27 Ekim 2016 Perşembe

Aslanın kediye boğdurulacağı bir sistem geliyor

Meb'de değişim tüm hızıyla devam ediyor. Ne zamandır uygulamak isteyip de uygulayamadığını yürürlüğe koymakla meşgul Bakanlık. Şimdilerde 2004 yılında pilot okullarda denenmiş fakat uygulanamamış bir sistem gündemimizde.

Eğitimimizde sorun var. Anladığım kadarıyla temel sorun olarak öğretmen görünmektedir. Bu yüzden öğretmeni harekete geçireceği düşünülen performans sistemine geçmeyi düşünmektedir Bakanlığımız.

2004 yılında bir MLO okulunda çalışırken okulum pilot okul seçilmişti. Öğretmeni değerlendirme kriterleri, veli ve öğrenci sayısınca çoğaltılmış ve belirlenen sayı kadar öğrencinin notla değerlendirmesi istenmişti:
***
Beni değerlendirmeleri için okul yönetimi okulumuz Coğrafya öğretmenine değerlendirme kağıtlarını verir. Sınıf olarak 10/D veya 10/E seçilir. Öğretmen kağıtları dağıtıp gerekli açıklamaları yapar. Öğrenciler kendi arasında fısır fısır konuşmaya başlar. Öğretmen ne konuştuklarını sorsa da söylemek istemezler. Israr üzerine sınıf: "Hocam bu din hocasına düşük puan verelim diye konuşuyoruz" derler. Coğrafyacı: " Niye, ne yaptı ki size" deyince öğrenciler: "Çünkü dersinde, bizim  başka derse çalışmamıza için vermiyor" açıklamasını yapıyorlar. Bana bu olayı bizzat olayın kahramanı öğretmenimiz anlatmıştı.
***
İsmi 2004 yılındaki değerlendirme sistemiyle aynı olan bu sistemin içeriğinde değişiklikler yapılmış olabilir. Ama bu sistem görüldüğü gibi yeni değil, 2004 yılında pilot olarak uygulanan bir sistemdir. Bugün sanırım ısıtılıp yeniden önümüze konacaktır.

Bu performans sistemi uygulanır mı, uygulanmaz mı, objektif kriterlerle değerlendirme yapılır mı yapılmaz mı bilmem. Ama bildiğim bir şey var: Bizde her şey kağıt üzerinde güzel düşünülür, uygulamada bütün projeler ölü doğar. Çünkü her şeyi, bir müddet sonra biz formaliteye indirgeriz. Genelde objektif olamayız, taraflı değerlendiririz.

Öğretmen, öğrenciyi değerlendiriyor, öğrenci ve veli de öğretmeni değerlendirecek, ne var bunda, diye düşünülebilir. Öğretmenin değerlendirmesinde cevap anahtarı hazırlanmış yazılı sınav sistemi var. Sorulan sorulara verilen puanlarla ölçülür öğrenci. Veli ve öğrenci neye göre puanlayacak. Orta yerde belirlenmiş bir kıstas  mı var? 

Toplum  olarak biz genelde toptancıyız. Biz kişiyi değerlendirmeden önce iyi-kötü karar verir ondan sonra puanlarız. Aynı düşüncedeki kişiyi koruma, zıt düşüncedeki insana had bildirme yoluna gideriz. Orta yerde objektif kriterler belirlenmeden bu şekilde yapılacak değerlendirmeler subjektif olmaktan öteye gidemeyecektir. Bu, öğretmenin öğrenci ve velisine yani aslanın kediye boğdurulması demektir. Eğer Bakanlık, sorunun kaynağında öğretmeni sorumlu görüyorsa -ki görüyor- öğretmenin başarılı-başarısız olduğunu kendi iç kaynakları vasıtasıyla bir değerlendirmeye tabi tutar. Başarılı görmez ise önce hizmet içi eğitime alır, sonra aynı okulunda bir yıl daha çalışır, kendisini geliştirememiş ve başarılı olamamışsa bir başka okula naklini yapar, başarısızlığı devam ederse bürolarda memur olarak çalışmak için planlama yapabilir.

Bakanlık'ın eğitim ve öğretime neşter vurmada samimi olduğuna inanıyorum. Fakat yanlış yerden başlıyor gibi geliyor bana. Yetkililer öğretmenden verim almak istiyorlarsa tıpkı doktorlarda olduğu gibi öğretmenlere "Tam Gün Eğitim Yasası" çıkarmalıdır. Tüm sınavları bakanlık merkezi sistemle yapmalıdır... Öğretmenin aldığı sınıfın net ortalaması her merkezi sınavdan sonra masaya yatırılır, öğretmenin başarılı olup olmadığı  net bir şekilde ortaya konur. Bunun için Amerika'yı yeniden keşfe gerek yok.

Yok, bu sistem olacak deniyorsa... aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıda tüm iç ve dış paydaşlar birbirini puanlasın. Öğrenci öğretmeni, öğretmen müdürü, müdür milli eğitim müdürünü, milli eğitim müdürü bakanlık yetkililerini... şeklinde puanlama yoluna gitsin.

Herkes öğretmeni sorun yumağı olarak görüyor. Bence öğretmen sorunlardan sadece bir tanesidir. Sorunun kaynağı olarak merkeze kendisini koymayanlar genelde suçu başkasında arar. Gelin öğretmeni sorun olarak görenler ne olur kısa süreliğine de olsa sınıflara girin, bir ders işleyin. Ondan sonra konuşalım. Aynı tornadan çıkmış aynı yaştaki öğrencilerin ister hedefi olsun veya olmasın eleme olmadan doldur boşalt yapıldığı bir eğitim sistemimiz var. Öğretmen sınıfa hakim olmak, ders işleyebilmek için dokuz doğuruyor...müşteri olmayınca verdiğinin bir anlamı olmuyor. Çünkü müşterisiz meta zayidir, marifet iltifata tabidir. 

Öğrenci istediği kadar devamsızlık yapacak, derste istediği kadar gürültü yapacak, dersi dinlemeyecek, verdiği ödevi yapmayacak... öğretmenin bu duruma hiç bir yaptırımı olmayacak. Kazara bir kızsa, ya da bu durumu bir notla değerlendirme hesap sormak için veli; sülalesiyle beraber okulu basacak, milli eğitim alo 147'den hesap soracak, Bilgi Edinme bilgi isteyecek, gerekirse öğretmene inceleme başlatılacak. Kusura bakmayın da arkamda bu kadar iyilik meleği, koruyucum olduktan sonra ben de çalışmam. Zaten suçlu belli: öğretmen. O zaman vurun abalıya...  27/10/2016

İnsanları suçtan kurtarıp kazanma yoluna gidelim!

1992 yılında Gaziantep'de çalışırken birlikte görev yaptığım bir bayan öğretmen, dersin sürekli ahengini bozan bir öğrenci için ne yapacağını şaşırır. Bir meslektaşı kendisine disipline ver diye tavsiyede bulunur. Öğretmen öğrenci için okul müdürlüğüne dilekçe verir. Disiplin kurulu öğrenciyi üç gün kısa süreli bir ceza ile tecziye eder.

Okul müdürü cezayı tebliğ etmek için öğrenciyi odasına çağırır: "Üç gün ceza aldın. Yarından itibaren okula üç gün gelmeyeceksin. Bundan sonra senin resmi hayatın bitti, bu cezadan dolayı asla devlette görev alamazsın" der ve öğrenciye cezasını tebliğ eder. Öğrenci okuldan çıkar, evine gider, yolda bir plan yapar. Morali de bozuktur. Kendi kendine: "Madem ki benim memuriyet hayatım hiç olmayacak, devlette görev alamayacağım, ben de benim hayatımı söndürenin hayatını söndüreyim, der. Babasının beylik tabancasını alır. Okul çıkışı okula gelir. Okulun dış kapısının önünde kendisini disipline veren öğretmenin boynuna tabancayı dayar ve bir el ateş eder. Öğretmen aynı anda yere yıkılır ve kurtarılamaz.

Sonunda 17 yaşında olan katil öğrenci 8 yıl ceza aldı. Hapishaneye gitti cezasını çekmek için. Öğretmen de bir çocuğunu geride bırakarak bir daha öğrencisi rahatsız etmeyecek şekilde mezara gitti.
***
2012 yılında bir okulda çalışırken okulumuza nakil bir öğrenci geldi. Geldiği ilk günde onu tüm okul öğrenci ve öğretmeniyle tanıdı. Kavga etmedik kimse kalmadı. Onun dersine giren öğretmen soluğu odamda alıyordu. Çocuk esmer vatandaşlardan idi. Kısa zamanda mahalle de tanıdı onu. Servisçi: "Hocam şunun verdiği para bana nasip olmasın" diye servis parasını okula bağışladı. Öğrenci bir teneffüs olmasa diğerinde hep odamda misafirimdi. Nasihat, uyarı, ikaz her yolu denedim. Ama nafile...Bu sefer diğer öğrencilere sıkı sıkıya tembihledim: İlişmeyin diye.

Bir gün cennetten çıkmadır dedim bir tokat attım. Okuldan kaçtı. Ertesi günü babasını çağırdım okula: Çocuğunuz için her yolu denedim, başarılı olamadım. Çocuğunuzu siz daha iyi tanırsınız, ne yapmamı, nasıl davranmamı istersiniz, dedim. Veli: "Hocam benim ne haddime size tavsiyede bulunmak, siz koskoca müdürsünüz" dedi, ayrıldı. Vukuat yine eksik değildi. Artık hareketli bir okulumuz olmuştu. Bir gün yine velisini çağırdım, bu sefer annesi geldi. Durumu izah ettim. Kadın: "Hocam, çocuğum problem olmaya problem, evin en küçüğü, evimiz kalabalık, her kafadan bir ses çıkar, biri döver, biri korur, evin yüzlü çocuğu. Geldiğim okulda da problemdi, herkes şikayetçi idi. Ben de şikayetçiyim çocuğumdan. Ama ben okuyup adam olsun istiyorum, bu çocuk okula gelmediği zaman ve herkes tarafından dışlandığı ve itildiği zaman hep kötülüğe bulaşacak, bunu topluma kazandırmak istiyorum..." dedi. Kadının bu konuşması hoşuma gitti.

Bir kaç defa kavga etti. Özür dilettim. Bazı zamanlarda bana söz ver bir daha yapmayacağına, diye söz almaya çalıştım. Bir kaç defa söz verdi. Sonradan söz de vermez oldu. Niye söz vermiyorsun bir daha yapmayacağına, dediğimde. "Ben söz veremem öğretmenim, çünkü söz verdiğim zaman sözümde duramıyorum" demeye başlamıştı.

Bir gün babasını okula çağırıp Psikiyatri bölümüne bir götürün dedim. Telefonla tıp fakültesinden randevu aldım. Pazartesi okula geldim. Hastanede olması gereken öğrenciyi randevu saatinde okulda gördüm. Yanıma çağırdım. Okula gelmişsin, hastaneye niye gitmedin, dedim. "Gitmedim öğretmenim, ben deli miyim?" dedi, uzaklaştı yanımdan, oynamaya daldı. Biz onu deli diye göndermemiştik ki... hareketliliğine doktorlar bir çözüm bulabilir miydi derdimiz. Ben zaten bu toplumda deliye rastlamadım ki. En zırdelimiz bile "Ben deli miyim" der. Kerata, yaramaz olduğu kadar sevimliydi de. Bir o kadar da zeki. Kavga gürültü etse de halen ayrıldığım okulda öğrenci. Okuldan atılsa potansiyel suç makinesi. Okulları en fazla uğraştıran kişiler bunlar. Genelde her okulda vardır bu şekil okulun altını üstüne getirenler.

Okul yönetimi bu tip çocukları farklı yöntemlerle okula fazla zarar vermeden mezun etmenin yoluna giderler. Hiç kimseye tahammül etmeyecek şekilde sabrederler. Bazen müellefeyi kulüp gibi davranır, bazen başkan yapar, bazen ödüllendirir, bazen de cezalandırır. Ama okulda tutmaya devam ederler. Çünkü çocuğu dışarı attığın zaman problem bitmiyor. Hatta daha büyük bir suçla karşına çıkabiliyor. Okulun sabretmesiyle mezun edilen öğrencilerin hem kötülük yapmalarının önüne geçilmiş, hem de mezun olduktan sonra topluma kazandırılmış olabiliyor. Okula sahip çıkanlar, mezun olduktan sonra okulu ziyaret edenler ve saygıda kusur etmeyenler genelde bu tiplerden çıkıyor.
***
Şerif Hüseyin Araplar tarafından sevilen biri. Osmanlı'ya karşı Arapları ayaklandırması için İngilizler tarafından kendisine çil çil altın verilir. Bu durumu bilen II. Abdulhamit, Şerif Hüseyin'i İstanbul'a davet eder. Onu Meclisi Mebusan'a alır. Ayrıca kalacağı bir ev verir ve bir araç tahsis eder. Hüseyin bir kaç defa affını isteyip Hicaz'a gitmek istediğini beyan etse de Padişah: "Bana burada lazımsın" diye bırakmaz.

Ne zaman ki II.Abdulhamit ha'l edilir, yerine İttihat ve Terakki başa geçer. İlk işleri Şerifi Hüseyin'in Hicaz'a gitmesine izin verirler. Hicaz'a giden Şerif, Osmanlı'ya karşı halkı ayaklanmaları için organize işine girer, Osmanlı'yı arkadan vuran grup, işte bu Şerif Hüseyin'in liderliğini yaptığı gruptu maalesef.
***
Elimizde kimin suç işleyip işlemeyeceğine dair tespit edecek bir alet yok. Musa ile birlikte yolculuk yapan -bizde Hızır ismiyle maruf- kişinin  yaptığı gibi "İleride anne babasına asi olacak" deyip öldürdüğü gibi öldürme imkanımız da yok. İnsanın olduğu yerde suç da potansiyel olarak bulunmaktadır.

Bir kaç tane anekdot anlattım. Niyetim suçlular  suç işlemeye ve toplum içerisinde elini kolunu sallaya sallaya gezip dolaşsınlar değildir. Devlet ve toplum mutlaka suçluyla mücadele etmelidir. Suçun çıkma ihtimali olan delikleri kapamalı, suçlunun yakasına yapışmalı, suç ve suçlulara karşı vatandaşını bilgilendirmeli ve uyarmalıdır. Kuracağı istihbaratı sayesinde ortaya çıkma ihtimali olan suçun örgütlü hale gelmeden tedbirini almalıdır. Bir taraftan suçluyla mücadele ederken diğer taraftan da suçluları topluma kazandırmak için çaba sarf etmeli, bu konuda projeler geliştirmelidir. Suç potansiyeli olanlara sakıncalı piyade muamelesi yaparak yakın takibe almalıdır. Hala eski yaptığı suyu işlemeye meylederse yakasına yapışmalıdır. Suçlu ile mücadele ederken ibreti alem için ele başlarına en ağır cezayı vermelidir. Sakıncalı gördüğü kişileri devletin kilit noktalarına ve üst birimlerine getirmemelidir. Bu tip kişileri rızık endişesi ile muhatap etmemelidir. Suça bulaşmasından dolayı kapı dışarı edilen kişilerin farklı yapılar tarafından el altından desteklenmeyeceğine dair elimizde bir veri yoktur. Bu kişiler el altından maddi destek gördüğü yapılar adına çalışmaya devam edebilirler. Destek alamasa da işinden olmuş, evine ekmek götüremeyen bir kişi: "Aç köpek fırın deler" misali başka suçlara yönelebilir. Çünkü kapı dışarı etmekle sorun çözülmüyor.

Nasıl ki okullarda yaramaz çocuklar okuyor ve bu çocuklar en az zararlı bir şekilde okullardan mezun edilme yoluna gidiliyorsa, suça bulanmış insanlar da maalesef bu toplumda yaşıyor. Bunları yeni suça itecek ortamlardan kaçınmada fayda vardır. Kendilerini ve ailesini geçindirebilecek asgari bir işte denetimli olarak çalıştırılmalarında hem devlet  hem de toplum için fayda olacağını düşünmekteyim. İş verdiğimiz böylelerine de aba altından sopa göstermeyi ihmal etmeyelim.

Bilelim ki, "Her suç işleyeni Allah yok etmiş olsaydı yeryüzünde canlı kalmazdı." Nedamet duyan, tövbe eden, özür dileyen insanlar varsa eğer, bunlara mutlaka şans verilmeli. Yoksa daha büyük toplumsal yaraların açılmasına zemin hazırlayabiliriz. Yazımı çok uzattım biliyorum. Ama yukarıda verdiğim örnekleri sonuçları itibariyle bir düşünelim. Ne demek istediğim daha iyi anlaşılabilir. 27/10/2016

Camilerimiz cazibe merkezi olmalıdır...

Son zamanlarda sanal alemde: "En iyi cemaat,  cami cemaatidir"  paylaşımları revaçta bugünlerde. Çünkü cemaat görünümlü  bazı yapılardan dilimiz yandı.  Bu olay bize gösterdi ki özellikle gizli ajandası olan ve merdiven altı olan yapılardan uzak durulmalı.

Cami cemaati denince benim aklıma; kimsenin kimseye karışmadığı, kimsenin kimseden haberinin olmadığı,  namazdan önce bir araya  gelen insanların sadece namazlarını kılmak için saf tuttukları,  safların düzgün olması için görevlinin her defasında uyarı yaptığı, namazdan önce ve sonrasında imamın cemaate,  cemaatin de imama karışmadığı bir ortam  gelir. Bazen de görevli ile namaza gelenler arasında uyuşmazlık olur,  birbirinin ayağını  çekmeye çalışır. Namazdan 10-15 dakika önce camilerimiz şenlenir,  namazdan sonra yeniden sessizliğe  bürünür o koskoca mabetler. Genelde başka bir amaç için kullanılmaz.

Peygamberimizin Medine'ye gidince ilk yaptığı Mescidi Nebi olduğunu biliriz. Bu mescit, namaz kılmanın ötesinde çoklu bir işleve sahipti: Her türlü istişarenin yapıldığı, oturup sohbet edildiği, uyunduğu, güreş tutulduğu... bir sosyal alandı. Şehrin nabzı orada atardı. Ya günümüzde ise; günde 5 vakit namazın kılındığı, toplamda iki saat açık tutulan garip yerler. Asla dünya kelamı konuşulmaz.

Camilere mutlaka işlerlik kazandırılması lazım. Buralar namaz kılmanın da ötesinde başka faaliyetlere açık tutulmalıdır. Yeniden sosyal alan haline getirilmelidir. Buralarda göreve başlayan din görevlisi mutlaka mahallesinde çok aktif olmalıdır. Ev ev gezerek adına bastırdığı kartvizitini verip: "Ben caminizde görev yapan/başlayan falan kimseyim. Tanışmak için geldim. Camimizde şu şu aktiviteler şu saatler arasında yapılmaktadır. Ben bir acı kahvenizi içmeye geldim. Namaz vakti dışında da sizi yerimizde görmek isteriz. Sizin şu yönünüz itibariyle faydalanmak isteriz..." gibi bir çalışma yapılmalıdır.

Caminin müştemilatında namaz vakti dışında çay içme, gazete okuma, dinen mubah görülen oyunların oynanabileceği müştemilat olmalıdır. Caminin etrafı piknik ve mesire yeri gibi olmalıdır. Namaz vakti dışında camiye gelen mahalle sakinlerinin din görevlilerini yerinde bulabileceği bir mesai belirlenmelidir. Görevlilere mutlaka resmi nikah kıyma yetkisi verilmelidir.

Cemaatin müdavimlerinden birinin başına bir şey geldiği zaman başta cami görevlisinin haberi olmalıdır. Görevlide cemaati bilgilendirmelidir. Hastalık, ameliyat, düğün ve cenaze durumları oluşturulacak mesaj sistemiyle tüm mahalle sakinlerine duyurulmalıdır. Mutlu ve üzüntülü durumlara cami cemaatinden katılım ve destek olmalıdır.

Camilerde cami veya diyanetin ihtiyaçları için kesinlikle sergi açılmamalıdır. Mahalle sakinlerine cami mütevelli heyeti tarafından belirlenen ve sakinlerine duyurulan aidat sistemi oluşturulmalıdır. Toplanan aidat,  komisyon marifetiyle şeffaf bir şekilde ihtiyaçlara harcanmalıdır.

Cami görevlisi muhitindeki cemaatinde daha fazla okumuş veya seviyesinde olan kişilerden seçilmelidir. Dini bilginin yanında iyi bir genel kültüre sahip olmalıdır. Muhitinin en sosyal ve en aktif insanı olmalıdır. Davranışlarıyla örnek, konuşmasında nazik olmalıdır. Dini anlatırken asli kaynakların dışına çıkmamalıdır. Özü sözü bir, sözü dinlenen biri olmalıdır. Cemaat nezdinde saygınlığı olmalıdır. Rutin vaaz ver nasihatlerin dışında mutlaka belirli periyotlarla ev ziyaretleri yapmalıdır. Adam adama markaj uygulamalıdır. Mahallesinden namaza gelsin veya gelmesin her evi mutlaka ziyaret etmelidir.

Hasılı camilerimiz farklı işlevlere büründürülmelidir. Cami görevlileri namaz kılmanın ötesinde bir misyona sahip olmalıdırlar. Camilerimiz cazibe merkezi haline gelmelidir. Mahallenin nabzı orada atmalıdır. 27/10/2016

26 Ekim 2016 Çarşamba

Kayıp eşekten son dakika


Kaybettiğim eşeği bulmak için uğradığım zor bir geçitte yetkililerle 2-3 dakika görüştüm. Çok da iyi davrandılar, sıcak bir sohbet oldu, hatta eşeğimle ilgili bazı sorular da sordular.

Hasılı Yetkililer: "Önceki eşeğin başkasına verildiğini, emsal eşeklerin çokça olduğunu ama eşeklerin önemli sahiplerinin olduğunu, benim mevcut göz önündeki eşeklere kapasitemin yetmeyeceğini; bana kenar, köşede, gözden ırak ve gönülden ırak bir yerde verebilecekleri bir eşeklerinin olduğunu, bu yaptıkları kıyağı da asla unutmamam gerektiğini, ayrıca bulunmaz Hint kumaşı olmadığımı, yerimi ve haddimi bilmem gerektiğini ve kendileri için iyi bir meze olduğumu lisan-i hal ile ifade ettiler.

Ben de "Kararınız mahşeri vicdanda karşılığını bulmuştur, eyvallah bundan sonra haddimi bilirim ayrıca bir delikten ikinci defa ısırılmamam gerektiğini de bana hatırlattınız" diyerek uykumdan uyandım. 26.10.2014

25 Ekim 2016 Salı

Atom parçalandı ama...

Ortaokulda okurken atom: "Maddenin en küçük yapı taşı" olarak tanımlanırdı. Bölünemez ve parçalanamaz denirdi. Günümüzde atomun parçalanabileceği de ifade edilmeye başlandı ve parçalandığı da doğrulandı.

Parçalanamaz ve bölünemez denilen atom bölündü bölünmeye. Ama parçalanamayan bir şeyimiz daha var. Kafamızdaki doğmalar, ön yargılar ve yanlış bilgiler.

Genelde mesleğin dışından olanlar öğretmenleri eleştirir. Bu çocuklara doğru olan niye anlatılmaz diye. Eskiden öğrenci bilginin kaynağı olarak sadece öğretmeni görürdü. Kafasına ilk bilgiyi öğretmen verirdi. Şimdilerde ise öğrenci bilgiyi ailesinden, sokaktan, mahallesinden, görsel ve yazılı medyadan ve sanal alemden öğrenerek geliyor. Bilgi doğruysa eyvallah! Ya öğrendiği bilgi yanlış ise yedi düveli bir araya getirsen öğrencinin kafasında oluşan yanlış bilgiyi düzeltemiyorsun. Çünkü öğrencinin bilgide önceliği öğretmen değil artık. Öğretmen ağzıyla kuş tutsa, doğruyu anlatmak için takla atsa öğrenciyi maalesef ikna edemiyor.

Atom, müspet bilimin konusu. genelde müspet bilimde farklı görüş pek yok. Ama dini konularda ise öğrendiğimiz ilk bilgiyi korumaya çalışıyoruz. Uzun süre direniyoruz. yeni bilgiye açılmıyoruz. Bir de ardında koca koca ana babalar var. Çocuğu ikna etsen, anne babayı nasıl ikna edeceksin. Sen söylüyorsun, çocuk eve gidip öğretmen böyle diyor deyince aile bu sefer: Öğretmenin verdiği bilginin yanlışlığını çocuğuna ispata çalışıyor ya da okula gelip görüşünü sorgular duruma geliyor. İyi de be kardeş, madem bu kadar biliyorsun,  yeni ve farklı fikre açık değilsin, o zaman ne diye çocuğun boşu boşuna ömür tüketiyor okulda. Bu zihniyete sahip anne ve babalar oldukça maalesef  öğretmenlerin özellikle dini alanda çok söyleyeceği bir şey yok. Sadece havanda su dövmüş olunur. 25/10/2016

Okul başkanlığı seçimleri

Ekim ayı okullarda öğrenci meclis başkanlığı seçimlerinin yapıldığı ay. Bugünlerde öğrencilerde bir heyecan baş gösterir. Aday olanlar, ona destek verenler, vaatler, propagandalar hız kazandı bile okullarda.

Tam derse kendini verdiğin esnada kapı çalınıp içeriye 3 öğrenci gelmişse bilin ki seçim çalışması var demektir. Dersin anası ağlatılıyor ama olsun, bu da demokrasinin bir cilvesi olsa gerek. Gelen her bir aday, yanında iki destekçisi ile birlikte kazanırsa neler neler yapacağını bir bir sıralıyor. Genelde vaatler uçuk-kaçık hep. Boyundan büyük vaatler birbirini izliyor. Aday önce neler yapacağını anlatıyor, ardından seçmeninden isteklerini soruyor. Kendinden emin bir şekilde cevaplar da veriyor daha küçücük dimağlar. Vaatler sıralanınca kalkan bir parmak: "Bunlar büyük masraf gerektiren yatırımlar. Bunları nasıl yapacaksın" diye bir soru soruyor. Aday: "Babamdan alacağım" diyor. Genelde tuvalet kapılarına kilit, WC'lere peçete, kaliteli sıvı sabun, okul basket ve voleybol file ve potalarını yenileme, sosyal etkinliklere ağırlık verme, sınıf içlerine öğrenci dolabı, pencere kilitlerini ve kapı kollarını değiştirme... vb vaatler genelde. Okul müdürünün kendi başına imkan bulamadığı bazı maliyetleri nasıl temin edecekler? Bunu da kazanacak adayların icraatlarında göreceğiz elbet.

Benim propaganda sürecinde adayların rahat tavırları ve kendilerine olan öz güvenleri. Takdire şayan gerçekten. Helal olsun yeni nesle. Vaat etme bakımından büyükleri pek aratmıyorlar. Daha küçük yaşta bunları bunları yapacağım diye boyundan büyük vaat veren bu yumurcaklar yarın büyüdükleri zaman neler vaat etmezler kim bilir?

Koridorda adayların kendini tanıtmak için hazırlamış oldukları afişlerin yırtılıp yere ve çöpe atıldığını görünce siyasetin kirliliğini daha iyi anlıyor insan. Siyasetin özünde mi var acaba kirlilik? Belki de iyi bir rehberlik yapılsa daha kötülüklere bulaşmamış kalbi temiz bu çocuklar daha iyi ve güzel bir propaganda süreci geçirebilirler.

Adayların bolluğu da dikkatimi çekti. Neredeyse her sınıfın bir adayı var. Tıpkı ülkemizde 100 civarında siyasi parti olduğu gibi. Yoksa çocuklar siyasette rantın olduğunu da mı biliyorlar?

Biz büyükler siyaseti düzgün ve temiz yapamadık, umarım bu küçükler daha temiz bir siyasete kapı aralar. Temiz siyaseti başlatanlar olur...25/10/2016

Kimler ilahiyat eğitimi almalıdır?

Bir büyüğüm : İmam Hatip Lisesini bitirenler ve İlahiyat fakültesini bitirenler dini kaynağından öğrenerek diğerlerine göre daha iyi bildiklerinden dolayı akıllarını kiraya vermezler.." demişti.

Zaman zaman ben de benzer kanaatleri taşırdım. Dini iyi bilen sorgular diye. Cemaatler ve özellikle FETÖ denilen yapı kolay kolay İlahiyatçıları içine alamaz. Çünkü her dediklerini yaptıramazlar diye düşünürdüm. 15 Temmuz itibariyle işin içinde olanlara şöyle bir göz attım. Hatırı sayılır türden ilahiyatçının işin içinde veya pasif destek verdiğini maalesef gözlemledim. Camiam adına üzüldüm gerçekten. Dini iyi bildiğini sandığım insanların nasıl savrulduğunu gördüm. Hatta bir çok yerde elebaşıları olduğuna şahit oldum. Dinini tam kaynağından öğrenmemiş, dini tedrisat verilen yerlerde okumamış insanların bu tuzaklara daha kolay düşebileceğini düşünürdüm de, bir ilahiyatçının hiç sorgulamadan, aklını kullanmadan böyle yapıların içerisinde olmasını bir türlü anlayamadım. İşin garibi halihazırda darbenin sivil ayağında bir numaralı sanık olarak gösterilen kişi de bir ilahiyatçı.

Ne diyeceğimi bilmiyorum gerçekten. Acınası bir durum. Bir gariplik var bu işin içinde. Bakıyorum bildiği dini kendinden emin bir şekilde kitlelere anlatacağı yerde bir başkasına stepne olmuş benim ilahiyatçı meslektaşım. Minnet borcunu ödüyor. Vay yazık, aldığı eğitime yazık! Dini iyi bildiklerini saydığım bu camianın bu derece savrulmasının nedenleri üzerinde iyi durmak lazım. Uzmanlarınca iyi araştırılmalıdır. Acizane bu konuda ya bu kişiler dini yeterince bilmeden mezun oldular, ya da genelde maddi imkanlardan yoksun kişilerin çocukları bu okullarda okuyorlar. Okurken maddi destek aldıkları cemaat, camia ve yapılara karşı bedel ödüyorlar. Bunun başka açıklaması olamaz.

FETÖ ile organik ve inorganik bağı olan bir meslektaşımla 15 Temmuz'dan 6 ay kadar önce konuşmuştum: "Niçin bu yapının içerisindesin. yanlışlık yapıyorlar, görüyorsun. Hala niye orada duruyorsun" dediğimde bana: "Ben onların yurtlarında kaldım, çok iyiliklerini gördüm, bunu inkar edemem" diye cevap vermişti.

Başkasından destek alarak okuyanlar asla kendileri olamazlar. Bu ülkede din eğitimi alanlardan başarı beklenecekse eğer, maddi yönden imkanları iyi olanların bu okullarda okumaları sağlanmalıdır. Maddi olarak bir başkasına el avuç açmayan biri kendinden emin bir şekilde okur, daha öz güven sahibi olur. Gelecek ve maddi kaygı taşımaz. Tıpkı Ebu Hanife gibi kimseye eyvallah demez. 25/10/2016