak, yok ben bir de terası göreyim dersen bir 17 daha çıkman gerekiyor. Şimdi basamak hesabı yapalım. Bakalım hangi taraftan gitmek daha avantajlı? Garaj kapısından gitmek istiyorum dersen 8+18+17+17=60 basamak yapıyor. Bir de normal yolu deneyeyim dersen 8+6+2+6+17+17=56 basamak. Demek ki normal giriş yeri daha avantajlı gözüküyor. 4 basamak daha az çıkacaksın.

Eğer böyle bir evde oturmak istiyorum dersen belediyenin yaptığı yürüyüş parkurlarına gitmene gerek yok zaten zayıflamak için bu evde yaptığın inme çıkma işi de bir nevi yürüyüş demektir. Doktorlar zaten durmadan yürümeyi tavsiye etmiyorlar mıydı sağlık için. Al sana sağlık için bir ev. Üstelik her zaman yürümeye çıkamazsın. Evin alt katından üste inip çıkman bir nevi antrenmandır. Bir de boş biri isen, avarelikten sıkılıp iş arıyorsan al sana iş. Sabahtan akşama inip inip çıkacaksın. Başka işin yoksa Ahmet Haşim'in dediği gibi "Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden." Ara sıra ellerini açıp "Neydi günahım" dersin. Merdivenlerden çıkarken tek sıkıntın her katta ışık yakman gerekebilir. Bütün derdin bu olsun. Bunun için de apartmanlarda sensör lambalar olur ya. İşte evini de böyle lambalarla aydınlatabilirsin. Sen merdiven çıktıkça, katta göründükçe o kendiliğinden yanar. Yok, bir de lambaya masraf etmeyeyim diyorsan o zaman lamba yakmaya üşenip düğmeye basmayı ihmal etme. Yoksa maazallah merdivenden bir yuvarlandın mı? Akıbetini düşünmek bile istemiyorum. Benim işim acil, hemen evden çıkmam gerekiyor diyorsan merdivenlerden inişte dikkatli ol. Acele işe şeytan karışır. Allah göstermesin yine yuvarlanabilirsin. Bu yuvarlanma esnasında ölürsen haydi hayırlı olsun kurtuldun bu dünyadan, kurtuldun artık merdiven çıkmaktan. Ne kadar şükretsen azdır. ya bir de ölmez isen; kol mu kırılır, bacak mı, yoksa kalça mı bilemem. İşte o zaman yandın demektir. Ne kadar sürede iyileşir bilemem. Bu durumda -istediğin- kaderini çekeceksin yatağın içinde. Hiç sızlanma! Sen istemiyor muydun geniş bir eve çıkmayı? Al sana geniş ev. İnsanoğlu yeter ki istesin. Evin temizlik işi mi, kışın yakıt masrafı mı? İşin yoksa düşün dur bakalım. Sonra düşünmek iyidir. Tefekküre benzer biraz.

İnadım inat, oturmaya devam edeceğim diyorsan acizane benim sana tavsiyem. Hangi eşyanı nereye koyduğunu unutma! Yoksa iner iner çıkarsın.
***
Bana inşaat sektörünün farklı bir icadını söyle dense hiç tereddüt etmeden tripleks evler derim. Mimari bir deha gerçekten. Mucidi kimse ödül olarak şehrin meydanına canlı heykelini dikmeli. Yaz-kış, soğuk-sıcak demeden ömrünün geri kalan kısmını orada geçirmeli. Adına öyle bir anıt yapılmalı ki, eserini her daim yanında görmeli. Anıtın boyu, yaptığı tripleks ev boyunda olmalı. Sürekli beklerken sıkıldıkça katlardan katlara inip çıkmalı. Anıt öyle olmalı ki etrafı altın kafesle çevrilmeli. Gelen geçen görsün, onu ziyaret etsin. Herkes tanısın bu asrın mucidini. Meslektaşı  mimarlar da tanısın onu.  Hepsi o altın kafesin içine girmek için yarışsın. 03/11/2016

2 Kasım 2016 Çarşamba

"Öğretmenlik ne kolay!"

Öğrenciler birbirinden faydalanmasın diye öğretmen sınavda iki grup yapar. Soruları dengeli bir şekilde sormaya çalışır. 'A' ve 'B' diye iki grup yapar. Bazı öğrencilerin gözü hemen yanında oturanın sınav kağıdına kayar. Sınav bitiminde "Sizin grubun soruları kolaydı, o sorular bana çıksaydı ben hepsini yapar, yüz alırdım" demeye başlar.

Bazıları ortaklaşa bir iş yapar. Paylaşım yapıldıktan sonra "Sana iyisi çıktı" der. Bazısı kendi işini zor olarak görür, büyütür de büyütür. başkalarının işini hep kolay olarak görür. Zaman zaman mesleğimi soranlar öğretmen olduğumu duyunca: "Öğretmenlik çok kolay" demeye başlar hemen. Hele bir de ikili öğretim yapan bir okulda çalıştığını öğrenince: "Oh, ne güzel! Yarım gün çalışıyorsunuz, 12-13.00'da işiniz bitiyor" sözü hazır zaten ağzında.

90’lı yıllarda Konya’nın bir ilçesinde Kaymakam okul müdürlerine bir toplantıda “Bu çocukları nasıl yetiştiriyorsunuz, şöyle kötüler, böyle kötüler, davranışları iyi değil. Ben olsam şöyle yaparım, siz eğitimciler tam olarak görevinizi yapmıyorsunuz,”sadedinde bir konuşma yapar. Gel zaman git zaman bir genel lisenin, İngilizce öğretmenine ihtiyacı olur. Lise müdürü Kaymakam’a giderek “Kaymakamım! İngilizce'm iyi, ihtiyaç olursa girerim demiştiniz. Bizim okulda İngilizce derslerine girer misiniz?" Kaymakam kabul eder, heyecanla derse girer girmez, sınıf "Hoş geldiniz Keltoş Amca! "diyerek Kaymakamı karşılar. Kaymakam dersi güç bela bitirir. Okul müdürünün odasına gelerek “Bu çocuklar ne biçim çocuklar böyle yahu ” diye dert yanar ve derse girmekten vazgeçer. 

Öğretmenlik göründüğü gibi kolay değildir. Eleme usulünün kalktığı, aileler nezdinde aşırı korumacılığın ortaya çıktığı günümüzde hiç kolay değil. Kaçan balık hep büyük olur derler ya. Bazı insanlar da sürekli kendi işini başka insanların işiyle kıyaslar. Neredeyse ömürleri bu mukayese ile geçer. Bu tip insanları anlamak zor gerçekten. Halbuki her işin ve her mesleğin çalışma şartları farklıdır. İşlerin zorluk ve kolaylığını iş başa düşünce veya işin içine girince anlıyor insan.

İkili öğretimde sabahçı olan biri saat 07.00'de derse girdiğini düşünelim. Bu kişi evinin mesafesine göre sabah kaçta kalkıp kaçta evinden çıkacak? Bunu bir düşünmek lazım. Sabahçı öğretmen ve öğrenci daha Güneş doğmadan karanlıkta evinden çıkıyor, sabahın ayazını yiyor. Güç-bela derse girer. Uyuyanı mı ararsın, gecikeni mi, konuşanı mı? Teneffüste öğrencinin nice güçlükle aldığı beslenmesini mi yedirsin, dersini mi işlesin. Önünde en az 30 öğrenci var. Sabah uykusu açılınca konuşan konuşana. Kızıp-bağıramazsın. Çünkü her sınıfta sınıfın altını üstüne getiren çocuklar vardır. Bu çocuğu susturup ders işleyebilmek için ağzınla kuş tutabilmen lazım, maalesef bu da mümkün değil. Çünkü çocuğun okuma gibi bir derdi yok. Okula ancak huzur bozmak, dinlenmek ve oynamak için geliyor. Ailesinin avutamadığını öğleye kadar avutacaksın. Bir dersten çıkıp diğer sınıfa gideceksin.

Öğleye kadar 7-8 ders saati işleyeceksin. Öğleye kadar 10'ar dakika bir çay içimi kadar dinleneceksin, eğer nöbetçi değilsen. Nöbetçi ise çayını ayakta içeceksin. Dersin bitecek, eve geldikten sonra ertesi günün dersine hazırlanacaksın. hangi sınıfta, hangi konuda kaldığını bileceksin. Sınav tarihi yaklaştığında soru hazırlayacaksın. Haftalık ders saatin bir sınıfa fazla ise pek sorun olmaz. Eğer dersin haftada bir veya iki saat ise bu demektir ki girdiğin ders ve sınıfta fazla demektir. Farz edelim ki mevcudu 400'ü bulan 13 ayrı sınıfın dersine giriyorsun. Soruları hazırlayacaksın. Sınavı yapacaksın. Bir sınavda 400 kağıdı okuyacaksın. Okuduğun sınavın puanlarını e-okul sistemine gireceksin. Her okuduğun sınıftaki her öğrencinin sınav ve soru analizini çıkaracaksın. Her hazırladığın sınav için cevap anahtarı hazırlayacaksın. Bu anlattığım 13 sınıfın sınavını aynı anda diğer öğretmenlerden rica ederek yaparsan. Eğer aynı anda sınav yapamazsan bu demektir ki her bir sınıf için ayrı ayrı soru hazırlayıp cevap anahtarı hazırlayacaksın. Bir düşün 400 kağıt kaç günde okunur.

Demek istediğim öğretmenin mesaisi girdiği dersle, okulda bulunduğu zamanla sınırlı değildir. Mutlaka akşam evinde ders çalışmak, soru hazırlamak, resmi evrak hazırlamak zorundadır. Sonra siz 7-8 saat boyunca sadece 10'ar dakika teneffüs yaparak ayakta, sürekli konuşarak veya tahtaya yazarak çalışmayı kolay zannediyorsunuz. mesele ayakta durmak ve ders işlemekten ibaret olsa yine iyi. Ders işleyebilmek için öğrencinin de derse hazır olması lazım.

Efendim! Öğretmenin tatili bol diyebilirsiniz. Uzun tatil öğretmenin sorunu değil. Gidin bu sorunu yetkililerle konuşun. Öğretmenin tatili kısaldı da öğretmen mi uzatıyor.

Öğretmenliğimden şikayetim yok. Sadece öğretmenlik kolay diyenleredir benim serzenişim.  Ben kendi işime bakayım, başkası da kendi işine baksın. Gülü seven dikenine katlanır. Zahmetsiz rahmet olmaz. Hiçbir şey göründüğü gibi değil. Bu bilinsin istedim. Hayatta kolay iş yoktur. Allah herkese mutlu ve huzurlu olabileceği iş versin. Yok, öğretmenlik kolay deniyorsa buyurun siz de öğretmen olun. Elinizden alan mı var? 02/11/2016


Suçluyu affetmede kim hak sahibidir?

Adalet sisteminde tıpkı diğer alanlarda olduğu gibi sıkıntı var. Hapishanelerimiz suçlu kaynıyor. İçeri girip çıkan topluma kazandırılamıyor. Çıkan tekrar suç işliyor. Verilen cezalar caydırıcı olacağı yerde sanki yeniden işle der gibi bir anlam çıkıyor. İşlenen bir suça karşı verilen ceza maşeri vicdanda kabul görmüyor. Hapishaneleri boşaltmak için devlet zaman zaman ceza indirimine gidebiliyor. Bazen af yasası çıkarabiliyor.  Hakimlerimiz kolay kolay karar veremiyor, içeriye suçlu diye alınanın iddianamesini hazırlamak bazen aylar-yıllar alabiliyor. Yargılama yıllar yılı devam edebiliyor. Aylık veya bir kaç ayda bir yargılama için gün veriliyor. Nafile turları yıllarca devam edebiliyor. Adalet sistemimizi anlayamadım gitti. Eğer biri anlamış da anlatmamışsa hakkım kalır.

Devlet bazen af yasası çıkarabiliyor, bazen de ceza indirimine gidiyor dedim yukarıda. Devletin kendisine karşı işlenen suçları affedebilir. Buna diyeceğim yok. Fakat bireyi ve toplumu ilgilendiren suçlarda devlet nasıl olur da suçluyu affedebilir? Bu tür suçluları ancak ateşin düştüğü ve yaktığı  yer affedebilir. Devletin böyle bir hakkı olmaması lazımdır. Devletin görevi suçu önlemektir. Haydi önleyemedi. Suç işlendi. Devlet suçluyu yakalayıp yargılamalıdır. Eğer devletin suçluyu affetme gibi bir düşüncesi varsa  bu konuda mağdurun düşünce ve görüşünü almalıdır. Mağdur ve mağdur tarafı "affedebilirsin" şeklinde bir onay verirse ancak o zaman devlet suçluyu serbest bırakma hakkına sahip olur. Yoksa üzerine vazife olmayan bir işe kalkışmış olur devlet. 02/11/2016

1 Kasım 2016 Salı

Gününde öğretmen

Bir öğretmenler günü daha yaklaştı. Böyle bir günde öğretmenler daha fazla mesaj alır. Devlet yetkilileri tebrik ederler. Törenler yapılır. Öğretmenlerin fedakarlığından dem vurulur, öğrettiği  her bir harf için 40 yıl kölesi olurum bile denir.

Kendi gününde kendisini kutlatmak için tören yapmak zorundadır. Çünkü günü, "Belirli gün ve haftalar" içerisinde yer alır. Öğrencileri kendi seçer, şiir ve konuşmaları kendi belirler. Öğrenci öğretmenini övücü şeyler söyler. Öğretmen de bu durumu izler ayakta. Görevli öğretmen de program mükemmel olacak diye çabalar durur. Tören bitimi öğrencilerinden gelen birkaç çiçekle dersin yolunu tutar. Ya bir de öğretmen ilçe-il programını düzenlemekle görevli ise günler öncesinden başlayan hazırlık öğretmenler gününde yerini heyecan ve endişeye bırakır. Programda bir aksama olur mu endişesiyle perde gerisinde dokuz doğurur.

Bazı okul yönetimleri bu günde bir öğretmenler kurulu ihdas ederek öğrencilere kıvrak eğitim yaptırır. Öğretmenler de kendi ceplerinden harcayacakları para ile böyle bir günde birlikte yemek yerler. O günün akşamında günü sona erer. Eski kaldığı yerden hayatına devam eder. Bu sene toplantı icat etmeye gerek kalmayacak ortaokullar. Çünkü o gün TEOG sınavı yapılacak.

Bu günün sevindirici bir yönü var. Senede bir gün de olsa veli, yetkililer, basın o gün öğretmenleri eleştirmez. Ertesi günden başlamak suretiyle eleştiriler ardı arkası kesilmeden gelmeye devam eder. Çünkü öğretmenlik son yıllarda hiç olmadığı kadar bir itibar sorunu yaşamaktadır. Bu meselede öğretmenin payı olduğu kadar sistem ve diğer kesimlerin de payı büyüktür.

Kanaatimce öğretmenler günü, öğretmenin öz eleştiri yapacağı gün olmalıdır. Neredeyim, nerede olmalıyım, eğitim ve öğretimdeki başarı ve başarısızlıktaki payım nedir? Başka türlü nasıl olmalıyım, şeklinde sorulacak sorulara cevap aramalıdır. Başarı ve başarısızlıkla ilgili emek sarf edilmiş raporlar o gün yayımlanmalıdır. Devlet yetkilileri de sadece o güne  mahsus övücü sözlerden vazgeçmelidir. Öğretmenin tayin, özlük hakları, maaş, ek ders, terfi, yükselme vb tüm durumları izleyen ocak ayında başlayacak şekilde bugün  açıklanmalıdır.

Yok biz bu durumdan memnunuz. Bu gün kutlamayla geçiştirilecek deniyorsa öğretmeni gününde rahat bırakın. Gününü zehir etmeyin. Öğretmenin gününü bir başkası hazırlayıp sunsun. Öğretmen izleyici olarak katılsın. Hatta öğrencisi o gün ders işlesin, veya öğretmenleri durmadan eleştiren doğuştan öğretmen olan başka meslek sahipleri o günkü dersi onlar anlatsın. Öğretmen arkada dinleyici olsun...

Günse eğer, günün kutlu olsun öğretmenim! 01/11/2016


Bir ülkede adalet ve güven zedelenmeye görsün *

Bu ülkede çözülmesi gereken sorunlarımız çok. Meselelerimizi çözmeye çalışırken yeni sorunlar ortaya çıkmakta. Sorun yumağı içerisinde yuvarlanıp gidiyoruz milletçe.

Bana bu ülkede en önemli iki sorun söyle dense adalet ve güven derim. Çözülmeyi bekleyen bu iki sorun varken diğer dertlerimizi bir tarafa bırakmak lazım. Biz bu iki haslete kavuşursak bu milleti kimse tutamaz.  Hem gelişme, hem de ahlaki yönden parmakla gösterilen bir ülke oluruz.

Durum gerçekten vahim. Bugün öyle bir noktaya geldik ki yapılan sınavlardan aldığımız puana bile güvenmiyoruz.  Yerine sözlü yapar olduk.

Adaletimiz ise hiç sadra şifa olmadı. Öyle bir noktaya getirdik ki; kim haklı-kim haksız,  kim suçlu-suçsuz belli değil. Sürekli değiştirdiğimiz ceza sistemi sayesinde cezaevlerini önce doldurup sonra boşaltıyoruz. Hapishanelerimiz yetmiyor suçlunun cezasını çekmesi için. Sürekli yenilerini yapmaya devam ediyoruz.

Bir  suçtan dolayı zanlıyı önce gözaltına alıp hakim karşısına çıkarıyoruz. Hakim tutuklanmasına gerek görmüyor.  Suçlu serbest kalıyor,  savcı itiraz ediyor. Sonra tekrar tutuklanma kararı çıkıyor. Sonra tekrar serbest bırakıyoruz. Güncel bir mesele olan,  kadına müstehcen giyiniyor  diye tekme atan kişinin evlere şenlik yargılanmasını gözünüzün önüne getirin.  Ne demek istediğim daha iyi anlaşılmış olur. Adı geçen zanlı içeride mi dışarıda mı bilmiyorum. Zaten takip etmek de mümkün değil.

Suçlu ceza alıyor. Cezasının yarısı indiriliyor. Cezası iki yıldan az ise önce açık cezaevi, ardından şartlı salıverme uygulanıyor. Yargılanmadan önceki yattıklarını da sayarsan neredeyse adamdan özür dilenip üste tazminat verilecek. İndireceğin cezayı niye veriyorsun? Eğer adam bir de pişmanım derse verecek ceza da kalmıyor. Örgütlü suçlarda zaten karar çıkmaz. Sonunda dava müruru zamana uğruyor.

Sizin de mutlaka başınıza gelen böyle bir durum veya gözlemleriniz vardır. Hanginize dokunsak bin ah işitiriz eminim. Keşke açlıktan ölsek, dünyanın en fakir ülkesi olsak da adalet sistemimiz düzgün olsa ne iyi olurdu inanın. Her cuma hutbesinde "Allah adaleti...emreder" diye okur, ama bir türlü emri yerine getirmeyiz.

Adalet, hep -bozuk mal çıkaran bir fabrikanın üretimi gibi- ağır aksak karar veriyor, ama her verdiği karar hep defolu nedense. Yazık bu ülkeye! Yazık bu ülkenin insanına! Sağcısı-solcusu, Müslümanı-ateisti, sünnîsi-alevisi...bu asırda yaşayan kim olursak olalım bu ülkede hep birlikte adaleti tesis edelim, aramızda güven ortamını oluşturalım. Gelecek nesiller için hoş bir seda bırakalım. Yok yapmayacaksak bu ülkenin hep birlikte cenazesini kılalım.  01/11/2016

* 05/11/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


İngilizceye Fransız Kalmak

1979 yılında ortaokula başladığımda, öğrenciler bir yabancı dil seçerlerdi. Büyük okullarda İngilizce, Almanca ve Fransızca yabancı dilleri okutulurdu. Sınıflar, seçilen dillere göre oluşturulurdu. Sonraları Almanca ve Fransızca dersleri çoğu okullarda kalktı ya da kaldırıldı. Sadece İngilizce yabancı dili seçilmeye başlandı.
1986 yılında liseyi bitirdikten sonra Hasan Celal GÜZEL'in bakanlığı döneminde bir ara yabancı dil dersini okuma, isteğe bağlı hale getirildi. Sonra tekrar zorunlu hale getirildi. Haftalık ders saatleri bazı zamanlar artırıldı, bazen de azaltıldı.
Köksal TOPTAN'ın bakanlığı döneminde, Anadolu Liselerini kazanamayan öğrencilerin diploma notuna göre kayıt yaptırdığı yabancı dil ağırlıklı ders yapan Süper Liseler açılmıştı. Bir zamanlar 5.sınıfı bitiren öğrenciler Anadolu Lisesi sınavına girer. Kazanan öğrenciler üç yıllık lise eğitiminin önünde bir yıl İngilizce hazırlık sınıfı okurlardı. İlköğretim kesintisiz sekiz yıla çıkarılınca, lisenin başında yabancı dil hazırlık okunmaya başlandı. Yurt dışına giden öğrencilerin diploma denkliklerinde sorun çıkmaya başlayınca okulların önündeki yabancı dil hazırlık sınıfı kaldırılarak liseler 4 yıla çıkarılmış oldu. Bazı zamanlarda yabancı dilin dışındaki bazı dersler özellikle sayısal derslerin de yabancı dil ile anlatılması durumu söz konusu olmuştu. Hatta yabancı dil öğretmenleri girdikleri her iki saate bir saat de derse hazırlanma ve planlama adı altında bir saat ek ders ücreti alıyordu. Dersini yabancı dil ile anlatan veya anlatır görünen FKB(Fizik-Kimya-Biyoloji) öğretmenlerine, girdikleri her dört saate bir saat planlama ücreti ödenmekteydi.
Hazırlık sınıfları kaldırıldıktan sonra lise 2.sınıftan itibaren alan seçiminde, öğrencinin seçtiği 4 alandan bir tanesi yine yabancı dil alanıydı. Bu alanı seçen öğrenciler 18-20 saat kadar İngilizce eğitimi aldı. Şimdi liselerde alana benzer bir şekilde seçmeli dersleri İngilizce seçmek suretiyle yabancı dil eğitimi görülmektedir.
Yabancı dilini geliştirmek için alınan özel dersleri, gidilen dershane ve kurs merkezlerini ve alınan İngilizce yardımcı kaynakları saydığımız zaman toplum olarak yabancı dile ne kadar önem verdiğimiz ve özen gösterdiğimiz ortaya çıkmaktadır.
Bakanlık son zamanlarda pratiğe dönük yabancı dil eğitimi için müfredatta yeniliğe gitti, gramer vb yönleri biraz es geçti. Gramer istemeyen Bakanlık merkezi sınavlarda nedense gramer vb sorulardan vazgeçmedi.
Öğretmenin tavsiye ettiği yardımcı kaynaklara verilen paralar ile diğer tüm derslerden alınan yardımcı kaynakları, ücret bakımından değerlendirdiğimiz zaman İngilizce kitaplarına verilen paralar daima ağır basmaktadır.
Uzun süredir 4.sınıftan itibaren yabancı dil özellikle İngilizce dersi müfredatta yer aldı. Birkaç yıl öncesinde ise ilkokul 2.sınıftan itibaren İngilizce dersleri müfredata eklendi. 5.sınıftan itibaren bazı okullarda birkaç dersin yerine İngilizce seçmek suretiyle ortaokullarda İngilizce derslerinin haftalık ders yükü 8-10 saate kadar çıkarıldı.
Bakanlık, bir taraftan veliler, yabancı dil eğitiminin geliştirilmesi için maddi ve manevi yönden çaba sarf etmektedir. Bu kadar çabaya rağmen bu toplumun büyük bir çoğunluğunun yabancı dil bilgisi, "What is your name? What is this"den öteye geçemedi. Bu konuda çoğumuz yabancı dil konuşmaya Fransız kaldık. Birkaç yıldır içimizde yaşamak zorunda kalan Suriyeli çocukların bizim gibi Türkçe konuştuğunu görünce acaba bu millet dil özürlü mü demekten kendini alamıyor insan. Bu millet dil öğrenme özürlü falan değil. Bizim derdimiz usulsüzlüğümdendir. Yukarıdan aşağıya İngilizce maceramızdan aklımda kalanları sıralamaya çalıştım. Hala bir yol ve yöntem bulamadık gitti. Usulümüz olmayınca maalesef vusulümüz de olmuyor. Öğrenemesek de pes ettiğimiz yok.
MEB'in açıkladığına göre Bakanlık, 2016-2017 yılından itibaren 5.sınıflara eskinin hazırlık sınıflarına benzer şekilde 18-20 saate kadar İngilizce ders yükü koymaya hazırlanıyor. Bakalım şimdi olacak mı? Bunu da zaman gösterecek. Fakat görünen köy kılavuz istemez. Bakanlığın koymayı düşündüğü bu yöntem ilköğretim sekiz yıl olmadan önce Anadolu Liseleri ortaokul kısmının önünde ve 28 Şubattan sonra ise lise 1.sınıfın önünde hazırlık koyarak denenmişti. Demek ki vazgeçildiğine göre bu hazırlık sınıfları da işe yaramamıştı.
Bakanlığın, uygulamayı düşündüğü bu yöntemi yeniden gözden geçirmesinde fayda vardır. İlk önce bu millet kendi dili olan Türkçeyi iyi öğrenmelidir. Kendi dilini iyi bilen bir başka dili daha çabuk öğrenir. Eğer İngilizceye önem verilsin düşüncesi varsa Bakanlık başka alternatifler üzerine kafa yormalıdır: Bunun yolu yeniden hazırlık sınıfları koymak değildir. Sahillerde garson vb. olarak çalışan insanımız İngilizceyi okulda öğrenenlerden daha iyi konuşmaktadır. Bakanlık belli sınıf seviyelerine, ortalamasını yüksek tutan öğrencileri yaz dönemlerinde yurt dışına gönderebilir. Merkezi sistem sınavlarda gramer ağırlıklı soru sormaktan vazgeçmelidir. Yok bu iş okullarda öğrenilecek deniyorsa istisnalar kaideyi bozmaz ama Bakanlık ilk önce  İngilizce eğitimi alan öğretmenlerin üniversiteden mezun olduğu zaman İngilizce konuşabilmesini sağlamalıdır. Kendisi rahat bir şekilde İngilizce konuşabilen bir öğretmen seviyelerine indiği takdirde öğrencilerine pratik İngilizce öğretebilir. İngilizce öğrenmek için aynı zaman da Türk gibi düşünüp İngilizce konuşmaya çalışmaktan vazgeçilmelidir. İngiliz gibi düşünmek lazımdır. Yabancı dil eğitimi alan her bir dil öğretmeni üniversite eğitiminin belirli aşamasında bir veya iki dönem yurt dışında yaşama imkanına sahip olmalıdır. Dil öğrenmeyi de ihtiyaç olarak görenlerle sınırlandırmak lazımdır. Herkese yabancı dil öğretme idealinden vazgeçilmelidir. Ortaokul ve liselerde 35-40 ders saati gören bir öğrencinin yabancı dil öğrenmesi mümkün değildir. Ders saatleri azaltılarak sabahleyin teorisini gören öğrenci öğleden sonra öğretmen nezaretinde dersini turistlerin yoğun olarak bulunduğu yerlerde onlarla konuşarak işlemelidir. Öğrencinin eğitim gördüğü mahalde turist yok ise öğrenci öğleden sonra belirli bir süre yabancı film izleme, haber dinleme, arkadaşlarıyla hem derste hem de ders dışında gördüğü yabancı dili konuşma zorunluluğu getirilmelidir. KPSS'yle memur olarak atanacak kişilerde yabancı dili konuşma şartı getirilebilir. İngilizceyi pratik olarak konuşabilen kişiler sınavsız atanır denebilir.
Alternatif olarak yazdığım önerilerin mutlaka aksayan yönleri olabilir, uygulama imkanı olmayabilir. Bakanlığın her yıl belirlediği kontenjan kadar başarılı öğrencinin yurt dışına gönderilmesi öğrenciyi teşvik eder. Herkese yabancı dil öğreteceğiz derken kimseye yabancı dil öğretemeden daha kaç nesli mezun edeceğiz? Her yıl 3-5 aylığına ülke dışına giden kişilerin yabancı dil öğretiminde mesafe alacağını düşünüyorum.
Bakanlık, dert edindiği yabancı dil eğitiminde mesafe almak istiyorsa incelenmiş, tecrübe edilmiş yöntemleri bulmalı, bu kuralları da kolay kolay değiştirmemelidir. Her bir yetkili günübirlik bulduğu çözüm önerileriyle bu milletin evladını kobay olarak kullanmaktan vazgeçmelidir. 01/11/2016